İnsan yaradılışı itibarı ile türlü zaaflarla dolu bir varlık. Aynı zamanda ihtiras ve benlik duyguları sarmış her yanını. Bunlardan sıyrılabildiği kadar insan bu duygulara esir olduğu kadar ise insanlıktan uzak. İnsanlar arasındaki ilk çekişme, ilk insan Adem peygamberin çocukları Kabil ve Habil arasında yaşanmış ve Kabil kardeşi Habil’i öldürmüş. İlk dökülen kardeş kanı. O günden sonra kan dökmeye devam etmiş insanoğlu.
Peygamber Efendimiz’in vefatı ile başlamış fitne kazanı kaynamaya. Hz. Fatma validemiz Hz. Ebubekir’e dargın. Hz. Ali günlerce biat etmemiş Hz. Ebu Bekir’e. Sonrasında Hz. Ömer ve sonrasında Hz. Osman. Ve nihayet dört halifenin dördüncüsü Hz. Ali. Bu asrı saadet dediğimiz dönemde dört halifeden ikincisi üçüncüsü ve dördüncüsü ve devamında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin yine Müslüman kılıcı ve eli ile şehid edilmiş. Ve tabii diğer Peygamber torunları. Kerbela tarifsiz bir facia ve katliamdır.
Peygamber Efendimiz’e Cebrail A.S vasıtası ile Kur’an indirilmiş. İlahi vahiy. Peygamber Efendimiz ve devamında dört halife döneminde ve sonrasında da yüzlerce yıl mezhep diye bir şey de yok. Sadece Kur’an ve sünnet var. Hatta asrı saadet döneminde hadis rivayeti ve toplanması ve yazılması da yasaktır.
O en güzel yıllarda bile insanoğlu Hz. Ali yanlıları, Hz. Ayşe yanlıları veya Muaviye yanlıları gibi saf saf birleşmemiş ayrışmış maalesef. Sonrasında Şiilik, Sünnilik, ve kendi içinde bu mezhepler de pek çok kola ayrılmış, aynı hıristiyanlıkta olduğu gibi. Tabii Hıristiyanlar da insan Müslümanlar da birbirlerini taklit ediyorlar. Mezhepçilikte, parça parça olmakta, türlü isimler altında farklı yollara girmekte birbirlerini taklit etmişler ve bu taklit yüzlerce yıl devam etmiş. Bunun sonucunda farklı yollara girenler birbirleri ile kavga ede ede bugünlere gelmişiz.
Bu ayrışma tabii dini alanlarda olduğu gibi ideolojik alanlarda da kendini göstermiş. Bazı isimler kendilerine göre adeta bir din icat edercesine dünyevi sistemler icat etmişler. Ve kendilerine bolca müşteri bulmuşlar. Dini alanda Hanefilik, Şafiilik, Hambelilik, Caferilik gibi ortaya çıkan ayrışmalar sosyal ve beşeri alanda kendini Marksçılık, Lenincilik, Maoculuk diye göstermeye başlamış. Tabii böyle başlayan bu süreçte Türkiye ve Türkler geri kalır mı? Onlar da modaya uyup Atatürkçülük, sonrasında İnönücülük, devamında Ecevitçilik, Türkeşçilik, Erbakancılık derken, süregelen moda, moda olmaya devam edince dini alanda da benzer yapılanmalar kendini yeniden göstermiş. Süleymancılık, Nurculuk, fetöcülük, Işıkçılar, İslamoğlucular, Adnan hocacılar derken zincirin ucuna yeni halkalar eklenmeye başlamış.
Bu kadar ayrışma karşısında yeni bir akım ortaya çıkmış ve bunların hepsini reddediyor. Biz “Kur’an müslümanı” yız diyor. Birileri mealciyiz demiş, birileri hadis ve sünneti tamamen reddetmek noktasına gelmiş. Meal Kur’an değildir diye meal ve tefsir müslümandan uzaklaştırılırken bazı efendilerin yazdıkları ve söyledikleri haşa Allah kelamı gibi görülmüş, onlara karşı durmak Allah’a karşı gelmek gibi gösterilmiştir. Kısaca her itiraz sesi yeni bir ayrımcılığın ve bölücülüğün kaynağı olmuştur. Düşman ise birkaç yüz yıldır sömürmeye ve sömürdüğü müslümanın zenginliği ile semirmeye devam etmiş. Ve devam etmekte. Bugün geldiğimiz noktada ve yaşadığımız şartlar gözününe alındığında isyan ve itirazlarımı ortaya koymayı bir görev sayıyorum ve diyorum ki;
-Kur’an ve başkaca dini kaynaklar çerçevesinde herkes farklı görüş ve düşüncelerini özgürce ifade edebilir, ancak hiçbir görüş ve düşünce kendi içinde bir mezhep veya tarikat gibi algılanamaz. Ve bu tip oluşumların tamamını reddetmek icap eder.
-Elimizdeki metni üstünde ihtilaf olmayan ve keza sahih olduğu konusunda hiçbir ihtilaf olmayan hadisler dışında hiçbir değişmez ve vazgeçilmez kural ve prensip yoktur, olmamalıdır.
-Falancılık, filancılık, şucukluk, buculuk gibi her türlü kişilere bağlı dini veya siyasi beşeri her türlü eğilim ve akım reddedilmelidir.
-Dolayısı ile yeri göğü, her şeyi yaradan Allah ve son Peygamber ve son kitaba inanan her insan Müslüman ve kardeştir. Mezhep ve fırka ayrılıkları ve düşmanlıkları külliyen yanlıştır ve ortadan kaldırılmalıdır.
-Dünyanın tüm zenginliği, toprakları ve insanları Allah’ın müslümana teslim ettiği bir mülk ve emanettir, dolayısı ile dünyanın her yerindeki her türlü mal, zenginlik ve varlık müslümanın sevk ve idaresinde olmalıdır keza İslam olsun olmasın tüm insanlık Allah’ın hükmüyle idare eden Müslüman bir yönetimin sevk ve idaresinde olmalıdır. İslam alemi bu noktaya gelene ve bu noktada birleşene kadar dünya insanlığı üzerindeki zulüm, baskı ve sömürü düzeni yaşamaya devam edecektir.
(Bu mübarek Cuma günü kendi adıma seslenişimdir)