LE
MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier bir yazısında Türkiye'yi
iki ayrı kategoriye ayırıyor ve birinci gurubu eğitimsiz,
ayakkabısını kapı önüne çıkaran, tiyatroya gitmemiş, hiç
dansetmemiş, kızları baskı altında olan bir gurup, ikinci gurubu
ise "en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde
dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan,müzik
zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi
nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz
yuman, kadınları modern görünümlü, şarabin kalitesinden pek
anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere
bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla
çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa
da, batı standartlarına yakın bir grup" olarak tanımlıyordu.
Bu yazıdan çok malzeme çıkacağa benziyor.
Neresinden
başlamalı bilemiyorum ki.... Yüzlerce yıl Anadoluda Haçlı
ordularına karşı göğsünü siper etmiş bir milletin torunları
şimdi daha düne kadar önünde eğilen batılı batıl kafalı
toplumların değerlerine teslim olmuş, dejenere ve "batı
standartlarına yakın bir gurup" olarak tanımlanabiliyorsa ve
bundan rahatsızlık duymuyorsa yazıklar olsun. Bu düşmanın
savaşı bir yönü ile kazandığının ve içimizde batı kafalı
devşirmelerini yetiştirebildiğinin bir işareti ve belirtisi değil
midir?
Dans,
ilk defa Kanuni zamanında Fransa'da yapılmaya başlanmıştı. O
zaman Osmanlı İmparatorluğunun sınırları Avrupa’nın
ortalarında idi ve Fransa'ya dayanıyordu. Bu dans denen “melanetin”
ilk yapılmaya başlandığını duyan Kanuni, zamanın Fransa
Kralına bir mektup yazdı. Kanuni'nin Fransa Kralına yazdığı
tarihi mektup aynen şöyledir:
“Ben
ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han'ım.
Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında
kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun
oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım. Hem hudut olmaklığımız
dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali
müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren
derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip
men'e muktedirim!..” Rivayete göre, Kanuni'nin bu mektubundan
sonra Fransa'da yüz sene dans yapılmamıştır.
Şimdi
ise yine Fransız bir gazeteci hakkımızda neler neler yazabiliyor
ve düşünebiliyor. Elbette ona düşen böyle düşünmektir de
bize düşen nedir. Ben yazı başlığı olaral "lazımlık ve
parfüm" dedim. Lazımlık ile parfümün ne ilgisi var diye
düşünebilirsiniz. Ya da "lazımlık" kelimesinin ne
anlama geldiğini pek çoğumuz bilmeyebilir. Önce lazımlık
kelimesini tanımlayalım. Lazımlık yakın tarihe kadar pek çok
evde var olan genelde yaşlıların ya da çocukların tuvalete
gitmek yerine ihtiyaçlarını giderdikleri leğen biçiminde bir
kaptır ki bazı ailelerde tuvalet ihtiyacı için değilde ev
içinde lavabo gibi ibrikle su dökülerek el ağız yıkandığı ve
hatta içine yaşlıların abdest aldıkları bir kap olarak
kullanılmış ve artık tarih olmuş bir kaptır. Ancak lazımlık
aslen avrupadan gelmiş bir kaptır ki özellikle Fransada ve diğer
avrupa ülkelerinde halk tuvalet ihtiyacını lazımlığa gidermekte
ve lazımlıklardaki pislik sokaklara dökülmekte idi. Ortaçağda
Avrupanın hali bu idi. Hatta Fransa sarayından bile lazımlıklarla
sarayın lağımı pencerelerden lazımlıklarla sokağa
döküldüğünden Paris sokakları pislik ve kokudan geçilmez ve
çekilmez halde idi. Fransa bu yoğun pislik ve koku üzerine, zaten
vaftiz suyu ile mezara girmek başlıbaşına bir fazilet te
sayıldığından yıkanmayan Fransızların kendi kokuları ile
sokak ve caddelerin kokusunu bir nebze olsun hafifletmek için parfüm
denen kuvvetli kokular icat edilmiş ve Fransızlardan diğer Avrupa
ülkelerine ve dünyaya yayılmıştır. "tr.wikipedia.org"
ta Versay sarayı ile ilgili olarak aynen şöyle denmekte: Sarayın
ilginç bir özelliği olarak yapımında tuvalet veya banyo
düşünülmemiştir. Bunun sebebi o zamanki asillik anlayışında,
asillerin istediği yerde ihtiyaçlarını giderebileceğidir. Bu
sebeple Avrupa'da yaygın olarak Versailles sarayının kokusunun
"Avrupa'daki tüm saraylardan eşsiz" (Memoirs:
Duc de Saint-Simon
)olduğu söylenirdi. 1768 yılına kadar da sarayda işleyen tuvalet
yoktu. 1789 yılında Fransız Devrimi'nden sonra bütün sarayda
sadece 9 tane tuvalet vardı ve bunlar sadece kral ve yakın aile
üyelerine aitti. Sarayın geri kalan çalışanları lazımlık
kullanırdı ve bu kokular daire ve genel atmosfer ile çalışanların
giysilerini tamamen sarardı. Yasaklanmış olmasına rağmen
lazımlıklar genellikle çalışanlar tarafından oda
pencerelerinden dışarı boşaltılırdı.
O
yıllarda ise osmanlıda nasıl bir temizlik kültürü olduğunu
Topkapı Sarayına gidip Harem dairesindeki süt beyaz mermerlerden
inşa edilmiş hamam ve tuvaletler ve kurnalara bakarak anlamak
mümkündür.
İnternette bir siteden aldığım yazıyı yorumsuz olarak ekleyip bitirmek
istiyorum.
“Şemsiye – Parfüm – Topuklu Ayakkabı”
üçlüsü…"
Öyle, üstünden çok zaman geçmedi ha; yanlış anlaşılmasın ilk çağlardan bahsetmiyorum, 18. yy’dan bahsediyorum. “Niye şemsiye icat edilmiş? Niye parfüm ortaya çıkmış? Neden topuklu ayakkabı var?” sorularını sorduğumda cevap verebilecek insan sayısı pek nâdirdir. Çünkü, kimse bu üç unsurun neden ve nerede icat edildiğini bilmemektedir. Biz aydınlatalım…Çağdaş, modern Fransa’nın daha 1700′lü yılların sonlarında; yani 1790′lı yıllarda, evlerinde tuvalet ve banyo yoktu. Evet; şaka, espri, abartı, iftirâ falan değil. Bugün modern denilen Fransızlar daha 200 yıl önce tuvaletlerini evlerinde, sözgelimi oturma odalarında, çoluğun çocuğun, hanımın, büyüklerin gözü önünde yaparlardı. Anlatırken, “Çok afedersiniz” diyerek anlatmak isterdim; ama bu benim suçum ya da utanç kaynağım değil, bunu yapan modern denilen ülkenin suçu-utanç kaynağı. Kendi tuvalet ihtiyaçlarını ortalığa yapmakla kalmayıp, kürek ya da başka aletlerle camdan dışarı fırlatırlardı. Banyo kültürü ise hiç yoktu. Kendi vücutlarına yapışan idrar veya dışkıları temizlemezlerdi; o vaziyette gezerlerdi. Bu da, o dönemde Fransızların çok pis-inde ötesinde pis kokmalarına sebep olurdu. İşte Fransızlar, bu kokuyu bastırmak üzere “PARFÜM”ü icat etmişlerdir. Herkes parfüm kullanacak ve bu ağır koku bir nebze engellenecekti. O dönemde yüksek katlı binalarda oturanlar ise (en fazla 3-4 katlı evler); dışkılarını camdan aşağı fırlatırlar ve dışkılarının aşağıdan geçenlerin üstlerine düşmesinden rahatsız olmazlardı. İşte modern, çağdaş, ileri görüşlü Fransızlar buna da çözüm buldu ve şemsiyeyi icat ettiler. Şemsiye sayesinde, yukarıdan aşağı düşen dışkı, insanların üzerine düşmeyecek, şemsiye insanları koruyacaktı. Tabii, o zamanki şemsiye ile bu zamanki şemsiye aynı değil. Günümüzde, aç kapat şemsiyelerine bakarak aldanmayın. Bir değnek/sopa üzerine dik çakılmış bir tahta ya da kartonla yapılan şemsiyelerden bahsediyorum. Topuklu ayakkabıyı ise neden icat ettiklerini anlamış olmalısınız. Ben yine de söyleyeyim. Fransa sokaklarını dışkı götürmesi, insanların yolda yürürken sürekli dışkılara basmaları, onları topuklu ayakkabı üretmeye itti. Topuklu ayakkabılar sayesinde Fransızlar, dışkılar üzerinde daha rahat yürüyecekti. Ne büyük bir icat değil mi? O dönemin Fransa Kralı, Osmanlı Devleti’nde düzenlenen bir protokole katılır. Osmanlı padişahı, Fransız kralın kokusundan kürsüde konuşamaz. Padişah hemen vezirini çağırır ve Fransız kralın Türk Hamamında yıkanması talimatını verir. Kral, hamamda bir güzel yıkanır ve Fransız kralın verdiği cevap, pek düşündürücüdür: ” Yıkanmak gerçekten insanı rahatlatıyormuş. Yılda BİR (!) defa yapsak hiç fena olmaz…”
Öyle, üstünden çok zaman geçmedi ha; yanlış anlaşılmasın ilk çağlardan bahsetmiyorum, 18. yy’dan bahsediyorum. “Niye şemsiye icat edilmiş? Niye parfüm ortaya çıkmış? Neden topuklu ayakkabı var?” sorularını sorduğumda cevap verebilecek insan sayısı pek nâdirdir. Çünkü, kimse bu üç unsurun neden ve nerede icat edildiğini bilmemektedir. Biz aydınlatalım…Çağdaş, modern Fransa’nın daha 1700′lü yılların sonlarında; yani 1790′lı yıllarda, evlerinde tuvalet ve banyo yoktu. Evet; şaka, espri, abartı, iftirâ falan değil. Bugün modern denilen Fransızlar daha 200 yıl önce tuvaletlerini evlerinde, sözgelimi oturma odalarında, çoluğun çocuğun, hanımın, büyüklerin gözü önünde yaparlardı. Anlatırken, “Çok afedersiniz” diyerek anlatmak isterdim; ama bu benim suçum ya da utanç kaynağım değil, bunu yapan modern denilen ülkenin suçu-utanç kaynağı. Kendi tuvalet ihtiyaçlarını ortalığa yapmakla kalmayıp, kürek ya da başka aletlerle camdan dışarı fırlatırlardı. Banyo kültürü ise hiç yoktu. Kendi vücutlarına yapışan idrar veya dışkıları temizlemezlerdi; o vaziyette gezerlerdi. Bu da, o dönemde Fransızların çok pis-inde ötesinde pis kokmalarına sebep olurdu. İşte Fransızlar, bu kokuyu bastırmak üzere “PARFÜM”ü icat etmişlerdir. Herkes parfüm kullanacak ve bu ağır koku bir nebze engellenecekti. O dönemde yüksek katlı binalarda oturanlar ise (en fazla 3-4 katlı evler); dışkılarını camdan aşağı fırlatırlar ve dışkılarının aşağıdan geçenlerin üstlerine düşmesinden rahatsız olmazlardı. İşte modern, çağdaş, ileri görüşlü Fransızlar buna da çözüm buldu ve şemsiyeyi icat ettiler. Şemsiye sayesinde, yukarıdan aşağı düşen dışkı, insanların üzerine düşmeyecek, şemsiye insanları koruyacaktı. Tabii, o zamanki şemsiye ile bu zamanki şemsiye aynı değil. Günümüzde, aç kapat şemsiyelerine bakarak aldanmayın. Bir değnek/sopa üzerine dik çakılmış bir tahta ya da kartonla yapılan şemsiyelerden bahsediyorum. Topuklu ayakkabıyı ise neden icat ettiklerini anlamış olmalısınız. Ben yine de söyleyeyim. Fransa sokaklarını dışkı götürmesi, insanların yolda yürürken sürekli dışkılara basmaları, onları topuklu ayakkabı üretmeye itti. Topuklu ayakkabılar sayesinde Fransızlar, dışkılar üzerinde daha rahat yürüyecekti. Ne büyük bir icat değil mi? O dönemin Fransa Kralı, Osmanlı Devleti’nde düzenlenen bir protokole katılır. Osmanlı padişahı, Fransız kralın kokusundan kürsüde konuşamaz. Padişah hemen vezirini çağırır ve Fransız kralın Türk Hamamında yıkanması talimatını verir. Kral, hamamda bir güzel yıkanır ve Fransız kralın verdiği cevap, pek düşündürücüdür: ” Yıkanmak gerçekten insanı rahatlatıyormuş. Yılda BİR (!) defa yapsak hiç fena olmaz…”
Bu
Fransız gazetecinin yazısını okurken burnuma ortaçağ
Fransasından bugüne katlanılmaz bir lağım kokusu geldiğini
söylemeliyim. Bir Fransızın bu bakışı karşısında "batı
standartlarında, şarap içen, kızının flörtüne göz yuman,
ayakkabısı ile evine girebilen, çağdaş bir insan olduğunu
zanneden öz değerlerinden uzaklaşmış kardeşlerime ziyadesiyle üzülüyor ve tez
zamanda kendilerine dönmelerini, asli kimliklerini kazanmalarını
temenni ediyorum.
1 yorum:
her şey tamam da şu en son yorum cuk oturmuş!
Yorum Gönder