19 Aralık 2013 Perşembe

TÜRK MİLLETİNİN GELECEĞİ-OLMAYAN İNSAN MODELİMİZ-YENİDEN BÜYÜK OSMANLI İÇİN TÜRK KÜRT ALEVİ KARDEŞLİĞİ

Nasıl ki maddenin en küçük birimi molekül, molekülün en küçük birimi atom olup atom dahi çekirdek ile elektronlardan ibaret olmakla çekirdek te proton ve nötronlardan oluşmaktadır. Konumuz insan olduğunda ise insan insanlık aleminin en küçük birimidir. Günümüz toplumlarında insanlar aileyi aileler akraba topluluklarını, akraba toplulukları bölge insanlarını, bölgelerin insanları milletleri, milletler birleşerek ümmetleri, ümmetler ise birleşip tüm insanlık alemini temsil etmektedir. Tabii ki toplum-bilim yani sosyoloji açısından baktığımızda mezhep ve tarikatlar, ideolojik birliktelikler, sosyal ve sportif topluluklar gibi toplum çok farklı kategorilerde birleşme ayrılma faktörleri ile kaynaşabilir ya da ayrışmaya gidebilir. Bu sosyolojik faktörleri kendileri için olumlu yönde kullanabilen toplumlar daha güçlü bağlarla birbirlerine bağlanır. Eğer bir toplumun sosyolojik hassasiyetlerini olumsuz yönde tazyik, tahrik ve ajitasyonlarla bozarsanız o toplumdaki ayrışma ve kopuşlar toplumun geleceğini tehlikeye atacaktır.
Bu kısa girişten sonra Türk Milletinin 1923 ten bu yana yaşadıklarına bakarsak görülecektir ki istikrarsız bir süreçle cumhuriyetimizin 90 yılı tamamlanmıştır. Geriye doğru baktığımızda ise gördüğümüz şudur;
Ne müslümanlığımız, mezhep, tekke, tarikat yönünden rayına oturmuş, ne laiklik-din ve dinsizlik algısı doğru düzgün anlaşılabilmiş, ne millet milliyet, milliyetçilik, Türkçülük ve özellikle Kürtçülük konusunda bilimsel olarak doğru bir noktaya gelinebilmiş, ne de ideolojik olarak sol, sağ, sosyal demokrasi, sosyalizm, faşizm, komünizm, emperyalizm kavramları doğru bir yere oturamamıştır. Bu paragrafta saydığım kavramlarla ve akımlarla ilgili olarak ağzı olan konuşmuş, gerek şahsi ve özellikle subjektif fikir ve düşünceleri, gerekse taşaronluk yaparak bir kısım yabancı güçlerin siparişleri üzerine ürettikleri tamamen yabancı ve akıl, mantık ve bilim dışı değerlendirmelerle toplumun zihin kimyasını bozan bu sahte ve satılmış fikir ve bilim insanları ile yazılı ve görsel basının satılmış patronları binlerce yıllık geçmişten bugüne milli ve dini değer ve hedefleri ile bugüne gelmiş bu aziz milletin, büyük Türk Milletinin en büyük düşmanı olmuşlardır.
Kendi köşemden ve kendi açımdan olabildiğince açık ve olabildiğince sistemli ve yine olabildiğince kısa ana başlıklar halinde gördüklerimi ve tesbitlerimi aşağıda sıralayacağım. Tez zamanda toplum ve millet olarak ve bu milletin tüm aklı başında entellektüelleri olarak başımızı iki elimiz arasına alarak düşünmemiz, düşüncelerimizi berraklaştırmamız, kendimiz için, ailemiz için, kapsama ve etki alanımızdaki tüm insanlar için yapabileceğimiz herşeyin azamisini yapmamız, yapmaya gayret etmemiz; şanlı ecdadımızdan bize intikal etmiş vicdani, dini ve milli bir görev ve vatan borcumuzdur.
1-Eğitim ve öğretimimiz: Eğitim ve öğretimimiz öylesine yetersiz ve öylesine kalitesiz insanlar yetiştirmektedir ki onlarca yıldır deneme tahtası haline gelen eğitim sistemimiz defalarca yeniden düzenlendiği halde hala olması gereken yerde değildir. Eğitimde esas olan insan yetiştirmektir. En acı gerçeğimiz şudur ki bu milletin başına ne geldiyse eğitimli insanlardan gelmiştir. Eğitilmiş insanlarımız doğru bir eğitim almadıkları için bulundukları her yerde toplumun dirlik ve düzenliğine mesai vermek yerine toplumu dejenere etmek ve istismar etmek için her role soyunmuş ve ülke bugünlere gelmiştir. İlköğretimden üniversite eğitimine kadar bütün öğrencilere eğitim verilir iken insanın hayatı boyunca insan olarak öncelikle kendisine, ailesine, yakın çevresine, içinde yaşadığı topluma, milletine ve ümmetine ve nerede olursa olsun insana ve hiç bir canlıya ve sosyal ve doğal çevreye zarar vermemeyi hayat prensibi haline getirecek bir anlayışla yetişmesi gerekir. Böyle yetişen bir insan hiç kimsenin hak ve hukuka tecavüz etmeyeceği gibi yaşadığı sosyal ve doğal çevreye zarar vermeyeceği aşikardır. Burada şu örneği vermeden geçemeyeceğim. Anadolunun en ücra köşesinden çalışma için Avrupa'ya giden bir insanımızın Kapıkulenin öte yanındaki kurallara uymak ile ilgili hasasiyeti ile sınır kapısından Türkiye'ye girdikten sonra bir anda çok tehlikeli bir maganda haline dönüşmesindeki sır üzerinde çok çok düşünmemiz gerekmez mi?...

2-Adalet sistemimiz: Adaletin gerçek adalet olabilmesinin olmazsa olmaz şartı objektiflik kuralıdır. Objektif olamayan adalet adalet değildir. Ne yazık ki ülkemizde adalet objektif olamamıştır ve bugün de objektif değildir. Bir düşününüz: Osmanlı adalet sisteminde ve daha öncesi islam adalet sisteminde kimse dokunulmaz değildir. Ve padişahla sade vatandaş mahkeme huzurunda eş ve eşittir. Şimdi böyle bir eşitlikten söz edebilir misiniz? Sıradan bir memurun bile Devlet Memurları Kanununa göre dokunulmazlığı vardır, suçüstü halleri hariç lüzumu muhakeme ya da meni muhakeme kararına göre işlem yapılmaktadır. Milletvekilleri ise mutlak dokunulmazdır. Cumhurbaşkanları ise vatana ihanet dışında tamamen dokunulmaz ve sınırsız sorumsuzdur.

3-Dini hayatımız: Dini hayatımız da fevkalade pejmürde ve sahipsizdir. Din olması gereken yerde değildir. Din eğitimi konusunda çok başlılık vardır. Dini anlayış ve idrak farklılıkları ile ilgili bir platform ya da akademik bir merkez yoktur. Bir kör dövüşüdür gitmektedir. Hıristiyan dünyasında katoliklerde Papalık makamı, ortadokslarda patrikler, yahudilerde hahambaşılık gibi otoriteler olduğu halde islamda hilafet kaldırılmış ve islam dini başsız hale getirilmiştir. Şu anda islam dini yabancı güçlerin ajanı şarkiyatçılar, türkiyatçılar ve oryantalistlerin at oynattığı bir sahipsiz alan haline gelmiştir. Her ne hikmetse dinimizde ehli sünnet dediğimiz yola her türlü muhalefet prim yaptığı halde söz konusu olan alevilik olunca bilen bilmeyen herkes alevilikten yana ahkam kesmeye başlamaktadır. Kimse ifade edememektedir ama gerçek şudur ki -tertemiz alevi kardeşlerimizi tenzih ederim ancak- İslamın ilk yıllarından bugüne Alevilik İslamın böğrüne saplanmış bir hançerdir. Alevilik bozuk, bozulmuş bir itikadi mezheptir. Özellikle İran aleviliğe yüzlerce yıldır kucak açmış ise de dikkat edilirse İran'ın şimdiye kadar tarihinde ehli sünnet müslüman devletler dışında savaş açtığı bir güç yoktur.

4-Sosyal hayatımız:

A-Sosyal ve görsel medya merkezleri: Yazılı ve görsel basın tamamen işgal edilmiş durumdadır. Dizilerimizin tamamı tek kelime ile topluma ahlaksızlık ve alkolizm enjekte etmektedir. Kesinlikle iddia ediyorum ki tv dizilerinin senaryoları tek bir merkezden gözden geçirildikten sonra dizi çekimlerine geçilmektedir. O merkez ise Türk-İslam düşmanı düşman beşinci kolunun kontrolündeki bir merkezdir. Anadolu'daki pek çok yerel tv lerde hala “küçük ev” gibi batı kültürünü ve hıristiyanlığı telkin eden diziler yayınlanmaktadır. Anadolu'da bu tahribat devam ederken bizim yerli dizilerimizde ise ahlaksızlık ve alkolizm ve çarpık ilişkiler gösterile gösterile artık toplumun kanıksadığı ve infial duymadığı rutin haller haline gelmiştir. Artık toplumda baldızına, yengesine, üvey annesine, arkadaşının eşine, komşusunun eşine, hatta ve hatta ensest ilişkiler bağlamında teyzesine, halasına, amcasına dayısına, eniştesine ve her türlü yakınına, kısaca toplumda küçük büyük demeden kadın erkeğe, erkek kadına ve hatta kadın kadına, erkek erkeğe sadece ve sadece cinsel tatmin aracı gibi bakar ve cinsel obje gibi görür hale gelmiştir. Bu ahlak dışı telkinlere son vermek ve gerçekten anayasada yazıldığı gibi aileyi korumak devletin görevi olduğundan bazı demokratik şerhler öne sürmeden gereken tedbirleri bir an evvel almak devlet kurumlarına düşmektedir.

B-Sosyal hayatımızda toplumsal özgürlüklerle ilgili şerhlere ve muhalefete rağmen değişik kurumlardaki, otellerdeki, eğlence yerlerindeki, pavyonlardaki, ve hatta genelevlerdeki faaliyetlere sınırlamalar getirilmeli, özellikle genelevler kadın ve insan haklarına aykırı olmakla tamamen kapatılmalıdır. Toplumu eğitim ve terbiye yönünden olumlu yönde etkileyebilecek vakıf, dernek, cami, cemevi, tekke ve sair sivil toplum örgütlerinin daha etkin olabilmesi için önlerindeki engeller ve kısıtlamalar kaldırılmalı, toplumsal barış ve dayanışmayı güçlendirecek yollar açılmalı ve teşvik edilmelidir.

C-Toplumun hiç bir kesiminde ve hiç bir özel ya da resmi kurumda toplumsal barış ve kardeşliği bozabilecek, kin, nefret ve düşmanlığı besleyebilecek, etnik ve dini ayrımcılığı öne çıkaracak hiç bir faaliyete izin verilmemelidir.

D-Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ve sınırlarımız içinde yaşamakta olan her türlü yabancı ülke vatandaşlarının MALI, CANI, ve NAMUSU devletin kefaleti altındadır. Devlet sınırlarımız içinde yaşayan kişilerin mal, can ve namuslarına uzanan ve tecavüz eden her kim olursa, can alanın canını, mala tecavüz edenin (birincide aldığı malı iade etmek şartı ile affetmek, tekerrüründe ise islahı nefs ettiği uzman görüşleri ile sabit olana kadar devlete ait eğitim ve ıslah kurumlarında tutulmak ve bu arada çaldığı mal bedeli ve kendisi ile ilgili masraflar ödeninceye kadar kamu kurumlarında çalışmak) bir daha böyle bir cürüm işleyememesi için her türlü tedbiri almak ve ayrıca zarar görenin zayi olan malını tazmin etmek, namusa tecavüz edenin ise (birincide çok ağır ceza ve tedavi ile tekerrüründe cinsel iktidarını elinden almak) bir daha kimsenin namusuna tecavüz edemeyecek hale getirmek konusunda her türlü tedbiri alması gerekmektedir. Hangi toplumda hangi sistemde olur ise olsun canından, malından ve namusundan emin olamayan insanların yaşadığı bir toplum mutsuz, bedbaht ve talihsiz bir toplumdur.

E-Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin resmi dil Türkçeyi öğrenmek ve konuşmak hem hakları hem de görevleridir. Ancak Türkçe dışında dillerle birbirleri ile anlaşan vatandaşlarımızın kullandıkları anadillerini öğretmek konusunda devlet her türlü kolaylığı göstermek ve gerekli tedbirleri almak zorundadır.

F-Spor konusunda bir başlık açmak lazım ki sportif faaliyetler her ne kadar devlet denetiminde gibi görünüyorsa da kulüpler ticari şirketler haline gelmiş amatörlük ruhu ile sportif faaliyetler yapmak diye bir şey kalmamış, büyük para sahiplerinin kara para aklama yeri haline gelen kulüpler adeta finanse edilen fanatik taraftar gurupları ile tetikçi ve taşaron sokak çeteleri haline gelmiştir. Müşterek bahis ve kumar spora bulaşmış spor adeta alkol ve uyuşturucu gibi bir başka bela haline gelmiştir. Centilmenliği, birliği ve kardeşliği beslemeyen ve teşvik etmeyen, tam tersine magandalığa giydirilmiş bir kılıf haline gelen sportif faaliyetler ya ıslah edilmeli ya da uygun bir zaman için tamamen durdurulmalı, kitle toplu ve sağlıklı sportif faaliyetlere teşvik edilmelidir.

5-Yaşatmamız ve sahip çıkmamız gereken değerlerimiz:

Hedef ve gayesi ve idealleri olmayan toplumlar başka toplumlar tarafından sevk ve idare edilmeye mahkumdur. Müslüman Türk Milletinin ise geçmişten, tarihten bugüne sürekli hedefleri ve idealleri olmuştur. Milletimizi hedef ve ideallerinden uzaklaştırmak isteyen düşmanları da dün vardı, bugün de vardır. Ancak milletimizin bunların farkında ve şuurunda olması gerekmektedir. Türk Milleti dini ve ahlaki değerleri ile dünya tarihinin en şanlı ve şerefli milletlerinin başında gelir. Asla esir olmamıştır, sevk ve idare edilememiştir. Türk Milleti lider millettir. Ve Türk Milletinin hedef, gaye ve idealleri vardır. Türk Milleti aleme nizam vermek için yaratılmıştır. Nasıl ki Osmanlı'da nizam-ı alem ülküsü ve kızıl elma vardı. Dün bir gayesi ve ideali olan bu şerefli milletin bugün ilgisiz alakasız bir millet olması düşünülemez. Türk Milleti öncelikle Anadolu ve ortadoğu coğrafyasında müslüman Türkün mutlak hakimiyeti ve idaresini hedefler. Devamında hedef Türk-islam coğrafyasında hakim olmaktır. Ve en son hedef yine Müslüman Türkün kaptan köşkünde oturduğu dünya devletini inşa etmektir. Şu anda Amerika tek devlet değilse de bir dünya devletidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu bir dünya devleti idi. Dünya devleti ideali yahudilerde bile vardır. Tüm dünyadaki yahudileri toplasanız bir Kıbrıs adasına sığacaktır ama dünya devleti gibi bir idealleri vardır. Bu ideali tüm yahudilerin kafasına nakşedebilmişlerdir.

6-Bu maddede KÜRTÇÜLÜK ve ALEVİLİK hakkında ayrı bir fasıl açmamız gerekiyor.

ALEVİLİK: Alevilik mezhebi ile ilgili üniversitelerde kürsüler kurulmalı ve her türlü araştırmalar ve kamuoyunda tartışmalar yapılmalı ve alevilik mezhebi ülkemizin pek çok yerinde olduğu gibi olması gereken yere oturtulmalıdır. Alevi uleması diye bir ulema yoktur. Alevi kardeşlerimiz inandıkları itikadın cahilidir. Neye nasıl inandıklarını bilmemektedir. Alevi olmayanları Yezit gibi gören bir zihniyetin derhal değiştirilmesi ve islah edilmesi gerekmektedir. Alevi kardeşlerimizin şunu bilmesi lazımdır ki yezit gibi gördükleri sünni topluluğunun çocuklarının adı Ali'dir, Hasan'dır, Hüseyin'dir, Fatma'dır, Zeynel'dir, Abidin'dir, siz hiç çocuklarının adını Yezit koyan bir sünni ya da alevi gösterebilir misiniz? Ama sünniler ehli beyt sevgisi ile yaşamakta ve ehli beyt sevgisini yaşatmaktadır. Aleviler içinde ise Alisiz alevilik ve ateizm alevi kardeşlerimiz arasında oluşturulmak ve hakim kılınmak istenmektedir. Alevilik mezhebi İran'ın şii caferi mezhebinin bir şubesi değil de bir türkmen mezhebi olarak tanzim edilmeli ve müspet bir çizgide yaşatılmalıdır.

KÜRTÇÜLÜK: Kürt dediğimiz bir etnik topluluk Türkiye, İran, Irak ve Suriye ülkeleri içinde birbirinden kopuk topluluklar halinde yaşamakta ve farklı lehçelerle ve dillerle varlığını sürdürmektedir. Ortadoğu coğrafyası tarihten bugüne çok farklı kültürlere ve medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Dolayısı ile tarihin hiç bir döneminde bir devlete ve vatana sahip olmamış olan Kürtler bugüne kadar varlıklarını sürdürmüşler ise de akraba kavimlerle de kaynaşarak farklı ve homojen olmayan topluluklar oluşturmuşlardır. Bu topluluk içinde kendini Türk, ya da Arap zanneden ve Türkçe ya da Arapça konuşan topluluklar olduğu gibi kendini Kürt zanneden ve Türkçe ya da Arapçayı unutmuş Türk ve Kürtler de bulunmaktadır. Bunun yanında evlilikler yolu ile Türkler ve Araplarla içiçe geçmişlerdir. Ve yaşadıkları bölgeler de değişmiş, örneğin Kürt nüfusun büyük çoğunluğu Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda değil de batı bölgelerinde yaşar hale gelmiştir. Dolayısı ile daha açık söylemek gerekir ise özellikle Türkiye sınırları içinde bir Kürdistan bölgesi oluşturulması asla ve asla düşünülemez. Irak'ta oluşturulmuş olan Kürdistan özerk bölgesi ise başlangıçta batılı ülkelerin ve İsrail'in kendi politikası doğrultusunda oluşturulmak istediği bir kukla devlet iken Türkiye'nin müdahil olması ile Türkiye'nin himayesini tercih etme noktasında ilerlemektedir. Çünkü bütün Kürtler bilmelidir ki kendi varlıklarını en özgür şekilde yaşatabilecekleri ve ifade edebilecekleri bayrağın gölgesi Türk Bayrağının gölgesidir. Kürtlerin en gerçek kardeşleri Türklerdir. Bu tarihte de böyledir, bugün de böyle olmuştur, gelecekte de böyle olacaktır. Cumhuriyet döneminde Kürt kardeşlerimizin yaşadığı pek çok çileyi Türkler de yaşamıştır. Yaşanan bu çile onlar Kürt olduğu yaşanmamıştır. Batılı emperyalist güçler, Osmanlıdan miras gelen bütün insanları kucaklayıcı hoşgörü ve uzlaştırıcı “yaradılmışı severim yaradandan ötürü” zihniyetini yok etmek istedikleri için kurdukları T.C devletini sadece ve sadece kendi insanına karşı baskıcı ve laik totaliter bir şablonda hareket etmeye zorlamışlardır. Bugün geldiğimiz noktada ise görüleceği üzere o dönem hepimiz için bitmekte ve daha güzel günler bizleri beklemektedir. Türkiye'nin sınırları içindeki bütün etnik topluluklar kendi dillerini, kendi inançlarını ve kültürlerini devletimizin garantisi altında yaşamaya devam edeceklerdir, tıpkı Osmanlıda olduğu gibi. Ancak hiç bir topluluğun kendi vatanı olduğu iddiası ile sınırlarımız içinden bir çakıl taşına dahi sahip olması düşünülemez. Bu vatan hepimizin vatanıdır, bu bayrak hepimizin bayrağıdır, bu marş hepimizin istiklal marşıdır, güzel dilimiz türkçemiz hepimizin ortak anlaşma dilidir, ancak her topluluk ayrıca kendi anadilini de öğrenmek ve geliştirmek ve kullanmak konusunda her hakka sahiptir. Bu hakları kullandırmak ise devletin görevidir.

7-Terk etmemiz, vazgeçmemiz gereken saplantı ve takıntılarımız:

Hiçbir fikri ya da akımı ya da düşünceyi yok saymamız mümkün değildir, ancak milletimizin büyük çoğunluğunun ve aklıselimin bizi nereye götürdüğü bellidir. Milletimiz yukarıda belirlediğimiz ilkelerin davacısıdır, bundan hiç şüphemiz yoktur. Marjinal kalan fikir ve düşünce akımları eğer yaşamak istiyorsa toplumun huzurunu sabote etmeden çoğunluğun hoşgörüsüne sığınması icap eder. Her ne sebeple olursa olsun kimsenin kimseye hiç bir şeyi dayatması düşünülemez. Ancak cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu millete dayatılan ve büyük çoğunluğun bu dayatma altında ezildiği yıllar geçmişte kalmıştır. Bu millete cumhuriyetin kuruluşundan bu yana;

Laiklik dayatılmıştır,

Dinsizlik dayatılmıştır,

Osmanlı düşmanlığı dayatılmıştır.

Batılı kültürel değerler dayatılmıştır.

Sistem düşmanlık üzerine kurulmuş ve düşmanlık üzerine yaşatılmaktadır.

Zaman zaman çok sıkı Türkçülük dayatılmıştır.

Ve son olarak Atatürkçülük diye olmayan bir sistem dayatılmıştır.

Yeni dönemde Türkiye Devleti kendi öz kültürüne ve değerlerine uymayan hiç bir sistemin elinde kendi halkına düşman ve batının değerlerine köle bir çizgiye girmeyecektir. Osmanlının getirildiği noktanın ve Atatürk ile başlayan yeni dönemin nasıl dayatmalarla sürdürüldüğünün şuurunda olarak ne geçmişle ne de bugünle kavga etmeden, Mete Handan, Alparslan'dan, Osman Gazi'den, Fatih Sultan Mehmet Han'dan, Yavuz'dan Kanuni'den, Sultan Abdülhamit Han'dan , Atatürk'e geçmişini inkar etmeden ve reddetmeden geleceğe yürüyecektir. Bu çerçevede cumhuriyetin kuruluşu ile konulmuş ipoteklerin hepsi kaldırılıp çöpe atılacaktır. Öncelikle Anadolu coğrafyası ve hükmümüzün geçtiği tüm dünya coğrafyasında hakka ve adalete uygun hareket etmek, daima mazlumun yanında ve zalimin karşısında olmak Müslüman Türk'ün değişmez karakteridir. Mazlumun hamisi ve koruyucusu, zalimin ise amansız düşmanıdır.

Yukarıda yedi maddede kısaca açıklamaya çalıştığımız üzere Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dağdaki çobanından, ana sınıfına giden bebelerine, kışladan, üniversite gençliğine, işçiden patrona, öğretmene, din adamına, annelere, babalara kadar tüm mensuplarının aynı ruh içinde aynı sevgi ve muhabbet içinde kimseyi ve hiç bir şeyi kırmadan dökmeden, yakmadan, yıkmadan, kirletmeden bu devlet ve bu millet için, milletimizin ideallerinin gerçekleşmesi için her gayreti göstereceğine inanıyorum.

Hiç yorum yok: