Muhtelif fikri, siyasi, dini veya
ideolojik oluşumlara karşı cepheden mücadele etmek fevkalade zordur. Ne kadar
üstüne giderseniz gidin, karşınızdaki hasım olduğunuz güç o kadar kemikleşir ve
sertleşir hatta radikalleşir. Bu nedenle son dönemlerde karşı çıktığınız bir
güce karşı mücadelenin tarzı değişmiştir. Buna kısaca “dejenerasyon veya
oportünizm denir” diyerek söze başlayalım.
Bu dejenere olma yani yozlaşma
kendiliğinden olacağı gibi -kestirmeden düşman diyelim adına- düşmanın özel bir
strateji geliştirerek, sahip olunan görüş, düşünce ya da inancı amacından,
aslından uzaklaştırması biçiminde de olabilir.
Kendiliğinden olan yozlaşma
insanların iç dünyaları, zaafları, nefisleri ile ilgilidir. İnsanoğlu yaratıldığı
günden beri içindeki nefsine, duygu ve ihtiraslarına teslim olmaya çok
meyillidir. O nedenledir ki dinimizde dahi nefis terbiyesi çok önemlidir. Buna bir
kısım sosyal bilimciler otokontrol diyorlar. Otokontrole sahip olmak nefsine
sahip olmanın bilimsel tarifidir diyelim. İnsanlığın en büyük problemi odur ki
otokontrol yapamamaktadır veya nefsine mağlup olmuş, nefsinin esiri olmuştur. Hal
böyle olunca hangi fikre, düşünceye,
inanca sahip olursa olsun nefsine esir olmuş olan insan o sahip olduğu fikri,
düşünceyi veya inancı eğip bükmekte çok mahir olmaktadır. İstismar edilen ve
doğru kullanılmayan her türlü fikir, düşünce, inanç veya muhtelif alet edevat
bu defa sadece ve sadece insanlığın zararı için kullanılmaktadır.
Öte yandan daha üst düzeyde bir
statüko belirlemiş ve oluşturmuş güçler, özellikle toplumun ruhsal ve bedensel
sağlığı için gerekli her türlü kavram ve fikri sistemi dejenere etmek,
yozlaştırmak için projeler geliştirmekte, yetiştirdiği özel ajan ve elemanları
ile bu yapıları dejenere etmekte ve kendisi için özellikle tehlike gördüğü
kesimleri etkisizleştirme projelerini sürekli uygulamada tutmaktadır.
Bu güçlerin farkında olmayan ve nefsine esir olmuş beyinler, nefislerini şımartan bu güçlerin
kontrolüne kolayca girmekte ve içinde bulundukları toplumun ve sahip oldukları
sistemin, fikrin veya inancın dejenere edilerek etkisizleştirilmesi yönünde
devşirilmiş kadrolara dönüşmektedir.
Bu yozlaşma her alanda kendini
göstermektedir. Zaten yazı başlığına koyduğumuz “oportünizm” Marksist literatürden
gelmiş bir kavramdır. Komünistler güya oportünizm ve pragmatizme karşı
söylemler geliştirmiştir fakat ne yaparlarsa yapsınlar kitaplarında yazan
ütopik sosyalizme hiçbir zaman ulaşamamışlardır. Tabii ki hedefin ve en ideal
olanın ütopya olarak kalması bir avuntuya da dönüşebilmektedir. Fakat şurası bir
gerçektir ki hangi fikir, düşünce ya da inanç sistemi olursa olsun
ortaya koyduğu söylemin yüzde yüz uygulanabilir olması tek kelime ile
ütopyadır. Mümkün değildir. Çünkü insan beşerdir ve insan büyük ölçüde nefsinin
elinde oyuncak olmaya her zaman için hazırdır.
İslam dini yalnız Allah’ın
hükmettiği ile hükmedilen ve idare edilen bir dünya kurulmasını emreder. Ancak bu
sadece asr’ı saadette yaşanmıştır. Dört halife dönemi dahi dört halifeden
üçünün şehid edilmesi ve devamında Peygamber torunlarının dahi katledilmesi ile
devam edegelmiştir.
Türk tarihine baktığımızda da
durum farklı değildir. Nefsine esir olan sultan eşleri ve evlatları ve yine
nefsine esir olan sultanlar müşterek düşman yerine birbirlerini dişleye dişleye
sürdürülen bir tarih yazmışlardır.
Yeniden bugüne dönersek bütün
toplumlarda anne baba, eşler, evlatlar, kardeşler ve yakın akrabalar ve hatta
komşular arası ilişkiler dip yapmış durumdadır. Ailevi sorunu veya akrabalar
arası mal, mülk, miras sorunu olmayan ve hatta komşudan, toplumdan ve hatta
devletten şikayeti olmayan yok gibidir. Devlet dediğimiz nedir ki; bizim
gibi nefsine esir olmuş egosunun rotasında giden insanların işgal ettiği masaların,
mevkilerin ve makamların bütünü devleti oluşturmaktadır. O zaman dememiz
gereken şudur: nefsini bilen kendini bilir. Türk milleti yeniden bir tefekkür
ve nefis terbiyesi süzgecinden geçerek nefis muhasebesi yapmalıdır. Böylece otokontrol
sahibi, nefsinin zincirlerini kırmış, mükemmel insan olma yolunda ilerlemek
isteyen ve ilerleyen örnek ve ideal insan olmak için, özbenliğini yeniden
oluşturmak zorundadır.
Sözü fazla uzatmadan son
noktamızı koyalım. Nefsimize esir ve teslim olmadan sadece layıkı ile Allah’a
teslim olmayı gaye edinerek önce kendimizle, sonra ailemiz ve çevremiz ve içinde
yaşadığımız toplumla ve dünyevi olarak tüm insanlarla ve uhrevi manada ise
yeri, göğü ve var olan herşeyi yoktan var etmiş ve dilediği zaman yok etme
gücüne sahip olan Allah’a teslim olma ve Yüce yaradanla barışık ve uyumlu
yaşama inancıyla ebedi hayata göçene kadar varlığımızı sürdürmeyi en mukaddes
vazife bilelim inşallah.