Kuruluşundan bu yana adeta
bir manda yönetimi altında bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti
batı emperyalizminin etki alanından çıkmak için sürekli hamleler yapmaya başlamıştır. Batı emperyalizmi ise
ortağı Sovyetler Birliği ile işbirliği yaparak önce Türkiye’yi
NATO’ nun şemsiyesi ve himayesi altına almıştır. Türkiye ise
Demokrat Parti ve Menderes iktidarı döneminde CENTO ile bağımsız
dış siyaset izleme yönünde bir girişimde bulunmuş ise de emperyalist batının CENTO
üyesi ülkelerde başta Türkiye olmak üzere tezgahladıkları askeri ihtilaller
ile bunun önüne geçilmiştir. 1960 tan sonra ise Türkiye batının
ekonomik baskı ve himayesi altında Osmanlının batıya
yaptıklarının öcü alınıyormuşçasına İMF ve diğer uluslar
arası kuruluşların manda ve himayesi altında etkisiz eleman
halinde muhafaza edilmiştir.
Kendi kontrolünde iç ve
dış siyasetini dizayn etmek isteyen Türkiye içerideki statüko
yanlısı güçler kullanılarak engellenmiştir. Anarşi ve terör
ve ekonomik istikrarsızlıktan başını kaldıramayan Türkiye
koskoca muhteşem bir imparatorluk bakiyesi ve mirasçısı olduğu
halde hain ve emperyalist batının oyunları ve açık
ve gizli müdahaleleri ile belini doğrultamaz bir halde adeta muz
cumhuriyeti muamelesi görmüş ve asla kendine özgü geçmişten
geleceğe milli bir siyaset ve ideoloji çizgisinde olmasına izin
verilmemiştir. Sürekli Türkiye’nin enerjisi içerideki iç
çekişmeler ve komşuları ile düşmanlık siyasetin üzerinden
boşaltılmış, Türkiye ekonomik ve siyasi olarak tarihi misyonuna
kavuşmasın ve kendine gelmesin diye iç dinamikler ustaca
engellenmiştir. Sürekli askeri müdahaleler, basın kaynaklı
manipülasyonlarla anarşi ve kargaşa ve iç düşmanlık üzerinden
batının kontrolünde bir çizgide tutulan Türkiye –onlardan
Allah razı olsun- hayatları ve hürriyetleri pahasına yeni
nesiller üzerinde tasarruf sahibi olabilen bir avuç idealist
büyüğümüz sayesinde ülkücü, milliyetçi ve maneviyatçı bir
nesil yetişmiş ve yavaş yavaş ülkenin kaderine hakim olmaya
başlamıştır. Milliyetçi cephe hükümetleri ile güçlenen milli
kadrolar, 12 eylülden sonra Turgut Özal’ın liderliğinde
rahmetli Adnan Menderes’ten sonra daha birikimli bir kadro ile ülke
kaderine hakim olmuştur.
Ancak Turgut Özal
döneminde de gladyo kontrolündeki hücreler başta Turgut Özal’ın
zehirlenmesi olmak üzere pek çok siyasi cinayet ve tezgahlarla
Türkiye’yi yeniden kaos günlerine döndürmek istemişlerdir. Bu
geçiş sürecinde yeniden devletin tepe noktasını Süleyman
Demirel’e teslim etmişler ise de bu olağan milli direniş ve
şahlanış, daha güçlü bir şekilde milli iradenin
müdahalesi ile AK PARTİ iktidarı olarak tecelli etmiş ve son
iktidar döneminde basın, sermaye, ordu, yargı ve bürokrasi
içindeki direnme hücreleri dağıtılmış, milli irade büyük
ölçüde devlete hakim hale gelmiştir. Bu dönemde komşular
ile sıfır sorun politikası, milli sanayinin kurulması, milli ve
bağımsız bir politika izlenmesi gibi tamamen batının kontrolü
dışında bir çizgi oluşturulmak istenmiş ise de Türkiye’nin
1923 kuruluş Türkiyesi’nden farklı olarak uluslar arası
emperyalizme karşı bir güç merkezi olmak iradesinin
güçlendiğinin farkına varan batı emperyalizmi, önce Türkiye’yi
içte anarşi ve terör ile zafiyete uğratmaya çalışmış, ermeni
soykırımı gibi uluslar arası gündeme getirilen konularla prestij
kaybına uğraması için kulisler ve faaliyetler yapılmıştır. Bu
arada Türkiye’nin etrafı sürekli sorunlu bölge halinde
tutulmuş, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Ermenistan, Lübnan ve
Filistin, hatta Osmanlı coğrafyasında bir bütün halinde
Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Kosova ve Arnavutluğa kadar, hatta tüm
İslam coğrafyasında çatışmaları körükleyerek Türk-İslam
dünyasını bir ateş çemberi içine almıştır. Birleşmiş
Milletler ise beş daimi veto hakkına sahip üye ile her türlü
uluslararası olay karşısında bu beş devletin çizgisinde
icraatsız ve etkisiz bir güç olarak kalmıştır. Ancak bu süreçte
Türkiye ekonomik ve siyasi gücünü batının etkisi dışında
artırmaya başlamıştır. Arap ülkeleri ile dostluklar kurmaya
başlamıştır. Türk Cumhuriyetleri ile güç birliğine gitmiştir.
“dünya beşten büyüktür” sloganı batının çirkin yüzünü
bütün dünyaya göstermiştir. Ve Türkiye Suriye ile dost, ve
diğer arap-müslüman ülkeleri ile dostluk çizgisinde iken
İsrail’in Filistin’deki baskı, işgal ve zulmü karşısında
durması batıyı rahatsız etmiştir. Mısırdaki iktidar
değişikliği, Mursi’nin Türkiye ile birlikte hareket etmesi,
keza Beşar Esat ile başlayan dostluk ve işbirliği
göstermiştir ki Türkiye bölgesel güç olmaktan küresel güç
olmaya doğru gidecektir. Recep Tayyip Erdoğan Amerika’da
ziyarette iken kendisinden Gazze ziyaretininden vazgeçmesi istendi.
Vazgeçmeyeceğini açıklamasından sonra da Mısırda SİSİ
önderliğinde bir askeri darbe yapılarak Türkiye’nin en güçlü
Arap dost ülkesi Mısır eski İngiltere başbakanı danışmanlığında
İngiliz çizgisine çekildi. Böylece Gazze ziyareti de o günden beri yapılamamaktadır. Libya’da Kaddafi yine Arap baharı
denen süreçte alaşağı edildi ve hunharca sokakta linç edildi.
Sonra Beşar Esat’a geldiler ve dediler ki adeta kırk katır mı
kırk satır mı dercesine “Mursi gibi mi olmak istiyorsun yoksa
Kaddafi ya da Saddam gibi mi”? Haliyle Türkiye’nin gücüne
güvenemeyen Beşar Esat Türkiye ile köprüleri attı ve malum
düşmanlık süreci başladı. Öte yandan PKK terör
örgütünün tek başına yeterli olamayacağı düşüncesi ile
onun yanına YPG ve DAEŞ gibi örgütler oluşturuldu ve Türkiye’nin
güneyi baştan başa ateşe verildi. İran ambargo altında
iken Türkiye komşu İran ile dahi dostça ilişkiler içinde iken
İran ile de anlaşan Amerika Suriye’deki Beşar Esat İran
işbirliği dolayısı ile İran da Türkiye’nin karşısına
geçti. Suriye’de ise malum uçak krizi nedeni ile Rusya ile
ilişkilerimiz de bozuldu. İsrail ile ise Mavi Marmara nedeni
diplomatik ilişkiler tamamen bozuldu. Türkiye sadece yanına aldığı
birkaç Arap zengin ve Suudi Arabistan ve Katar ile ve birkaç Türk Devleti ile ve kendi kaderi ile baş başa bıraktırıldı ve
yalnızlaştırıldı. İsrarla teröre karşı başarılı bir
mücadele veren Türkiye'nin direnci, batının tüm ekonomik ve siyasi
kuşatmalarına karşı bir türlü kırılamadı. Ezeli Türk ve İslam düşmanı, haçlı ruhu ile hareket eden çok yüzlü batı, çifte standart ile hareket
ederek Türkiye’ye karşı olan terör örgütlerini besledi
ve Türkiye’ye karşı terörle mücadelesinde duyarsız kalmanın da ötesinde açıktan terör örgütleri yanında kaldı. Bütün bunlara rağmen
Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasi olarak bölgede ve dünya
coğrafyasında Afrika’dan güney Amerika’ya uzak doğuya kadar
Türk İslam coğrafyasının da ötesinde siyaset üretmesi ve
antiemperyalist politikalar izlemesi ve taraftar da bulması,
Türkiye’nin önlenemez bir küresel güç olma yolunda önünün
kesilmesini elzem hale getirdi. Avrupa Birliğine de restini çeken
Türkiye karşısında yaşlı Avrupa’nın etkisizleşmesi
nedeniyle, İngiltere'nin Amerika ile yeniden dünyayı dizayn etmek için
AB den ayrılması Türkiye’yi yeniden pozisyon almaya zorladı ve
Türkiye sorunlu olduğu Rusya ve İsrail ile sorunlarını çözdüğünü
ilan ettiği gün üç silahlı ve canlı bomba teröristin İstanbul
Atatürk Havalimanında yaptığı saldırı sonunda 100 civarında
ölü ve yaralıya neden olan olay gerçekleştirdi.
Enteresandır ilk taziye ve kınama mesajı Amerika’dan geldi.
Bilinen bir kuraldır, “ilk taziyede bulunandır katil”
İşte bu hain ve alçakça
saldırıdan sonra kısaca hülasa ettiğim olay budur. Saldırıyı
yapan hangi örgüt ya da kim olursa olsun asıl azmettirici güç
Amerikan-İngiliz emperyalizmidir. Batı emperyalizmi demek istiyor
ki “kime dost kime düşman olman gerektiğine biz karar vereceğiz,
kendi iraden ile oyun kuramazsın. Dünya beşten büyüktür
diyorsun ama sen beşten büyük değilsin. Bize teslim ve tabi olmak
zorundasın.”
İşte mesele budur. Bu
çerçevede değişik zamanlarda iktidar partisi olan AK PARTİ’ye
veya Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olmayı devlete karşı
olmakla karıştıran ham kafalar şunu bilmelidir ki;
-taksim gezi olaylarında,
3.havaalanı, 3.köprüye, kanal İstanbula karşıyız demek cehalet
değil ise ihanettir.
- Türkiye’nin
yalnızlaşmaya karşı aldığı tedbirleri, İsrail ve Rusya ile
yaptığı anlaşmaları adeta ihanet ve acziyet olarak yorumlayanlar
ya aptal, saf-salaktır ya da yine tek kelime ile haindir.
-Türkiye’nin son dönemde
izlediği politika sadece bir kişinin yani Sayın Cumhurbaşkanının
tek başına iradesi değil, devletin ortak aklının kadim devlet iradesinin çerçevesini
çizdiği bir politikadır.
-Türkiye Osmanlı’nın
son iki yüz yılından bu güne emperyalist güçlere karşı
sürekli farklı siyasi ve ekonomik işbirlikleri ve ittifaklar ile
denge politikası izlemiştir. Bugünün şartlarında bu işbirliğine
Rusya’nın da İsrail’in de bu coğrafyadaki bütün Türk-İslam
devletlerinin de ihtiyacı vardır. Bunu istemeyen ve engellemek
isteyen ise Amerikan+İngiliz emperyalizmidir. Dünya coğrafyasında
Avrupa ile Amerika-İngiltere Rusya ve Çin’i ve uyanan dev
Türkiye’yi etkisizleştirmek ve dünyayı yeniden parsellemek
istemektedirler. Aslında bu savaş üçüncü dünya savaşı
değil Osmanlıyı tamamen Türkiye’nin şahsında yok etmek ve
etkisizleştirmek amaçlı bir savaştır.
Yukarıda kısaca hülasa
etmeye çalıştığımız gibi uykularımızı kaçıran ve sıcağı
sıcağına gönlümüzdekileri paylaştığımız bu satırları
lutfen dikkatle okuyunuz. Dava ve mesele herhangi bir partinin ya da
kişinin davası ya da meselesi değildir. Allah rızası için
elinizi vicdanınıza koyunuz. Bu Anadolu coğrafyasındaki Türk
Milletinin var olma ve dik durma davasıdır. Hadise cumhuriyetçilikle
Atatürkçülük veya benzer söylemlerle izah olunamaz. Uluslararası emperyalizmin Amerikan merkezli batı emperyalizminin bu
kuşatma hareketi ve saldırısı karşısında parti ya da
ideoloji ayırımı yapmaksızın devletin yanında yer alınız. Bu savaş Türk Kürt ya da alevi Sünni,
veya ideoloji savaşı değildir. Bu savaş küresel emperyalizmin
Türkiye’nin direncini kırmak savaşıdır. Bu savaşta doğru
yerde olunuz ve doğru yerde saf tutunuz. Türkiye düşmanlarının,
millet ve ümmet düşmanlarının yanında yer almayınız. Allah bu
savaşta milletimizin yanında olsun ve emperyalizme fırsat
vermesin.
Allah mübarek şehidlerimize
rahmet kalanlara sabır versin
(bu yazı 28 haziran 2016
günü gecesi İstanbul Atatürk Havalimanına yapılan silahlı ve
bombalı saldırının ardından aynı gece kaleme alınmıştır.)