23 Temmuz 2015 Perşembe

SEVMENİN, SÖVMENİN, DÖVMENİN VE ÖLMENİN ZAMANI OSMANLI, TÜRKİYE VE TÜRK MİLLETİ VE İSLAM ÜMMETİ VE DÜNYA HALKLARI


Zaman gözle görülmez elle tutulmaz ama hayatımızın bütününe hakim olan bir kavramdır. Zaman doğumdan ölüme bize verilmiş bir kredidir belki de. Zaman her insan için doğumla başlar ve ölümle dünyevi olarak biter. Ve İslam inancına göre başka boyutta sonsuza kadar sürecek bir zaman vardır. İnsanoğlu nasıl ki elinde mevcut olan bir parayı sermaye yaparak iyi yerlerde iyi işlerde kullanmak sureti ile ya ihtiyaçlarını giderir ya da o sermaye ile daha büyük paralar kazanır, işte aynı bunun gibi insanoğlu zamanını elindeki sermaye gibi iyi değerlendirirse ahiret boyutunda çok daha uzun zamanlarda rahat ve huzur içinde var olmaya devam edebilecektir. Bunun tersi halde ise ömründen çok daha uzun zamanlarda rahatsız ve huzursuz bir cehenneme mahkum olabilecektir. Derler ya dünya ahiretin tarlasıdır, ya da güzel ve hayırlı işlerle cennet dünyada satın alınabilir. İşte insanoğlunun ilk insandan bu yana bu iyi kötü mücadelesi, cennete sahip ya da cennetten mahrum olmak hesabı bitmemiş, hala devam etmektedir.
İşte biz de kısaca açıkladığımız çerçevede zamanı gelmiştir, söylemenin ya da yazmanın tam zamanıdır düşüncesi ile birkaç kelam daha etmek zorunda hissettik kendimizi. Derdimiz ne dünya ehli birilerine yaranmaktır, ne de dünya ehli birilerinden korkumuz ya da sevgimiz ile değildir bu sözlerimiz. Sadece ve sadece vazife bellemişizdir, zamanıdır, söylemenin zamanıdır demişiz ve söylüyoruz. Hepsi budur. Doğru olan budur, zamanı gelince susmak, zamanı gelince söylemek, zamanında sevmek, ya da sövmek ya da dövmek ve zamanı gelince de bir gül bahçesine gidercesine ölüme koşmak. Ama işte o zamanı belirlemekte çok önemlidir. Zamansız yapılan hiç bir şey bir şey ifade etmeyebilir. Zamansız ibadet bile yapılmaz, yemek yenmez, oruç tutulmaz. Mesela sadece cuma günü cuma namazı kılınır, kimse hadi bir cuma namazı kılalım diyemez canının istediği zamanda.
Kendi adıma aklım erdiğinden beri sahip olduğum akıl ve idrak ile sürekli bir düşünce ve tefekkür içinde oldum. Kendim, ailem, çevrem, hısım, akrabam, milletim ve devletim ve dünya ile ilgili bir dünya şey düşündüm, okudum, gördüm ve yaşadım. Bunların hepsini belki birkaç satır yazıda ifade etmek mümkün değil ama bazı önemli gördüğüm noktaları ana başlıklar halinde sıralamak istiyorum. Ancak öncelikle birkaç ana cümle söylemek istiyorum. Dolayısı ile diyeceklerim bunlar çerçevesinde değerlendirilsin istiyorum:
1-Geçmişte rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun söylediği bir cümleyi burada tekrar etmek istiyorum. O söylediği için değil gerçeğin ta kendisi olduğu için söylüyorum: Allah'ın varlığı ve birliği ile gönderdiği kitap ve elçisi dışında hiç bir mutlak hakikat tanımıyorum. Dolayısı ile dört halife dahil o günden bugüne gelen hiç bir şahsın, şeyhin, siyasi ya da dini liderin, ya da kralın, padişahın her yaptığı ve söylediği mutlak doğru olamaz. Günümüzde de hiç bir siyasi lider ya da tarikat liderinin her söylediğini doğru kabul etmek tek kelime ile küfürdür.
2-Yukarıdaki madde bağlamında düşündüğümüzde geçmişten bugüne ne Osmanlı döneminde ne de cumhuriyet döneminde hiç bir kişiyi kutsamak, bütün iş ve fiillerini doğru kabul etmek mümkün değildir. Ve bugün de on yılı aşkın bir süredir işbaşında olan mevcut iktidarı her söz, iş ve tavrını doğru kabul etmek en büyük yanlıştır. Tıpkı kişilerde olduğu gibi siyasi kurumların da doğruları ve yanlışları elbette vardır. Biz onları büyük resme bakarak değerlendiririz. Şöyle ki terazide yanlışların bir kefede, doğruların bir kefede tartılması gibi. Öte yandan kendimizin dahi mutlak doğruya teslim olduğunu nereden bilebiliriz. Beşeri anlamda doğru ve yanlış subjektif ve değişken bir kavramdır. Mutlak doğru sadece yaradanda ve yaradanın kitabındadır. Fen bilimlerinde bile mutlak doğru olmayabiliyor. Örneğin suyun kaynama derecesi yüz diyoruz ama iklim ve basınç şartları ve suyun içindeki görmediğimiz bazı mineraller bu dereceyi değiştirebilmektedir. Dolayısı ile bizler muhatabımıza bakarken ya da değerlendirirken mensubu olduğu topluluğun bütün yanlışlarına ortak gibi göremeyiz.
3-Kaynağı hak yani Allah olmayan bütün beşeri sistemlerin mükemmel olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısı ile sosyalizm, ya da komünizm, ya da sosyal demokrasi, ya da demokrasi ya da cumhuriyet ya da faşizm, bunların hiç birisi insanlığın bütününe hitap etmez. İnsanlığın bütününe hitap eden sadece ve sadece yaradan Allah'tır. Ve bu çerçevede hak kitap Kuran'dır.
Altaylardan Ergenekon'dan anadolu'ya doğru sefere çıkan Türk Milleti islam ile tanıştıktan sonra sadece ve sadece Allah rızası için yaşamış, savaşmış ve var olmuştur. Dolayısı ile İslam tarihinde Emevi ve Abbasi döneminden sonra İslam sancağının hizmetkarı olan Türk Milleti, islam coğrafyasını kanı ile sulamış, Haçlı seferleri sırasında, öncesinde ve sonrasında küffara karşı göğsünü siper etmiş, mukaddes beldeleri korumuş ve bekçiliğini yapmıştır. Hilafeti de Yavuz Sultan Selim eli ile teslim aldıktan sonra Osmanlı sultanı, doğu roma imparatoru, ortadoks ermeni ve rumların başı ve temsilcisi, müslümanların halifesi olmanın yanında gücü ve iktidarını tarihinin her döneminde mazlum ve mağdurdan yana kullanan Allahın adaletini temsil eden bir güç olarak var olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu din, ırk ve fikir düşünce ayrımı yapmaksızın sadece hak ve adaletten yana olan yegane güç ve devlet olmuştur. Bu konuda birkaç örnek vermek istiyorum:
1-Faymonville, Belçika'da, Liège ilinde köy. Faymonville köyünün özelliği sakinlerinin,Türklerle doğrudan hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen, çevresindeki köy ve kasaba sakinleri tarafından Türkadıyla anılmasıdır.
Köy halkına Türk denmesine ilişkin iki yaygın rivayet vardır. İlki, 16. ve 17. yüzyılda Avrupa'daki Osmanlı fetihlerinden zarar görenler için yapılan yardımlara Faymonville köylülerinin katılmamasına tepki olarak Türk adıyla anılmaya başladılar. İkinci rivayete göreyse, köy halkı Osmanlılara karşı yapılacak bir Haçlı Seferi'ne katılmayı reddedince Türk ismi takıldı.
Köyün yaşlılarının anlattıklarına göre II. Dünya Savaşın'da bütün Belçika'yı istila eden Nazi ordusu köydeki Türk bayraklarını görünce köye hiçbir zarar vermeden geri çekilmişlerdir.
Faymonville'in bir de RFC Turkania Faymonvilleisimli futbol kulübü vardır. Köyün Türk özelliği her yıl Şubat ayında düzenlenen karnavalda yaşatılmaktadır. Karnavalda köy halkı Türk kostümleri giyerek; ellerinde Türk bayraklarıyla resmi geçit yapmaktadırlar.
2- İngiltere ve İrlanda'da Ay-yıldız Logolu İki Kulüp; Portsmouth F.C ve Drogheda United
Bu iki kulübün amblemleri her zaman ilgimi ve dikkatimi çekmiştir. Bu iki kulübün tarihini araştırdım ancak pek fazla Türkçe kaynak bulamadım. Ancak öğrendiğim kadarıyla Britanya'daki kıtlık zamanlarında bu iki şehir Osmanlı yardımı almışlar. Ve Osmanlı yardımlarına şükran olarak da kulüplerinin amblemlerine ay-yıldız koymuşlar. Ayrıca Drogheda şehrinin ambleminde de ay-yıldız figürü var. Burdan bu iki kulübe de bravo demek istiyorum. Portsmouth F.C 1898 yılında kurulmuş ve şu an İngiltere Premier Ligi'nde bulunuyor. Drogheda United ise 1919 yılında İrlanda'nın Drogheda kasabasında kurulmuş. Renkleri bordo-mavidir ve Trabzonspor ile kardeş takımdır.
3- Beşyüzüncü yıl vakfı Türkiyededir. Türk Ulusunun yüzyıllar boyu baskı, zulüm ve bağnazlık ortamından kaçma zorunluluğunda kalan herkese, Yahudilere, Polonyalılara, Macarlara, Romenlere, Ukraynalılara, Abazalara, Çerkeslere, Kırım Tatarlarına, Gürcülere, Azerilere, Kazaklara, Kırgızlara, Komünist İhtilalinden kaçan Ruslara, Bengladeş, Afgan ve Kuzey Irak halklarına kucak açan ve sığınma hakkı tanıyan davranışı insanlığa adanmış bir Onur Anıtı'dır.1992 yılında Türkiye'de, 1492'de ya dinlerini feda etmek veya "bir daha ne sebeple olursa olsun geri dönmemek" üzere ülkeyi terk etmek zorunluğunda bırakılan İspanyol Yahudileri Sefaradların Osmanlı İmparatorluğuna buyur edilmelerinin ve burada kendilerine yeni bir vatan yaratmalarının 500. yıldönümü kutlandı.1989 yılında Müslüman ve Yahudi 113 Türk Vatandaşı tarafından kurulmuş olan 500.YIL VAKFI'nın amacı, Kuruluş Senedi’nin 3. maddesinde de ifade edildiği gibi Türkler’in devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk Milleti’nin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurt içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurrtaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmaktır.Yüklendiği bu misyondan gurur duyan 500. YIL VAKFI, bu amaçla yıllar boyu yurt içinde ve yurt dışında özellikle ABD, Kanada, Meksika ile Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde düzenlediği akademik ve sosyal etkinliklerle bu mesajı dünya kamu oyuna duyurmağa çalışmıştır ve çalışmağa devam etmektedir.
4- İrlanda Asilzâdeleri'nin Osmanlı Padişahı'na gönderdikleri ve hâlenTopkapı Sarayı Müzesi arşivinde muhafaza edilen yardım sonrası gönderilmiş Teşekkür Mektubu'nda şöyle deniliyor:
"Aşağıda imzaları bulunan biz İrlanda Asilzâdeleri, Beyefendileri ve Sâkinleri, Majesteleri tarafından acı çeken kederli İrlanda Halkı'na gösterilen cömert hayırseverlik ve alâkaya en derin minnetlerimizi saygıyla takdim eder ve onlar adına Majesteleri tarafından İrlanda Halkı'nın ihtiyaçlarını karşılamak ve acısını dindirmek üzere cömertçe yapılan 1.000 Sterlinlik bağış için teşekkürlerimizi arz ederiz. İrlanda’yı kasıp kavuran kıtlık döneminde, Osmanlı Devleti’nin yaptığı nakdî ve aynî yardımın hatırasına 2006 Mayıs ayında Dublin’e yetmiş mil uzaklıktaki Drogheda şehrinde tören yapılarak, o döneme ait tarihî Belediye Binası'na "Şükran Plâketi" asıldı.Yaklaşık iki milyon İrlandalı'nın göç etmesine ve ölümüne sebep olan açlık ve kıtlık felâketi sırasındaSultan Abdülmecid, zor durumdaki İrlanda halkına 10.000 Sterlin yardımda bulunmak istedi. Fakat kendi topraklarına dâhil olan bu bölgeye sadece 2.000 Sterlin yardım yapmayı kararlaştıran İngiltere Kraliçesi Victoria, Osmanlı'nın kendilerinden kat kat fazla bağış yapmasını kabul etmeyerek, İstanbul’daki büyükelçisi vasıtasıyla, Sultan’ın teklifini reddetti ve Osmanlı bağışı-İngiltere'nin isteğiyle-1.000 Sterlin'e indirildi.Sultan Abdülmecid bunun üzerine İrlanda’ya tahıl yüklü 5 gemi gönderdi. Fakat İngilizler'in Dublin Limanı’na sokmadıkları erzak dolu yardım gemileri, yüklerini Drogheda Limanı’na boşalttı. (1847) Bu dönemde İngiltere ve kıta Avrupa’sı sanayi devriminin getirdiği refah ve zenginliğe rağmen İrlanda’ya yardım etmezken, Osmanlı içinde bulunduğu maddî sıkıntı ve uzak coğrafi mesafeye aldırmadan zor durumdaki bölge insanına yardım etmek istiyordu. İşte, bu olayın anısına 800. kuruluş yıldönümünü kutlayan Drogheda Belediyesi’nce yaptırılan "Şükran Plâketi", 150 yıl önce Türk Gemicilerin misafir edildiği eski belediye sarayının duvarına (şimdiki Westcourt Oteli'ne) törenle çakıldı.Drogheda’nın Belediye başkanı Alderman Frank Goddfrey törende yaptığı konuşmada şehir ambleminin Osmanlı hilâl ve yıldızı olduğunu hatırlatarak “Şükran Plâketi'miz, iki ülke insanlarının dostluk sembolü olacaktır ümidindeyim” dedi. Kıtlık ve Açlık Müzesi müdürü de, Türk Halkı'na veOsmanlı Devleti’ne minnettar olduklarını vurguladı.
5-İtalya'nın Trento şehrinin Moena köyü 1950'li yıllardan beri bir Türk festivaline ev sahipliği yapıyor. Sokaklar Türk bayrakları ile donatılıyor, köylüler Yeniçeri kıyafeti ile sokaklarda dolaşıyor. 'Festa di Turchia' adıyla gerçekleştirilen festivalin sonuncusu geçtiğimiz 6-8 Ağustos tarihleri arasında yapıldı. Türkiye'yi hiç görmemiş, Türkçe konuşmayan ancak kendini Türk kabul eden Moena köylüleri, Türk gelenek ve göreneklerini de yaşatmaya devam ediyor.
Köyün, neden bir Türk festivali kutladığının hikayesi ise 327 yıl öncesine dayanıyor. Efsaneye göre 1683 yılında 2. Viyana kuşatması sırasında yaralanan bir Osmanlı yeniçerisi savaş ortamından kendini kurtarır ve yaralı halde Ausburg Dükalığı'na bağlı Moena köylüleri tarafından bulunur.
Köylüler yaralı askeri tedavi eder. Yeniçeri gördüğü yardımseverlik nedeniyle köyden ayrılmaz, iyileştikten sonra köyde yaşamını sürdürmeye karar verir. İtalyan bir kızla evlenir ve köydeki evlerde yaşamaktansa kendi yaptığı kıl çadırda yaşamayı tercih eder. Ausburg Dükalığı'nın koyduğu haksız vergilere karşı koyan Osmanlı Yeniçerisi köyün lideri olur. Dükalığa karşı verdiği kahramanca mücadele nedeniyle de köylü tarafından kahraman ilan edilir.
Yeniçeri belinde kılıcı, başında sarığı ile efsane olur. Köye Türk gelenek ve göreneklerinin yerleşmesinde de büyük etkisi olur. Köyde 'İl Turcho' olarak anılan Yeniçeri'nin evliliğinden hiç çocuğu olmaz. Bugün hala mezarının yeri bilinmiyor ancak Moena köylüler Yeniçeri'nin anısını tam 327 yıldır yaşatıyor. Köyün meydanında Yeniçeri'nin bir büstü ve büstün altında akan bir çeşme bulunuyor. Her yıl Ağustos ayında yapılan festival Manzori dağı eteklerindeki Moena köyünün meydanında gerçekleştiriliyor. Meydanda iki gün boyunca belediye başkanı da dahil olmak üzere köydeki herkes Yeniçeri kıyafeti giyiyor. Köyün en yaşlısı ise Sultan kıyafeti giyerek festivalde 'İl Turcho' olarak boy gösteriyor. Köyde yaşayanlar düğünlerinde de Türk kıyafetleri giydirdikleri Sultan'ın izni olmadan gelinin köyden çıkmasına izin vermiyorlar.
6- 19.Yüzyılda Almanya’nın Mülhaym kentindeki Ren Nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar, her sene nehrin karşısına geçip Almanlara ait mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. O dönemde askeri birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise bu zorbalığa ses çıkaramıyorlardı.Her sene bu şekilde olayların tekrarlaması üzerine Almanlar çareyi Osmanlı Devletinden yardım istemekte buldular ve Osmanlı Sultanına mektup yazarak yardım istediler.Mektupta şöyle denmekteydi:
“Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet’in de halifesisiniz. Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Bari bu sene olsun ürünlerimizi toplamamıza imkân sağlayın...”
Padişah mektubu okur ve yardım isteğini inceler. Fakat değil Osmanlı ordusunu, bir küçük askerî birliği bile yollamaya lüzum görmez.
Üç dolu çuvalı Almanya’nın Fransa sınırına gönderir. Osmanlı ordusunu beklerken karşılarında üç tane çuval gören Almanlar şaşkına dönerler. Derin bir hayal kırıklığı içinde, çuvallarla birlikte gelen fermânı açarlar.
Padişah şunları demektedir:
“Fransızlar korkak âdemlerdir. Onlar için asker göndermemize lüzum yoktur. Çuvalların içindeki Yeniçeri elbiselerini birkaç adamınıza giydirin. Mahsul zamanı, bunları nehrin kenarında gezdirin. Karşıdan bakınca onları Osmanlı askeri sanacak Fransızlar için bu bile kâfidir.”
Köylüler hemen Osmanlı kıyafetlerini kapışırlar. Hasat vakti, büyük bir heyecanla, Yeniçeri kıyafetlerini giyip, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar.
Ertesi gün, Almanlar sevinç çığlıkları atmakta, havalara uçmaktadırlar. Çünkü karşıdan aynen şöyle bir haber gelmiştir:
“Mahsulünüzü rahat rahat toplayabilirsiniz. Artık zulüm sona ermiştir...
Çünkü Fransızlar, karşıya geçip size saldırmak bir yana; Osmanlılardan imdat geldiğini düşünerek, kendi köylerini bile terk ederek iç kısımlara doğru kaçtılar!..”
Bu olay, Mülhaymlilerin gönüllerinde taht kurmuştur.
Fransızları korkutmak için giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym’a bağlı Karlsruher Müzesine koyup ziyarete açarlar. Şehrin en yüksek binasına da bir Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen bu olayın yıl dönümünde şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi hatırlatan temsillerle kutlarlar.
Hiçbir milletin tarihinde böyle şeref levhaları yoktur. İşte Osmanlı adını verdiğimiz bu muhteşem devlet tarihin yorgunluğu ve dört bir yandan, ve ayrıca içten de gelen nankör ve hain saldırılar sonunda birinci dünya harbinde mağlum edilmiş, galip devletler bugün telaffuz etmekte zorlandığımız bir sömürge devletini dayatmışlar, T.C devletini kendi formatlarına uygun olarak kurulması ve devrimlerin yapılması, Türk milletinin bir daha cihan hakimiyeti hedefine yürümemesi şartı ile devletimizin elindeki coğrafyayı dilim dilim dilmişler, elimizden almışlar, bizi anadolu coğrafyasına koydukları ipotekler dairesinde hapsetmişlerdir. Cumhuriyeti kuran parti CHP, yeni T.C ordusu, ve batıdan alınan diğer anayasal kurumlar, yüksek yargı ve devşirme bürokrasi ile kendi beslemesi sermayeyi bekçi ve garantör tayin ederek bir kurşun dahi atılmadan istanbul'u teslim edip gitmişlerdir. Bu gerçek şuradan bellidir ki çelik çomak oyunu gibi bizi dünkü çocuğumuz ve batının veledi zinası Yunanistan ile çelik çomak oyunu oynatmışlar, yedi düvele karşı harp eden ve kaybeden Osmanlı sadece dünkü eyaleti Yunanistan'a karşı sözüm ona kurtuluş savaşı vererek zafer kazandı edası ile avutulmuştur. Ancak görülen odur ki Türk milleti için birinci dünya harbi bitmemiş ve halen devam etmektedir. Bu millet ve devlet cumhuriyetin kuruluşundan sonra da rahat yüzü görmemiş, isyanlar, iç karışıklıklar yıllarımızı almış, ülkemiz ve milletimiz üzerinden elini çekmeyen haçlı ordusu, dejenere nesiller yetişmesi için her çabayı göstermiş, batılı kafadaki nesiller takdire şayan, milli ve manevi değer sahipleri ise sürekli şark kafalı, gerici yobaz olarak yaftalanmış, horlanmış ve baskılanmış, bu aziz millet hak yolcusu olmanın ve haçlı karşısında durmanın bedelini kendi devletine karşı da ödemeye devam etmiştir. Osmanlı'nın son döneminde olduğu gibi millet TÜRKÇÜ, İSLAMCI, SAĞCI, SOLCU, ALEVİ SÜNNİ, TÜRK, KÜRT, ADALETÇİ, HALKÇI, TARİKATÇI, NURCU, SÜLEYMANCI, FALANCI, FİLANCI, şimdilerde, MEALCİ, MEZHEPSİZ, DEİST, KURAN MÜSLÜMANI, gibi daha pek çok fitne fikir ve eğilimler ile milletin birliği ve beraberliği bozulmaya çalışılmış ve bozulmuştur da.
Her ne kadar millet değişik zamanlarda büyük bir çoğunluk ile tercihini ortaya koysa da derhal uşak ve zındık ruhlu güçler yerli yabancı elleri ile müdahale etmiş, millet iradesini yok saymış, çiğnemiştir. İşte siyasal çoğunluk, sayısal çoğunluk kavramları buralardan çıkmıştır. Sandıktan yüzde kaç çıkarsanız çıkın ülkeyi size vermeyeceğiz diyenler aydınlar, ya da aklı selim sahipleri değil emperyalist batının köpekleridir. Yakın tarihe bakınız; cumhuriyetin kuruluşundan itibaren tek parti CHP asla çoğunluğa sahip olamamıştır. Serbest Fırka ve Terakkiperver Cumhuriyet fırkaları iktidar CHP nin elinden gidecek diye kapatılmıştır. Cumhuriyetin ilk kuruluş yılları güllük gülistanlık değildir. İsyanlar, türlü komplo ve katliamlar, idamlar, istiklal mahkemeleri ve baskı ve zulüm ile geçmiştir. Zaten 1950 de Demokrat Partinin ezici bir çoğunlukla seçimi almasının sebebi de budur. 1960 ihtilali Türkiyeyi yeniden batının kucağına oturtmak ve sömürge devletini yeniden formatlamak için yapılmış bir ihtilaldir. Geçiş süreci ve harcanan 20 uzun sancılı yıldan sonra yeniden ihtilal ve ihtilal sonrasında millet yine onca baskı ve sindirme politikasına rağmen Anavatan Partisine yönelmiştir. Adnan Menderes'i hain ve alçakça idam eden zihniyet bu defa daha soft ve postmodern bir duruşla rahmetli Turgut Özal'ı zehirleyerek şehid etmiş ve yeniden kaos günlerine dönülmüştür. Millet derin idrak ve feraseti ile yeni ve son dönemde ise AK partiyi iktidar yapmıştır. Şimdi ise yaşananlar ortadadır. AK parti içinde ve dışındaki zındıklar hem iktidar partisini içeriden kuşatmış, hem de dışarıdan yapılan saldırılar ile son seçimlerde yerli ve yabancı hain ve zındıklar ordusu ülkeyi yeniden kaos ortamına çekmek istemekte, Türkiye Devletinin ve Türk Milletinin Osmanlı ruhu ve şuuru ile ayağa kalkmasına mani olmak gayretindedir. Bu kavgada saflar daha belirgin hale gelecektir. Bu aziz vatan ecdat emanetidir. Ama yeniden yapılacak bir seçim öncesinde ya da sonrasında hesaplaşma sürecek ve uyanan şaheserin sırtını yeniden yere getirmek isteyen her türlü zındık ve uşak ruhlu hain ve işbirlikçi takımı askeri ve inzibati bir operasyon ile katiyetle bertaraf edilecektir. Bundan asla şüphe etmemek lazımdır. Türkiye'nin karşısında sadece onca baskı, sahtekarlık ve muhtelif hain ve kalleş desteklere rağmen yüzde 13 oranında oy alabilen bir eşkıya takımı yoktur. Şairin dediği gibi bunlar hortumlarıdır, arkada saklı filler. İşte o filler sureten müttefik görünen zalim Amerikadır, İngilteredir, Fransadır, Almanyadır, yine bütün haçlı ruhudur, yine yedi düveldir dün olduğu gibi. Evet yedi düveldir, biliyorlar ki altısı az gelir bu millete.
En başta söylediğim gibi her hali ve icraatı ile bu iktidar mutlak doğrudur, hiç hatası yoktur demek asla mümkün değil. İktidar kadrosu içinde hırsızlar var, hainler var, ajanlar var, çorbacılar var ve iktidarın elbette yanlışları var bir dünya. Ancak; nasıl ki meyve veren ağaç taşlanır hesabı saldırıların merkezi iktidar ve doğal lideri ise doğru cephenin adresi de sadece orasıdır. Bu siyasi tabloda HDP bir terör ve ermeni taşaronudur. CHP tabanının büyük çoğunluğu bilmese de 1923 sömürge cumhuriyetinin azat kabul etmez kölesi ve bekçisi ve garantörüdür. Burada anlaşılmaz ve belirsiz durumda olan MHP yi ise anlamak mümkün değil. MHP nin tavrına kitapta ve literatürde bir yer bulmak ve isimlendirmek mümkün görünmüyor. Her siyasi parti iktidar olmak için ortaya çıkar. MHP ise iktidar olsun ya da olmasın bu milletin bekasının ve geleceğinin bekçisi ve teminatı konumunda olmak ve orada kalmak istiyorsa ne pahasına olursa olsun iktidar olmayı, devlet idaresinde söz sahibi olmayı hedef almalı ve iktidar olsun ya da olmasın hainlerin ve teröristlerin meclise ve iktidara gelmemesi için her çabayı göstereceğini açıkça ilan etmesi gerekir iken bakıyoruz “devletin başına devlet gelecek” denilen lider “biz muhalefet olacağız, akp hdp ile koalisyon yapsın” diyor. Akıllara zarar bir söylem bu. Ben beklerdim ki “iktidar ortağı olmak ya da dışarıdan desteklemek dahil her meşru desteği veririz ancak tek şerhimiz HDP iktidar ortağı olmayacak aksi halde ortalığı yakıp yıkmak bizim işimizdir” demeli idi. MHP nin ve bir kısım ülkücülerin cumhurbaşkanının Çankaya'ya dönmesi ile ilgili talep ve söylemleri de fevkalade tutarsız ve yanlış. Açık ve net söylüyorum ve büyük harflerle yazıyorum: “ÇANKAYA TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ İDARE İÇİN TAYİN EDİLMİŞ VALİLERİN OTURACAĞI BİR BEKÇİ KULÜBESİDİR, O CÜCE DEVLETİN KABESİDİR ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN İDARE EDİLDİĞİ MERKEZ DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ KURULUŞUNDAN BU YANA BAŞKA SARAYLARDAN İDARE EDİLMİŞTİR.”
Kendi adıma hilafsız en doğru işi şudur ki mevcut kadroların; Abdullah Gül Çankaya'ya yerleşmemiştir, dış işleri konutunda kalmıştır, son cumhurbaşkanımız başbakanlık konutuna dahi taşınmamıştır. Keçiörende bir dairede kalmıştır. Bu arada bir devlet projesi olarak AKSARAY KÜLLİYESİ sessizce inşa edilmiş, son cumhurbaşkanımız doğrudan AKSARAY'a yerleşmiştir. Bence bunun anlamı şudur: “biz artık sizin bekçi kulübenizden sizin emir ve talimatlarınızı almayacağız. Sizin olduğu gibi bizim de bir sarayımız ve devlet merkezimiz olacak.” bunu bir ülkücünün anlamaması kavramaması için bozkurt değil de mankurt olması lazımdır. Evet ne yazık ki ülkücüler ordusu bir mankurtlar ordusu haline gelmiştir ya da getirilmiştir. İşte Beyazsaray, Kremlin, Elize ya da Birmingham sarayı gibi karizmatik bir görünümde bir devlet merkezimiz oldu, çok ta güzel oldu.
Sözü fazla uzatmış olduysak ta diyecek sözümüz de çok ancak ağzı olanın konuştuğu ve kavramlar ve söylemler arasında insanların gerçeği adeta kaybettiği çok kritik bir dönemde son sözlerimiz ile noktayı koyalım. Ben bu ülkede yaşayan bütün insanlarımızı ve vatandaşlarımızı aklı selim dairesinde vatanın ve devletin birliği ve bütünlüğü düşüncesi etrafında birleşmeye, hain ve kalleş eli kanlı taşaron HDP yandaşı durumundaki vatandaşlarımızı da tövbe etmeye, pişman olmaya davet ediyorum. Lutfen zındık ve gavur takımının oyununa gelmeyiniz. Bu devlet dip yaptı, parça parça oldu, bir parçası Bosna'da ise bir parçası Kırım'da, bir parçası Cezayir, bir parçası Hicaz'da, bir parçası altaylarda bir parçasındadır. Atom nasıl parçalanmaz ise Anadolu coğrafyasını da yeniden parçalamaya kimsenin gücü yetmez. Görüldüğü gibi Osmanlı'nın el çekmesinden sonra Türk-İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı bitmemiştir ve bitmeyecektir de. Hatta tüm dünya halkları adil ve güçlü bir devlet iradesinin varlığına hasrettir. Baskı, zulüm ve sömürü heryerdedir. Emperyalist batı kendine rakip ve ortak istemediğinden son on yıldaki Türkiye'nin statü ve prestij iyileşmesinden büyük rahatsızlık duymaktadır. İçerideki bir kısım saf salakların ise siyaseten bundan rahatsızlık duymasını anlamakta güçlük çekiyorum. Ülkemin aklı başında insanlarına sesleniyorum. Lutfen ırak, suriye, Filistin, Yunanistan, Ernenistan, İran, Afganistan, hepsine bir bakınız ve ibret alınız, Türkiye merkezde ve sığınılacak güvenli bir liman konumundadır. El birliği ile devletin varlığı, birliği ve bütünlüğü yolunda müslüman garyımüslüm, Türk, Kürt, ermeni, Rum, Yahudi bütün azınlıklar, hepinize sesleniyorum, gelin vatanın ve devletin birliğinden vazgeçmeyin, bu millet zaten her hal ve şartta bu bütünlüğü sağlar ama cephesini yanlış belirleyenler bunun bedelini ödeyecek ya da en azından mahcubiyetini yaşayacaktır.