Nerede ise kırk yıla yaklaşan ve ülkemizin yüzlerce milyardolarlık kaynaklarının ve yaklaşık elli bin insanımızın kaybına sebep olan PKK terörü sonunda, geldiğimiz en son noktada dillendirilen ve devlete kabul ettirilmek istenen şart "anadilde eğitim" yani kürtçe eğitim olarak ortaya çıkmıştır. Geçmişte sadece Kürtçe konuşma hakkı, Kürtçe müzik dinleme hakkı olarak dillendirilen talepler sonunda bugün "anadilde eğitim" söylemi olmazsa olmaz şart olarak öne sürülmektedir. İlginç olan ise şudur ki adeta BDP ve PKK ile birlikte AKP de bulunan kürt milletvekilleri de "anadilde eğitim" talebini vazgeçilmez bir hak olarak gördüklerini açıkça ifade etmektedirler. Bu durumda yaşadığımız terör ile özdeşleşmiş Kürt meselesini "anadilde eğitim" talebi noktasından yeniden ele almak gerekmiştir.
Öncelikle doğru olduğunu varsaydığımız ve inandığımız cümleleri sıralayalım:
1-Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değişik zamanlarda ve değişik ağırlıkta ve değişik din ve etnik kökene bağlı vatandaşlarımız üzerinde despot yüzünü gösteren hükümetler zulme varan uygulamalarını son yıllara kadar sürdürmüşlerdir. Resmen uygulanan baskı ve yıldırma politikaları ve devlet içinde oluşmuş çeteleşmelerin gerçekleştirdiği faili meçhul öldürmeler, suikastler, kaza süsü verilmiş cinayetlerin yanında yargı ve cezaevlerindeki adil olmayan uygulamalar ve idamlar ve işkenceler yüzünden milletimiz bütünü ile mağdur edilmiştir. Bu çerçevede Kürtleri bu uygulamaların dışında saymak mümkün değildir.
2-Geçmişte Dersim olayları nedeni ile devlet meşru güçleri ile bir ayaklanma biçiminde tezahür eden Kürt isyanına karşı aşırı güç kullanmış ve Kürt kardeşlerimiz kurunun yanında yaşında yanması gibi mağdur edilmiştir.
3-En son ihtilal diyebileceğimiz 12 eylül ihtilali sonrasında Diyarbakır Cezaevinde yapılan insanlık dışı işkenceler ve faili meçhuller asla ve asla kabul edilebilir değildir.
4-PKK nın bir terör örgütü olarak ortaya çıkması her ne kadar Kürt halkının baskı altına alınmış taleplerinden doğduğu söylense de PKK şimdiye kadar asla Kürt halkının huzuru ve sükunu ve çıkarları doğrultusunda bir politika izlememiştir.
5-PKK nın kurucusu ve doğal lideri olduğu söylenen Abdullah Öcalan'ın dahi derin güçlerle bağlantılı bir eleman olduğunu bilmeyen yok gibidir.
6-PKK nın mali ve lojistik destekçilerinin uzunca bir süre Amerika çekiç gücü, sürekli İsrail, ve bilcümle Avrupa ülkeleri, Yunanistan ve Ermenistan ve günün siyasetine göre Türkiye ile ilişkileri bozulan ve hasım haline gelen Irak, Suriye, İran gibi ülkeler olduğu da bilinen bir gerçektir. Kendileri işgal etmiş olsalar bile saldıramayacakları hedefleri PKK yı kullanarak vuran düşman güçler, okul yaktırmakta, ormanlarımızı yaktırmakta, boru hatlarımızı sabote ettirmekte, sokaklardaki rasgele araçlar bile yakılmakta, toplu taşım araçları yakılmakta, demiryolları ve karayolları ve köprüler patlatılmakta, nizami savaş içinde dahi yapılamayacak gayrı ahlaki ve hukuki tahribat PKK terör örgütüne yaptırılmaktadır. Ve bu eylemlerin hiç birisinin Kürt halkının çıkarları ile zerrece ilgisi ve bağlantısı yoktur.
7-PKK ilk kuruluş yıllarında belki TC derin devleti tarafından Abdullah Öcalan'a Kürt hareketini kontrol altında tutmak için kurulmuş bir örgüt ise de yaşanan süreçte bir ulusal hareket olmaktan çıkmış ve her türlü söylemi adeta uyuşturucu ticareti gibi bir ticaret haline getirmiş uluslararası Türkiye karşıtı güçlerin emir ve komutasında hareket eden taşaron bir terör örgütü haline gelmiştir.
8-Bu durumda PKK ile müzakereden bile bir sonuç alınması mümkün değildir. Çünkü örneğin bugün için PKK Suriye ve Esed kontrolünde iken Esed'in oluru alınmaksızın Türkiye ile bir müzakereye oturması asla mümkün değildir.
9-Bölge ülkelerinden İran, Irak ve Suriye ile birlikte Türkiye'de Kürtler yaşamaktadır. Kürtlerin yıllardan beri eşit vatandaş statüsü ile en geniş haklara sahip olarak, her türlü seyahat, yerleşme, seçme ve seçilme ve tüm anayasal hakları sonuna kadar ayrımcılık olmaksızın kullanabildikleri yegane ülke Türkiye'dir. Fakat her nedense bu dört ülkeden sadece Türkiye'de eylem yapılmakta sadece Türkiye'de terörizm sürdürülmektedir.
10-Bir başka gerçeğimiz şudur ki 12-13 milyon civarındaki Kürt nüfusun % 25- 30 civarındaki bir kısmı doğu ve güneydoğuda dağınık olarak yaşamakta asıl % 70-75 lik kısmı ise yoğun olarak Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerimizde yaşamaktadır.
11-Devletin ise son eğitim reformu ile anadilde eğitim Türkçe olmakla birlikte seçimlik Kürtçe dersleri ilkokuldan itibaren müfredata konulduğu gibi üniversitelerimizde Kürtçe kürsüleri de açılmış bulunmaktadır. Kürtçe dil kursları ve Kürtçe konuşmak, Kürt müziği ve Kürtçeyi geliştirmekle ilgili hiç bir yasak ve kısıtlama da sözkonusu değildir. Küreselleşmenin medyaya da hakim olduğu yaşadığımız dünyada Kürtçe TV ler olduğu gibi TRT nin bir kanalı da TRT ŞEŞ sürekli Kürtçe yayın yapmakta, özel Kürtçe TV kanalları da yayınlarını özgürce sürdürmektedir.
Yukarıda sıraladığımız gerçekler karşısında olayı "anadilde eğitim" de kilitlemenin hiç bir kabul edilebilir yanı yoktur. Anadilde eğitimin uygulanabilirliği de yoktur. Şöyle ki Kürt nüfusun % 70- 80 ni Türkiyenin değişik bölgelerinde dağınık olarak yaşamakta iken anadilde yani kürtçe eğitimin uygulanabilmesi asla mümkün değildir. Velev ki böyle bir uygulamayı mümkün kılabildiğimizi varsaysak o zaman ardından olabilecekleri sıralayalım:
1-Kürtçe eğitim alan insanlarımıza şu söylem dayatılacak ve o insanlarımız istismar edilecektir: "ZORLA TÜRKÇE ÖĞRENME DAYATMASINA HAYIR"
2-Sadece Kürtçe eğitim alan insanlarımız anadili sadece Türkçe olanlarla anlaşmakta zorlanacaklardır. Ayrıca anadilleri Kürtçe olarak eğitim alan insanlarımız iş hayatlarında görev yaptıkları bölgeler itibarı ile de zorluklar yaşayacaklardır ve özellikle hedefledikleri illerde yani açıkça KÜRDİSTAN olarak tanımladıkları bölgede görev yapmak isteyeceklerdir. Bu durumda Türk ve Kürt halkları tamamen ayrışacaklardır.
3-Şu an rafa kaldırılmış gibi görünen "demokratik özerklik" ya da "fedaratif yapı" ya da "konfedarasyon" ya da "bağımsız kürdistan" söylemi ortaya atılacak ve bu taleplerin sonu gelmeyecektir.
Burada şu hususu da ifade etmeliyim ki varsayalım T.C devletinin bir bölümü önce federatif yapıya ve ardından da bağımsız bir yapıya kavuştu. Böyle bir durumda sadece Kürt nüfusunun azami % 30 unun yaşadığı bir bölgeye otonomi verildiğini ya da bağımsız olduğunu varsaysak kalan % 70 kürt nüfus ne olacaktır? Onları da kendi ülkelerine gönderecek miyiz? Aynı eşit vatandaşlık hakları ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşamaya devam mı edecekler? Eğer sınırdışı etmezseniz eğer bir tane delikanlı Kürdün bile kendi devletim diyeceği nüfusta kayıtlı olduğu yere gideceğini asla düşünemiyorum. Elbette gitmeyecek. Peki oradaki devlet ne işe yarayacaktır? Bugün PKK nın arkasında olan Türkiye düşmanı güçler bu defa boğaz tokluğuna o devleti yine Türkiye'ye karşı kullanacaklar hatta Türkiye içinde yaşayan Kürtler bile bu terör ve sabotaj faaliyetlerinde kullanılacaktır. Yani savaş devam edecektir. Kürtler ise yine Avrupa ve Amerika ve İsrail tarafından Türkiye'ye karşı paralı asker olarak kullanılacaktır. Dünden bugüne PKK ve onun çizgisinde düşünen Kürt vatandaşlarımız aynı dine, aynı kültüre, aynı dile, aynı iklime sahip olmadıkları halde nedense ve nasılsa Yunanistan yanında, Ermenistan yanında, Amerika yanında İsrail yanında yer almalarının ve aynı dine, kültüre sahip oldukları, kız alıp verdikleri, aynı tarihi ve coğrafyayı paylaştıkları Türklere ve T.C devletine karşı olmanın mantığını çözebilmiş midir acaba? Varsayalım Türkler kötüdür. Kız alıp verdiğiniz, tezgahınızdan alışveriş eden, selamünaleyküm-aleykümselam diyen, kapı bir komşunuz, ya ev sattığınız ya ev satın aldığınız, kısaca iç içe geçtiğiniz Türkler; Ermeniden, Rumdan, Yunan'dan, Rustan, Yahudiden daha mı kötüdür?
Yukarıda açıkladığımız çerçevede Kürt kardeşlerimiz şunu anlamalıdır ki aslında bu savaş Kürtlerin savaşı değildir. Bu savaş Müslüman Türkiye'nin ezeli düşmanı Haçlı Avrupanın ve diğer müttefik düşman kuvvetlerin Türkiye'ye açtığı bir savaştır. Ve malesef ki Kürt kardeşlerimiz bu savaşın piyonu ve aracı olmaktadır. Bilerek bilmeyerek üzerinde yaşadıkları toprağa ve ekmeğini yedikleri suyunu içtikleri devlete ihanet etmektedirler. Bu ihanetten vazgeçmeli, her türlü hukuksuzlukla mücadele için uzunca bir süredir çaba gösteren ve nerede ise ordusu içindeki muvazzaf subayların bir yarısını hapse atan yönetimi verdiği bu hak ve hukuk mücadelesinde yalnız bırakmak bir yana karşısına çıkmakla kendi çıkarlarını da riske ettiklerini anlamalıdırlar.
Son olarak sözüm ise yönetimedir:
Anadilde eğitim söylemi sonuna kadar yanlıştır. Bunun uygulamaya konulması ise sorunu çözmeyecek daha da çözülmez hale getirecektir.
Anadilde eğitimden yana olmak ve velev ki bu uygulamayı başlatmaya kalkmak ihanetle eşdeğerdir. Böyle bir yanlış yapılır ise -işallah yapılmaz- bunu yapanlar tarih önünde ve milletin vicdanında mahkum olacaktır.
Bu ülkede yaşayan bütün T.C kimliği taşıyan vatandaşlarımız ile dinleri ve etnik kökleri ne olursa olsun ortak paydamız T.C vatandaşlığıdır. Geçmişte Osmanlı tebası olmak gibi bugün de ortak payda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun olmasın sınırlarımız içindeki bütün insanların malı, canı ve namusu devletimizin garantisi altındadır. Yine vatandaşımız olsun olmasın sınırlarımız içinde yaşayan bütün insanlarımızın dini ve dünyevi ve insani her türlü hak ve ihtiyaçlarını karşılamak devletimizin en asli görevlerindendir.
Dileğim ve temennim aynı vatanı, aynı iklimi, aynı coğrafyayı paylaştığım farklı din ve etnik kökendeki vatandaşlarımın aynı hassasiyet ve sorumluluk duygusu içinde bir arada ve kardeşçe yaşama idraki içinde olmaları, bütün çağdaş toplumlar gibi T.C devletine tabi olmaları ve devletin birliği ve bütünlüğünü kendi canları gibi aziz bilme şuuruna kavuşmalarıdır. Bu ahengin, düzenin ve intizamın bozulması halinde ise Ergenekondan Anadolu'ya, Altaylardan Tunaya her hal ve şartta hür ve başı dik, onurlu ve şerefli, bağımsız ve haysiyetli yaşamanın bedelini gerektiği yerde ödemeyi bilen Türk Milleti yine durumdan vazife çıkararak vaziyetin icabını yerine getirmeyi bilir ve bilecektir de.