21 Ekim 2012 Pazar

ANADİLDE EĞİTİM - KÜRTÇE EĞİTİM

             Nerede ise kırk yıla yaklaşan ve ülkemizin yüzlerce milyardolarlık kaynaklarının ve yaklaşık elli bin insanımızın kaybına sebep olan PKK terörü sonunda, geldiğimiz en son noktada dillendirilen ve devlete kabul ettirilmek istenen şart "anadilde eğitim" yani kürtçe eğitim olarak ortaya çıkmıştır. Geçmişte sadece Kürtçe konuşma hakkı, Kürtçe müzik dinleme hakkı olarak dillendirilen talepler sonunda bugün "anadilde eğitim" söylemi olmazsa olmaz şart olarak öne sürülmektedir. İlginç olan ise şudur ki adeta BDP ve PKK ile birlikte AKP de bulunan kürt milletvekilleri de "anadilde eğitim" talebini vazgeçilmez bir hak olarak gördüklerini açıkça ifade etmektedirler. Bu durumda yaşadığımız terör ile özdeşleşmiş Kürt meselesini "anadilde eğitim" talebi noktasından yeniden ele almak gerekmiştir. 
   Öncelikle doğru olduğunu varsaydığımız ve inandığımız  cümleleri sıralayalım:
1-Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değişik zamanlarda ve değişik ağırlıkta ve değişik din ve etnik kökene bağlı vatandaşlarımız üzerinde despot yüzünü gösteren hükümetler zulme varan uygulamalarını son yıllara kadar sürdürmüşlerdir. Resmen uygulanan baskı ve yıldırma politikaları ve devlet içinde oluşmuş çeteleşmelerin gerçekleştirdiği faili meçhul öldürmeler, suikastler, kaza süsü verilmiş cinayetlerin yanında yargı ve cezaevlerindeki adil olmayan uygulamalar ve idamlar ve işkenceler yüzünden milletimiz bütünü ile mağdur edilmiştir. Bu çerçevede Kürtleri bu uygulamaların dışında saymak mümkün değildir.
2-Geçmişte Dersim olayları nedeni ile devlet meşru güçleri ile bir ayaklanma biçiminde tezahür eden Kürt isyanına karşı aşırı güç kullanmış ve Kürt kardeşlerimiz kurunun yanında yaşında yanması gibi mağdur edilmiştir.
3-En son ihtilal diyebileceğimiz 12 eylül ihtilali sonrasında Diyarbakır Cezaevinde yapılan insanlık dışı işkenceler ve faili meçhuller asla ve asla kabul edilebilir değildir. 
4-PKK nın bir terör örgütü olarak ortaya çıkması her ne kadar Kürt halkının baskı altına alınmış taleplerinden doğduğu söylense de PKK şimdiye kadar asla Kürt halkının huzuru ve sükunu ve çıkarları doğrultusunda bir politika izlememiştir.
5-PKK nın kurucusu ve doğal lideri olduğu söylenen Abdullah Öcalan'ın dahi derin güçlerle bağlantılı bir eleman olduğunu bilmeyen yok gibidir.
6-PKK nın mali ve lojistik destekçilerinin uzunca bir süre Amerika çekiç gücü, sürekli İsrail, ve bilcümle Avrupa ülkeleri, Yunanistan ve Ermenistan ve günün siyasetine göre Türkiye ile ilişkileri bozulan ve hasım haline gelen Irak, Suriye, İran gibi ülkeler olduğu da bilinen bir gerçektir. Kendileri işgal etmiş olsalar bile saldıramayacakları hedefleri PKK yı kullanarak vuran düşman güçler, okul yaktırmakta, ormanlarımızı yaktırmakta, boru hatlarımızı sabote ettirmekte, sokaklardaki rasgele araçlar bile yakılmakta, toplu taşım araçları yakılmakta, demiryolları ve karayolları ve köprüler patlatılmakta, nizami savaş içinde dahi yapılamayacak gayrı ahlaki ve hukuki tahribat PKK  terör örgütüne yaptırılmaktadır. Ve bu eylemlerin hiç birisinin Kürt halkının çıkarları ile zerrece ilgisi ve bağlantısı yoktur.
7-PKK ilk kuruluş yıllarında belki TC derin devleti tarafından Abdullah Öcalan'a Kürt hareketini kontrol altında tutmak için kurulmuş bir örgüt ise de yaşanan süreçte bir ulusal hareket olmaktan çıkmış ve her türlü söylemi adeta uyuşturucu ticareti gibi bir ticaret haline getirmiş uluslararası Türkiye karşıtı güçlerin emir ve komutasında hareket eden taşaron bir terör örgütü haline gelmiştir. 
8-Bu durumda PKK ile müzakereden bile bir sonuç alınması mümkün değildir. Çünkü örneğin bugün için PKK Suriye ve Esed kontrolünde iken Esed'in oluru alınmaksızın Türkiye ile bir müzakereye oturması asla mümkün değildir.
9-Bölge ülkelerinden İran, Irak ve Suriye ile birlikte Türkiye'de Kürtler yaşamaktadır. Kürtlerin yıllardan beri  eşit vatandaş statüsü ile en geniş haklara sahip olarak, her türlü seyahat, yerleşme, seçme ve seçilme ve tüm anayasal hakları sonuna kadar ayrımcılık olmaksızın kullanabildikleri yegane ülke Türkiye'dir. Fakat her nedense bu dört ülkeden sadece Türkiye'de eylem yapılmakta sadece Türkiye'de terörizm sürdürülmektedir.
10-Bir başka gerçeğimiz şudur ki 12-13 milyon civarındaki Kürt nüfusun % 25- 30 civarındaki bir kısmı doğu ve güneydoğuda dağınık olarak yaşamakta asıl % 70-75 lik kısmı ise yoğun olarak Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerimizde yaşamaktadır.    
11-Devletin ise son eğitim reformu ile anadilde eğitim Türkçe olmakla birlikte seçimlik Kürtçe dersleri ilkokuldan itibaren müfredata konulduğu gibi üniversitelerimizde Kürtçe kürsüleri de açılmış bulunmaktadır. Kürtçe dil kursları ve Kürtçe konuşmak, Kürt müziği ve Kürtçeyi geliştirmekle ilgili hiç bir yasak ve kısıtlama da sözkonusu değildir. Küreselleşmenin medyaya da hakim olduğu yaşadığımız dünyada Kürtçe TV ler olduğu gibi TRT nin bir kanalı da TRT ŞEŞ sürekli Kürtçe yayın yapmakta, özel Kürtçe TV kanalları da yayınlarını özgürce sürdürmektedir.
             Yukarıda sıraladığımız gerçekler karşısında olayı "anadilde eğitim" de kilitlemenin hiç bir kabul edilebilir yanı yoktur. Anadilde eğitimin uygulanabilirliği de yoktur. Şöyle ki Kürt nüfusun % 70- 80 ni Türkiyenin değişik bölgelerinde dağınık olarak yaşamakta iken anadilde yani kürtçe eğitimin uygulanabilmesi asla mümkün değildir. Velev ki böyle bir uygulamayı mümkün kılabildiğimizi varsaysak o zaman ardından olabilecekleri sıralayalım:
1-Kürtçe eğitim alan insanlarımıza şu söylem dayatılacak ve o insanlarımız istismar edilecektir: "ZORLA TÜRKÇE ÖĞRENME DAYATMASINA HAYIR"
2-Sadece Kürtçe eğitim alan insanlarımız anadili sadece Türkçe olanlarla anlaşmakta zorlanacaklardır. Ayrıca anadilleri Kürtçe olarak eğitim alan insanlarımız iş hayatlarında görev yaptıkları bölgeler itibarı ile de zorluklar yaşayacaklardır ve özellikle hedefledikleri illerde yani açıkça KÜRDİSTAN olarak tanımladıkları bölgede görev yapmak isteyeceklerdir. Bu durumda Türk ve Kürt halkları tamamen ayrışacaklardır.
3-Şu an rafa kaldırılmış gibi görünen "demokratik özerklik" ya da "fedaratif yapı" ya da "konfedarasyon" ya da "bağımsız kürdistan" söylemi ortaya atılacak ve bu taleplerin sonu gelmeyecektir.
          Burada şu hususu da ifade etmeliyim ki varsayalım T.C devletinin bir bölümü önce federatif yapıya ve ardından da bağımsız bir yapıya kavuştu. Böyle bir durumda sadece Kürt nüfusunun azami % 30 unun yaşadığı bir bölgeye otonomi verildiğini ya da bağımsız olduğunu varsaysak kalan % 70 kürt nüfus ne olacaktır? Onları da kendi ülkelerine gönderecek miyiz? Aynı eşit vatandaşlık hakları ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşamaya devam mı edecekler? Eğer sınırdışı etmezseniz eğer bir tane delikanlı Kürdün bile kendi devletim diyeceği nüfusta kayıtlı olduğu yere gideceğini asla düşünemiyorum. Elbette gitmeyecek. Peki oradaki devlet ne işe yarayacaktır? Bugün PKK nın arkasında olan Türkiye düşmanı güçler bu defa boğaz tokluğuna o devleti yine Türkiye'ye karşı kullanacaklar hatta Türkiye içinde yaşayan Kürtler bile bu terör ve sabotaj faaliyetlerinde kullanılacaktır. Yani savaş devam edecektir. Kürtler ise yine Avrupa ve Amerika ve İsrail tarafından Türkiye'ye karşı paralı asker olarak kullanılacaktır. Dünden bugüne PKK ve onun çizgisinde düşünen Kürt vatandaşlarımız aynı dine, aynı kültüre, aynı dile, aynı iklime sahip olmadıkları halde nedense ve nasılsa Yunanistan yanında, Ermenistan yanında, Amerika yanında İsrail yanında yer almalarının ve aynı dine, kültüre sahip oldukları, kız alıp verdikleri, aynı tarihi ve coğrafyayı paylaştıkları Türklere ve T.C devletine karşı olmanın mantığını çözebilmiş midir acaba?  Varsayalım Türkler kötüdür. Kız alıp verdiğiniz, tezgahınızdan alışveriş eden, selamünaleyküm-aleykümselam diyen, kapı bir komşunuz, ya ev sattığınız ya ev satın aldığınız, kısaca iç içe geçtiğiniz Türkler; Ermeniden, Rumdan, Yunan'dan, Rustan, Yahudiden daha mı kötüdür? 
       Yukarıda açıkladığımız çerçevede Kürt kardeşlerimiz şunu anlamalıdır ki aslında bu savaş Kürtlerin savaşı değildir. Bu savaş Müslüman Türkiye'nin ezeli düşmanı Haçlı Avrupanın ve diğer müttefik düşman kuvvetlerin Türkiye'ye açtığı bir savaştır. Ve malesef ki Kürt kardeşlerimiz bu savaşın piyonu ve aracı olmaktadır. Bilerek bilmeyerek üzerinde yaşadıkları toprağa ve ekmeğini yedikleri suyunu içtikleri devlete ihanet etmektedirler. Bu ihanetten vazgeçmeli, her türlü hukuksuzlukla mücadele için uzunca bir süredir çaba gösteren ve nerede ise ordusu içindeki muvazzaf subayların bir yarısını hapse atan yönetimi verdiği bu hak ve hukuk mücadelesinde yalnız bırakmak bir yana karşısına çıkmakla kendi çıkarlarını da riske ettiklerini anlamalıdırlar.
            Son olarak sözüm ise yönetimedir: 
Anadilde eğitim söylemi sonuna kadar yanlıştır. Bunun uygulamaya konulması ise sorunu çözmeyecek daha da çözülmez hale getirecektir.  
Anadilde eğitimden yana olmak ve velev ki bu uygulamayı başlatmaya kalkmak ihanetle eşdeğerdir. Böyle bir yanlış yapılır ise -işallah yapılmaz- bunu yapanlar tarih önünde ve milletin vicdanında mahkum olacaktır.
Bu ülkede yaşayan bütün T.C kimliği taşıyan vatandaşlarımız ile dinleri ve etnik kökleri ne olursa olsun ortak paydamız T.C vatandaşlığıdır. Geçmişte Osmanlı tebası olmak gibi bugün de ortak payda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. 
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun olmasın sınırlarımız içindeki bütün insanların malı, canı ve namusu devletimizin garantisi altındadır. Yine vatandaşımız olsun olmasın sınırlarımız içinde yaşayan bütün insanlarımızın dini ve dünyevi ve insani her türlü hak ve ihtiyaçlarını karşılamak devletimizin en asli görevlerindendir. 
Dileğim ve temennim aynı vatanı, aynı iklimi, aynı coğrafyayı paylaştığım farklı din ve etnik kökendeki vatandaşlarımın aynı hassasiyet ve sorumluluk duygusu içinde bir arada ve kardeşçe yaşama idraki içinde olmaları,  bütün çağdaş toplumlar gibi T.C devletine  tabi olmaları ve devletin birliği ve bütünlüğünü kendi canları gibi aziz bilme şuuruna kavuşmalarıdır. Bu ahengin, düzenin ve intizamın bozulması halinde ise Ergenekondan Anadolu'ya, Altaylardan Tunaya her hal ve şartta  hür ve başı dik, onurlu ve şerefli, bağımsız ve haysiyetli yaşamanın bedelini gerektiği yerde ödemeyi bilen Türk Milleti yine durumdan vazife çıkararak vaziyetin icabını yerine getirmeyi bilir ve bilecektir de.

12 Ekim 2012 Cuma

HAKKA DAVET VE TEBLİĞ

           Kendi adıma böyle bir tebliğ ve davette bulunmayı bir görev saydığım için bu başlıkta bir yazı kaleme aldım. Üstüne alan alır, almayan almaz elbette. Ancak ben vazifemi yapayım gerisi muhataba ve Allah'a kalmıştır.
           "Ey insanlar; Allah vardır ve birdir. Bildiğimiz ve bilmediğimiz, keşfettiğimiz ve keşfetmediğimiz tüm kainatı, canlı ve cansız alemleri ve bizleri Allah  yaratmıştır. Ve bütün alemler yaratıcısı olan Allah'ın kontrolü altındadır. Allah kendisine inanan ve inanmayan yarattıklarına rahmeti ile muamele eder, ancak dilediğini de kahreder. Şu gördüğümüz dünya hayatı gelip geçicidir. İnsanoğlu ne kadar çabalarsa çabalasın Allah'ın verdiği ömrü ne uzatabilir ne de kısaltabilir.  Allah dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür. Dilediği kuluna dilediği hayatı hediye eder. Ya da dilediği kulunu imtihan eder.
            Allah, Adem A.S dan bu yana sayısız peygamberler, nebiler ve elçiler göndermiştir. Ve yine sayısız hak dostu var olmuştur. En son gönderilmiş ahir zaman Peygamberi Hz. Muhammed A.s dır. Dolayısı ile son ve hak din islam dinidir. İslam dininden evvel bildiğimiz hıristiyanlık ve musevilik mevcut iken tevrat zebur ve incil tahrif edilmiş aslından uzaklaşmış ve o dinlerin mensupları da hak yolundan uzaklaşmış olmakla ahir zamanda son din olarak islam dini ve peygamberi ve kitabı Kur'an-ı Kerim indirilmiştir. Allah'tan bize gönderilen ve bir harfi bile değişmemiş orijinal ve hak kitap Kur'an-ı Kerimdir. Allahın kitabında yazılan her şey Allahın emir ve yasaklarıdır. Haktır ve gerçektir. Ve Peygamber Efendimizin biz ümmetine yönelik her sözü yine haktır ve gerçektir. Dolayısı ile ihtiyar dünyanın son döneminde İslam yegane din, Kur'an yegane hak kitap ve Efendimizin sünneti yegane mutlak doğrularımızdır. Kur'an'a ve sünnete uyan her kişi, meşrep ya da mezhep haktır ve gerçektir. Kur'an'a ve sünnete uymayan hiç bir meşrep ya da mezhep ya da kişi hak değildir, doğru  değildir.  
         İslam olmak gerçek manasıyla insan olmaktır. İslam olanlar islam olmayanları da Allahın emanetleri olarak görür ve asla hor ve hakir görmezler. Müslüman, Allahın rahmet nazarıyla bakan insandır. Allah kitabında sadece hakkı ve sabrı tavsiye etmiştir. İyiliği tavsiye  ve emretmiştir. Hak ve hukuka riayeti emretmiştir. Haddi aşmayı ve saldırmayı ve tecavüzü men etmiş, yasaklamıştır. Müslümana hakkı olmayan herşeyi haram kılmıştır. Keza her türlü içki, domuz eti ve fuhuş yasak ve haramdır. Müslümana islam olsun olmasın bir başkasının malı, canı  ve namusu haramdır. Kul hakkı, Allahın affetmediği en büyük hak tecavüzüdür.  Müslüman, bütün alemin, dilinden, elinden ve belinden emin olduğu kişidir. İslam kızını toğrağa gömen bir toplumu medeni bir topluluk haline getirdiği gibi yine kızını toğrağa gömen bir Ömer'i dünya çapında bir adalet timsali, Hz. Ömer haline getirmiştir. İslama gerçek manası ile teslim olandan karıncaya bile zarar gelmez.
         Kur'ana ve sünnete uyanın dünyası da  selamettir. Ahirette de kurtuluşa erecek olanlar onlardır.
         Bu dünyada başımıza her ne tür felaket ve hastalık ve bela gelirse gelsin biliriz ve inanırız ki hayır ve şer Allahtandır. Müslüman her türlü kötülük ve felaket karşısında dahi sabretmeyi ve şükretmeyi bilen insandır. Müslüman bilir ki bu dünya fanidir, inanan ve inanmayan herkes ölecektir. Dünyadaki her türlü mal ve mülk ve her türlü kazanımlar dünyada kalacak ve ahirete sadece iyi ve güzel işlerimizin sevapları bizle beraber gelecek ve yine yaptığımız kötü işlerin günahları gelecek ve ilahi ve nihai adalet adalet tecelli edecek, sevapları ağır basan ve Allah'ın rahmet ve mağfiretinden nasiplenen cennete, diğerleri ise cehenneme gidecektir. Müslüman bilir ve inanır ki inanan ve inanmayanlar kıyamette hepsi bir arada hakkın huzurunda haşrolacaktır. İnanmayanlar da kıyamete inanmasalar bile onlar dahi bu dünyadan ortalama ömürleri sonunda müslümanın inandığı gibi ölecekler ve bu dünyaya ve sevdiklerine ve her türlü kazanımlarına veda edeceklerdir. Şu halde bütün insanların akıl ve idraklerini zorlayarak Allah'ın Kur'an-ı Kerim ile verdiği mesajı almaları şarttır. Allah'ın gönderdiği kitap vasıtası ile bizlere ulaştırdığı emir ve yasaklara yaşamları boyunca uymaları kendi menfaatleri icabıdır. Allah'ın kitabındaki emirlere uyan ve yasaklardan kaçınan ve Allah'ın gönderdiği son peygambere inanan ve iman eden şüphesiz ölümünden sonra cennete gidecektir.  Cennet müjdesine nail olmak için Kur'anî hayat yaşayanlar, helale koşup haramdan kaçanlar, kul hakkına riayet edenler, yaptıkları her işte Allah rızasını gözetenler, iyi bir müslüman ve iyi bir insan olabilmenin huzuru ile bu dünyalarını geçirecekleri gibi ahirete de aynı iç huzuru ile göçeceklerdir. Allaha asi gelenler, Allahın emir ve yasaklarına uymayanlar, kul hakkına riayet etmeyenler, her türlü haksızlık ve yolsuzluklara bulaşanlar, iyi bir evlat, iyi bir ebeveyn, iyi bir vatandaş, iyi bir komşu, iyi bir eş, iyilikler ve güzellikler içinde hayat süren bir insan olmak yerine, içki, lüks, zevk ve sefahat, fuhuş ve macera peşinde koşanlar, içinde yaşadıkları topluma zarar verenler de zamanı gelince ölecek ve tarih olacaklardır. Ama ahiretlerinin ne olacağı bizim malumumuz onların ise meçhulüdür.
        Bu kısa açıklamam çerçevesinde, her türlü mezhep, meşrep, tarikat, parti, dernek, vakıf, şeyh, mürşit, adına ne derseniz deyin bunların hepsi gerçekten Allah'a teslim oldukları ve Kur'an'a ve sünnete  uydukları ölçüde hak ve gerçek, o çizgiden çıktıkları ölçüde de batıl ve yalandır. Kur'an ve sünnete uygunluğu test edebilecek kadar dini bilgi ve araştırma her müslümana ayrı ayrı farzdır. Farz'ı ayndır. Allah dostlarını sadece Allah rızası için sevmek, Allah düşmanlarından ise veba gibi kaçmak ve onlardan uzak durmak ta Allah'ın emridir. Her işte Allah rızasını aramak müslümanın olmazsa olmazıdır.
         Bu kısa hülasadan sonra ben bu satırları okuyan bütün kardeşlerimi sadece Allah'a teslim olmaya, sadece Hakka kul olmaya ve sadece o Allah'ın son Peygamperi Peygamber Efendimize kayıtsız şartsız ümmet olmaya davet ediyorum. Siz arayın ve isteyin yeter ki, Allah sizi hiç bırakmadı, hissedeceksiniz, göreceksiniz,  Allah yine sizi bırakmayacak ve rahmeti ile, mağfireti ile kucaklayacaktır.
          Allaha emanet olunuz."  

2 Ekim 2012 Salı

KANDİL İMRALI PKK BDP İLE GÖRÜŞMEK İHANETTİR " TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR "

        Bilindiği gibi PKK neredeyse 70 li yıllardan bu yana kurulmuş, örgütlenmiş ve bugüne kadar baskıyla, zorla ya da kandırarak dağa kaldırdığı gencecik kürt çocuklarını kızlı erkekli terörist olarak yetiştirmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı güvenlik güçlerine ve sivillere karşı adeta düşman askeri gibi saldırmış ve saldırmaya devam etmektedir.
        Bu ihanetin hiç bir haklı gerekçesi olamaz. Hani Atatürk dönemindeki Tunceli'deki isyana karşı yapılan aşırı güç kullanma, ya da kürtlerin bazı haklarından mahrum kalması veya Diyarbakır Cezaevinde yapılan işkenceler ya da başka şeyler hiç bir şey devlete ihanet için haklı gerekçe olamaz. Bu milletin alfabesi elinden alınmış, kılığı kıyafeti değiştirilmiş, müziği yasaklanmış, dini faaliyetler yasaklanmış, ezan türkçeye çevrilmiş ve daha bir dünya haksız uygulamalar olmuş ama bunlar asla tasvip edilmemekle birlikte demokratik biçimde dillendirilmiş ve bugünlere gelinmiştir. Kısaca Kürtlerden çok bu ülkede genel manada Türkler zulme uğramıştır.
        1980 li yıllardan itibaren PKK yı besleyen ve palazlandıran devlet içinde çöreklenmiş terör sektörü görüldüğü üzere yavaş yavaş tasfiye edilmeye başlanmıştır. Geçmişte özel tim ile PKK nın çanına ot tıkanmak üzere iken orduda başlayan rahatsızlık sonunda önce özel  tim elindeki  silahlar alınmış ve sonrasında özel tim dağıtılmıştır. Aslında sınır ötesi operasyonlar için eğitilmiş olan ordunun iç güvenlikte başarılı olması mümkün olmadığı halde ordu komuta kademesi ülke içinde kendisi dışında silahlı güç olmasından rahatsızlık duyduğu için polisin teröre karşı eğitilmesine ve kullanılmasına karşı çıkmış ve engel olmuştur. Türk ordusu kendi içinde ise teröre karşı koyma iradesini tam olarak ortaya koyamamış, sivil ve askeri çeteleşmeler geçmişte PKK yı güçlendirmiş ve bugünlere gelinmiştir.
        Şimdi APO İmralı'da hapistir. Bir kısım PKK liderleri Kandil'de bir kısmı ise özellikle Avrupa ülkelerindedir. Ve PKK nın legal uzantısı konumundaki BDP denen partinin de TBMM çatısı altında bir miktar milletvekili vardır. BDP muhatap olarak İmralı'yı veya Kandil'i göstermektedir. Kendisi PKK nın uzantısını olduğunu açıktan kabul etmese de PKK kontrolü dışında olduğunu da söyleyememektedir. BDP nin PKK nın ve KCK nın emir komutası altında bir siyasi uzantı olduğunu bilmeyen yok gibidir. Hal böyle iken PKK gibi bir örgütün her nasılsa siyasi uzantısının da meclisin çatısı altında olabildiği bir dönemde meclisin ya da sivil iktidarın meclis çatısı altındaki BDP ile görüşmesi PKK ile müzakere mahiyetinde olacağı da herkesçe bilindiği halde neden israrla OSLO görüşmelerinin başlaması ya da İmralı ile görüşmeye başlanmasına vurgu yapılmaktadır? Ve neden  bazı Avrupa ülkeleri neden PKK bir terör örgütü olduğu halde bu terör örgütününü liderlerini kendi toprakları içinde barındırmaktadır? Neden onlara hamilik yaparak Türkiye Cumnhuriyeti Devleti ile yapılacak müzakerelerde gözlemci ya da ev sahibi ülke sıfatı ile bulunmayı düşünebilmektedirler?  BDP T.C devletinin yasal bir partisi konumundadır. APO namlı ABDULLAH ÖCALAN T.C devletinin bir özel hapishanesinde hükümlüdür. Dolayısı ile sadece taktiksel olarak ya da istihbarat için T.C devletinin hem APO ile hem de BDP ile görüşmesinde hiç bir sıkıntı yokken buna DİPLOMATİK ve ÖZEL  bir statü vererek PKK yı taraf olarak kabul etmeyi deklere edecek bir davranış içine girmenin hiç bir izah edilebilir tutarlı yanı yoktur. İmralı ile veya Kandil ile veya PKK ile  diplomatik bir formatta resmi görüşmeye kalkışmak tek kelime ile İHANETTİR ve bunu yapmaya kalkışacak olan her kim olursa olsun haindir. Böyle bir seçeneği önermek bile tek başına ihanettir. PKK ile PKK sıfatı ile velev ki silah bıraksa dahi görüşülecek hiç bir şey yoktur. PKK dan sadece bu ihanetinin hesabı sorulmalıdır. Esasen PKK nın Kürt halkı için bir kurtuluş ve özgürlük mücadelesi veren bir örgüt olmadığını onun sadece Haçlı güçlerinin Türkiye Cumhuriyeti Devletini bölmeyi ve eğer bölebilirse yine koparmayı başardığı parça üzerinden geride kalan anavatana yeniden saldırma misyonu içinde bir düşman örgütlenmesi olduğunu görmemek için aptal olmak lazımdır. Evet PKK nın amacı Kürt özgürlük mücadelesi değildir. PKK sadece kukla bir Kürt Devleti kurmayı ve bu devlet üzerinden yine Türkiye'ye saldırmayı ve içerdeki Kürtleri de organize ederek terör faaliyetlerini sürdürmeyi hedeflemektedir. Bugün tövbe ettim dese bile esasen bir dini ve kitabı da olmayan zerdüşt PKK nın ne tövbesi ne de pişmanlığı bir hüküm ifade etmez.
       Öte yandan hatırlayacağımız gibi oğlu intihar eden BDP milletvekili intihar sonucu vefat eden oğlunun cesedi üzerinden Başbakan'a seslenerek "analar ağlamasın, bu kanı durdurursanız tarihe geçersiniz" gibi sözler sarf ederek Başbakanı akan kanı durdurmak için birşeyler yapmaya davet etmiştir. Burada kimse bu davetteki tuzağı fark etmemiştir. Eğer bu milletvekili akan kan dursun ve analar ağlamasın istiyorsa gerçekten, neden Başbakanımıza seslenmektedir. Anaları ağlatan Başbakan ya da T.C devleti midir? Bu konuda bu milletvekilinin muhatabı Başbakan değil Kandil'dir. Neden "Kandile sesleniyorum, artık devlete silah sıkmaktan vazgeçin, akan kanı durdurun, analar ağlamasın" demiyor da kalleşçe ve sinsice Başbakan'a hitap ediyor. Aslında PKK ile ve Kandil ile veya İmralı ile veya APO ile müzakere süreci olayı, onca patlayan mayın ile onlarca Mehmetçiğin kanına giren ve kalleşçe katleden PKK nın hükümete ve özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a döşediği en büyük mayındır. Bu mayın patladığında akan kan durmayacaktır. Sadece ve sadece havaya uçan ve şehadet şerbetini içen AKP iktidarı olacaktır. Tabii bunun arkasından gelebilecek ve yaşanabilecek kaos ortamında bu devlet nasıl bir zarar  görür bunu tahmin bile etmek mümkün değildir. 
        Bir başka açıdan bakar isek  PKK ile pazarlık yapmak isteyenin İmralı'da ya da Kandilde ya da Oslo'da ne işi var?..... Gitsin Amerika'ya Amerika ile pazarlık yapsın. PKK ya bugüne kadar birinci derecede en büyük lojistik ve askeri desteği ve himayeyi veren Amerika'dır. çekiç güç döneminden beri Amerika PKK yı beslemiş ve büyütmüştür. Yani PKK konusunda yegane muhatap Amerika'dır diyebiliriz. Bu durumda bize bu çelik çomak oyununu neden oynatırlar anlamak mümkün değil. Hele hele bu oyunun ustalık döneminde olması gereken ve öyle olduğunu söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan döneminde olması bir başka felakettir. Sayın Başbakanın siyaseten bile olsa imralı veya Kandil ile diyalog ve görüşmeyi telaffuz bile etmemesi icap eder. Kaldı ki aldığı oy ve milletvekili sayısı itibarı ile BDP den daha fazla Kürt oyu almış ve daha çok sayıda Kürt milletvekili çıkarmış olmakla birinci derecede Kürt halkının yasal temsilcisi AKP olmalıdır. Ve AKP iktidarı döneminde Kürt kardeşlerimizin kimlik ve kültürel hakları ile ilgili fevkalade olumlu işler de yapmıştır. Ama PKK nın gayesi asla Kürtleri çağdaş haklara sahip kılmak ya da onları uygarlığın nimetlerinden istifade eden bir toplum haline getirmek değildir. Öyle olsaydı devletin tüm imkanlarını seferber ederek doğu ve güneydoğu bölgesine gönderdiği iş makineleri PKK tarafından  yakılmazdı. Keza okullar yakılmazdı. O okullarda  Kürt çocukları kürtçeyi de Türkçeyi de öğrenecek ve cehaletten kurtulacaktır. Fakat PKK nın amacı okumuş tahsil yapmış insanlara sahip olmak değil. PKK kendisine cahil köleler, mankurtlar istemektedir. 
       Bu ahval ve şerait içinde yapılması gereken PKK ile müzakere değildir. Acilen alınması gereken tedbirler aşağıda sıralanmıştır:
        1-Masum ve devlete sadık Kürt kardeşlerimiz mağdur edilmeden PKK ile silahlı mücadele, PKK silahlı mücadele yapamayacak hale gelene ve tasfiye olana kadar en yoğun biçimde sürdürülmelidir.
                2-PKK nın maddi kaynakları, kaçakçılıktan elde ettiği gelirlere ve uyuşturucu ticaretinden ve üretiminden elde ettiği gelirlere de mani olunmalıdır.
          3-İdam cezası acilen geri getirilmeli ve "APO ve YARGILANIP İDAMA MAHKUM EDİLECEK OLAN TÜM PKK LILAR  ASILMALIDIR".
         4- Meclisteki dokunulmazlıkları kaldırılması gereken BDP milletvekillerinin derhal dokunulmazlıkları kaldırılmalı ve haklarında yargı süreci başlatılmalıdır. 
               5-PKK nın siyasi uzantısı olduğu apaçık ortada olan BDP ile ilgili yasal kapatma süreci başlatılmalı en azından BDP yi PKK nın uzantısı haline getirenler hakkında gerekli yasal işlemler yapılmalı ve  ve partiden ihraçları temin edilip BDP'nin demokrat ve devlete bağlı Kürtlere teslim edilmesi sağlanmalıdır. 
              6-PKK ya arka çıkan yerli ve yabancı devletler kurum ve kuruluşlar hakkında yasal ve diplomatik etkin girişimler yapılmalıdır.
            7-Yurt dışında yaşamakta olan ve PKK yöneticiliği yapan örgüt liderleri hakkında kırmızı bülten çıkarılarak yaşadıkları devletten derhal iadeleri istenmeli, iadesi mümkün olmayanlar ise uygun biçimde etkisiz hale getirilmelidir. Unutmayalım ki düne kadar Nazi avcılığı yapan ve pek çok naziyi etkisiz hale getiren ve pek çoğunu da götürüp yargılayan İsrail ayıplanmamış sadece takdir görmüştür.
            8-Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türk vatandaşı kimliği ve sıfatı ile bir ve bir arada yaşamak isteyen ve federalizm, özerklik ya da bağımsızlık gibi takıntı ve saplantıları ve talepleri olmayan Kürt aydınları ile birlikte oluşturulacak platformda Kürt kardeşlerimizin daha mutlu ve daha huzurlu yaşayabilecekleri maddi ve sosyal şartların ve hakların tartışılması ve görüşülmesi yapılmalı ve Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve bütünlüğünü bozmayacak her türlü sosyal ve insani eşit haklar Kürt kardeşlerimize de tanınmalı ve bu konuda alınabilecek tedbirler de alınmalıdır. 
          Başta söylediğimi sonda da söylemek istiyorum ki;
     İMRALI, PKK, KANDİL VE HATTA BDP terörün durdurulması konusunda diplomatik bir taraf olarak asla muhatap alınamaz, alınmamalıdır. Bu tek kelime ile ihanettir. T.C Devletinin resmi ve diplomatik olarak böyle bir görüşme ve diyalog içine girmesini isteyenler de, bu görüşmeyi bir çözüm önerisi olarak tavsiye edenler de, (Allah muhafaza) böyle bir görüşmeye kalkışan ve yapanlar da hain ve kalleş bir tuzağa yakalanmış ve bu ihanetin içinde kalmış olur. Bu aziz millet kucağına şehid evlatlarını alırken, "vatan sağolsun, kaç evladım varsa hepsi feda olsun" demiştir. "şehid karısı elinden tuttuğu ya da karnında taşımakta olduğu henüz doğmamış bebesini kast ederek "evlatlarını da  babaları gibi şehid olması için yetiştireceğim" demiştir. Otuz bin kişinin katili diye bildiğimiz ABDULLAH ÖCALAN ile bu mübarek kanların üzerinde pazarlıklar yapılır, çaylar kahveler içilir, muhabbetler edilir ise bu ancak ve ancak şehidlerimizin kanını içmek demektir ve bunun hesabını tarih ve millet huzurunda şehidlerimize ve onların sahipsiz kalmış bebelerine, eşlerine, yüreği yanan ana babalarına kimse veremez.   Kİmse unutmasın. Bu millet bunun hesabını en başta iktidar partisi AKP ve lideri olmak üzere bütün sorumlulardan uygun bir dil ile sorar. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki;
"TÜRK'E KEFEN BİÇENİN
ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR"