20 Ağustos 2013 Salı

TAKSİM GEZİ-MISIR-SURİYE VE TÜRK İSLAM COĞRAFYASININ KADERİ VE GELECEĞİ


Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesi ve sonrasında cumhuriyetin kuruluşu ile yaşadığımız gelişmelere bir baktığımızda görünen odur ki;

İmparatorluğumuzun çöküşünden sonra Türk Devleti Osmanlıda mevcut olan saltanatı ve hilafeti kaldırmış, alfabeyi değiştirmiş, kılık kıyafet devrimi yapmış, hafta tatili kanunu ile hafta tatilini batıya uydurmuş, takvimi değiştirmiş, hicri yerine miladi takvimi almış, müzikte batı müziğini esas almış, uzunca bir süre Türk müziğini yasaklamış, milli ve dini değerlerimizden uzaklaşılmış ve bu değerlerimize sahip çıkılmadığı gibi tam tersine horlanmış, dinsiz ve şuursuz nesiller yetiştirilmek istenmiş ve yetiştirilmiştir de. Kısaca yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihi misyonundan uzak, anadolu coğrafyasına hapsedilmiş bir sömürge devleti hüviyetinde hıristiyan batının sadaka ve lütufları ile türlü ekonomik ve siyasi sıkıntılar içinde ayakta durmaya çalışmıştır. Bu çerçevede olanların farkında olan milletimiz ilk olarak 1.mecliste direnmek istemiş, ancak 1.meclisin tasfiyesi ile bu engel aşılmış ise de devamındaki serbest fırka ve terakkiperver cumhuriyet fırkası olaylarında da milletin bu zokayı yutmadığı anlaşılmış ve çok partili sisteme geçiş ertelenmiştir. Daha sonra 1946 seçimlerine giren demokrat partinin önü, açık oy gizli sayım garabeti ile sandık hırsızlığı ile kesilmiş ise de 1950 deki seçimlerde millet iktidara el koymuştur.

Ancak derin provakasyonlarla 27 mayıs ihtilali hazırlanmış ve yeniden millet iradesine ipotek konmuştur. Keza 1971 ve 1980 ve devamında yaşanan postmodern darbeler millet iradesinin önüne geçememiştir. Taksim gezide yaşananlar ise bu sürecin devamıdır. Ancak görüldüğü gibi aklı selim galip gelmiş ve Taksim gezi postmodern darbesi de sonuçsuz kalmıştır. Batı görmekte ve anlamaktadır ki:

1-Anadolu coğrafyasına hapsettikleri Osmanlı ruhu artık anadolu coğrafyasına sığmamaktadır.

2-Türkiye Cumhuriyeti Devleti ecdadından bugüne miras kalan misyona sahip çıkmaktadır.

3-Bu bağlamda Türk İslam coğrafyasında ve dünyanın her yerinde varlığı ve ağırlığı ile var olmak istemektedir.

4-Üçüncü dünya denen dünyanın geri bırakılmış ülkelerinin kaderi üzerinde sadece hıristiyan batı değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti de söz sahibi olmalıdır.

5-Kısaca Türkiye edilgen değil etken bir güçtür. Dolayısı ile Osmanlının 2.fetreti artık bitmiştir. Türkiye Türk İslam coğrafyasında geçmişten gelen mirasına sahip çıkacaktır. Batının oyuncağı ve piyonu olmayacaktır.

Bu gelişmeler çerçevesinde Türkiye öncelikle Türkiye'de tam demokrasinin uygulanması ve yaşanması için gerekli tedbirleri almış, askeri vesayete son vermiş, kolay olmamakla birlikte bugünlere gelinebilmiştir. Türkiye aynı zamanda ortadoğuda komşuları ile sıfır sorun politikası izlemekle birlikte askeri vesayetin hakim olduğu Türk-islam ülkelerinde demokratik hareketlerin arkasında olmuştur. Batı ülkeleri ise dünyaya geçmişten bugüne sadece çıkarları açısından bakmıştır. Sömürmekte oldukları ülkelerde demokrasinin olup olmayışı onlar için önemli değildir, hatta demokrasinin olmayışı ve despotik ve batıdan yana diktatörlüklerin olması batının işine gelmektedir. Batı, cumhuriyetin kuruluşunda da Türkiye'ye ne olduğu belli olmayan bir cumhuriyet dikte ettirmiş, saltanat ve hilafeti kaldırtmış ama hiç bir kalkınmış batı ülkesinde ne saltanat kalkmış ne de Vatikan'ın statüsü asla zayıflatılmamıştır. Japonya'dan İngiltere'ye, Belçika'ya, İspanya'ya, Hollanda, Danimarka, İsveç'e kadar krallar ve kraliçelerin etekleri öpülmeye devam olunmuş ve hala da öpülmektedir. Ancak Osmanlı ailesi yıllarca yadellerde vatansız ve kimliksiz yoksulluk içinde adeta 600 yıl batıya karşı durmanın bedelini ödemiştir.

Görüldüğü gibi Arap baharındaki gelişmeler sonunda özellikle Arap dünyasının önder ve en güçlü devleti olan Mısır'da yüzde yüz Türkiye ile işbirliği içinde olacak bir yönetim oluşmuştur.

Suriye'deki gelişmeler ise batının halka karşı diktadan yana tavır koyması ve desteklemesi nedeniyle bugünlere kadar sonuç vermemiştir. Batı Türkiye lehine olan bu gelişmelerin önünü almak için önce Türkiye'den operasyona başlamış, tam bir batı tezgahı olan Taksim-gezi olayları Allahın yardımı ve idarenin gayreti ile geri püskürtülmüştür. Başbakanımız Amerika'da iken ve özellikle aksine telkinlere rağmen Gazze'ye gideceğini israrla açıklarken Taksim Gezi olaylarının başlaması çok ilginç değil midir? Eğer Taksim Gezi kalkışması başarılı olabilse idi sivil iktidar tasfiye edilecek ve cezaevindeki Silivri ekibi sivil asker kadroları ile iktidar olacaktı. Onların ise ortadoğuya ve Türk-İslam coğrafyasına nasıl baktığını biliyoruz.

Türkiye'de Taksim-Gezi ayaklanması geri püskürtülünce Türkiye'nin ortadoğu bölgesindeki en sağlam müttefiki konumundaki Mısır'da kurulan tezgah şimdilik başarıya ulaşmış görünmektedir. Mısır'da Mısır halkının iradesi rafa kaldırılmış ve dikkatinizi çekerim derhal Gazze sınır kapısı da kapatılmıştır. Amerika'daki konuşmasında mutlaka Gazze'ye gideceğini ve geziyi ertelemeyeceğini haykıran Başbakan'a " hadi git te görelim" diye meydan okuyan güçler hem Mısır'ı hem Taksim-Geziyi tezgahlayan güçlerdir.

Yirmibirinci yüzyılda silahlar değişmiştir. Medya ve sosyal medya icat olmuş mertlik bozulmuştur. Kirli ve gri propaganda sınır tanımamaktadır. Mevcut idare dışardan farklı gerekçelerle içerden farklı gerekçelerle yıpratılmak istenmektedir. Aslında yıpratılmak ve zafiyete uğratılmak istenen idarenin şahsında Türk Devletidir. Bir kesim Başbakan diktatördür, dikta heveslisidir diye, bir başka kesim Başbakan Arap ve müslüman dünyasına sıcak Türk dünyasına ise soğuk bakıyor diye, bir başka kesim yönü kıbleye döndüğü halde siyaseten bin dereden su getirip muhalefet etmektedir. Birileri ise hiç utanmadan Başbakan ve cumhurbaşkanı ile diğer kadrolar arasında fitne çıkarmanın gayreti içindedir. Bunu görmemek için kör olmak lazımdır. Bugün sayfa sayfa satır satır incelediğim bir gazetede başbakanla ilgili tek bir kelime haber bile yoktur. Ambargonun şiddetini görmemek mümkün değil. Ancak şurası unutulmamalıdır ki üzerine bir bardak su içmemizi istedikleri demokrasi hepimize lazımdır. Bu hükümet gitsin de ister asker ister sivil kim gelirse gelsin demek tek kelime ile insafsızlık ve cinayettir. Mısır'da azami üç günde sonuca gidebilen güçler Türkiye'de aynı sonucu alamamış ise bu Türkiye'deki demokrasinin gücünden ve milletin aklıseliminden gelmektedir.

Bir de ülkemizde oluşturulmak istenen bir başka tehlikeli gelişme ülkücü ancak ulusalcı ve Atatürkçü bir çerçevede arz-ı endam eden bir hareket oluşturmak gayretidir ki kısmen başarılı da olmuştur. Ulusalcılar ve bir kısım ülkücüler Atatürkçülükte birleşmektedir. Hatta şu an sosyal medyada hala ülkücü olduğunu varsayan ya da zanneden bazı kişilerin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına sempati ile bakmalarını asla ve asla anlayamam.Ülkücü ne Atatürkçüdür, ne Türkeşçidir, ne de falancı filancı veya ulusalcıdır. Ülkücü Türk-İslam ülkücüsüdür. Nizam-ı alem davasının yolcusudur. Bu yolda kim varsa onun yoldaşıdır. Bu yola kim düşman ise onun düşmanıdır. Şu kadarını söylemeliyim ki ne geçmişte Bülent Ecevit'e koalisyon ortağı olan ne de bugün CHP ile geçen seçimden bugüne ve yarınlara koalisyon kurma hayalleri kuran zihniyet asla ve asla ülkücü olamaz. Bilemiyorum nasıl nasıl anlatmak haykırmak lazım. Geçmişi yaşamayan ve bilmeyenler bugün kafalarına göre ya da birilerinin kafalarına göre siyaset yapıyorlar ya da mücadelelerin içine giriyorlar ama neyi ne için savunduklarının asla ve asla farkında değiller. Birşeylere karşı ya da taraf olmayı bir de devlete karşı olmak ya da devletten taraf olmak noktasından değerlendirmek en doğrusudur. Devleti adeta babasından kendine miras kalmış zanneden, üç kişi bir araya gelip te "devlet benim" diyen zihniyet asker de olsa sivil de olsa devlet düşmanıdır. Kişiler ve partiler ve gurupların sonu vardır, ancak devletimiz bakidir. Orta Asyadan Ergenekon'dan bugüne Türk Devleti kesintisiz var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Sultanlar padişahlar ya da liderler, Oğuz Han'dan; Kürşat'tan Mete Handan Alparslandan, Osman Gazi'den, Fatih'ten Yavuz'dan Kanuni'den bugünlere kadar, Atatürk, Menderes, Özal, ve günümüzde Başbakan. Hepsi geldiler geçtiler. Başbakan da gelip geçecek ama Türk Devleti ilelebet yaşayacaktır. Ancak tarihe geçenlerden kimileri ihanet ve acziyetleri ile kimileri ise başarıları ve cesaretleri ile anılacak ve tarihte yerini alacaktır.

Umarım ve dilerim ki Türkiye Cumhuriyeti tarihten miras kalan misyonu ve hedefleri ile tüm Osmanlı coğrafyası ile Türk dünyası ve İslam dünyası ile bütünleşerek dünyanın dört bir yanında kan ve zulümden başka bir şey göstermeyen emperyalist ve sömürgeci hegemonyanın zincirlerini kıracak ve yeniden adil bir dünya nizamı ve devleti kuracaktır. Evet Allah vadediyor ve diyor ki: "ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAKTIR. KAFİRLER İSTEMESELER DE"

Hiç yorum yok: