Türkiye’nin son yıllardaki en
önemli sorunu Kürt sorunudur. Güneşi görmemek güneşin olmadığını göstermediği
gibi “ülkede Kürt sorunu yoktur” demekle de Kürt sorununun yok olmadığı geçen
zaman içinde görülmüştür.
Şimdi
ise varlığı müştereken kabul edilen “Kürt sorununun nasıl çözülebileceğidir” gündemin
en önemli konusu. Evet Kürt sorunu en baş ve milli sorunumuz olarak karşımızda
aşılmaz bir dağ gibi durmaktadır. Evet bir dağı yok edemezsiniz ancak dağı aşma
iradesinin varlığı ve dağı aşmak için sıradan bir patikanın oluşturulması dağın
aşılmasına yetecektir. Kaldı ki o dağ yok etmemiz gereken bir tümsek değil
bizim varlığımız ve mukaddes coğrafyamız üzerinde abide gibi duran tamamen bize
ait bir vatan parçasıdır.
Elbette
Kürt sorunu üzerinde büyüklerimiz, resmi çevreler ve kurumlar kendilerine göre
bir yol haritası çizmişlerdir. Bu konuda kitaplar ve makaleler yazmış değişik
çevrelerden pek çok insanımız vardır. Bunlardan bir kısmı tamamen hamaset ve
subjektiflik içinde fevkalade yanlış değerlendirmeler yapmışlar, “kart-kurt”
tan kürt kelimesine ulaşmışlar, bir kısmı ise sadece ezeli ve ebedi Türk-İslam
düşmanlarının gözü ile olaya bakarak olayı kendi lehlerine çevirmek ve
değerlendirmek için her gayreti göstermişlerdir.
Tabii
bu çerçevede bizim de kendi adımıza söyleyeceklerimiz bizi bağlayacaktır. Ancak
duygu ve düşüncelerimizi ve fikirlerimizi ilan etmek ve paylaşmak her vatandaş
gibi bizim de en doğal hakkımız ve bir yerde görevimizdir de. Bu yazdıklarımıza
kimse katılmak zorunda değildir. Bu bizim gördüğümüzdür hissettiğimizdir, kendi
müşahedelerimiz ve tesbitlerimizdir.
Bu
kısa girişten sonra Kürt sorunu ile ilgili tesbit ve değerlendirmelerimi ana
başlıklar ve maddeler halinde sıralayacağım. Kürt sorunu bu pencereden ve
açıdan böyle görünmektedir:
1-Kürtler
ayrı bir ırktır ya da değildir ikilemine takılıp kalmanın hiçbir yararı yoktur.
Kendini ayrı milletten kabul eden bir kişiyi ya da topluluğu zorla Türk
milletine dahil etmek mümkün değildir. O bakımdan bu söylemden vazgeçmek
lazımdır.
2-Etnik
manada kendini TÜRK hisseden ve Türk milletine mensubiyet duyan herkes Türk’tür.
Türk kabul etmeyen de değildir. Ve herkesin dilediği etnik topluluğa mensup olduğunu
kabul etmesi en çağdaş hakkıdır. Vatandaşlık açısından ise T.C vatandaşı olan
ve olmak isteyen ve T.C kimliği taşıyan herkes Türk vatandaşı olup eşit manada anayasal
vatandaşlık haklarına sahiptir.
3-Türk
vatandaşı olan ve T.C kimliği taşıyan herkes hangi etnik guruba mensup olduğuna
inanırsa inansın ve mensup olursa olsun vatan, bayrak, dil ve marş konusunda
devletin sınırlarına, bayrağına saygı duymak ve resmi eğitim dili olan Türkçeyi
öğrenmek zorundadır.
4-Türk
vatandaşı olup ta farklı din, inanç ya da dil sahibi kişi ya da topluluklar
dinleri, inançları ya da dilleri nedeniyle hor görülemez ve onların inançları
ve dilleri devletin teminatı altındadır.
5-Devlet,
her farklı din ve dil sahibi topluluklara din ve dillerini öğrenmeleri
konusunda gerekli şartları hazırlamak zorundadır.
6-Hiçbir
etnik ya da dini gurup devletin hükümranlık haklarına müdahale ve tecavüz
mahiyetinde ayrı bölge, toprak, eyalet, semt ya da mahalle talebinde bulunamaz.
7-Türkiye’ye
yerleşmiş ve Türk vatandaşlığına geçmiş Alman, Fransız ve İngiliz ve sair
devlet vatandaşları dahil bütün T.C vatandaşlarının her türlü hakları ve
görevleri vatandaşlık hukuku çerçevesinde eşit olarak verilmiş ve
dağıtılmıştır. Ancak hiçbir hak, resmi dil Türkçeyi, sınırlarımızı ve bayrağımızı
ve milli marşımızı değiştirmek ya da kaldırmak ya da geçersiz kılmak anlamında
kullanılamaz. Ancak Türklük dışında başka bir etnik köke bağlı olduğuna inanan
kimseye hiçbir şekilde zorla ve sözle de olsa “Türklük” dayatılmaz.
Yukarıda
yedi madde yazılmıştır. Uzatmak ve yeni şeyler eklemek olayı daha da anlaşılmaz
hale getirecektir. Türkiye’de görünen tablo şudur ki yüzlerce yıllık Anadolu tarihindeki
savaş ve mücadeleler sonunda ortadoğuda 600 yıllık bir Osmanlı hakimiyeti
sırasında;
-Osmanlı
aynen yukarıda açıkladığımız gibi, ne din ne de dil dayatmasında bulunmamış,
tebayı din ve dilde tamamen özgür bırakmış, etnik olarak ta bütün din ve dili
farklı olan tebada bir “Osmanlı” mensubiyeti oluşmuştur. Nitekim ABD tarihimizdeki
bu güzel uygulamayı hayata geçirmiş ve
etnik olarak “Amerikan” ırkı olmamakla birlikte ABD Osmanlıdan ilham alarak bir
“Amerikan vatandaşlığı” yani “Amerikalılık” oluşturmuş olup çok uluslu bir imparatorluk kurmuştur.
-Sovyetler
Birliği ise baskı ile çok uluslu bir Marksist imparatorluk kurmuş ise de bu
baskı ve korku imparatorluğu 100 yaşına kadar bile yaşayamamıştır.
-Osmanlı
İmparatorluğu kendi sınırları içinde baskı uygulamadığı gibi sınırları dışında
da tam bir hak ve adalet anlayışını gaye edindiğinden 600 yıl gibi bir süre
ayakta kalabilmiştir.
-Osmanlı
İmparatorluğunun bakiyesi olan devletimiz ezeli düşmanlarının saldırılarından
kurtulamamıştır. Avrupada onca birbirine yabancı ve hatta düşman devlet
arasında AVRUPA BİRLİĞİ gibi bir
birlikteliğe giderek aralarındaki sınırları bile kaldırmak isteyen Avrupalı
irade, sıra Anadolu’ya gelince, T.C devletini A.B ye almakta direndiği gibi
Anadolu’yu tıpkı Sevr anlaşmasında olduğu gibi dilim dilim dilmek, Kürdistan,
Ermenistan, kuzeyde Pontus devletinin ihyası, Laz etnisitesinin ihyası ve
yabancılaştırılması, bir Türkmen mezhebi ve inancı olan Anadolu Aleviliğini ayrı
din gibi kabul ettirerek 600 yıl Avrupa’ya
diz çöktüren Osmanlının torunlarından savaşın rövanşını almak istemektedir.
-Ancak
bunca yıllık ajitasyondan bugüne gelebilen PKK gibi taşaron bir örgütten
başkası değildir. Kürt kardeşlerimiz ezici bir çoğunlukla devletten ve
birlikten yana olup ayrılıkçı değildir ve olmamıştır. Bütün aklıselim Kürtlerin
bu gerçeği görmeleri gerekir.
600 yıllık bir birliktelik sonunda özellikle ortadoğu ve Mezopotamya denen
coğrafyada yaşayan topluluklar içinde;
1-Aslı Kürt olup ta Kürtçeyi unutmuş Kürtler. Bu kesim birkaç dilime ayrılır. Bir kısmı
kendini Türk zannetmektedir, bir kısmı Arap zannetmektedir. Dolayısı ile bir
kısmı Arapça bir kısmı Türkçeyi kullanmaktadır ama aslında kürttür. Bir kısmı
da Kürt olduğunu bilmekte ama yine Kürtçeyi bilmemekte Türkçe ya da Arapça
dilini bilmektedir.
2-Aslı Türk olup ta Türkçeyi unutmuş Türkler. Bu kesim de birkaç dilime ayrılır aynı
şekilde. Bir kısmı kendini Arap bir kısmı ise Kürt zannetmektedir. Dolayısı ile
Kürtçe ya da Arapça dilini kullanmaktadır. Bir kısmı da yine aynı şekilde Türk
olduğunu bilmektedir fakat Türkçe dilini unutmuştur.
3-Aslı Arap olup ta Arapçayı unutmuş Araplar. Bunlar ise ya Kürtçe ya da Türkçeyi
kullanmaktadır. Arap olduğunu da bilen
de bilmeyen de vardır.
Yukarıda
sıraladığımız gibi Kürt Türk ve Araplar arasında bir de evlenmeler ve kız alıp
vermeler nedeniyle bir yanı Arap ya da Kürt ya da Türk diğer yanı yine Arap ya
da Kürt ya da Türk olan pek çok insanımız bu coğrafyada yaşamaktadır. Türkiye
açısından ise bir başka gerçek şudur ki özellikle Kürdistan yapılmak istenen
doğu ve güneydoğu bölgemizde yaşayan Kürt nüfus ülkedeki genel Kürt nüfusun 1/3
ini geçmemektedir. Bu durumda, bir türlü doğu ya da güneydoğuda kürt nüfus için
otonom ya da bağımsız bir bölge talebi ile bunun gerçekleşmesi halinde T.C
devletindeki Kürt nüfusun 2/3 ünün akıbeti fevkalade belirsiz bir hal
alacaktır. Yani örneğin Mersin’de ya da İstanbul’da veya Adana’da veya İzmir’de
veya Manisa’da Kürt kimliği ile güneydoğuda ayrı vatan talebinde bulunanlar
taleplerini velev ki almaları halinde yaşadıkları yerde vatansız kalmayacaklar
mıdır? Kürt ve Türkler arasındaki evlenmeler sonucu oluşmuş akrabalıkların sonu
ne olacaktır?
Bütün
bunların aklı selimle düşünülüp hesaplanması gerekir. Sonuçta geldiğimiz nokta
şudur ki Anadolu coğrafyasında yeni bir bölünme ve ayrışma asla mümkün
değildir. Ancak bu asla ve asla Türkiye’deki Müslüman ve Türk kimliği dışında
kimlikler olmadığı anlamına gelmez. Başta da belirttiğimiz gibi T.C devleti
Osmanlı bakiyesi olmakla bir küçük Osmanlı Cumhuriyetidir aslında. T.C
devletini etnik olarak sadece ve sadece TÜRK kimliğine hasretmek asla mümkün değildir.
Hal böyle ise devletin üniter yapısının da yeniden sorgulanması ve tanımlanması
da gerekebilir ve vatandaşlık statüsünün yeniden tarifi gerekebilir. Korkunun ecele
faydası yoktur. Büyümenin, büyük devlet olmanın yolu çatıyı büyütmekten ve vatandaşını
etnik ve dini kimliği ile kucaklamaktan geçer.
Bir
kesimde ise gözlemlediğim şudur. Hala birilerinin aklında bütün Türkleri
Anadolu coğrafyasına almak ve hapsetmek, Anadolu’yu etnik manada hijyen bir
Türk Cumhuriyeti olarak dizayn etmek gibi bir düşünce vardır. Mesela Musul
Kerkük Türklerini mübadele ile almak, yerine mesela mesela doğu ve
güneydoğudaki Kürtleri göndermek, doğu ve güneydoğudan bir parçayı koparmak
pahasına Anadolu’nun diğer bölgelerindeki bütün Kürtleri sürüp bu yeni
vatanlarına hapsetmek gibi olmaz hayaller ya da düşünceler içindedir. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti kısa tarihinin hiçbir döneminde ne batı Trakya’dan ne de
Bulgaristan’dan, ne de başkaca dünya coğrafyasındaki bölgelerden özellikle
Musul Kerkük’ten asla göç kabul etmemiştir. Bunun nedeni şudur ki Türkiye
Cumhuriyeti Osmanlı coğrafyasındaki hükümranlık haklarından asla
vazgeçmemiştir. Bunun tersini düşünmek ise büyüme yerine küçülmeye razı olmak
demektir. Fakat Anadolu Türklüğü sürekli Türkistan’dan, Azerbaycan’dan,
Türkmenistan’dan, Kazakistan’dan göç almış ve Anadoludaki Türk nüfus orta Asya
takviyesi ile güçlenmiştir. Bunu da asla göz ardı edemeyiz.
Olayın
bir başka boyutu da şudur ki Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın nizasız
hilafsız desteklediğim ve her fırsatta dile getirdiğim söylemi “EN AZ ÜÇ ÇOCUK”
sloganı pek çok kesimce ıskalanmış bir söylemdir. Eğer Türkiye Cumhuriyetinde
en az üç değil en az dört çocuk söylemi hayata geçirilemezse çok yakın bir
gelecekte Avrupa’nın yaşamakta olduğu yaşlılık hastalığı Türkiye’yi de
saracaktır. Dünyanın en büyük devleti
konumundaki Amerika Birleşik Devletleri ise kendi içinde çok çocukluluğu
özellikle teşvik ettiği gibi her yıl değişik yollarla kabul ettiği göçmen
sayısı ile nüfusunu gençleştirmekte ve çoğaltmaktadır. Aynı Amerika’nın Türkiye’de
ve başkaca ülkelerde doğum kontrolünü özellikle teşvik ve sübvanse etmesinin
nedeni nedir biliyor musunuz? Güdebileceği kadar sürü sahibi olmak. Amerika
çobanı artırmak ve sürüyü kontrol altında tutmak istemektedir. Amerika ve batı
kendi kontrolü altında olduğunu düşündüğü Kürtler için ise ne doğum kontrolü ne
de nüfus planlaması asla düşünmemiştir. Çünkü Amerika ve batı Türk-İslam
dünyasına karşı aynı Ortadoğu coğrafyasında birden çok ülkeye yayılmış olan Kürtleri
taşaron tetikçi olarak kullanmak düşüncesindedir ve kullanmaktadır da. Türkiye’deki
Kürt kardeşlerimiz şu gerçeğin farkına varmalıdır ki daha dün Amerika’nın, Irak’ın
harim’i ismetine saldırmasında Amerika ile işbirliği yapan kuzey Irak’taki
Kürtler bugün sırtlarını Türkiye’ye dayamak istemektedirler. Çünkü onları
Arapların intikamcı saldırılarından koruyabilecek yegane güç Türkiye’dir
Amerika değil. Öte yandan güney Azerbaycan’ı işgal altında tutup en az yirmibeş
milyon Azeri nüfusu barındıran İran yarın şartlar değiştiğinde ve İran’daki Kürtlerin
üstüne çöktüğünde onların haklarını kim müdafaa edecektir? Kısaca ortadoğuda güçlü
ve dost ve kardeş bir Türkiye’nin varlığı Kürt varlığının devamı için en büyük olmazsa
olmaz teminattır.
Umarım
ve dilerim hem devleti ve halkı ile Türk Milleti hem de aynı inanca, kültüre ve tarihe sahip olduğumuz ve binlerce yıl kaderlerimizi birleştirip hiç ayrılmadığımız Kürt kardeşlerimiz akıl
ve vicdanlarına danışarak kardeşliğin ve birlikteliğin yegane çözüm olduğunun
şuuru ile her türlü kin ve nefreti bir yana bırakarak kucaklaşma gününün
geldiğini görecektir. Bütün temennim ve duam budur.