Osmanlı
İmparatorluğunun tasfiyesi ve sonrasında cumhuriyetin kuruluşu
ile yaşadığımız gelişmelere bir baktığımızda görünen odur
ki;
İmparatorluğumuzun
çöküşünden sonra Türk Devleti Osmanlıda mevcut olan saltanatı
ve hilafeti kaldırmış, alfabeyi değiştirmiş, kılık kıyafet
devrimi yapmış, hafta tatili kanunu ile hafta tatilini batıya
uydurmuş, takvimi değiştirmiş, hicri yerine miladi takvimi almış,
müzikte batı müziğini esas almış, uzunca bir süre Türk
müziğini yasaklamış, milli ve dini değerlerimizden uzaklaşılmış
ve bu değerlerimize sahip çıkılmadığı gibi tam tersine
horlanmış, dinsiz ve şuursuz nesiller yetiştirilmek istenmiş ve
yetiştirilmiştir de. Kısaca yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti tarihi misyonundan uzak, anadolu coğrafyasına hapsedilmiş
bir sömürge devleti hüviyetinde hıristiyan batının sadaka ve
lütufları ile türlü ekonomik ve siyasi sıkıntılar içinde
ayakta durmaya çalışmıştır. Bu çerçevede olanların farkında
olan milletimiz ilk olarak 1.mecliste direnmek istemiş, ancak
1.meclisin tasfiyesi ile bu engel aşılmış ise de devamındaki
serbest fırka ve terakkiperver cumhuriyet fırkası olaylarında
da milletin bu zokayı yutmadığı anlaşılmış ve çok partili
sisteme geçiş ertelenmiştir. Daha sonra 1946 seçimlerine giren
demokrat partinin önü, açık oy gizli sayım garabeti ile sandık
hırsızlığı ile kesilmiş ise de 1950 deki seçimlerde millet
iktidara el koymuştur.
Ancak derin
provakasyonlarla 27 mayıs ihtilali hazırlanmış ve yeniden millet
iradesine ipotek konmuştur. Keza 1971 ve 1980 ve devamında yaşanan
postmodern darbeler millet iradesinin önüne geçememiştir. Taksim
gezide yaşananlar ise bu sürecin devamıdır. Ancak görüldüğü
gibi aklı selim galip gelmiş ve Taksim gezi postmodern darbesi de
sonuçsuz kalmıştır. Batı görmekte ve anlamaktadır ki:
1-Anadolu
coğrafyasına hapsettikleri Osmanlı ruhu artık anadolu
coğrafyasına sığmamaktadır.
2-Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ecdadından bugüne miras kalan misyona sahip
çıkmaktadır.
3-Bu
bağlamda Türk İslam coğrafyasında ve dünyanın her yerinde
varlığı ve ağırlığı ile var olmak istemektedir.
4-Üçüncü
dünya denen dünyanın geri bırakılmış ülkelerinin kaderi
üzerinde sadece hıristiyan batı değil Türkiye Cumhuriyeti
Devleti de söz sahibi olmalıdır.
5-Kısaca
Türkiye edilgen değil etken bir güçtür. Dolayısı ile
Osmanlının 2.fetreti artık bitmiştir. Türkiye Türk İslam
coğrafyasında geçmişten gelen mirasına sahip çıkacaktır.
Batının oyuncağı ve piyonu olmayacaktır.
Bu
gelişmeler çerçevesinde Türkiye öncelikle Türkiye'de tam
demokrasinin uygulanması ve yaşanması için gerekli tedbirleri
almış, askeri vesayete son vermiş, kolay olmamakla birlikte
bugünlere gelinebilmiştir. Türkiye aynı zamanda ortadoğuda
komşuları ile sıfır sorun politikası izlemekle birlikte askeri
vesayetin hakim olduğu Türk-islam ülkelerinde demokratik
hareketlerin arkasında olmuştur. Batı ülkeleri ise dünyaya
geçmişten bugüne sadece çıkarları açısından bakmıştır.
Sömürmekte oldukları ülkelerde demokrasinin olup olmayışı
onlar için önemli değildir, hatta demokrasinin olmayışı ve
despotik ve batıdan yana diktatörlüklerin olması batının işine
gelmektedir. Batı, cumhuriyetin kuruluşunda da Türkiye'ye ne
olduğu belli olmayan bir cumhuriyet dikte ettirmiş, saltanat ve
hilafeti kaldırtmış ama hiç bir kalkınmış batı ülkesinde ne
saltanat kalkmış ne de Vatikan'ın statüsü asla
zayıflatılmamıştır. Japonya'dan İngiltere'ye, Belçika'ya,
İspanya'ya, Hollanda, Danimarka, İsveç'e kadar krallar ve
kraliçelerin etekleri öpülmeye devam olunmuş ve hala da
öpülmektedir. Ancak Osmanlı ailesi yıllarca yadellerde vatansız
ve kimliksiz yoksulluk içinde adeta 600 yıl batıya karşı
durmanın bedelini ödemiştir.
Görüldüğü
gibi Arap baharındaki gelişmeler sonunda özellikle Arap dünyasının
önder ve en güçlü devleti olan Mısır'da yüzde yüz Türkiye
ile işbirliği içinde olacak bir yönetim oluşmuştur.
Suriye'deki
gelişmeler ise batının halka karşı diktadan yana tavır koyması
ve desteklemesi nedeniyle bugünlere kadar sonuç vermemiştir. Batı
Türkiye lehine olan bu gelişmelerin önünü almak için önce
Türkiye'den operasyona başlamış, tam bir batı tezgahı olan
Taksim-gezi olayları Allahın yardımı ve idarenin gayreti ile geri
püskürtülmüştür. Başbakanımız Amerika'da iken ve özellikle
aksine telkinlere rağmen Gazze'ye gideceğini israrla açıklarken
Taksim Gezi olaylarının başlaması çok ilginç değil midir? Eğer
Taksim Gezi kalkışması başarılı olabilse idi sivil iktidar
tasfiye edilecek ve cezaevindeki Silivri ekibi sivil asker kadroları
ile iktidar olacaktı. Onların ise ortadoğuya ve Türk-İslam
coğrafyasına nasıl baktığını biliyoruz.
Türkiye'de
Taksim-Gezi ayaklanması geri püskürtülünce Türkiye'nin ortadoğu
bölgesindeki en sağlam müttefiki konumundaki Mısır'da kurulan
tezgah şimdilik başarıya ulaşmış görünmektedir. Mısır'da
Mısır halkının iradesi rafa kaldırılmış ve dikkatinizi
çekerim derhal Gazze sınır kapısı da kapatılmıştır.
Amerika'daki konuşmasında mutlaka Gazze'ye gideceğini ve geziyi
ertelemeyeceğini haykıran Başbakan'a " hadi git te görelim"
diye meydan okuyan güçler hem Mısır'ı hem Taksim-Geziyi
tezgahlayan güçlerdir.
Yirmibirinci
yüzyılda silahlar değişmiştir. Medya ve sosyal medya icat olmuş
mertlik bozulmuştur. Kirli ve gri propaganda sınır tanımamaktadır.
Mevcut idare dışardan farklı gerekçelerle içerden farklı
gerekçelerle yıpratılmak istenmektedir. Aslında yıpratılmak ve
zafiyete uğratılmak istenen idarenin şahsında Türk Devletidir.
Bir kesim Başbakan diktatördür, dikta heveslisidir diye, bir başka
kesim Başbakan Arap ve müslüman dünyasına sıcak Türk dünyasına
ise soğuk bakıyor diye, bir başka kesim yönü kıbleye döndüğü
halde siyaseten bin dereden su getirip muhalefet etmektedir. Birileri
ise hiç utanmadan Başbakan ve cumhurbaşkanı ile diğer kadrolar
arasında fitne çıkarmanın gayreti içindedir. Bunu görmemek için
kör olmak lazımdır. Bugün sayfa sayfa satır satır incelediğim
bir gazetede başbakanla ilgili tek bir kelime haber bile yoktur.
Ambargonun şiddetini görmemek mümkün değil. Ancak şurası
unutulmamalıdır ki üzerine bir bardak su içmemizi istedikleri
demokrasi hepimize lazımdır. Bu hükümet gitsin de ister asker
ister sivil kim gelirse gelsin demek tek kelime ile insafsızlık ve
cinayettir. Mısır'da azami üç günde sonuca gidebilen güçler
Türkiye'de aynı sonucu alamamış ise bu Türkiye'deki demokrasinin
gücünden ve milletin aklıseliminden gelmektedir.
Bir de
ülkemizde oluşturulmak istenen bir başka tehlikeli gelişme ülkücü
ancak ulusalcı ve Atatürkçü bir çerçevede arz-ı endam eden bir
hareket oluşturmak gayretidir ki kısmen başarılı da olmuştur.
Ulusalcılar ve bir kısım ülkücüler Atatürkçülükte
birleşmektedir. Hatta şu an sosyal medyada hala ülkücü olduğunu
varsayan ya da zanneden bazı kişilerin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına sempati ile bakmalarını asla ve asla anlayamam.Ülkücü ne Atatürkçüdür,
ne Türkeşçidir, ne de falancı filancı veya ulusalcıdır. Ülkücü Türk-İslam
ülkücüsüdür. Nizam-ı alem davasının yolcusudur. Bu yolda
kim varsa onun yoldaşıdır. Bu yola kim düşman ise onun
düşmanıdır. Şu kadarını söylemeliyim ki ne geçmişte Bülent Ecevit'e koalisyon ortağı olan ne de bugün CHP ile geçen seçimden bugüne ve yarınlara koalisyon kurma hayalleri kuran zihniyet asla ve asla ülkücü olamaz. Bilemiyorum nasıl nasıl anlatmak haykırmak lazım.
Geçmişi yaşamayan ve bilmeyenler bugün kafalarına göre ya da
birilerinin kafalarına göre siyaset yapıyorlar ya da mücadelelerin
içine giriyorlar ama neyi ne için savunduklarının asla ve asla
farkında değiller. Birşeylere karşı ya da taraf olmayı bir de
devlete karşı olmak ya da devletten taraf olmak noktasından
değerlendirmek en doğrusudur. Devleti adeta babasından kendine
miras kalmış zanneden, üç kişi bir araya gelip te "devlet
benim" diyen zihniyet asker de olsa sivil de olsa devlet
düşmanıdır. Kişiler ve partiler ve gurupların sonu vardır,
ancak devletimiz bakidir. Orta Asyadan Ergenekon'dan bugüne Türk
Devleti kesintisiz var olmuştur ve var olmaya devam edecektir.
Sultanlar padişahlar ya da liderler, Oğuz Han'dan; Kürşat'tan
Mete Handan Alparslandan, Osman Gazi'den, Fatih'ten Yavuz'dan
Kanuni'den bugünlere kadar, Atatürk, Menderes, Özal, ve günümüzde
Başbakan. Hepsi geldiler geçtiler. Başbakan da gelip geçecek ama
Türk Devleti ilelebet yaşayacaktır. Ancak tarihe geçenlerden
kimileri ihanet ve acziyetleri ile kimileri ise başarıları ve
cesaretleri ile anılacak ve tarihte yerini alacaktır.
Umarım ve
dilerim ki Türkiye Cumhuriyeti tarihten miras kalan misyonu ve
hedefleri ile tüm Osmanlı coğrafyası ile Türk dünyası ve İslam
dünyası ile bütünleşerek dünyanın dört bir yanında kan ve
zulümden başka bir şey göstermeyen emperyalist ve sömürgeci
hegemonyanın zincirlerini kıracak ve yeniden adil bir dünya nizamı
ve devleti kuracaktır. Evet Allah vadediyor ve diyor ki: "ALLAH
NURUNU TAMAMLAYACAKTIR. KAFİRLER İSTEMESELER DE"