Doğrunun
ve yanlışın bu kadar iç içe girdiği ve karıştığı bir dönem yaşıyoruz. Pek çok
konuda her şey birbirine karışmış. Hak yolu ile haram arasında çok ince bir
çizgi ve çok kısa bir mesafe vardır. O bakımdan çok dikkat etmek zorundayız.
Kıldan ince kılıçtan keskin denen o çizgiye çok dikkat etmeliyiz. Aksi halde,
dünyamız bir yana ahretimizi kaybetmemiz bir anlık hataya bakmaktadır. Elbette
yazacaklarım da yoruma açık ve belki pek çokları tarafından kabul görmeyecek
cümleler ve hükümler olacaktır belki de. Ama ben yine de yazacağım ve zihnen ve
kalben geldiğim noktadan düşüncelerimi ifade etmeyi bir hak ve görev sayıyorum.
1-En son ve yegane hak din İslam
olup tek değişmez kitap Kur’andır.
Allahın emir ve yasaklarını, gönderdiği kitabın hükümleri arasından
araştırmak ve bulmaya, anlamaya çalışmak her müslümana farzdır.
2-Şüphe yok ki Allah emir ve
yasaklarının bulunduğu Kuran’ı elçisi vasıtası ile göndermiştir.
3-Son peygamber ahirzaman
peygamberi Peygamber Efendimizin emir ve
yasak olarak ağzından çıktığına inandığımız ilahi ve dünyevi her söz bizim için
uymamız ve izlememiz gereken bir yoldur. Ancak vefatından ikiyüz yıl sonra
toplanan binlerce sayfalık hadis kaynaklarını mutlak doğru ve kutsal kabul
etmek mümkün değildir.
4-Aynı şekilde vefatından sonra
yüzlerce yıl hiçbir mezhep ve tarik söz konusu değil iken yüzlerce yıl sonra
oluşmaya başlamış türlü mezhep ve tarikatler dinin vazgeçilmezi olmazsa olmazı
değildir ve olamaz.
5-Ancak İslam dininin sadece
altıyüz sayfalık bir kutsal kitaptan ibaret sayıp her türlü kaynak ve mevzuatı
da yok saymak ve adeta “kur-an Müslümanlığı” diye bir kavram icat etmek te asla
doğru olamaz. Bu tıpkı anayasayı tek yasa kabul edip anayasa çerçevesinde
oluşturulan türlü yasa, tüzük, yönetmelik ve uygulamaya dair talimatnameleri ve
her türlü mevzuatı reddetmek ve yok saymak gibi değil midir?
6-Bu çerçevede ümmet içinde
kalın çizgilerle ayrışma nedeni olacak, mezhep, tarikat ve türlü kişiler
etrafında oluşturulan guruplaşmaları yumuşatmak ve açıktan İslam ve kurana
aykırı olmayan söz ve düşünceleri İslam düşüncesi dışına itmemek icap
eder.
7-Dinimizi anlamak ve yaşamak
konusunda büyük imkan ve kadrolara sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na
büyük görevler düşmektedir. Oysa ki bu
idare fevkalade pasif ve yetersiz ve dirayetsiz bir yerde durmaktadır.
8-Diyanet İşleri Başkanlığı bir
araştırma ve istişare heyeti oluşturarak dinimizin ana kaynağı Kuran-ı kerim ve
Peygamberimize ve İslam dininin özüne ters ve muhalif ne kadar kişi, fikir, düşünce,
tarikat, meşrep ve eğilim var ise bunları ayrıntıları ile ümmete anlatmalı,
ilan etmeli ve yanlışları usulü dairesinde ortaya koymalıdır.
9-Son yıllarda yayınlanan bir
kısım meallerde ve tefsirlerde ve yorumlarda hem namaz hem de oruç ile ilgili
diğer meallere çok ters yorumlar ve meal anlayışları ortaya çıkmıştır. Hatta
namazın vakti ve kılınış biçimi ile
ilgili dahi farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bu konulardaki ayrılıklar
giderilmelidir. Zekatın miktarı ve verileceği yerler ile ilgili daha çık ve net
açıklamalar yapılmalıdır.
10-Açıklanan nedenlerle,
zihinlerde şüphe ve tereddüt oluşturacak uygulamalara karşı gerekli tedbirler
alınmalıdır. Bu çerçevede:
A-Cuma namazlarında bazı
şehirlerde sadece on rekat namaz kılma uygulamasına gidilmiş ama çoğu beldede
ise hala onaltı rekat Cuma namazı kılınmakla birlikte bir kısım cemaat ise
farzı kıldıktan sonra, bir kısım imamların şiddetli karşı çıkmasına rağmen
camiyi ve namazı terk edebilmektedir. Bu farklı uygulamalara bir son
verilmelidir.
B-Sakal-şerif, Hırka-i şerif
ziyaretleri , hilye-i şerif, sakal suyu pazarlama, mübarek ayak izi olaylarını
da aşan, idrar içme, hatta Kurandaki açık yasağa rağmen kan içme gibi
iğrençliklerle dolu safsatalara karşı açık ve net bir tavır ortaya konmalıdır.
C-Klasik olarak vaazlarda
anlatıldığı üzere miraçta en son pazarlıkla beş vakit ve kırk rekata
indirildiği anlatılan beş vakit namazın kırk rekat olması demek kırk rekatın farz olması demektir. Oysa ki kırk rekatın sadece
17 rekatı farzdır. Bu konular aydınlatılmalı
ve netleştirilmelidir.
D-Keza müslümanın hayatı
zorlaştırılmakta, türlü mezhep ve özellikle tarikatlerde nafile ibadetlerle
adeta yaşanamaz ve uygulanamaz hale gelmektedir. Fakat müslümanın sosyal olarak
toplumsal ilişkileri ve ahlakı üzerinde nafile ibadetler kadar durulmamakta
dinimizin sosyal bir hayat ve olgu olarak hayatımıza gerçek manada hakim olması
yönünde çalışmalar yapılmamaktadır. Bu eksiklikler giderilmelidir.
E-İslam dinine inananların diğer
inanç sahiplerine ve inancı olmayanlara karşı hak ve borçları konusunda yeterli
bilgilendirme yapılmalıdır. Bu konudaki eksiklikler nedeni ile yerli yersiz
düşmanlıklar ya da diyalog safsataları ile onları meşru görme, tanıma ve
hoşgörmeler sözkonusudur. Yersiz ve haksız düşmanlık ta yanlıştır,
diğer din ve inanç sahiplerini meşru görmek ve İslam ile eşit hak din görmek
te. Bu konular layıkı ile anlatılmalıdır.
F-Cihat ile ilgili yeterli
bilgilendirme yoktur. Cihat kime karşı hangi şartlarda nasıl yapılmalıdır? Bu sorunun
doğru cevabı verilmeli ve ümmet aydınlatılmalıdır. Allah kur’anda “size karşı
savaş açanlar sizinle savaşmaktan vazgeçene kadar onlarla savaşın , vazgeçerler
ise siz de vazgeçin, haddi aşmayın” buyurmakta. Yani kayıtsız şartsız savaş
sözkonusu değil. Ayrıca tebliğ yolu ile cihat konusunda da yeterli bilgilendirme yoktur.
G-Kuran-ı Kerim’i okuma ve ezberleme, hıfzetme ve hatmetme
konusunda gösterilen gayretin kırkta biri anlama konusunda gösterilmemektedir.
Bu bir faciadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı
yukarıda sayılan hususlarda büyük bir vebal ve sorumluluk altında olup gerekli
hazırlık ve çalışmayı yapmalı ve mesaiyi vermelidir.
Dinimiz ile ilgili gelişigüzel
ve keyfi hüküm verenlerin deşifre edilmesi ve dinimizin doğru ve olması
gerektiği biçimde ümmete anlatılması her
şeyden çok önemlidir. Burada
açıklananlar düşünceler kesin hüküm
değil sadece şüphe ve tereddütlerin giderilmesi ve mutlak hakikatin
araştırılması ve hakim olması konusunda bir davet ve uyarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder