26 Mart 2019 Salı

İMAN VE BİLGİDE TEMEL OLUŞTURMA-YARINLARIMIZIN İNŞASI


              İnsan; en doğru tarifi ile biyolojik ve ideolojik yapıya sahip canlı bir varlıktır. Biyolojik yapı hayvanlarla müşterek olan yapısıdır. İdeolojik yapı ise sosyal ve siyasi fikir ve düşünce yapısı ile dini manada imanlı olup olmamayı ifade eder. Ve biyolojik yapı bizim irademiz dışında şekillenen bir yapı olmakla bizler ideolojik yapımızı kendimiz veya başkalarının müdahalesi ile biçimlendirir ve şekillendiririz.
                Her fikir sisteminin veya teorinin veya söz gelimi bir binanın veya başkaca bir yapının temeli olması gerektiği gibi doğru bir sistematik içinde bir sıralamayla ideolojik yapımızı biçimlendirmek zorundayız. Aksi halde hiçbir doğru ve sağlam temeli olmayan bir bina gibi çatlaklar, yıkıntılar ve yanlışlar içinde yaşamaya mahkum oluruz.
                Dini manada dinler tarihine baktığımızda göreceğimiz şudur ki din insanoğlu için yapısı yaradılışı gereği zaruri vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. İnsan bilinen tarihi itibarı ile sürekli insanüstü bir güce inanmak ve teslim olmak ihtiyacı duymuştur. Bu anlayışla, gökyüzündeki bazı gezegenler, güneş, ay veya göktanrı veya yer tanrı, deniz tanrısı veya rüzgar, ateş gibi güçler tanrılaştırıldığı gibi, bazı dağlar veya nehirler veya ağaçlar ve hayvanlar ve tabii ki putlar tanrılaştırılmış ve insanlar bu sahte tanrılara tapmaya devam etmişlerdir. Bu çok tanrılı inançlar ile birlikte tek tanrı inancının istikrarlı bir biçimde tek kaynaktan ve yaratıcıdan gönderdiği elçi ve kitaplar vasıtası ile tek tanrılı dinlerin sıralandığını da görürüz. Bu yaşayan tek tanrılı dinlerden öne çıkan musevilik, hıristiyanlık ve Müslümanlık incelendiğinde görülecektir ki her üç kutsal kitapta aynı peygamberlerin ve aynı elçilerin isimleri zikredilmekte, aynı dinin zaman içinde dejenere olması, kitaplarının tahrif edilmesi nedeniyle yenilendiği ve yeni elçiler ile dinin doğru biçimde tebliğ edildiği görülmektedir. Dolayısı ile bizler son din olarak İslam dininin bir mensubu ve İslam Peygamberi Hz.Muhammed’in ümmetiyiz. Kutsal ve hak kitabımız Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde de açıklandığı üzere insanoğlunda nankörlük esas sadakat ise istisnadır. Dolayısı tıpkı ümmetinin Hz.Musa’ya ihanet ettiği gibi, ilk hıristiyanların Hz.İsa’ya ihanet ettiği gibi bizim peygamberimizin de vefatından itibaren kendisine ve ashabına ve ehli beyte ihanet eden bir topluluk ortaya çıkmıştır. Asrı saadetteki ilk dört halifeden son üçü ve devamında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve ehlibeyt ve bu arada binlerce Müslüman yine Müslüman kılıcı ile katledilmiş, şehid edilmiş İslam tarihi kendi içinde de maalesef kanla yazılmıştır. Bu süreçte sonraki yıllarda mezhepler ve farklı islam anlayışları ortaya çıkmıştır. Sünnilik esas kabul edilmekle Şii dünyasında da o kadar fazla fırka ve cemaatler oluşmuştur ki sayısı belli değildir. Şiiliğin ülkemizdeki yansıması aleviliktir. Ancak ülkemizde bile Aleviliğin çok farklı anlaşıldığı bir gerçektir. Aleviliği mezhep değil de adeta ayrı bir din olarak ortaya koymak yolunda hıristiyan dünyasının da çabaları olmuş, öte yandan “ALİSİZ ALEVİLİK” yani ateist bir düşünceyi Alevilik içinde oturtmak için de projeler ortaya konmuştur. İşte Türk-İslam dünyasının dini hayatına dair tablo bu durumdadır.
                Bu kısa hülasadan sonra dini düşünce yapımız ile ilgili varmamız gereken sonuç kanaatimizce birkaç cümle ile şu olmalıdır:            
                -son ilahi hak din islamdır. Ve son peygamber Hz.Muhammed’tir.
                -Ben Müslümanım diyen, Allah’a, kitabı Kur’ana ve son peygamber Hz.Muhammed’e inanmış ve iman etmiş ve teslim olmuş her insan Müslümandır. Mutlak iman çerçevemiz budur.
                -Hangi mezhep, fırka veya çatı altında olursa olsun yukarıdaki iki cümleyi esas kabul etmiş bütün müslümanlar kardeştir.
                -İslam olmayan insan topluluklarının tamamı Müslümanlara emanettir ve onlar bizim düşmanımız değil hakkı tebliğ konusunda muhatabımızdır.
                -Bu çerçevede Müslüman güçlü olmak ve gücü nisbetinde savaş dışında Hak din olan İslamın insanlığa hitap eden buyruklarını yaşamak ve yaşatmak ile meşgul olmak, buna engel olan ve bu yönde savaş açan bütün güçlerle de onlar vazgeçinceye kadar savaşmaya mecburdur.
                Mezhep ve tarikatların islamın olmazsa olmaz şartı olmadıklarını kabul etmek zorundayız. Ancak yegane doğrunun kendi yolları olduğunu ilan etmeyen, kendileri dışındaki Müslümanları dışlamayan ve islam kardeşliği içinde yaşamayı ve islama hizmeti gaye edinen  herhangi bir mezhep veya tarikat içinde olmak kaydıyla bir mezhep veya tarikat içinde olmanın hiçbir zararı da yoktur. Ancak mezhebi din haline getirmek doğru olmadığı gibi mezhepsizliği de dinsizlik olarak tanımlamak fevkalade yanlıştır. Ve; Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır sözünü ve söylemini reddetmek zorundayız.
                Açıkladığımız hususlar dairesinde her Müslüman Kuran’ı doğru anlamak zorundadır. Dini ana kaynak Kur’an’dan almak zorundadır. Üstünde şüphe olmayan hadisler de dinimizi yaşamamız ve anlamamızda bize ikinci derecede kaynaktır. Geçmişten bugüne oluşmuş birikimden faydalanmamız da gerekir. Bilindiği üzere İmam-ı Azam’ın üç ana kaynağı vardır. 1-Fıkhı Ekber, 2-El müsned, 3-El İhtiyar. Bu üç eserden birincisinde iman esaslarımız, ikincisinde İmamı Azam’ın kendine esas aldığı hadis’i Şerifler ve üçüncüsünde de başlıca fetvaları vardır. Kur’an’ı Kerim’in birkaç mealinden ve tefsirinden sonra başucu kitaplarımız dini hayatımız için bu üç temel eserdir. S.Ahmet Arvasi’nin 1-İlmihal, 2-Kendini Arayan İnsan, 3-İnsan ve insan Ötesi, 4-Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz eserleri  olmak üzere dört temel kitabı ideolojik temelimizi oluşturacak dört temel direğimizdir. Bizi dini temel konusunda bilgilendirecek olan bu eserler başka dini hiçbir eser okumasak bile yetecek kapasitededir.
                Başta demiştik ki insan biyolojik ve ideolojik yapıya sahip bir canlıdır. İdeolojik yapıyı iki temel üzerine bina ediyorduk. Dini ve milli yapı. Dini temelimizi oluşturduktan sonra milli yapımıza dönersek olmamamız gereken en güncel akım olan sol ve sosyalizm ile ilgili birkaç temel kitap sıralayacağım. 1-En Güzel Dünya-Jean Baby. Bu kitapta yazar Marks, Lenin ve diğer teorik sol kaynakları esas alarak en güzel dünya modelini bir küçük kitaba sığdırmış. Ütopik sosyalizmin yani gerçek komünizmin kitabıdır bu. Bir tenkit değildir, doğrudan sol bir yayındır. 2-Hangi Sol-Atilla İlhan. Atilla İlhan’ın kaleminden bir sol anlatımıdır. 3-İki Sovyet Rusya-Nadir Nadi. Cumhuriyet gazetesi başyazarının komünizmin ilk uygulandığı yer olan Sovyet Rusya’da ağırlanması ile ilgili gezi notlarıdır. Bu üç sol eser sol ideolojiye sahip olmamamız gerektiğini bize solun kaleminden ve dilinden anlatacaktır.
İdeolojik olarak olmamız gereken yer ve konum ne olmalıdır. Bu konuda okumamız gereken çok eser sıralamayacağım. Az ve öz olmalı. Kütüphaneler dolusu kitaplar var. Ancak temellerini belirleyemeyen, aslını ve esasını bilmeyen Necip Fazıl’ın da dediği ve Kur’an’da da açıklandığı üzere ancak “kitap yüklü merkep” olarak tarif edilebilir. Bu çerçevede 1-DAS, Türk Milliyetçi Toplumcu Doktrinin umumi esasları-Mürşid Altaylı. Temel kitap budur. Milliyetçi Türkiye, Türk Birliği ve İslam Birliği ve nihayetinde dünya devleti ideali küçük bir kitaba sığdırılmıştır. 2-Nurettin Topçu’nun tüm eserleri. 3-Yavuz Bülent Bakiler’in tüm eserleri özellikle “hatıralar ışığında cumhuriyet tarihi okumaları üçlü serisi. 4-Batılılaşma ihaneti-Mehmet Doğan, 5-Dil Kültür Yabancılaşma-Mehmet Doğan. 6-Hangi Batı-Atilla İlhan 7-İdeologya Örgüsü-Necip Fazıl Kısakürek
Yukarıda özellikle kitap isimleri zikrederek bir şeyleri ifade etmeye çalıştık. Bu kitapların Kuran dışında olanlarının yüzde yüz doğru olduklarını iddia etmiyorum. Fikir ve düşünceler farklı olarak gelişebiliyor. En çarpıcı misalim olsun. Peygamberimizin vefatından sonra iki Müslüman topluluk düşünün. Birinin başına Hz. Ali var, diğer topluluğun içinde ise Hz. Ayşe. Neden diye sorsam nasıl bir cevap verebilirsiniz. Tabii Muaviye ve Hz. Ali veya Yezit ile Hz. Hüseyin sözkonusu olduğunda tereddütsüz safımız bellidir.  Yezit ve Muaviye’ye karşı dururuz ancak Hz. Ali ve Hz. Ayşe’nin farklı saflarda olması ne anlama gelmektedir? Burada Aşık Veysel’in şu sözü akla geliyor: “koyun kurt ile gezerdi-fikir başka başka olmasa”. Tabii fikirler başka başka olabiliyor. Bizler de Kur’an-ı Kerim’i okuyacağız, anlayacağız ve inanacağız, devamında diğer eserler bizde bir temel oluşturacak ve ideolojik yapımızı da iman kaynaklı temellerimizin üstüne bina edeceğiz.
Geldiğimiz noktada insan olmak, islam olmak, bu çerçevede okumak, okuduğumuzu anlamak ve anladığımızı yaşamak, anladığımızı ve yaşadığımızı hal ile ve söz ile tebliğ etmek insan olmanın ve İslam olmanın gereğidir. Fakat günümüz gereksiz bilgileri dimağına yerleştirmiş, gerekli hiç bir konuyu araştırmamış, nutuktan bir sayfa dahi okumamış Atatürkçü, Kur’an’ı meali ile okumamış, Fatihanın dahi manasını düşünüp tefekkür etmeyen dindar Müslüman, solu ve solculuğu ve sosyalizmi bilme gayreti olmayan ve bu konuda gazete kültürü dışında hiçbir eser okumamış solcu, neden,  niçin, ne için yaşadığını ve hangi değerler için ölmesi gerektiğini bilmeyen yurtseverler, milliyetçiliğin nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini bilmeyen türlü renkte milliyetçiler, yine İslamın muhtevasına inememiş siyasal İslamcılar ile çevrilmiştir. Din, iman, mezhep, meşrep, insan, Müslüman, millet, milliyet konularında zihninde berrak ve aydınlık fikir ve düşünceler olan insanların çoğalmasını diliyor ve temenni ediyorum. Dualarım milletin ve ümmetin tez zamanda uyanması, dirilmesi, güçlenmesi, dünyanın ve insanlığın geleceğini İman, İslam ve insan çerçevesinde yeniden nizama sokması içindir.