23 Ağustos 2016 Salı

İSLAM ADINA DOĞRU VE YANLIŞ OLABİLECEK CÜMLELER VE HÜKÜMLER

               Doğrunun ve yanlışın bu kadar iç içe girdiği ve karıştığı bir dönem yaşıyoruz. Pek çok konuda her şey birbirine karışmış. Hak yolu ile haram arasında çok ince bir çizgi ve çok kısa bir mesafe vardır. O bakımdan çok dikkat etmek zorundayız. Kıldan ince kılıçtan keskin denen o çizgiye çok dikkat etmeliyiz. Aksi halde, dünyamız bir yana ahretimizi kaybetmemiz bir anlık hataya bakmaktadır. Elbette yazacaklarım da yoruma açık ve belki pek çokları tarafından kabul görmeyecek cümleler ve hükümler olacaktır belki de. Ama ben yine de yazacağım ve zihnen ve kalben geldiğim noktadan düşüncelerimi ifade etmeyi bir hak ve görev sayıyorum.
                1-En son ve yegane hak din İslam olup tek değişmez kitap Kur’andır.  Allahın emir ve yasaklarını, gönderdiği kitabın hükümleri arasından araştırmak ve bulmaya, anlamaya çalışmak her müslümana farzdır.
                2-Şüphe yok ki Allah emir ve yasaklarının bulunduğu Kuran’ı elçisi vasıtası ile göndermiştir.
                3-Son peygamber ahirzaman peygamberi  Peygamber Efendimizin emir ve yasak olarak ağzından çıktığına inandığımız ilahi ve dünyevi her söz bizim için uymamız ve izlememiz gereken bir yoldur. Ancak vefatından ikiyüz yıl sonra toplanan binlerce sayfalık hadis kaynaklarını mutlak doğru ve kutsal kabul etmek mümkün değildir.
                4-Aynı şekilde vefatından sonra yüzlerce yıl hiçbir mezhep ve tarik söz konusu değil iken yüzlerce yıl sonra oluşmaya başlamış türlü mezhep ve tarikatler dinin vazgeçilmezi olmazsa olmazı değildir ve olamaz.
                5-Ancak İslam dininin sadece altıyüz sayfalık bir kutsal kitaptan ibaret sayıp her türlü kaynak ve mevzuatı da yok saymak ve adeta “kur-an Müslümanlığı” diye bir kavram icat etmek te asla doğru olamaz. Bu tıpkı anayasayı tek yasa kabul edip anayasa çerçevesinde oluşturulan türlü yasa, tüzük, yönetmelik ve uygulamaya dair talimatnameleri ve her türlü mevzuatı reddetmek ve yok saymak gibi değil midir?
                6-Bu çerçevede ümmet içinde kalın çizgilerle ayrışma nedeni olacak, mezhep, tarikat ve türlü kişiler etrafında oluşturulan guruplaşmaları yumuşatmak ve açıktan İslam ve kurana aykırı olmayan söz ve düşünceleri İslam düşüncesi dışına itmemek icap eder. 
                7-Dinimizi anlamak ve yaşamak konusunda büyük imkan ve kadrolara sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na büyük görevler düşmektedir.  Oysa ki bu idare fevkalade pasif ve yetersiz ve dirayetsiz bir yerde durmaktadır.
                8-Diyanet İşleri Başkanlığı bir araştırma ve istişare heyeti oluşturarak dinimizin ana kaynağı Kuran-ı kerim ve Peygamberimize ve İslam dininin özüne  ters ve muhalif ne kadar kişi, fikir, düşünce, tarikat, meşrep ve eğilim var ise bunları ayrıntıları ile ümmete anlatmalı, ilan etmeli ve yanlışları usulü dairesinde ortaya koymalıdır.
                9-Son yıllarda yayınlanan bir kısım meallerde ve tefsirlerde ve yorumlarda hem namaz hem de oruç ile ilgili diğer meallere çok ters yorumlar ve meal anlayışları ortaya çıkmıştır. Hatta namazın vakti ve  kılınış biçimi ile ilgili dahi farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bu konulardaki ayrılıklar giderilmelidir. Zekatın miktarı ve verileceği yerler ile ilgili daha çık ve net açıklamalar yapılmalıdır. 
                10-Açıklanan nedenlerle, zihinlerde şüphe ve tereddüt oluşturacak uygulamalara karşı gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu çerçevede:
                A-Cuma namazlarında bazı şehirlerde sadece on rekat namaz kılma uygulamasına gidilmiş ama çoğu beldede ise hala onaltı rekat Cuma namazı kılınmakla birlikte bir kısım cemaat ise farzı kıldıktan sonra, bir kısım imamların şiddetli karşı çıkmasına rağmen camiyi ve namazı terk edebilmektedir. Bu farklı uygulamalara bir son verilmelidir.
                B-Sakal-şerif, Hırka-i şerif ziyaretleri , hilye-i şerif, sakal suyu pazarlama, mübarek ayak izi olaylarını da aşan, idrar içme, hatta Kurandaki açık yasağa rağmen kan içme gibi iğrençliklerle dolu safsatalara karşı açık ve net bir tavır ortaya konmalıdır.
                C-Klasik olarak vaazlarda anlatıldığı üzere miraçta en son pazarlıkla beş vakit ve kırk rekata indirildiği anlatılan beş vakit namazın kırk rekat olması demek  kırk rekatın farz  olması demektir. Oysa ki kırk rekatın sadece 17 rekatı farzdır. Bu konular aydınlatılmalı  ve netleştirilmelidir.
                D-Keza müslümanın hayatı zorlaştırılmakta, türlü mezhep ve özellikle tarikatlerde nafile ibadetlerle adeta yaşanamaz ve uygulanamaz hale gelmektedir. Fakat müslümanın sosyal olarak toplumsal ilişkileri ve ahlakı üzerinde nafile ibadetler kadar durulmamakta dinimizin sosyal bir hayat ve olgu olarak hayatımıza gerçek manada hakim olması yönünde çalışmalar yapılmamaktadır. Bu eksiklikler giderilmelidir.
                E-İslam dinine inananların diğer inanç sahiplerine ve inancı olmayanlara karşı hak ve borçları konusunda yeterli bilgilendirme yapılmalıdır. Bu konudaki eksiklikler nedeni ile yerli yersiz düşmanlıklar ya da diyalog safsataları ile onları meşru görme, tanıma ve hoşgörmeler  sözkonusudur.  Yersiz ve haksız düşmanlık ta yanlıştır, diğer din ve inanç sahiplerini meşru görmek ve İslam ile eşit hak din görmek te. Bu konular layıkı ile anlatılmalıdır.
                F-Cihat ile ilgili yeterli bilgilendirme yoktur. Cihat kime karşı hangi şartlarda nasıl yapılmalıdır? Bu sorunun doğru cevabı verilmeli ve ümmet aydınlatılmalıdır. Allah kur’anda “size karşı savaş açanlar sizinle savaşmaktan vazgeçene kadar onlarla savaşın , vazgeçerler ise siz de vazgeçin, haddi aşmayın” buyurmakta. Yani kayıtsız şartsız savaş sözkonusu değil. Ayrıca tebliğ yolu ile cihat konusunda da  yeterli bilgilendirme yoktur.
                G-Kuran-ı Kerim’i  okuma ve ezberleme, hıfzetme ve hatmetme konusunda gösterilen gayretin kırkta biri anlama konusunda gösterilmemektedir. Bu bir faciadır.
                Diyanet İşleri Başkanlığı yukarıda sayılan hususlarda büyük bir vebal ve sorumluluk altında olup gerekli hazırlık ve çalışmayı yapmalı ve mesaiyi vermelidir.

                Dinimiz ile ilgili gelişigüzel ve keyfi hüküm verenlerin deşifre edilmesi ve dinimizin doğru ve olması gerektiği  biçimde ümmete anlatılması her şeyden çok önemlidir.  Burada açıklananlar düşünceler  kesin hüküm değil sadece şüphe ve tereddütlerin giderilmesi ve mutlak hakikatin araştırılması ve  hakim olması  konusunda bir davet ve uyarıdır. 

10 Ağustos 2016 Çarşamba

İMAN NEFİS, CİHAT VE BİZ


       15 TEMMUZ DARBE TEŞEBBÜSÜ SONRASINDA HALA NORMALE DÖNEBİLMİŞ DEĞİLİZ. YAŞADIĞIMIZ ACILI SÜRECİN ŞOKU ÖYLECE ÜZERİMİZDE. NEDENLER, NASILLAR, NİÇİNLER ARASINDA BOĞULMUŞ HALDEYİZ.

SON BİRKAÇ GÜNDÜR TV EKRANLARINI YOĞUN GÜNAH ÇIKARMA SEANSLARI İŞGAL ETMİŞ DURUMDA. ÜÇ İSİM ÖZELLİKLE. LATİF ERDOĞAN, NURETTİN VEREN VE AHMET KELEŞ. FARKLI EKRANLARDA FARKLI KİŞİLER KARŞISINDA SÜREKLİ KONUŞUYORLAR, ANLATIYORLAR. TEKRAR TEKRAR BAŞTAN SARIYORLAR. FETÖ ÖRGÜTÜNÜN NASIL ACIMASIZ VE ALÇAK VE ÖZEL BİR ÖRGÜT OLDUĞUNU ANLATIYORLAR.
BU ÇERÇEVEDE ONLARA BAZI SORULAR DA BEN SORMAYACAĞIM, AKLINIZ NEREDE İDİ, YA DA NEDEN GÖRDÜĞÜNÜZ HALDE BUNCA ZAMAN O ÇATI ALTINDA KALDINIZ DEMEYECEĞİM. ÇÜNKÜ BİLİYORUM VE GÖRÜYORUM Kİ BU KORKUNÇ ÖRGÜT, BÜTÜN BİR TOPLUMU ADETA SOĞUK SUYA ATILMIŞ BİR KURBAĞA GİBİ YAVAŞ YAVAŞ HAŞLAYACAKMIŞ. BAZI MÜNFERİT SESLER ÇIKTI İSE DE GENELDE BU TOPLULUĞUN BU KADAR KORKUNÇ, BU KADAR ALÇAK, BU KADAR HAİN VE BU KADAR ŞEREFSİZ OLABİLECEĞİ HİÇ AKLIMIZA GELMEDİ. VE ARTIK TOPLUMU VE DEVLETİ SUDAKİ KURBAĞA GİBİ HAŞLAMA NOKTASINA GETİRMEK ÜZERE İKEN HARARETİ BİR ANDA ARTIRIP DARBE MODUNA GİRİNCE KURBAĞA SUDAN DIŞARI ZIPLADI, KENDİNE GELDİ. ASLINA DÖNDÜ VE HAİN VE ALÇAK ÖRGÜTE HADDİNİ BİLDİRDİ.
BURADA ANLAYAMADIĞIM ŞEY İSE, BU ÜÇ PİŞMANLIK DUYAN İSMİN BİRBİRLERİ İLE ASLA ANLAŞAMAMASI VE GEÇİNEMEMESİ. EN SON 8 AĞUSTOS GECESİ TV DE LATİF ERDOĞAN KONUŞURKEN NURETTİN VEREN BAĞLANIYOR TELEFONLA VE BAŞLIYOR LATİF ERDOĞAN’A SALDIRMAYA. LATİF ERDOĞAN İSE “O DEVAM EDECEK İSE BEN STÜDYOYU TERK EDERİM” DİYOR. EVVELCE DE YİNE NURETTİN VEREN İLE AHMET KELEŞ AYNI ŞEKİLDE KARŞILIKLI ATIŞMIŞLARDI. LATİF ERDOĞAN, NURETTİN VEREN’İN BİR NUMARA MUHALİF OLMA İDDİASINDA VE ÖN PLANDA GÖRÜNME İSTEĞİNDE OLDUĞUNU SÖYLÜYOR. HATTA FETULLAH GÜLEN’İN KENDİSİNDEN YERİNİ ALACAĞINDAN KORKTUĞUNU SÖYLÜYOR. ŞUNU GÖRÜYORUM Kİ BU İNSANLAR ARASINDA BİR NUMARA OLMA VE BİR NUMARA KALABİLME GİBİ BİR İSTEK VE İHTİRAS VAR. SADECE BU İNSANLAR ARASINDA DEĞİL TABİİ BU HASTALIK HEPİMİZDE VAR. VE BİZ, BİZİ BÖYLE BİR FORMATA SOKAN GÜCÜN ADINA DEFİS DİYORUZ. HANİ ÜSTAT BİR ŞİİRİNDE DİYORDU: “DİZ ÇÖK EY ZORLU NEFS, ÖNÜMDE DİZ ÇÖK” . İŞTE O NEFİSTEN BAHSEDİYORUM. HANİ BİR SAVAŞ DÖNÜŞÜ “CİHAD-I ASGAR’DAN DÖNÜP CİHAD-I EKBER’E GİDİYORUZ “ DİYEN SES AKLIMA GELİYOR VE SORULDUĞUNDA “CİHAD-I EKBER, NEFİS İLE YAPILAN CİHATTIR” DİYEN MÜBAREK SES. 
İŞTE BU FANİ DÜNYADAKİ SAVAŞ, NEFSİNİ YENMİŞ OLANLAR İLE YENEMEMİŞ OLANLARIN SAVAŞIDIR ASLINDA. ÇOK ŞÜKÜR NEFSİNİ YENEBİLMİŞ OLANLAR KAZANDI VE BİR KISMI ŞEHİD OLDU, BİR KISMI GAZİ, BİR KISMI İSE NEDEN BANA ŞEHİDLİK YA DA GAZİLİK NASİP OLMADI DİYE DİZLERİNİ DÖVERKEN BİR KISMI DA İŞTE KONUŞMAYA DEVAM EDİYOR VE YİNE BİR KISMI BEN BAŞBAKAN OLACAĞIM DİYE DİYE BU GÜNLERE GELMİŞKEN DÜŞTÜĞÜ HAYAL KIRIKLIĞINI ÜCRA BİR KÖŞEDE YAŞIYOR, BİR KAŞARLANMIŞ SİYASİ İSE DARBE BAŞARILI OLSA İDİ KIRIK DÖKÜK TE OLSA BİR CUMHURBAŞKANI OLACAKTIM DİYE DİZLERİNİ DÖVMEYE DEVAM EDİYOR. 
ALLAH BİZLERİ NEFSİ ÖNÜNDE DİZ ÇÖKENLERDEN DEĞİL DE NEFSİNE DİZ ÇÖKTÜRENLERDEN EYLESİN.