29 Haziran 2016 Çarşamba

DOĞU İLE BATI ARASINDA KUŞATILAN VE SAVAŞAN TÜRKİYE

Kuruluşundan bu yana adeta bir manda yönetimi altında bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti batı emperyalizminin etki alanından çıkmak için sürekli hamleler yapmaya başlamıştır. Batı emperyalizmi ise ortağı Sovyetler Birliği ile işbirliği yaparak önce Türkiye’yi NATO’ nun şemsiyesi ve himayesi altına almıştır. Türkiye ise Demokrat Parti ve Menderes iktidarı döneminde CENTO ile bağımsız dış siyaset izleme yönünde bir girişimde bulunmuş ise de emperyalist batının  CENTO üyesi ülkelerde başta Türkiye olmak üzere tezgahladıkları askeri ihtilaller ile bunun önüne geçilmiştir. 1960 tan sonra ise Türkiye batının ekonomik baskı ve himayesi altında Osmanlının batıya yaptıklarının öcü alınıyormuşçasına İMF ve diğer uluslar arası kuruluşların manda ve himayesi altında etkisiz eleman halinde muhafaza edilmiştir. 
Kendi kontrolünde iç ve dış siyasetini dizayn etmek isteyen Türkiye içerideki statüko yanlısı güçler kullanılarak engellenmiştir. Anarşi ve terör ve ekonomik istikrarsızlıktan başını kaldıramayan Türkiye koskoca muhteşem bir imparatorluk bakiyesi ve mirasçısı olduğu halde hain ve  emperyalist  batının oyunları ve açık ve gizli müdahaleleri ile belini doğrultamaz bir halde adeta muz cumhuriyeti muamelesi görmüş ve asla kendine özgü geçmişten geleceğe milli bir siyaset ve ideoloji çizgisinde olmasına izin verilmemiştir.  Sürekli Türkiye’nin enerjisi içerideki iç çekişmeler ve komşuları ile düşmanlık siyasetin üzerinden boşaltılmış, Türkiye ekonomik ve siyasi olarak tarihi misyonuna kavuşmasın ve kendine gelmesin diye iç dinamikler ustaca  engellenmiştir. Sürekli askeri müdahaleler,  basın kaynaklı manipülasyonlarla anarşi ve kargaşa ve iç düşmanlık üzerinden batının kontrolünde bir çizgide tutulan Türkiye –onlardan Allah razı olsun- hayatları ve hürriyetleri pahasına yeni nesiller üzerinde tasarruf sahibi olabilen bir avuç idealist büyüğümüz sayesinde ülkücü, milliyetçi ve maneviyatçı bir nesil yetişmiş ve yavaş yavaş ülkenin kaderine hakim olmaya başlamıştır. Milliyetçi cephe hükümetleri ile güçlenen milli kadrolar, 12 eylülden sonra Turgut Özal’ın liderliğinde rahmetli Adnan Menderes’ten sonra daha birikimli bir kadro ile ülke kaderine hakim olmuştur. 
Ancak Turgut  Özal döneminde de gladyo kontrolündeki hücreler başta Turgut Özal’ın zehirlenmesi olmak üzere pek çok siyasi cinayet ve tezgahlarla Türkiye’yi yeniden kaos günlerine döndürmek istemişlerdir. Bu geçiş sürecinde yeniden devletin tepe noktasını Süleyman Demirel’e teslim etmişler ise de bu olağan milli direniş ve şahlanış, daha güçlü bir şekilde milli iradenin müdahalesi ile AK PARTİ iktidarı olarak tecelli etmiş ve son iktidar döneminde basın, sermaye, ordu, yargı ve bürokrasi içindeki direnme hücreleri dağıtılmış, milli irade büyük ölçüde devlete hakim hale gelmiştir.  Bu dönemde komşular ile sıfır sorun politikası, milli sanayinin kurulması, milli ve bağımsız bir politika izlenmesi gibi tamamen batının kontrolü dışında bir çizgi oluşturulmak istenmiş ise de Türkiye’nin 1923 kuruluş Türkiyesi’nden farklı olarak uluslar arası emperyalizme karşı bir güç merkezi olmak  iradesinin güçlendiğinin farkına varan batı emperyalizmi, önce Türkiye’yi içte anarşi ve terör ile zafiyete uğratmaya çalışmış, ermeni soykırımı gibi uluslar arası gündeme getirilen konularla prestij kaybına uğraması için kulisler ve faaliyetler yapılmıştır. Bu arada Türkiye’nin etrafı sürekli sorunlu bölge halinde tutulmuş, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Ermenistan, Lübnan ve Filistin, hatta Osmanlı coğrafyasında bir bütün halinde Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Kosova ve Arnavutluğa kadar, hatta tüm İslam coğrafyasında çatışmaları körükleyerek Türk-İslam dünyasını bir ateş çemberi içine almıştır. Birleşmiş Milletler ise beş daimi veto hakkına sahip üye ile her türlü uluslararası olay karşısında bu beş devletin çizgisinde icraatsız ve etkisiz bir güç olarak kalmıştır. Ancak bu süreçte Türkiye ekonomik ve siyasi gücünü  batının etkisi dışında artırmaya başlamıştır. Arap ülkeleri ile dostluklar kurmaya başlamıştır. Türk Cumhuriyetleri ile güç birliğine gitmiştir. “dünya beşten büyüktür” sloganı batının çirkin yüzünü bütün dünyaya göstermiştir. Ve Türkiye Suriye ile dost, ve diğer arap-müslüman ülkeleri ile dostluk çizgisinde iken İsrail’in Filistin’deki baskı, işgal ve zulmü karşısında durması batıyı rahatsız etmiştir. Mısırdaki iktidar değişikliği, Mursi’nin Türkiye ile birlikte hareket etmesi, keza Beşar Esat  ile başlayan dostluk ve işbirliği göstermiştir ki Türkiye bölgesel güç olmaktan küresel güç olmaya doğru gidecektir. Recep Tayyip Erdoğan Amerika’da ziyarette iken kendisinden Gazze ziyaretininden vazgeçmesi istendi. Vazgeçmeyeceğini açıklamasından sonra da Mısırda SİSİ önderliğinde bir askeri darbe yapılarak Türkiye’nin en güçlü Arap dost ülkesi Mısır eski İngiltere başbakanı danışmanlığında İngiliz çizgisine çekildi. Böylece Gazze ziyareti de o günden beri yapılamamaktadır. Libya’da Kaddafi yine Arap baharı denen süreçte alaşağı edildi ve hunharca sokakta linç edildi. Sonra Beşar Esat’a geldiler ve dediler ki adeta kırk katır mı kırk satır mı dercesine “Mursi gibi mi olmak istiyorsun yoksa Kaddafi ya da Saddam gibi mi”? Haliyle Türkiye’nin gücüne güvenemeyen Beşar Esat Türkiye ile köprüleri attı ve malum düşmanlık süreci başladı. Öte yandan PKK  terör örgütünün tek başına yeterli olamayacağı düşüncesi ile onun yanına YPG ve DAEŞ gibi örgütler oluşturuldu ve Türkiye’nin güneyi baştan başa ateşe verildi.  İran ambargo altında iken Türkiye komşu İran ile dahi dostça ilişkiler içinde iken İran ile de anlaşan Amerika Suriye’deki Beşar Esat İran işbirliği dolayısı ile İran da Türkiye’nin karşısına geçti. Suriye’de ise malum uçak krizi nedeni ile Rusya ile ilişkilerimiz de bozuldu. İsrail ile ise Mavi Marmara nedeni diplomatik ilişkiler tamamen bozuldu. Türkiye sadece yanına aldığı birkaç Arap zengin ve Suudi Arabistan ve Katar ile ve birkaç Türk Devleti ile ve kendi kaderi ile baş başa bıraktırıldı ve yalnızlaştırıldı. İsrarla teröre karşı başarılı bir mücadele veren Türkiye'nin direnci, batının tüm ekonomik ve siyasi kuşatmalarına karşı bir türlü kırılamadı. Ezeli Türk ve İslam düşmanı, haçlı ruhu ile hareket eden   çok yüzlü batı, çifte standart ile hareket ederek Türkiye’ye karşı olan terör örgütlerini besledi  ve Türkiye’ye karşı terörle mücadelesinde duyarsız kalmanın da ötesinde açıktan terör örgütleri yanında kaldı. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasi olarak bölgede ve dünya coğrafyasında Afrika’dan güney Amerika’ya uzak doğuya kadar Türk İslam coğrafyasının da ötesinde siyaset üretmesi ve antiemperyalist politikalar izlemesi ve taraftar da bulması, Türkiye’nin önlenemez bir küresel güç olma yolunda önünün kesilmesini elzem hale getirdi. Avrupa Birliğine de restini çeken Türkiye karşısında yaşlı Avrupa’nın etkisizleşmesi  nedeniyle, İngiltere'nin Amerika ile yeniden dünyayı dizayn etmek için AB den ayrılması Türkiye’yi yeniden pozisyon almaya zorladı ve Türkiye sorunlu olduğu Rusya ve İsrail ile sorunlarını çözdüğünü ilan ettiği gün üç silahlı ve canlı bomba teröristin İstanbul Atatürk Havalimanında yaptığı saldırı sonunda 100 civarında ölü ve yaralıya neden olan olay gerçekleştirdi. Enteresandır ilk taziye ve kınama mesajı Amerika’dan geldi. Bilinen bir kuraldır, “ilk taziyede bulunandır katil”
İşte bu hain ve alçakça saldırıdan sonra kısaca hülasa ettiğim olay budur. Saldırıyı yapan hangi örgüt ya da kim olursa olsun asıl azmettirici güç Amerikan-İngiliz emperyalizmidir. Batı emperyalizmi demek istiyor ki “kime dost kime düşman olman gerektiğine biz karar vereceğiz, kendi iraden ile oyun kuramazsın. Dünya beşten büyüktür diyorsun ama sen beşten büyük değilsin. Bize teslim ve tabi olmak zorundasın.”
İşte mesele budur. Bu çerçevede değişik zamanlarda iktidar partisi olan AK PARTİ’ye veya Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olmayı devlete karşı olmakla karıştıran ham kafalar şunu bilmelidir ki;
-taksim gezi olaylarında, 3.havaalanı, 3.köprüye, kanal İstanbula karşıyız demek cehalet değil ise ihanettir.
- Türkiye’nin yalnızlaşmaya karşı aldığı tedbirleri, İsrail ve Rusya ile yaptığı anlaşmaları adeta ihanet ve acziyet olarak yorumlayanlar ya aptal, saf-salaktır ya da yine tek kelime ile haindir.
-Türkiye’nin son dönemde izlediği politika sadece bir kişinin yani Sayın Cumhurbaşkanının tek başına iradesi değil, devletin ortak aklının kadim devlet iradesinin çerçevesini çizdiği bir politikadır. 
-Türkiye Osmanlı’nın son iki yüz yılından bu güne emperyalist güçlere karşı sürekli farklı siyasi ve ekonomik işbirlikleri ve ittifaklar ile denge politikası izlemiştir. Bugünün şartlarında bu işbirliğine Rusya’nın da İsrail’in de bu coğrafyadaki bütün Türk-İslam devletlerinin de ihtiyacı vardır. Bunu istemeyen ve engellemek isteyen ise Amerikan+İngiliz emperyalizmidir. Dünya coğrafyasında Avrupa ile Amerika-İngiltere Rusya ve Çin’i ve uyanan dev Türkiye’yi etkisizleştirmek ve dünyayı yeniden parsellemek istemektedirler.  Aslında bu savaş üçüncü dünya savaşı değil Osmanlıyı tamamen Türkiye’nin şahsında yok etmek ve etkisizleştirmek amaçlı bir savaştır.
Yukarıda kısaca hülasa etmeye çalıştığımız gibi uykularımızı kaçıran ve sıcağı sıcağına gönlümüzdekileri paylaştığımız bu satırları lutfen dikkatle okuyunuz. Dava ve mesele herhangi bir partinin ya da kişinin davası ya da meselesi değildir.  Allah rızası için elinizi vicdanınıza koyunuz. Bu Anadolu coğrafyasındaki Türk Milletinin var olma ve dik durma davasıdır. Hadise cumhuriyetçilikle Atatürkçülük veya benzer söylemlerle izah olunamaz. Uluslararası emperyalizmin Amerikan merkezli batı emperyalizminin bu kuşatma hareketi ve saldırısı  karşısında parti ya da ideoloji ayırımı yapmaksızın devletin yanında yer alınız. Bu savaş Türk Kürt ya da alevi Sünni, veya ideoloji savaşı değildir. Bu savaş küresel emperyalizmin Türkiye’nin direncini kırmak savaşıdır. Bu savaşta doğru yerde olunuz ve doğru yerde saf tutunuz. Türkiye düşmanlarının, millet ve ümmet düşmanlarının yanında yer almayınız. Allah bu savaşta milletimizin yanında olsun ve emperyalizme fırsat vermesin.
Allah mübarek şehidlerimize rahmet kalanlara sabır versin
(bu yazı 28 haziran 2016 günü gecesi İstanbul Atatürk Havalimanına yapılan silahlı ve bombalı saldırının ardından aynı gece kaleme alınmıştır.)