16 Ocak 2013 Çarşamba

KÜRT SORUNU EN MİLLİ VE ÖNCELİKLİ SORUNUMUZDUR


          Türkiye’nin son yıllardaki en önemli sorunu Kürt sorunudur. Güneşi görmemek güneşin olmadığını göstermediği gibi “ülkede Kürt sorunu yoktur” demekle de Kürt sorununun yok olmadığı geçen zaman içinde görülmüştür.

            Şimdi ise varlığı müştereken kabul edilen “Kürt sorununun nasıl çözülebileceğidir” gündemin en önemli konusu. Evet Kürt sorunu en baş ve milli sorunumuz olarak karşımızda aşılmaz bir dağ gibi durmaktadır. Evet bir dağı yok edemezsiniz ancak dağı aşma iradesinin varlığı ve dağı aşmak için sıradan bir patikanın oluşturulması dağın aşılmasına yetecektir. Kaldı ki o dağ yok etmemiz gereken bir tümsek değil bizim varlığımız ve mukaddes coğrafyamız üzerinde abide gibi duran tamamen bize ait bir vatan parçasıdır.

            Elbette Kürt sorunu üzerinde büyüklerimiz, resmi çevreler ve kurumlar kendilerine göre bir yol haritası çizmişlerdir. Bu konuda kitaplar ve makaleler yazmış değişik çevrelerden pek çok insanımız vardır. Bunlardan bir kısmı tamamen hamaset ve subjektiflik içinde fevkalade yanlış değerlendirmeler yapmışlar, “kart-kurt” tan kürt kelimesine ulaşmışlar, bir kısmı ise sadece ezeli ve ebedi Türk-İslam düşmanlarının gözü ile olaya bakarak olayı kendi lehlerine çevirmek ve değerlendirmek için her gayreti göstermişlerdir.

            Tabii bu çerçevede bizim de kendi adımıza söyleyeceklerimiz bizi bağlayacaktır. Ancak duygu ve düşüncelerimizi ve fikirlerimizi ilan etmek ve paylaşmak her vatandaş gibi bizim de en doğal hakkımız ve bir yerde görevimizdir de. Bu yazdıklarımıza kimse katılmak zorunda değildir. Bu bizim gördüğümüzdür hissettiğimizdir, kendi müşahedelerimiz ve tesbitlerimizdir.

            Bu kısa girişten sonra Kürt sorunu ile ilgili tesbit ve değerlendirmelerimi ana başlıklar ve maddeler halinde sıralayacağım. Kürt sorunu bu pencereden ve açıdan böyle görünmektedir:

            1-Kürtler ayrı bir ırktır ya da değildir ikilemine takılıp kalmanın hiçbir yararı yoktur. Kendini ayrı milletten kabul eden bir kişiyi ya da topluluğu zorla Türk milletine dahil etmek mümkün değildir. O bakımdan bu söylemden vazgeçmek lazımdır.

            2-Etnik manada kendini TÜRK hisseden ve Türk milletine mensubiyet duyan herkes Türk’tür. Türk kabul etmeyen de değildir. Ve herkesin dilediği etnik topluluğa mensup olduğunu kabul etmesi en çağdaş hakkıdır. Vatandaşlık açısından ise T.C vatandaşı olan ve olmak isteyen ve T.C kimliği taşıyan herkes Türk vatandaşı olup eşit manada anayasal vatandaşlık haklarına sahiptir.

            3-Türk vatandaşı olan ve T.C kimliği taşıyan herkes hangi etnik guruba mensup olduğuna inanırsa inansın ve mensup olursa olsun vatan, bayrak, dil ve marş konusunda devletin sınırlarına, bayrağına saygı duymak ve resmi eğitim dili olan Türkçeyi öğrenmek zorundadır.

            4-Türk vatandaşı olup ta farklı din, inanç ya da dil sahibi kişi ya da topluluklar dinleri, inançları ya da dilleri nedeniyle hor görülemez ve onların inançları ve dilleri devletin teminatı altındadır.

            5-Devlet, her farklı din ve dil sahibi topluluklara din ve dillerini öğrenmeleri konusunda gerekli şartları hazırlamak zorundadır.

            6-Hiçbir etnik ya da dini gurup devletin hükümranlık haklarına müdahale ve tecavüz mahiyetinde ayrı bölge, toprak, eyalet, semt ya da mahalle talebinde bulunamaz.

            7-Türkiye’ye yerleşmiş ve Türk vatandaşlığına geçmiş Alman, Fransız ve İngiliz ve sair devlet vatandaşları dahil bütün T.C vatandaşlarının her türlü hakları ve görevleri vatandaşlık hukuku çerçevesinde eşit olarak verilmiş ve dağıtılmıştır. Ancak hiçbir hak, resmi dil Türkçeyi, sınırlarımızı ve bayrağımızı ve milli marşımızı değiştirmek ya da kaldırmak ya da geçersiz kılmak anlamında kullanılamaz. Ancak Türklük dışında başka bir etnik köke bağlı olduğuna inanan kimseye hiçbir şekilde zorla ve sözle de olsa  “Türklük” dayatılmaz.  

            Yukarıda yedi madde yazılmıştır. Uzatmak ve yeni şeyler eklemek olayı daha da anlaşılmaz hale getirecektir. Türkiye’de görünen tablo şudur ki yüzlerce yıllık Anadolu tarihindeki savaş ve mücadeleler sonunda ortadoğuda 600 yıllık bir Osmanlı hakimiyeti sırasında;

            -Osmanlı aynen yukarıda açıkladığımız gibi, ne din ne de dil dayatmasında bulunmamış, tebayı din ve dilde tamamen özgür bırakmış, etnik olarak ta bütün din ve dili farklı olan tebada bir “Osmanlı” mensubiyeti oluşmuştur. Nitekim ABD tarihimizdeki  bu güzel uygulamayı hayata geçirmiş ve etnik olarak “Amerikan” ırkı olmamakla birlikte ABD Osmanlıdan ilham alarak bir “Amerikan vatandaşlığı” yani “Amerikalılık” oluşturmuş  olup çok uluslu bir imparatorluk kurmuştur.

            -Sovyetler Birliği ise baskı ile çok uluslu bir Marksist imparatorluk kurmuş ise de bu baskı ve korku imparatorluğu 100 yaşına kadar bile yaşayamamıştır.

            -Osmanlı İmparatorluğu kendi sınırları içinde baskı uygulamadığı gibi sınırları dışında da tam bir hak ve adalet anlayışını gaye edindiğinden 600 yıl gibi bir süre ayakta kalabilmiştir.

            -Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan devletimiz ezeli düşmanlarının saldırılarından kurtulamamıştır. Avrupada onca birbirine yabancı ve hatta düşman devlet arasında AVRUPA BİRLİĞİ  gibi bir birlikteliğe giderek aralarındaki sınırları bile kaldırmak isteyen Avrupalı irade, sıra Anadolu’ya gelince, T.C devletini A.B ye almakta direndiği gibi Anadolu’yu tıpkı Sevr anlaşmasında olduğu gibi dilim dilim dilmek, Kürdistan, Ermenistan, kuzeyde Pontus devletinin ihyası, Laz etnisitesinin ihyası ve yabancılaştırılması, bir Türkmen mezhebi ve inancı olan Anadolu Aleviliğini ayrı din  gibi kabul ettirerek 600 yıl Avrupa’ya diz çöktüren Osmanlının torunlarından savaşın rövanşını almak istemektedir.

            -Ancak bunca yıllık ajitasyondan bugüne gelebilen PKK gibi taşaron bir örgütten başkası değildir. Kürt kardeşlerimiz ezici bir çoğunlukla devletten ve birlikten yana olup ayrılıkçı değildir ve olmamıştır. Bütün aklıselim Kürtlerin bu gerçeği görmeleri gerekir.

            600 yıllık bir birliktelik sonunda özellikle ortadoğu ve Mezopotamya denen coğrafyada yaşayan topluluklar içinde;

            1-Aslı Kürt olup ta Kürtçeyi unutmuş Kürtler. Bu kesim birkaç dilime ayrılır. Bir kısmı kendini Türk zannetmektedir, bir kısmı Arap zannetmektedir. Dolayısı ile bir kısmı Arapça bir kısmı Türkçeyi kullanmaktadır ama aslında kürttür. Bir kısmı da Kürt olduğunu bilmekte ama yine Kürtçeyi bilmemekte Türkçe ya da Arapça dilini bilmektedir.

            2-Aslı Türk olup ta Türkçeyi unutmuş Türkler. Bu kesim de birkaç dilime ayrılır aynı şekilde. Bir kısmı kendini Arap bir kısmı ise Kürt zannetmektedir. Dolayısı ile Kürtçe ya da Arapça dilini kullanmaktadır. Bir kısmı da yine aynı şekilde Türk olduğunu bilmektedir fakat Türkçe dilini unutmuştur.

            3-Aslı Arap olup ta Arapçayı unutmuş Araplar. Bunlar ise ya Kürtçe ya da Türkçeyi kullanmaktadır. Arap olduğunu da bilen  de bilmeyen de vardır.

            Yukarıda sıraladığımız gibi Kürt Türk ve Araplar arasında bir de evlenmeler ve kız alıp vermeler nedeniyle bir yanı Arap ya da Kürt ya da Türk diğer yanı yine Arap ya da Kürt ya da Türk olan pek çok insanımız bu coğrafyada yaşamaktadır. Türkiye açısından ise bir başka gerçek şudur ki özellikle Kürdistan yapılmak istenen doğu ve güneydoğu bölgemizde yaşayan Kürt nüfus ülkedeki genel Kürt nüfusun 1/3 ini geçmemektedir. Bu durumda, bir türlü doğu ya da güneydoğuda kürt nüfus için otonom ya da bağımsız bir bölge talebi ile bunun gerçekleşmesi halinde T.C devletindeki Kürt nüfusun 2/3 ünün akıbeti fevkalade belirsiz bir hal alacaktır. Yani örneğin Mersin’de ya da İstanbul’da veya Adana’da veya İzmir’de veya Manisa’da Kürt kimliği ile güneydoğuda ayrı vatan talebinde bulunanlar taleplerini velev ki almaları halinde yaşadıkları yerde vatansız kalmayacaklar mıdır? Kürt ve Türkler arasındaki evlenmeler sonucu oluşmuş akrabalıkların sonu ne olacaktır?

            Bütün bunların aklı selimle düşünülüp hesaplanması gerekir. Sonuçta geldiğimiz nokta şudur ki Anadolu coğrafyasında yeni bir bölünme ve ayrışma asla mümkün değildir. Ancak bu asla ve asla Türkiye’deki Müslüman ve Türk kimliği dışında kimlikler olmadığı anlamına gelmez. Başta da belirttiğimiz gibi T.C devleti Osmanlı bakiyesi olmakla bir küçük Osmanlı Cumhuriyetidir aslında. T.C devletini etnik olarak sadece ve sadece TÜRK kimliğine hasretmek asla mümkün değildir. Hal böyle ise devletin üniter yapısının da yeniden sorgulanması ve tanımlanması da gerekebilir ve vatandaşlık statüsünün yeniden tarifi gerekebilir. Korkunun ecele faydası yoktur. Büyümenin, büyük devlet olmanın yolu çatıyı büyütmekten ve vatandaşını etnik ve dini kimliği ile kucaklamaktan geçer.

            Bir kesimde ise gözlemlediğim şudur. Hala birilerinin aklında bütün Türkleri Anadolu coğrafyasına almak ve hapsetmek, Anadolu’yu etnik manada hijyen bir Türk Cumhuriyeti olarak dizayn etmek gibi bir düşünce vardır. Mesela Musul Kerkük Türklerini mübadele ile almak, yerine mesela mesela doğu ve güneydoğudaki Kürtleri göndermek, doğu ve güneydoğudan bir parçayı koparmak pahasına Anadolu’nun diğer bölgelerindeki bütün Kürtleri sürüp bu yeni vatanlarına hapsetmek gibi olmaz hayaller ya da düşünceler içindedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kısa tarihinin hiçbir döneminde ne batı Trakya’dan ne de Bulgaristan’dan, ne de başkaca dünya coğrafyasındaki bölgelerden özellikle Musul Kerkük’ten asla göç kabul etmemiştir. Bunun nedeni şudur ki Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı coğrafyasındaki hükümranlık haklarından asla vazgeçmemiştir. Bunun tersini düşünmek ise büyüme yerine küçülmeye razı olmak demektir. Fakat Anadolu Türklüğü sürekli Türkistan’dan, Azerbaycan’dan, Türkmenistan’dan, Kazakistan’dan göç almış ve Anadoludaki Türk nüfus orta Asya takviyesi ile güçlenmiştir. Bunu da asla göz ardı edemeyiz.

            Olayın bir başka boyutu da şudur ki Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın nizasız hilafsız desteklediğim ve her fırsatta dile getirdiğim söylemi “EN AZ ÜÇ ÇOCUK” sloganı pek çok kesimce ıskalanmış bir söylemdir. Eğer Türkiye Cumhuriyetinde en az üç değil en az dört çocuk söylemi hayata geçirilemezse çok yakın bir gelecekte Avrupa’nın yaşamakta olduğu yaşlılık hastalığı Türkiye’yi de saracaktır.  Dünyanın en büyük devleti konumundaki Amerika Birleşik Devletleri ise kendi içinde çok çocukluluğu özellikle teşvik ettiği gibi her yıl değişik yollarla kabul ettiği göçmen sayısı ile nüfusunu gençleştirmekte ve çoğaltmaktadır. Aynı Amerika’nın Türkiye’de ve başkaca ülkelerde doğum kontrolünü özellikle teşvik ve sübvanse etmesinin nedeni nedir biliyor musunuz? Güdebileceği kadar sürü sahibi olmak. Amerika çobanı artırmak ve sürüyü kontrol altında tutmak istemektedir. Amerika ve batı kendi kontrolü altında olduğunu düşündüğü Kürtler için ise ne doğum kontrolü ne de nüfus planlaması asla düşünmemiştir. Çünkü Amerika ve batı Türk-İslam dünyasına karşı aynı Ortadoğu coğrafyasında  birden çok ülkeye yayılmış olan Kürtleri taşaron tetikçi olarak kullanmak düşüncesindedir ve kullanmaktadır da. Türkiye’deki Kürt kardeşlerimiz şu gerçeğin farkına varmalıdır ki daha dün Amerika’nın, Irak’ın harim’i ismetine saldırmasında Amerika ile işbirliği yapan kuzey Irak’taki Kürtler bugün sırtlarını Türkiye’ye dayamak istemektedirler. Çünkü onları Arapların intikamcı saldırılarından koruyabilecek yegane güç Türkiye’dir Amerika değil. Öte yandan güney Azerbaycan’ı işgal altında tutup en az yirmibeş milyon Azeri nüfusu barındıran İran yarın şartlar değiştiğinde ve İran’daki Kürtlerin üstüne çöktüğünde onların haklarını kim müdafaa edecektir? Kısaca ortadoğuda güçlü ve dost ve kardeş bir Türkiye’nin varlığı  Kürt varlığının devamı için en büyük olmazsa olmaz teminattır.

            Umarım ve dilerim hem devleti ve halkı ile Türk Milleti hem de aynı inanca, kültüre ve tarihe sahip olduğumuz ve binlerce yıl kaderlerimizi birleştirip hiç ayrılmadığımız Kürt kardeşlerimiz akıl ve vicdanlarına danışarak kardeşliğin ve birlikteliğin yegane çözüm olduğunun şuuru ile her türlü kin ve nefreti bir yana bırakarak kucaklaşma gününün geldiğini görecektir. Bütün temennim ve duam budur.    

9 Ocak 2013 Çarşamba

TERÖRLE MÜCADELEYE “EVET” MÜZAKEREYE MİLYON KERE “HAYIR”

          Son günlerde gündeme oturan İmralı, BDP ve PKK ile mücadelenin  yerini alan müzakere süreci karşısında susmak değil konuşmak zamanıdır düşüncesi ile aldım kalemi elime, belki yarınlarda elimize silah almak zorunda kalacağız ki gün günden kötü gelmekle süreç oraya doğru gitmekte gibi geliyor bana…  olur ya boynu kravatlı teröristler her gün TBMM de özgürce yeni ihanet nutukları atarken belki birileri de kapımı çalıp onlar yerine benim yakama yapışmaya kalkabilir kanun adına… olsun dün dedelerimiz kanıyla canıyla hayat verdiler bu mübarek vatana, bugün şehidlerimiz kanları ile sulamakta, elbette yarınlarda da bizler ve bizim çocuklarımız canları ve kanları ile bu bedeli ödemeye devam edeceklerdir. Aksi halde vatan vatan olmaktan çıkabilir ya da bu bedeli ödediklerini iddia edenler  kendileri için de bir vatan talebinde bulunabilirler. Nitekim bugün PKK nın yaptığı budur. Bu bedeli ödediği düşüncesi ile Türkiye Cumhuriyeti devletinden vatan talep etmekteler. Ben inanıyorum ki yapılacak müzakere bunun müzakeresidir.
            İşte tam da zamanıdır düşüncesi ile bir görev addederek düşüncelerimi ve endişelerimi ve tekliflerimi ilan ediyorum:
            -terörü ve akan kanı durdurmak gibi bir niyetle yapılması gereken teröristle müzakere değil muhatap kabul edilen kişi ya da kurumlarla mücadeleyi en üst düzeye çıkarmaktır.
            -dolayısı ile mücadeleye son verip müzakere masasına oturmaya kalkmak en asgari ifadesi ile gaflet olup neticede ihanetin en üst versiyonudur.
            -gelişmeler karşısında devlet, derhal devlet olmanın gereği olarak müzakere sürecinin imkansızlığını görerek mücadeleye hız vermelidir. Bu çerçevede:
            1-İhanet iradesinden beslenen terörle ve teröristle mücadelede tam bir seferberlik ilan edilmelidir.
            2-PKK nın meclisteki versiyonu olan BDP derhal kapatılmalı, BDP nin ve BDP de yönetici konumundaki tüm kadronun ve birinci derece akrabalarının malvarlıkları dondurulmalıdır.
            3-BDP ile irtibatını resmi ve gayrıresmi kesmeyen tüm kamu görevlileri görevden alınmalı ve malvarlıkları dondurulmalıdır. Haklarında aşağıdaki 5.maddeye göre işlem yapılmalıdır.
            4-Ülke içindeki ve dışındaki tüm terör ve terörist kampları yerle bir edilmeli bu operasyon bu kamplardaki hayat belirtisi yok olana kadar devam etmelidir.
            5-Bu icraatlarla ilgili olarak meclisten çıkarılması gereken kanunlar derhal çıkarılmalı ve yürürlüğe konmalıdır. Bu çerçevede idam cezası geri getirilmeli ve Abdullah Öcalan hakkınndaki idam cezası derhal infaz edilmelidir. Ve çıkarılacak yeni bir kanun ile devlete iltica eden, bilcümle cürümlerini ikrar ve itiraf eden ve gerçek manada pişman olduğunu açıkça ilan ve tövbe eden yurt içindeki ve dışındaki kürt vatandaşlarımız bu uygulamaların dışında tutulmak kayıt ve şartı ile dünden bugüne PKK terörü nedeniyle devletin ve milletin uğradığı maddi zarar ve şehidlerin kan bedeli PKK lı BDP li ve KCK lı ve DTK li hainlerin kendilerinden ve ailelerinin dondurulacak malvarlığından tahsil olunmalıdır.
            6-Doğu ve güneydoğu bölgemizdeki belli başlı aşiret reisleri ve kanaat önderlerinden oluşturulacak bir heyet ile gerekli görülen her türlü müzakereler başlatılmalı ve hatta bu heyet ile sürekli istişare halinde olunmalı vatandaşlarımızın her türlü dert sıkıntı ve talepleri hür ve müsbet bir ortamda tartışılmalı ve yerine getirilmelidir.
            7-İktidar partisi olan AKPARTİ içindeki PKK ağzı ile konuşan ve PKK nın ve BDP nin talepleri paralelinde tavır koyan ne kadar milletvekili var ise tamamı bu partiden ihraç edilmelidir. Sayın Başbakanımızın vatanseverliğinden zerrece şüphem yoktur ancak parti içinden ya da dışından birileri ya da okyanus ötesinden bu yana bir kısım zevatın telkin ve tavsiyeleri Başbakanımızı mücadele iradesinden müzakere iradesine doğru çekmiştir.
            8-Devletin hükümranlık haklarının ve alanının tartışılmayacağı, en azından tartışmanın bir adabı ve edebi olduğu gerçeği dost düşman herkese anlayacakları bir dille anlatılmalıdır.
            9-Unutmayalım ki 40 senedir  terörü ve teröristi besleyen ve terörü sektörleştiren, Ankara’da iç siyasette aktörlük yaparak devletin dengeleri ile oyuncak gibi oynarken bugün Silivri’de hesap verenlere yüzümüzü dönerek kazanacağımız hiçbir şey yoktur. Dolayısı ile çözüm Silivri ile kucaklaşmakta değil milletin bir bütün olarak sesine kulak vermektedir.
            Bu millet ne badireler atlatmıştır. Yedi düvele karşı yüzlerce yıl savaşmıştır. Üçbuçuk soysuzla baş edecek gücü elbette vardır. Ondan hiçbir şüphemiz yoktur. Umarız akan kan devletin basireti ve dirayeti ile durur ve yetmişiki buçuk milleti üç kıtada kardeşçe bir arada yaşatmasını başaran ecdadın torunları olarak Anadolu coğrafyasın da bir bütün olarak bir arada yaşamaya devam ederiz.