2.ağustos.2015 te
İstanbul Atatürk Havaalanında başlayan yolculuğumuz Rusya'nın
Novosibirski şehri havaalanında yaptığımız kısa bir duraktan
sonra araçla Sibirya boyunca devam etti ve Moğolistan'ın Bayanölgi
şehrinde verdiğimiz bir gecelik mola ve ardından Sak yaylasında
dört gecelik çadır ve oba macerası, yayla dönüşü Bayanölgide
bir gece ve ardından Moğolistan'ın KOVD şehrine araçla geçiş
ve oradan uçakla uçsuz bucaksız yayla ve çöl üzerinden başkent
ULANBATUR'a varış. İki gece kaldığımız Ulanbatur'dan Orhun
Vadisine doğru devam ediyoruz araçlarla ve bir gece bir otelde, bir
gece başka bir otelde kalıyoruz ve bu arada Bilge Tonyukuk ve Orhun
Anıtı ile Cengiz Han müzesi ve birkaç ziyaret mahallini daha
geziyoruz ve UlanBatur'a dönüyoruz. Üç gecelik Ulanbatur
molasında şehri geziyor ve Büyükelçiliğimizi ziyaret ediyoruz.
18. ağustos 2015 te saat 14 te Cengiz Han havaalanından Bişkek'de
verdiğimiz mola dan sonra akşam saat 17.30 gibi yeniden yurda
dönüyoruz. Kısaca gezimizin hülasası budur. Tabii özellikle
yol arkadaşlarımızdan ikisi gezi ile ilgili tuttukları notlarla
gezimizin ayrıntılarını hikaye edecekler. Fakat ben hala gezinin
üzerimde bıraktığı sarhoşluğu yaşamaktayım.
Ben kendi adıma 70 li
yıllardan beri dünyadaki esir Türk kardeşlerimin esaretlerinin
acısını yüreğimde yaşadım. 1970 ya da 1971 de Konya'da bir
mitingde tanıştığım Doğu Türkistan Türklerinden Mehmet Altay
isimli kardeşimle uzunca bir süre yazışmıştım. Üniversite
yıllarında da aynı şekilde Irak Türkmenleri, Kırım Türkleri,
ve tüm doğu blokunda bulunan kardeşlerimiz için toplantılar,
mitingler, yürüyüşler yaptık, bildiriler dağıttık, sloganlar
attık. Bir kısım genç kardeşlerimiz ezilen halklar ve dünya
işçileri için ortalığı kırıp dökerken biz esir Türk
kardeşlerimizin acılarını ta yüreğimizde duyduk.
Aradan geçen zaman
içinde Sovyetler Birliğinin dağılması ile bir anda sanki o büyük
TURAN kuruluverecek gibi geldi bize ama bu birleşme o kadar da kolay
değilmiş. Biz sanıyorduk ki biz özgürüz de dış Türkler esir.
Ama gördük ki Türkiye Türklüğü de bir başka esaretin altında
imiş ve hala bu esaret zincirini tam olarak kırabilmiş değil.
Gerçek emperyalizm boynumuza takmış halkayı, çeker durur.
İşte böyle bir ruh
halinde ayak bastığımız Bayanölgi'deki Kazak kardeşimiz
Canerbek'in evinin bahçesinde Canerbek kardeşimi bağrımıza
bastık, ardından diğer aile üyeleri, fedakar Türk anası eşi,
ve tam bir yiğit delikanlı NURBEK ve iki kızı ve son numara küçük
sevimli bebek. Küçük kızının hoş geldin diye karşımda
durduğunda yüzünü ellerimin arasına aldım ve gözlerine baktım.
Gözlerindeki o tertemiz sevgi ve muhabbeti ömrümün sonuna kadar
unutamam.
Canerbek ve Asgar,
gezimiz boyunca bizi hiç yalnız bırakmadılar. Ve ailesi, eşi ve
çocukları sürekli hizmetimizde oldu. Son ayrılacağımız gün
Asgar'ın bir itirafı içimi sızlattı. Türkiye'den ağırladıkları
ilk gurup biz olmuşuz bugüne kadar. Ve biz gelinceye, bizi
havaalanında karşılayıncaya kadar da asla geleceğimize
inanamamışlar. Şimdi düşünüyorum da bizi uğurlarken de belki
ahirete uğurlar gibi uğurladılar, bir daha asla dönmeyecekmişiz
gibi. Sekizbin km lik yol ve normalin üstünde bir maliyet. Gelmek
ve gitmek çok kolay değil gibi görünebilir elbette.
Başta da dedim gezi
ayrıntıları değil benim üstünde durduğum. Ben her yemek
sırasında birlikte al açıp dua edişimizi, her ağırlandığımız
hanede gördüğümüz ilgi, sevgi ve muhabbeti, bize bakan
gözlerdeki ışığı nasıl unutabilirim?... Bütün
karşılaştığımız tanıştığımız görüştüğümüz
kardeşlerimizle hiç ayrılmamışız ya da daha düne kadar bir
aradaymışız gibi bir sıcaklık ve yakınlık hissettik
yüreğimizde. Aynı soya, aynı köke, aynı kana sahip olmanın
farkını gördük bir kez daha, yaşadık. İki insan birbirine
insan gibi bakar mesela, biz kazak kardeşlerimizle birbirimize
bakarken gözlerimizdeki ışık ve sevgi ve muhabbet aynı soya
sahip olmanın beslediği bir ışıktı. Elbette insan insanı insan
olarak sever, sayar o farklı bir şey ama Türk'ün Türk'e bakarken
neler hissettiğini burada bir kez daha bütün derinliği ile
yaşadık ve kalpten, yürekten hissettik.
Ancak gördüğüm ve
içimi sızlatan bir gerçek şuydu ki keşke gözlerimizin anlaştığı
gibi dilimiz de aynı lisanda buluşabilse idi ne güzel olurdu?...
Ben bu eksikliği Bosna gezisi sırasında da gördüm. Dilin
yetmediği yerde İngilizce'nin araya girivermesi de çok, hem de çok
ağırıma gitti.
Orhun Anıtları'na ve
Bilge Tonyukuk kazı alanına giderken Türkçe yazıları, Türk
bayrağını ve TİKA amblemini görmek ne kadar büyük bir haz
verdi anlatamam. Türkiye her iki anıta giden yolları asfalt
yaptırmış ve Moğolistan'daki bu yerlerin ve başkentteki milli
müzedeki Türk tarihi ile ilgili kısmın düzenlenmesinde
Türkiye'nin birinci derecede rolü var. Bilge Tonyukuk kazıları
Türkiye'nin ve kazı heyeti başında Prof.Dr. Ahmet Taşağıl
olduğu halde devam ediyor. Türkiye'nin son yıllarda geçmişine ve
tarihine sahip çıkma yönündeki bu gayreti ve çalışması
takdire şayan ve gurur verici.
Ulanbatur Türk
Büyükelçiliği'ne randevu alarak gittik. Büyükelçi şehirde
olmadığından bizi karşılayan ve ağırlayan TUNCER KIYAK
beyefendi'nin nezaketi, ilgisi ve görev anlayışı bizi fazlası
ile mutlu etti. Böylesi bir anlayışın diplomasiye hakim olması
devletimizin geleceğinin daha güzel ve daha iyi olacağının bir
işaretidir. Moğolistan devleti içinde Türkiye'nin devlet olarak
imaj ve prestijinin fevkalade yüksek olduğunu gördük ve çok
mutlu olduk.
Ve sonunda gezimizin
sonu geldi, vuslatın coşku ve heyecanının yerini ayrılığın
gamı ve hüznü aldı. Ayrılığın sarhoşluğu öylesine sarmıştı
ki gözyaşları sonraya kaldı. Ayrılığın gözyaşlarını
sonrasında döktük. Ve her gözümüzde canlandığında içimi
derin bir huzurla karışık hüzün kaplıyor ve burnumun direği
sızlıyor, gözlerim sulanıyor hafiften. Ben böyle büyük ve
dalları dünyanın dört bir yanını sarmış bir millete mensup
olduğum için şeref duyuyorum. Beni öncelikle müslüman ve
elbette soy olarak Türk yaratan rabbime şükürler ediyorum.
Dünyanın dört bir yanında bana kucak açan soydaşlarım var çok
şükür.
90 lı yıllarda İzmir
Türk Ocağı'nın Türk dünyası ile ilgili bir programında bir
Azerbaycanlı öğrenci kardeşim sahneye çıkıp bir konuşma
yapmış ve sözlerinin bir yerinde; “MENİM YÜREĞİM İKİ
PARÇADIR, YARISI GÜNEY AZERBAYCAN'DADIR” demişti. Biliyoruz ki
elli milyona yaklaşan bir Türk nüfus, güney Azerbaycan denilen
coğrafyada İran işgal ve yönetimi altındadır. İşte o yıllarda
söz sırası bana geldiğinde demiştim ki “menim yüreğim parça
parçadır, her bir parçası güney Azerbaycan'dadır, Doğu
Türkistan'dadır, Kırım'dadır, Kosova'dadır, Kıbrıs'ta'dır,
Sibirya'dadır, Çeçenistan'dadır, Kafkasya'dadır, Musul'dadır,
Kerkük'tedir, Afganistan'dadır, Kazakistan'da, Özbekis'tandadır.
Evet bugün de aynı duygularla yüreğimiz parça parça. Ve her bir
parçası Türk-İslam cooğrafyasının bir başka yerinde.
Filistin'de, Bosna'da, Miyanmar'da, Afrika'da, Asya'da, Keşmir'de,
Filipinler'de ve her yerde. Emperyalizmin yüreği adeta bir çakal,
ya da sırtlanın yüreği gibi, nerede parçalanacak ya da karın
doyurulacak bir beden var ise orada, Türkün yüreği ise Türk
olsun olmasın, İslam olsun olmasın mazlumun olduğu her yerdedir.
İşte bu Moğolistan
gezisi vesilesi ile Çin esareti altındaki Doğu Türkistan'dan
sığındıkları Moğolistan'ın değişik bölgelerine yayılmış
kazak kardeşlerimizin kucağına yüreğimizin bir parçasını
bıraktık ve Türkiye'mize döndük. Hayatımızda bir ilk olarak
tanıştığımız, görüştüğümüz ve hasret giderdiğimiz siz
kardeşlerimizi, Canerbek, eşi, oğlu Nurbek ve kardeşleri, Asgar
kardeşimiz, Devranbek, Serik, ve kaldığımız medresedeki diğer
kardeşlerimiz ve Karadenizli-Ordulu Hasan. Haklarınızı helal
ediniz. Sizleri hiç ama hiç unutmayacağız. Allaha emanet olunuz.