Son zamanlarda bazı platformlarda ve çevrelerde eski bir
modanın yeniden hortlatılmak istendiği, geçmişte yazılmış ve oynanmış ve bedeli
ödenmiş senaryoların yeniden sahneye konduğu ve gençliğimizin yeniden aynı
kaos ortamına çekilmek istendiği yönünde belirtiler görmekteyim. Bu nedenle 12
eylül evvelini ve sonrasını ve hatta 12 mart dönemini yaşamış biri olarak
düşüncelerimi paylaşmak istedim.
12 mart evvelinde 68 kuşağı denen kuşağın özellikle Amerika ve Nato karşıtı eylemlerle başlayan kitle hareketleri sonrasında silahlı örgütlenmelere, ve polisle ve askerle silahlı çatışmalara dönüştü. O dönemdeki gençliğin tek müsbet yanı NATO ve Amerika karşıtı olması idi. Ancak bu söylemlerin devamında münhasıran Nato ve Amerika karşıtı olmak ve ardından Rusya(onlar inatla SSCB derdi) veya Çin yanlısı ve hatta Enver Hoca yanlısı olmak olmazsa olmazlar arasına girdi. 12 mart döneminde Deniz Gezmiş ve arkadaşları Amerikan karşıtlığı ile başlayan mücadelelerini Türkiye karşıtlığına dönüştürerek üniversite gençliğini kendi devleti ile bir savaşın içine soktular. Bu dönemde başlayan fraksiyonlar ayrışması ve çatışması 12 eylüle kadar devam etti. Bu ayrışmada Deniz Gezmiş ve arkadaşları, İbrahim Kaypakkaya, ve DDKD oluşumu ile Kürtçü bölücü hareketin de temeli atılmış oldu. Ancak burada gözden kaçmaması gereken olay şudur ki Türkiyedeki bu sol devrimci hareket ve karşısında oluşturulan sağ ülkücü hareket ve yanında oluşturulan milli görüşçü akıncı hareket bunlardan hiç birisi derin devlet dediğimiz kesimdeki bazı ekiplerin kontrolü dışına çıkamadı. 12 Mart muhtırasından ve askeri müdahalesinden sonra ilan edilen sıkıyönetim sonrasında silahlı direnişleri sırasında bazısı ölü ele geçirilen bu gençlerden üç tanesi de DENİZ GEZMİŞ, YUSUF ASLAN ve HÜSEYİN İNAN yargılanarak idama mahkum edildiler. Şimdi bu üç gencimizin idamı hak edip etmedikleri ayrı bir konu olarak tartışılabilir. Ancak bu üç genç adam öldürme ve silahlı eylemlere, asker ve polisimize kurşun atmaya kadar her eylemde bulundular. Yani kısaca ve sadece Dolmabahçede “altıncı filo defol” demekle yetinmediler. Altıncı filo niyetine Mehmetçiğe kurşun sıktılar.
12 mart sonrasında sular durulmuş gibi olsa da 1975-1976 larda başlayan hareketlenme üniversitelerde olayların yeniden alevlenmesine neden oldu. Okullar, semtler, caddeler, sokaklar, köyler kasabalar, kahveler paylaşıldı. Çok tehlikeli bir ayrışma yaşandı. Güvenlik kuvvetleri her nedense acze düştü ve her gün onlarca insanımız soldan ve sağdan katletilmeye başlandı. Özellikle Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in arasındaki sürtüşme ve çekişme topluma yansıdı. Alparslan Türkeş ise bu kardeş kavgasında sokaklardan çekilmeyi göze alamadı. Ve çekilmedi. Ancak burada ilginç olan sonradan ortaya çıkmıştır ve tesbit edilmiştir ki bazı katil silahlar hem soldan hem sağdan insanlarımızın katledilmesinde kullanılmıştır. Balistik raporları ile sabittir ki birileri aynı silahlarla hem sağdan hem soldan insanlarımızın katledilmesi için büyük ve hain bir oyun oynamışlardır.
Bu arada gözden uzak tutmamamız gereken bir gerçek te şudur. Hem 12 mart hem de 12 eylülde ortaya atılan devrimci gençlerimizin ideolojik eğitimleri gereği milli hiç bir şeyi tanımadıkları gibi Allah inançları da asla olmamıştır. Nitekim Deniz Gezmiş ve iki arkadaşları idam evvelinde dini telkin de istememişlerdir. Ve bu gençlerimiz İstanbul Beyazıt Kulesine kızıl bayrak çektikleri gibi 1980 evveli 1 mayıslarda alanlarda Türk bayrağı taşımaksızın sadece orak çekiçli ve kızılyıldızlı bayraklarla alanları doldurmuşlardır. İsteyen ve arayan bu konularda çok zengin materyalleri arşivlerde bulabilir.
Bu arada birileri tarafından özellikle oluşturulmuş bir kahramandan da söz etmeden geçemeyeceğim. Bu kahramanın adı YILMAZ GÜNEY’dir. Yılmaz Güney hayranlarına sorsanız en az yarıdan çoğu onun neden hapse girdiğini ve neden yurt dışına kaçtığını bilmezler ve zannederler ki Yılmaz Güney ideolojik bir suç işlemiş ve zindana atılmış, özgürlüğü elinden alınmış, o da kaçarak yadellerde vatan hasreti ile vefat etmiştir. İşin esası ise şudur: Yılmaz Güney gece hayatını seven, hovarda, aşırı derecede alkol alan, şöhretin sarhoşu olmuş serseri bir Yeşilçam oyuncusudur. Bir gün Adana’da içkili bir yerde malum adı ile pavyonda eğlenmeye gider. Belinde silahı da vardır. Aynı pavyonda eğlenmekte olan Adana ili Yumurtalık ilçesi Hakimlerinden SEFA MUTLU ile (klasik pavyon tartışmasıdır, ne bakıyon, sen kimsin gibi taciz ve müdahaleler sonunda) çıkan tartışma sonunda tabancasını çeker ve SEFA MUTLU adındaki hakimi öldürür. Ve hali ile göz altına alınır, tutuklanır ve cinayetten hapse mahkum olur. Olay aynen böyle olduğu halde hala YILMAZ GÜNEY’i bir devrim kahramanı zanneden gencecik yavrularımız vardır.
Bir paragraf ta DOĞU PERİNÇEK için ayırmalıyım sanırım. Doğu Perinçek 12 eylül evvelinde de AYDINLIK dergisini çıkaran ayrıca HALKIN SESİ Maocu dergisini de çıkaran MAOCU fraksiyona dahil olmuş bir marksisttir. Aydınlık dergisi 12 eylül evvelinde yayınlanırken Aydınlık dergisinin bir sayısında TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ adı ile (TİİKP) illegal bir partinin Konya’da kongresi yapılır. İllegal olduğu için kod adı HÜSEYİN GAZİ olan şahıs DOĞU PERİNÇEK’tir. Partinin tüzüğü Aydınlık dergisinde yayınlanır. Kongrede HÜSEYİN GAZİ yoldaş genel başkan seçilmiştir. Partinin amblemi ise sol köşesinde bir yıldız olan orak çekiçtir. Kısa bir süre sonra ise legal olarak TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ kurulur. Bu parti bugünkü İŞÇİ PARTİSİNİN gerisindeki partidir. Ve doğal genel başkanaı da DOĞU PERİNÇEK'tir. Doğu Perinçek muhtelif fraksiyonlarda dolandıktan hatta PKK terör örgütüne kadar girmediği bulaşmadığı örgüt bırakmadıktan sonra son olarak ERGENEKON gibi ulusalcı bir örgütle ve elinde yıllar sonra ilk defa Türk bayrağı ile ortaya çıkmıştır. Yıllarca elinde orakçekiçli bayraklarla arz’ı endam eden DOĞU PERİNÇEK eline Türk bayrağını nihayet almıştır ancak gelişmeler onu göstermektedir ki bayrağı yüceltmek için değil aşağılamak için almıştır. İstismar etmek için almıştır.
Bu yazıya bir son vermek istiyorum ama kitaplar dolusu bilgiyi birkaç satırda verebilmek mümkün olmayacak. Bakın Aziz Nesin beyefendinin askeri lisedeki öğrenciliğinden itibaren neler neler yaptığına ve nasıl meşhur olduğuna, nasıl bir jurnalci olduğuna ve ahlaki zafiyetlerine dair bir dünya bilgiyi veremiyeceğim. Ama kaynak verebilirim. Türkiye Komünistlerinin Fikir Dergisi "KATKI" adı ile bir dönem çıkmış dergide SÜLEYMAN MIZRAK imzası ile çıkan "AZİZ NESİN diye biri" yazısını okumanızı tavsiye ederim.(orijinal dergi nüshası bende var) Mesela Meşhur Marksist HİKMET KIVILCIMLI’nın Bursa Cezaevinde RAGIP ERVARDAR isimli yoldaşın yeğeni 15 yaşındaki delikanlıya katı ortadoks Marksist inancı ile nasıl tecavüz ettiğini ve bu olayın bir DEVGENÇ bildirisine bile konu olabildiğini Aclan Sayılgan’ın TÜRKİYEDE SOL HAREKETLER kitabından ulaşabilirsiniz. Efendim daha ne diyeyim. Nadir Nadi’nin “iki Sovyet Rusya” isimli ARARAT yayınevinin çıkardığı gezi kitabından Sovyetlerdeki solun nasıl bir sol olduğunu öğrenebilirsiniz. Yine Ararat yayınlarından çıkan JEAN Baby’nin “en güzel dünya” kitabını okuyup Marksizmin gerçekteki ahlak ve toplum anlayışını ya da ahlaksızlığını irdeleyebilirsiniz.
Elbette söylenecek söz çok ama kısa bir yazıda ancak bu kadar söylenebilirdi diyor ve son olarak diyorum ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin dışarıda ve içerideki düşmanları her türlü çarpık düzen ve tezgahı kullanarak bizi dejenere etmek ve devlet ve millet olarak misyonumuzdan uzaklaştırmak için her renge girmekte ve düşmanlığını sürdürmektedir. Bu bağlamda asla ve asla siyasi görüş farklılıkları ya da dini ve etnik kimlik farklılıkları nedeniyle bu ülke insanına düşmanlık gütmek çağdaş ve insani olmadığı gibi bizim millet olarak inanç ve geleneklerimize de ters düşer.
Siyasi görüş ve düşüncemiz ne olursa olsun imanı olmayan İslam inancı olmayan hiçbir hareket bu coğrafyada yerleşemez ve bizden bir hareket olamaz. İnançsız insanlarımız olabilir ancak inançsızlık bir sistem olarak bu ülkeye asla yerleşemez.
Her milletin kendine has bir misyonu hedef ve idealleri vardır ve olmalıdır. İsrail Dünya devleti peşindedir. Keza pek çok millet dünya devleti olmak peşindedir. Yunanistan hala Makedonya devletini siyasi nedenlerden tanımamakta, hem Makedonya ve hem de ege kıyılarını genişleme sınırları içinde görmektedir. Rus emperyalizmi komunist enternasyonali Rusya İmparatorluğunun büyümesi için yıllarca istismar etmiştir. Türkün kızıl elması nedir, düşünülmeli araştırılmalı ve bulunmalıdır. Esasen ideolojiler milletlerin genişleme ve büyümelerinde bir araçtır amaç değildir. Bizim millet olarak olmazsa olmazımız öncelikle maneviyatımızdır.
Her ne sebeple olursa olsun tarihimize sövmek aşağılık bir şeydir. Tarihimizde Fatih kadar Kanuni, Osmangazi kadar Alparslan, Abdülhamit kadar Vahdettin, Yavuz kadar Atatürk aynı değere sahiptir. Hiç biri diğerinden önde olamaz. Hepsi bizimdir bize aittir. Dolayısı ile ne çağdaşlık adına padişahlarımıza, ne de din ya da milliyetçilik adına eleştiri sınırları dışına çıkıp Atatürk düşmanlığı yapmak fevkalade yanlıştır. Bu tip provakasyonlara karşı uyanık olunmalıdır.
Bu arada son olaylarla ilgili de birkaç şey söylemek şart olmuştur. Son günlerde ODTÜ deki protesto eylemleri ile birlikte üniversite gençliğinin ülke genelinde yeniden sokağa dökülmek istendiği görülmektedir. BU sıradan bir gelişme değişldir. Planlı bir harekettir. Öncesi ve belki şu an bilmediğimiz hedefleri vardır. Elbette bunu devletin istihbarat birimleri değerlendirecek ve gerekli istihbaratı yapacaktır. Ancak ben buçerçeve içinde az sayıdaki tezgahtar ve kışkırtıcı dışında kendini bir yerlere koyarak bir şeyleri sokaklarda slogan atmakla değiştirebileceğini, keza polise saldırmakla ülkeyi birilerinden kurtarabileceğini zanneden ve kendinde "HİMEN" gibi güçlü zanneden evlatlarımıza çok üzülüyorum. Onları 1960 tan bu yana sokaklarda koşturan gençlerin yaşayanlarının nerede ölenlerinin ise nerede olduğunu düşünmeye davet ediyorum. Bakınız ülkücü gençler kendi köşelerinde ne yapıyor ne ediyor bilemem ama en azından sokağa dökülmüyor. Bu konuda çok bilinçli davranan ve gençliği sokağa dökmeyen Sayın Devlet Bahçeli'ye takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum. Ve sağcı solcu ayırmaksızın diyorum ki: "Gençler düne bakın, evlatlarını kaybeden anne babaların, kardeşlerini kaybeden insanların acılarını bir düşünün, yakın tarihi, son 40 yılımızı bir inceleyin ve sokağa dökülenlerden geleceklerini kaybedenler ne kazandı, sakat kalanların ölenlerin öldüğüne ve hayatlarını verdiklerine değdi mi? O dönemlerde gençler kimin iktidarı için mücadele etti ve bugün kim iktidara geldi? Evet evet ülkücü ve devrimciler biribirini yedi "akıncı gençlik" kısaltılmışı ile "akgençlik" iktidar oldu. İster inanın ister inanmayın tablo budur." Sanırım meramımı anlatmışımdır.
12 mart evvelinde 68 kuşağı denen kuşağın özellikle Amerika ve Nato karşıtı eylemlerle başlayan kitle hareketleri sonrasında silahlı örgütlenmelere, ve polisle ve askerle silahlı çatışmalara dönüştü. O dönemdeki gençliğin tek müsbet yanı NATO ve Amerika karşıtı olması idi. Ancak bu söylemlerin devamında münhasıran Nato ve Amerika karşıtı olmak ve ardından Rusya(onlar inatla SSCB derdi) veya Çin yanlısı ve hatta Enver Hoca yanlısı olmak olmazsa olmazlar arasına girdi. 12 mart döneminde Deniz Gezmiş ve arkadaşları Amerikan karşıtlığı ile başlayan mücadelelerini Türkiye karşıtlığına dönüştürerek üniversite gençliğini kendi devleti ile bir savaşın içine soktular. Bu dönemde başlayan fraksiyonlar ayrışması ve çatışması 12 eylüle kadar devam etti. Bu ayrışmada Deniz Gezmiş ve arkadaşları, İbrahim Kaypakkaya, ve DDKD oluşumu ile Kürtçü bölücü hareketin de temeli atılmış oldu. Ancak burada gözden kaçmaması gereken olay şudur ki Türkiyedeki bu sol devrimci hareket ve karşısında oluşturulan sağ ülkücü hareket ve yanında oluşturulan milli görüşçü akıncı hareket bunlardan hiç birisi derin devlet dediğimiz kesimdeki bazı ekiplerin kontrolü dışına çıkamadı. 12 Mart muhtırasından ve askeri müdahalesinden sonra ilan edilen sıkıyönetim sonrasında silahlı direnişleri sırasında bazısı ölü ele geçirilen bu gençlerden üç tanesi de DENİZ GEZMİŞ, YUSUF ASLAN ve HÜSEYİN İNAN yargılanarak idama mahkum edildiler. Şimdi bu üç gencimizin idamı hak edip etmedikleri ayrı bir konu olarak tartışılabilir. Ancak bu üç genç adam öldürme ve silahlı eylemlere, asker ve polisimize kurşun atmaya kadar her eylemde bulundular. Yani kısaca ve sadece Dolmabahçede “altıncı filo defol” demekle yetinmediler. Altıncı filo niyetine Mehmetçiğe kurşun sıktılar.
12 mart sonrasında sular durulmuş gibi olsa da 1975-1976 larda başlayan hareketlenme üniversitelerde olayların yeniden alevlenmesine neden oldu. Okullar, semtler, caddeler, sokaklar, köyler kasabalar, kahveler paylaşıldı. Çok tehlikeli bir ayrışma yaşandı. Güvenlik kuvvetleri her nedense acze düştü ve her gün onlarca insanımız soldan ve sağdan katletilmeye başlandı. Özellikle Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in arasındaki sürtüşme ve çekişme topluma yansıdı. Alparslan Türkeş ise bu kardeş kavgasında sokaklardan çekilmeyi göze alamadı. Ve çekilmedi. Ancak burada ilginç olan sonradan ortaya çıkmıştır ve tesbit edilmiştir ki bazı katil silahlar hem soldan hem sağdan insanlarımızın katledilmesinde kullanılmıştır. Balistik raporları ile sabittir ki birileri aynı silahlarla hem sağdan hem soldan insanlarımızın katledilmesi için büyük ve hain bir oyun oynamışlardır.
Bu arada gözden uzak tutmamamız gereken bir gerçek te şudur. Hem 12 mart hem de 12 eylülde ortaya atılan devrimci gençlerimizin ideolojik eğitimleri gereği milli hiç bir şeyi tanımadıkları gibi Allah inançları da asla olmamıştır. Nitekim Deniz Gezmiş ve iki arkadaşları idam evvelinde dini telkin de istememişlerdir. Ve bu gençlerimiz İstanbul Beyazıt Kulesine kızıl bayrak çektikleri gibi 1980 evveli 1 mayıslarda alanlarda Türk bayrağı taşımaksızın sadece orak çekiçli ve kızılyıldızlı bayraklarla alanları doldurmuşlardır. İsteyen ve arayan bu konularda çok zengin materyalleri arşivlerde bulabilir.
Bu arada birileri tarafından özellikle oluşturulmuş bir kahramandan da söz etmeden geçemeyeceğim. Bu kahramanın adı YILMAZ GÜNEY’dir. Yılmaz Güney hayranlarına sorsanız en az yarıdan çoğu onun neden hapse girdiğini ve neden yurt dışına kaçtığını bilmezler ve zannederler ki Yılmaz Güney ideolojik bir suç işlemiş ve zindana atılmış, özgürlüğü elinden alınmış, o da kaçarak yadellerde vatan hasreti ile vefat etmiştir. İşin esası ise şudur: Yılmaz Güney gece hayatını seven, hovarda, aşırı derecede alkol alan, şöhretin sarhoşu olmuş serseri bir Yeşilçam oyuncusudur. Bir gün Adana’da içkili bir yerde malum adı ile pavyonda eğlenmeye gider. Belinde silahı da vardır. Aynı pavyonda eğlenmekte olan Adana ili Yumurtalık ilçesi Hakimlerinden SEFA MUTLU ile (klasik pavyon tartışmasıdır, ne bakıyon, sen kimsin gibi taciz ve müdahaleler sonunda) çıkan tartışma sonunda tabancasını çeker ve SEFA MUTLU adındaki hakimi öldürür. Ve hali ile göz altına alınır, tutuklanır ve cinayetten hapse mahkum olur. Olay aynen böyle olduğu halde hala YILMAZ GÜNEY’i bir devrim kahramanı zanneden gencecik yavrularımız vardır.
Bir paragraf ta DOĞU PERİNÇEK için ayırmalıyım sanırım. Doğu Perinçek 12 eylül evvelinde de AYDINLIK dergisini çıkaran ayrıca HALKIN SESİ Maocu dergisini de çıkaran MAOCU fraksiyona dahil olmuş bir marksisttir. Aydınlık dergisi 12 eylül evvelinde yayınlanırken Aydınlık dergisinin bir sayısında TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ adı ile (TİİKP) illegal bir partinin Konya’da kongresi yapılır. İllegal olduğu için kod adı HÜSEYİN GAZİ olan şahıs DOĞU PERİNÇEK’tir. Partinin tüzüğü Aydınlık dergisinde yayınlanır. Kongrede HÜSEYİN GAZİ yoldaş genel başkan seçilmiştir. Partinin amblemi ise sol köşesinde bir yıldız olan orak çekiçtir. Kısa bir süre sonra ise legal olarak TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ kurulur. Bu parti bugünkü İŞÇİ PARTİSİNİN gerisindeki partidir. Ve doğal genel başkanaı da DOĞU PERİNÇEK'tir. Doğu Perinçek muhtelif fraksiyonlarda dolandıktan hatta PKK terör örgütüne kadar girmediği bulaşmadığı örgüt bırakmadıktan sonra son olarak ERGENEKON gibi ulusalcı bir örgütle ve elinde yıllar sonra ilk defa Türk bayrağı ile ortaya çıkmıştır. Yıllarca elinde orakçekiçli bayraklarla arz’ı endam eden DOĞU PERİNÇEK eline Türk bayrağını nihayet almıştır ancak gelişmeler onu göstermektedir ki bayrağı yüceltmek için değil aşağılamak için almıştır. İstismar etmek için almıştır.
Bu yazıya bir son vermek istiyorum ama kitaplar dolusu bilgiyi birkaç satırda verebilmek mümkün olmayacak. Bakın Aziz Nesin beyefendinin askeri lisedeki öğrenciliğinden itibaren neler neler yaptığına ve nasıl meşhur olduğuna, nasıl bir jurnalci olduğuna ve ahlaki zafiyetlerine dair bir dünya bilgiyi veremiyeceğim. Ama kaynak verebilirim. Türkiye Komünistlerinin Fikir Dergisi "KATKI" adı ile bir dönem çıkmış dergide SÜLEYMAN MIZRAK imzası ile çıkan "AZİZ NESİN diye biri" yazısını okumanızı tavsiye ederim.(orijinal dergi nüshası bende var) Mesela Meşhur Marksist HİKMET KIVILCIMLI’nın Bursa Cezaevinde RAGIP ERVARDAR isimli yoldaşın yeğeni 15 yaşındaki delikanlıya katı ortadoks Marksist inancı ile nasıl tecavüz ettiğini ve bu olayın bir DEVGENÇ bildirisine bile konu olabildiğini Aclan Sayılgan’ın TÜRKİYEDE SOL HAREKETLER kitabından ulaşabilirsiniz. Efendim daha ne diyeyim. Nadir Nadi’nin “iki Sovyet Rusya” isimli ARARAT yayınevinin çıkardığı gezi kitabından Sovyetlerdeki solun nasıl bir sol olduğunu öğrenebilirsiniz. Yine Ararat yayınlarından çıkan JEAN Baby’nin “en güzel dünya” kitabını okuyup Marksizmin gerçekteki ahlak ve toplum anlayışını ya da ahlaksızlığını irdeleyebilirsiniz.
Elbette söylenecek söz çok ama kısa bir yazıda ancak bu kadar söylenebilirdi diyor ve son olarak diyorum ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin dışarıda ve içerideki düşmanları her türlü çarpık düzen ve tezgahı kullanarak bizi dejenere etmek ve devlet ve millet olarak misyonumuzdan uzaklaştırmak için her renge girmekte ve düşmanlığını sürdürmektedir. Bu bağlamda asla ve asla siyasi görüş farklılıkları ya da dini ve etnik kimlik farklılıkları nedeniyle bu ülke insanına düşmanlık gütmek çağdaş ve insani olmadığı gibi bizim millet olarak inanç ve geleneklerimize de ters düşer.
Siyasi görüş ve düşüncemiz ne olursa olsun imanı olmayan İslam inancı olmayan hiçbir hareket bu coğrafyada yerleşemez ve bizden bir hareket olamaz. İnançsız insanlarımız olabilir ancak inançsızlık bir sistem olarak bu ülkeye asla yerleşemez.
Her milletin kendine has bir misyonu hedef ve idealleri vardır ve olmalıdır. İsrail Dünya devleti peşindedir. Keza pek çok millet dünya devleti olmak peşindedir. Yunanistan hala Makedonya devletini siyasi nedenlerden tanımamakta, hem Makedonya ve hem de ege kıyılarını genişleme sınırları içinde görmektedir. Rus emperyalizmi komunist enternasyonali Rusya İmparatorluğunun büyümesi için yıllarca istismar etmiştir. Türkün kızıl elması nedir, düşünülmeli araştırılmalı ve bulunmalıdır. Esasen ideolojiler milletlerin genişleme ve büyümelerinde bir araçtır amaç değildir. Bizim millet olarak olmazsa olmazımız öncelikle maneviyatımızdır.
Her ne sebeple olursa olsun tarihimize sövmek aşağılık bir şeydir. Tarihimizde Fatih kadar Kanuni, Osmangazi kadar Alparslan, Abdülhamit kadar Vahdettin, Yavuz kadar Atatürk aynı değere sahiptir. Hiç biri diğerinden önde olamaz. Hepsi bizimdir bize aittir. Dolayısı ile ne çağdaşlık adına padişahlarımıza, ne de din ya da milliyetçilik adına eleştiri sınırları dışına çıkıp Atatürk düşmanlığı yapmak fevkalade yanlıştır. Bu tip provakasyonlara karşı uyanık olunmalıdır.
Bu arada son olaylarla ilgili de birkaç şey söylemek şart olmuştur. Son günlerde ODTÜ deki protesto eylemleri ile birlikte üniversite gençliğinin ülke genelinde yeniden sokağa dökülmek istendiği görülmektedir. BU sıradan bir gelişme değişldir. Planlı bir harekettir. Öncesi ve belki şu an bilmediğimiz hedefleri vardır. Elbette bunu devletin istihbarat birimleri değerlendirecek ve gerekli istihbaratı yapacaktır. Ancak ben buçerçeve içinde az sayıdaki tezgahtar ve kışkırtıcı dışında kendini bir yerlere koyarak bir şeyleri sokaklarda slogan atmakla değiştirebileceğini, keza polise saldırmakla ülkeyi birilerinden kurtarabileceğini zanneden ve kendinde "HİMEN" gibi güçlü zanneden evlatlarımıza çok üzülüyorum. Onları 1960 tan bu yana sokaklarda koşturan gençlerin yaşayanlarının nerede ölenlerinin ise nerede olduğunu düşünmeye davet ediyorum. Bakınız ülkücü gençler kendi köşelerinde ne yapıyor ne ediyor bilemem ama en azından sokağa dökülmüyor. Bu konuda çok bilinçli davranan ve gençliği sokağa dökmeyen Sayın Devlet Bahçeli'ye takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum. Ve sağcı solcu ayırmaksızın diyorum ki: "Gençler düne bakın, evlatlarını kaybeden anne babaların, kardeşlerini kaybeden insanların acılarını bir düşünün, yakın tarihi, son 40 yılımızı bir inceleyin ve sokağa dökülenlerden geleceklerini kaybedenler ne kazandı, sakat kalanların ölenlerin öldüğüne ve hayatlarını verdiklerine değdi mi? O dönemlerde gençler kimin iktidarı için mücadele etti ve bugün kim iktidara geldi? Evet evet ülkücü ve devrimciler biribirini yedi "akıncı gençlik" kısaltılmışı ile "akgençlik" iktidar oldu. İster inanın ister inanmayın tablo budur." Sanırım meramımı anlatmışımdır.