25 Nisan 2018 Çarşamba

İSLAM VE MÜSLÜMAN

ALLAH'IN KİTABINDAN

İMAN

Allah’a iman edin. Allah birdir, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Yalnız Allah’a kulluk ve ibadet edin. Allah’ı çok anın ve O’na yaklaşmaya vesile arayın. Allah’a dua edin. Allah’tan af dileyin. Tövbe edin. Okuyup araştırın, inceleyin. Allah’ın size indirdiği kitaba uyun. İlahi kitaplara inanın. Peygamberlere inanın. Ahiret gününe inanın. Meleklere inanın. 
İBADET
Namaz kılın. Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Zekat ve sadaka verin. Oruç tutun. Hacca gidin. İbadetlerde gönülden ve titiz olun.
MUAMELAT
Dosdoğru yol üzerinde olun. İyi ve güzel olana özendirin. Kötü ve çirkin olandan sakındırın. Allah yolunda ana-baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizler ve yolda kalanlara infak edin. Allah yolunda mücadele edin. Daima şükredin. Helal ve temiz rızıklardan yiyin. Barışı esas alın. Adaletli olun. Ahlaklı ve faziletli olun. Aklınızı işletin ve kullanın. İhlaslı olun. Güvenilir olun. Fedakar olun. Çalışkan olun. Yalan ve hileden uzak durun. Hayırlı işlerde yarışın. Güzel söz konuşun. Güleryüzlü olun. Selam verin, selam alın. Affedin. Allah’a tevekkül edin. Sözünüze sadık olun. Yetimi, öksüzü, ihtiyaç sahibini gözetin. Darlık anında dahi mallarınızı hayır yolunda harcayın. Sevdiğiniz şeylerden verin. İnananlar arasında barışı sağlayın. Hayırlı işlerde yardımlaşın. Öğüt verip hatırlatın. Yönetimde şurayı esas alın. Emanetleri ehil kişilere verin. Allah’ın yoluna davet edin. İnananlarla birlikte olun. Kötülüğü en güzel tavırla uzaklaştırın. Ölçü ve tartıda dürüst olun. Anne ve babaya çok iyi davranın. Vadeli borçları yazın, kayıt altına alın. Kur’an okunduğunda onu dinleyin. Temiz ve güzel giyinin. 
YASAKLAR
Haksız yere cana kıymayın. Zina etmeyin. Haram yemeyin. Gıybet etmeyin. İnsanlar aleyhine söz taşımayın. Şahitlikten kaçınmayın, yalan yere şahitlik yapmayın. Çirkin işlerden, fenalık ve azgınlıktan uzak durun. Lüzumsuz söz ve davranışlardan uzak durun. Yaptığınız iyilikleri başa kakmayın. Öfkelenmeyin. Kibirlenmeyin. Şeytandan korkmayın. Yalan söylemeyin. İnsanlar ile alay etmeyin ve onlara lakaplar takmayın. İnsanların Allah’tan başka taptıklarına sövmeyin. Kendinizi temize çıkarmayın. Hırsızlık yapmayın. Emanetlere hıyanet etmeyin. İsraf etmeyin. Faiz yemeyin. Başarısızlıkta üzülmeyin, başarıda büyüklenmeyin. Boş yere yemin etmeyin. Yeryüzünde fesat çıkarmayın. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Hakkında bilginiz olmayan şeyin ardına düşmeyin. Zalimlere eğilim göstermeyin. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Dinde fırkalara ayrılmayın. Allah’ın haram etmediği şeyleri haramlaştırmayın. Müşrik kadın ve erkeklerle evlenmeyin. Adet dönemindeki eşleriniz ile cinsel ilişkiye girmeyin. Dinde baskı ve zorlama yapmayın. Allah’a ve elçisine ihanet etmeyin. İnkara sapanları gönül dostu edinmeyin. Kendi canlarınıza kıymayın. Başkalarının sahip olduğu nimetlere göz dikmeyin. Allah’ın ayetleri ile alay edilen yerlerde durmayın. Sarhoş ve cünüpken namaz kılmayın. Leş, kan ve domuz eti yemeyin. Uyuşturucu ve içkiden uzak durun, kumar oynamayın. Allah’ın yasak ettiği kadınlar ile evlenmeyin. Bilgisizlerin yolunu izlemeyin. Mallarınızı ve çocuklarınızı Allah’ın önüne geçirmeyin. Yapmayacağınız şeyleri söylemeyin. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. İnsanların evlerine habersiz ve selam vermeden girmeyin. Size selam verene sen mümin değilsin demeyin. Gevşemeyin, tasalanmayın. Kendi elleriniz ile kendinizi tehlikeye atmayın. Yarın ben bunu kesinlikle yapacağım demeyin. İnşallah deyin. Kitap ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Allah’a dininizi öğretmeye kalkmayın. Çirkin iş ve edepsizliği yaymayın. Allah’a nankörlük etmeyin. Allah’a iftira etmeyin. Şeytana kulluk etmeyin, şeytanın adımlarını izlemeyin. Allah’ın sınırlarını aşmayın.

PEYGAMBERİN HAYATINDAN

O, Allah vergisi bir ahlâka sahipti, olgun ve itidal sahibiydi, tevazu ve müsamahasını kimseden esirgemezdi, hep sade ve basit yaşamayı tercih ederdi, kibir ve gururdan daima kaçmıştı, Beytülmalın ve ganimetin en bol olduğu zamanda bile kuru bir hasır üstünde yatmayı tercih edecek kadar engin, mütevazi, kanaatkâr ve diğergamdı, bir defasında sahabelerinin yanına geldiğinde hepsi ayağa kalkınca “Acemlerin birbirlerini tazim ederek ayağa kalktıkları gibi siz de benim için ayağa kalkmayın, çünkü ben, her kulun yediği gibi yiyen, oturduğu gibi oturan bir kulum” demişti, Mekke’nin fethinde şehre girerken devesinin üzerinde öylesine eğilmişti ki tevazuundan sakalının uçları devenin semerine değmekte idi, o haldeyken bile “Allah’ım beni riyadan koru” diye dua ediyordu,elini öpmek isteyenleri de hoş karşılamazdı, bir keresinde de sıcak bir havada başının üstüne gölgelik yapmalarına mani olmuştu, kendisine mescitte ayrı bir gölgelik yer ve çardak yapılmasını isteyenlere de karşı çıkmış, “Allah’ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben sahabilerimin ökçeme basmalarına da hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım” buyurmuştu, muhtaçlara yardım eder, zayıf, fakir ve kimsesizleri korur, tatlı sözlü ve güleryüzlü davranırdı, bir keresinde “Ey Ayşe, yarım ölçek hurma da olsa fakiri boş çevirme, fakirleri sev, onlara yakın ol ki kıyamet gününde Allah ta sana yakın olsun” buyurmuştu, çocukları ise ayrı bir sevgi ve şefkatle sevmiştir, bir çocuk gördüğünde mübarek yüzünü neşe ve sevinç kaplardı, çocuklara şefkatinde bir ayırım gözetmezdi, “merhamet etmeyene merhamet olunmaz, boğazlanacak hayvana bile olsa merhamet edene kıyamet gününde Allah rahmet eder” buyurmuştur,  yetim çocukları ise ayrıca çok sever ve şefkat gösterirdi, kölelere de çok şefkat ve merhamet gösterirdi, en son sözü “namaza dikkat edin namaza” ve “elinizin altında bulunan kölelerinize eziyet etme hususunda Allah’tan korkun” olmuştur, kadınlara iyilik yapmanın, onlara şefkatli davranmanın imanın bir alâmeti olduğunu söylemiş, “kim Allah’a ve ahiret gününe iman etmişse komşusuna eziyet etmesin, kadınlara da hayrı tavsiye ediniz” demiştir, aşırılığa asla kaçmadan orta yolu, doğru yolu bulurdu, O her yönüyle mükemmel bir aile reisi, merhametli bir koca, şefkatli bir baba olmuştur,”sizin en hayırlınız kadınlarına karşı hayırlı olandır” buyurmuştur, O nezaketini kimseden esirgemez, herkese eşit muamele eder, hoş ve tatlı davranırdı, kendisine bir şey soranı can kulağıyla dinler, soruyu soran yanından ayrılmadıkça onu terk etmezdi, güler yüzlü güzel huyluydu, kimseyle çekişmez, bağırıp çağırmaz, kimseyi ayıplamazdı, cimri değildi, hoşlanmadığı şeylere de göz yumardı, kendisinden bir şey umanı ümitsizliğe düşürmezdi, son derece vakur ve izzet sahibiydi, ciddiyete zarar verecek hareketlerde bulunmazdı, dedikodu yapmazdı, oturuşu da gayet vakarlı idi, oturduğu zaman cübbesiyle ayaklarını ve dizlerini örter, elleriyle kendine çeki düzen verirdi, başkalarını rahatsız edecek veya iğrendirecek hiçbir hareket yapmazdı, çoğunlukla bağdaş kurarak veya diz üstü otururdu, sağa sola yayılmaz, önünde oturan kimseye katiyen ayaklarını uzatmazdı, yürürken bakışlarını sağa sola çevirmez, karşıya bakarak sert fakat mütevazi adımlarla yürürdü, halinde sükut yani sessizlik hakimdi, sükutu çok severdi, daima susması konuşmasından uzun sürerdi, ihtiyaç dışında konuşmaz, az ve öz konuşurdu, boş ve lüzumsuz söz söylemez, konuşurken ne fazla ne de eksik söz kullanırdı, ferahladığı zaman gözlerini yumardı, sesli gülmez, kahkaha atmazdı, en fazla gülmesi tebessümdü, söylenenlere karşı tahammül ve sabır göstermek için susardı, başkalarının hoşuna giden bir hareketini görürse takdir için ve tefekkür için susardı, bir keresinde “cihat, oruç ve zekâttan sonra en hayırlı ibadet susmak, konuşunca da hayır konuşmaktır” buyurmuştur, bir soru üzerine de “insanları cehenneme yüzüstü düşürecek olan şey dillerinden başkası değildir, kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun, hayır konuşun, faydalanın, kötü konuşmayın ki selamette olasınız” buyurmuştur, karşılaştığı kimseye önce kendisi selam verirdi, ziyarete gelene ikramda bulunur, oturmaları için çok kere hırkasını sererdi, bazan da altındaki minderini verir, kendisi kuru yere otururdu,   adalet  ve  insaftan  asla  ayrılmaz,  adalet  hususunda din farkı gözetmezdi, O ticarette de adalet, insaf, hak ve hukuktan asla ayrılmadı, yalan, hile, aldatma  gibi  çirkinliklerden  daima  uzak kaldı, bir keresinde alacağını kaba bir biçimde tahsile gelen birine karşı hiddetlenen ashabına “susun, bırakınız, çünkü kişi borcunu ödeyinceye kadar,  alacaklının  onun  üzerinde  bir nüfuzu  vardır, hak  sahibi hakkını isteme selahiyetine sahiptir” diyerek susturmuş, pazardaki  malın kötüsünü  altına gizleyen  bir tüccara  da  “müslümanlar    arasında    aldatma    olmaz,   bizi  aldatan   bizden   değildir”  demiştir,  bir başka  zaman “müslüman müslümanın kardeşidir,/ kusurlu bir malı din kardeşine satan hiçbir müslümana bu satışı helâl olmaz,  meğer  satarken  malın  ayıbını  ona   açıklaya” buyurdu, herkese  iyilik  ve  yardımda  bulunurdu,  fakat akrabalarına daha fazla iyilik ve ihsanda bulunmağa çalışırdı, yakın uzak bütün akrabalarını gözetir, haklarını korurdu, misafiri hiç eksik olmazdı, evde ne var ne yok misafirlere ikram eder, kendileri ve ev halkı pek çok geceyi aç geçirirdi, misafir kabul etmekte de din ayrımı gözetmezdi,  Peygamberliğinden evvel de komşuluk hakkını en çok gözetendi, doğru sözlülükte en başta gelirdi, eminlik ve güvenilirlikte en büyük, kötü huylardan en uzak olan bir kişiydi, yumuşak kalpli ve merhametliydi, gününün büyük kısmını ibadet ve zikirle geçirirdi, dava arkadaşlarını gözü gibi korur, onlara daima şefkat ve samimiyet gösterirdi, şahsına yapılan kötülüğü affederdi, kin tutmazdı, bütün düşmanlarını, tövbe etmeleri, imana gelmeleri üzerine affetmiş, bağışlamıştır, amcası Hz.Hamza’yı şehid edenleri bile affetmişti, kendi şahsına ait bir meselede ve dünya işlerinde kimseye kızmaz ve intikam düşünmezdi, kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi, fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle kızardı ki öfke ve gazabını kimse önleyemezdi, iki şeyden birini tercih edeceği zaman kolay olanı tercih ederdi, günah bir şeyden ise kaçardı, faydasız boş şeylerle uğraşmazdı, kimseyi ne yüzüne ne arkasından ayıplamazdı, kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı, kötü söz söylemez, konuşurken sözlerini uzatmaz, sözü ayıra ayıra, tane tane söylerdi, O konuşurken meclisinde bulunanlar O’nu sessiz ve hareketsiz dinlerlerdi, O’nun yanında asla tartışmaz ve çekişmezlerdi, birisi konuşurken öbürleri susar, konuşması bitinceye kadar beklerdi, huzurunda dünya işlerinden bahsolunsa O da dünya işlerinden, ahiret işinden bahsedilirse O da ahiret meselelerinden  bahseder, yemeğe dair konuşulsa O da yemeğe dair konuşurdu, meclisinde bulunanlardan birisi bir şeye gülerse O da güler, bir şeye hayret ederse O da hayret ederdi, hakka tecavüz etmedikçe kimsenin sözünü kesmez, hakka tecavüz eden olursa sözünü keser veya meclisten kalkar giderdi,birisi elini musafaha için tutsa o kimse elini bırakmadıkça O da bırakmazdı, bir iş yapılacağı zaman mutlaka bir kısmını da O yapar, asla bir kenarda işin yapılmasını beklemez ve seyretmezdi, zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımcı olur, elbisesini yamar, ayakkabısının yırtığını kendisi dikerdi, kendi hizmetini kendi görür, ev süpürür, deveyi bağlar, yemini verir, koyun sağardı, yiyeceklerini çarşıdan kendisi alırdı, kendi eşyalarını kendi taşırdı, hizmetçisiyle beraber oturup yemek yer, onunla beraber hamur yoğururdu, insanların en halimi ve yumuşak huylusuydu, bir seferinde Hz.Ayşe’ye; “Ey Ayşe, yumuşak davran, zira yumuşaklık bir şeyde bulunursa onu süsler, bir şeyden çıkarsa onu çirkinleştirir” demişti, bir keresinde de “asıl pehlivan öfke anında kendisine hakim olabilen, kendini tutabilendir” buyurmuştu, öyle bir hayâ ve edep sahibiydi ki kimseye hoşlanmadığı biçimde hitap etmezdi, “Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve başın taşıdığı uzuvları, karnı ve içine doldurduğu uzuvları haramdan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi hatırda tutmaktır, ahireti isteyen kişi de dünyanın ziynetini bırakır, işte kim böyle yaparsa Allah’tan gerçek manada hayâ etmiş olur” buyurmuştu, O’nun hayâsı başkalarının kusur ve ayıplarını hatırlatmaya ve söylemeye meydan vermezdi, hoş olmayan bir hali görünce “neden falan kimse böyle diyor, böyle yapıyor” demez, umumi manâda “niçin böyle yapıyorlar” veya “diyorlar” şeklinde konuşurdu, hayâsının fazlalığından dolayı hiç kimsenin yüzüne dik ve sabit bir şekilde bakıp kalmazdı, O’nun kadar merhametli, ince ruhlu ve müşfik bir insan yeryüzüne gelmemiştir, ahdine bağlı kalan, yaptığı anlaşmaya sadakat gösteren en büyük insandır O, bu hususta dost, düşman , müslüman kafir ayırımı da asla gözetmemiş, ne pahasına olursa olsun ahdini bozmamıştır, “ahde vefa imandandır” buyurmuştur, kul hakkından çok korkardı, Veda Hutbesi’nde  “kimin hakkı var ise gelsin alsın, kimin sırtına vurmuş isem gelsin vursun” buyurmuştu, O insanların en cesuru, en yüreklisi, en kahraman ve yiğidi idi, ayrıca hem sabır kahramanı, hem de şükür deryasıydı, her çeşit musibete uğradığı halde sabretmiş, tevekkül etmiş, her iyilik ve nimete de şükretmiştir, çok ağır hastalıklara yakalandığında bile şükretti, O Sultanlar Sultanı idi, O şüphesiz yaradılmışların en ulusu, Allah’ın en sevgilisi idi, ancak O, bir kul olduğunu, bir fani olduğunu asla unutmadı, Allah’ın en sevgili kulu olduğunu bildiği halde kendisi için ne Allah’tan ne kuldan hiçbir ayrıcalık ve dünya nimeti istemediği gibi onca cefa ve sıkıntıya karşı sabretti,  şükretti, tevekkül etti, O sadece ahiret nimeti istedi ve “bize ahiret nimeti yeter” buyurdu. 

19 Nisan 2018 Perşembe

MİLLET-DEVLET, DEVLETİ KURAN İRADE



Allah sağlık versin Emin Işık Hoca’mızın “devleti kuran irade” adında bir güzel eseri vardı. Söze buradan başlamak istiyorum. Devleti kuran kişi midir yoksa irade midir? Bu soruyu bir de şöyle sorsak cevabımız acaba nasıl olurdu: Dini tebliğ ve var eden irade peygamberlerin iradesi midir yoksa Allah'ın iradesi mi desek doğru  cevap acaba ne olmalıdır?…
Biz Türk Milleti olarak şimdiye kadar asla bu konuda yanlış bir yargıya varmadık. Orta Asya’dan Anadolu’ya hiç devletsiz kalmadık. Arada birkaç belirsizlik ve fetret dönemi yaşamış olsak ta devlet az biraz zafiyet geçirse de devleti kuran ve yaşatan irade asla kaybolmadı. Devleti kuran irade daima bizimle olduğu için zafiyet geçirsek te asla devletsiz kalmadık. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yeni bir fetrete girdik. Devleti kuran iradeyi bir tarafa bıraktık ve cumhuriyeti kuran Atatürk söylemi ile yeni bir dönem başlattık. Köhne Osmanlı’yı yıktı, yeni ve cici, modern bir devlet kuruldu, o devletin adı na da Türkiye Cumhuriyeti  bile diyemedik ve Atatürk Cumhuriyeti dedik, noktayı koyduk. Oysa ki Türkiye Cumhuriyetini kuran irade bizim kadim devlet geleneğimizi  yaşatan devleti kuran irade değildi. Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük Britanya İmparatorluğu önderliğindeki Avrupa’nın Haçlı gücü idi. Altıyüz yıl Avrupa’ya ve hatta dünyaya diz çöktüren Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına sokularak parça parça edilmiş, yağmalanmış, üç kıtaya kök salmış olan milyonlarca kilometrekarelik ecdat mirası üzerinde İngiliz, Fransız, İspanyol, Belçika, Portekiz ve diğer Avrupa devletlerinin sömürgeleri kurulmuş ve Anadolu’da da bir manda cumhuriyeti kurulmuş, adına da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti denilmişti. Oysa ki Türkiye Cumhuriyeti bağımsız olsa idi misakı milli sınırlarından dahi vazgeçmez, koskoca bir imparatorluğun bakiyesi olduğunu dahi reddetmez, mirası reddettiği halde Osmanlı’nın borçlarını üstlenmek zorunda kalmaz,  Osmanlı’da var olan ve Osmanlının en önemli gücü olan  saltanat ve hilafetten de feragat etmez, Anadolu’nun namusuna saldıran ve tecavüz eden Yunanistan’dan maddi bir savaş tazminatı dahi alamadığı halde hiç değilse Ege adalarından da vazgeçmezdi.  Saltanat bu kadar kötü ve vazgeçilmesi gereken bir şey olsa idi başta Büyük Britanya İmparatorluğu olmak üzere Belçika’dan Danimarka’ya, İspanya’ya ve hatta daha dünkü vilayetimiz olan Yunanistan’a kadar Avrupa’nın medeni ülkeleri hepsi birden saltanatlarından ve monarşik krallıklarından vazgeçerlerdi. Oysa ki birinci dünya harbi sonunda Osmanlı İmparatorluğundaki saltanata son verilmiş ve emperyalist batı Osmanlı coğrafyasında kurdukları kukla devletlere atanmış kralları ve emirleri bekçi olarak bırakarak sırça sayarlarına çekilmişlerdir.  Biz ise cumhuriyetin kuruluş ve ilanından bugünlere kadar kendimizle hesaplaşa hesaplaşa, daha doğrusu cumhuriyeti kuran irade ile devleti  kuran iradenin hesaplaşması ile bugünlere düşe kalka gelmişiz. Gelebilmiş isek te bunda asıl bize yol veren, güç veren ve yol aldıran irade devleti kuran kadim iradedir. Devleti kuran kadim devlet iradesinin kontrolünden asla çıkmayan bu kahraman millet her şeyin vakti saati gelsin diye beklemiş ve vakit saat geldiğinde de atması gereken adımları atmıştır. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyetini kuran irade inisyatifi kaybetmiş olmanın panik ve telaşı içinde bütün gücü ile devleti kuran iradeye saldırmaktadır.
Dünyanın eski ve yeni farklı devletlerine ve liderlerine şöyle bir bakalım: Çin Halk Cumhuriyeti( Kızıl Çin) yaşıyor fakat MAO öldü. Sovyetler Birliği Rusya olarak devam ediyor ancak Lenin, Stalin öldü. Irak’ta Osmanlı’dan sonra Saddam öldü ve Irak bu halde. Suriye yine osmanlı’dan sonra Beşşar Esat elinde bu halde. Ürdün’de Kral Hüseyin öldü yeni kral kim bilen yok. İran’da önce Rıza Pehlevi tahttan indirildi, Humeyni  geldi. Humeyni de öldü. Bulgaristan’da Jivkov öldü, unutuldu. Yugoslavya’da Tito öldü yeni devletçikler ortaya çıktı. Küba’da Fidel efsanesi bitti. Almanya’da, Fransa ve İngiltere’de dünyevi bir lider yok. Sistemler yürüyor. Keza Amerika’da yine sistem devam ediyor hiçbir liderin esamesi okunmuyor. Kısaca diyebilirim ki kişilere dayalı hiçbir rejim ya da sistem yaşıyor değil. Kişiler ölmüş, sistemleri dağılmış, ya da zaten sistemleri diye bir şey yokmuş ta sadece isimleri varmış. Yani diyebilirim ki dünyanın hiçbir yerinde hiçbir dünya liderinin koyduğu izmli bir sistem  hayatta ve ayakta değil. Ayakta ve hayatta olan sadece ve sadece dinlerdir ve bilinen o dinlerin peygamberleri  ya da kurucuları.  
Hal böyle iken kendi tarihimize de baktığımızda Cengiz, Atilla, Timur’dan bu yana Türk Milleti hiçbir ismi unutmamış fakat hiçbir isme de hepsinden özel bir değer vermemiştir. Bütün tarihi büyüklerine ve değerlerine sahip çıkmış ve aynı gözle bakmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile farklı bir sayfa açılmak istenmiş, geçmişinden tarihinden kopuk, Selçuklu ve Osmanlıya uzak bir yeni ulus oluşturulmak istenmiş, geçmişi olmayan geleceği ise muasır batı medeniyeti ile entegre olmuş bir  cihan devleti ideali olmayan ve KEMALİZM dedikleri sonradan uydurulmuş bir sistem içine hapsedilmiş bir dünyaya mahkum edilmek istenmişiz. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, saltanat düşmanlığı, Osmanlı düşmanlığı, hilafet düşmanlığı merkezli geçmişten kopuk ve geleceği belirsiz bir sömürge devleti formatı içinde her türlü batılı kültür değerleri  ile barışık bir yapı kurumsallaştırılmak istenmiştir. Bu aslında  Atatürk’ün dışındaki bir derin irade tarafından Atatürk ismi etrafında oluşturulmuştur. Sonrasında İsmet İnönü yerine geçmiş ise de ismet İnönü ile birlikte bir otoriter liderler zinciri oluşması sözkonusu iken millet bu oyunu Adnan Menderes ile bozmuştur.  1950 den bugüne milletin meşru iradesi binlerce yıllık bir tarihi misyona sahip çıkmak fikir ve düşüncesini ortaya koyarken cumhuriyeti kuran derin haçlı iradesi ise her seferinde devletin 1923 mantığı ile formatlanması yönünde kendi derin mekanizmalarını devreye sokmuş, böylece Türkiye Cumhuriyeti devleti yüz yıla yakın bir zamandır, iç siyasi çekişmeler, darbeler, sokak hareketleri, terör sorunları arasında boğuşa boğuşa bugünlere gelmeyi başarmıştır.  
Şimdi Atatürk ile ilgili bir polemiğe girmeyi asla doğru bulmuyorum ancak Atatürkçülüğün  Atatürk’ten sonra farklı bir irade tarafından oluşturulduğunu  görüyor ve Atatürkçülük ve Kemalizm söylemlerini reddediyorum.  Aklı başında olan bütün aydınlarımız binbeşyüz yıldır İslam ile şereflenmiş Müslüman Türk milletinin bir ferdi olduklarının şuuru içinde orta Asya’dan başlayan Türk tarihini, Anadolu ve Balkanlara gelişimizi, Selçuklu ve Osmanlı ruhunu çok iyi şekilde inceleyerek bugün durmamız gereken en doğru yerin ne olduğunu yeniden belirlemek için bir çaba göstermelidir. Batı emperyalizminin yaptığı ortadadır. Muhteşem bir imparatorluk yıkılmış ellerindeki  silahlarının namluları ile bize bir Anadolu coğrafyası lutfedilmiş, Ankara’ya tanrısal bir konum verdikleri Atatürk için firavun mezarları örnek alınarak  yapılmış Yunanistan’daki Akropolü andıran arslanlı yollu anıtkabir  bizim kabemiz gibi gösterilmiştir. İşte sizin tanrınız da bu, kabeniz de bu. Uslu çocuk olursanız bizler gelir size misafir olur, açlarınızı doyurur, yardımlarımız ile sizi geçindiririz. Ama yaramazlık yapmaya kalkarsanız, bizim dünya hakimiyetimize müdahale etmeye kalkarsanız bu Anadolu coğrafyasını bile size dar ederiz demişlerdir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaşadığımız yakın tarih süreci herkesin malumudur ki tek parti iktidarı ile başlamış, serbest fırka ve terakkiperver cumhuriyet fırkası denemeleri sistemin sağlam bir zemine oturmadığını gösterdiği için sonlandırılmıştır. Devlet, 1946 daki açık oy kapalı sayım faciasını saymazsak 1950 ye kadar tek parti ve başkanlık sistemi ile idare edilmiştir. CHP nin başındaki Atatürk ve İnönü tek adam olarak hem devleti hem partiyi idare etmiştir. Sonrasında 1950 seçimleri ile iktidar değiştiğinde ise milli iradenin ağırlığını ortadan kaldırmak ya da tamamen devre dışı bırakmak için yüksek yargı, ordu, bürokrasi, basın ve sermaye adı altında devlet bu beşli çetenin eline teslim edilmiştir. Ve türlü ajitasyon ve provakasyonlar ile önce 27 mayıs darbesi, ardından 12 mart muhtırası ve sonrasında 1980 ihtilali ve devamında 28 şubat süreci ve postmodern darbeler, müdahaleler ve türlü senaryolar. Milli iradenin bütün bunların üstesinden geleceğinin farkında olan dış güçler cumhuriyetin ilk yıllarında tekke ve zaviyeleri kapatarak yeraltına itmiş ve devamında da kendi yetiştirdiği çağdaş lawrensleri bir bir öne sürmeye başlamıştır. FETÖ bunlardan biridir. Ve yedekte bekleyen ve zamanı geldiğinde ortaya çıkarılan ve çıkarılacak daha pek çok klonlanmış FETÖ sırada beklemektedir. Dış güçler Türk milletinin dünya genelinde oynanan emperyal oyuna müdahil olmasın diye çok farklı senaryolar hazırlamakta ve sahneye koymaktadır.  Olayı akademik anlamda ortaya koymak kitaplar dolusu bilgi ve dökümanı yeniden deşifre etmekle mümkün olacaktır ancak biz fazla ayrıntıya girmeden kısa başlıklar ve cümleler halinde  olayı hülasa edelim.
Osmanlının son yıllarında ortaya çıkan ittihat ve terakki ve Jöntürkler hareketi ile Türkçülük ve hatta İslamcılık Osmanlıyı ayrıştırmak ve tasfiye etmek için kullanılmıştır. Çok uluslu bir devletin ne Türkçü ne de İslamcı olması doğru değildir. Ancak idari kadro İslam olmakla zaten lokomotifte de Türkler olmakla çok uluslu ve çok dinli devlet yaşatılmalı idi. Düşmanlar din ve milliyet ayrılıklarını tahrik ederek batıcılık hareketi ile birlikte Osmanlıyı tasfiye etmiş, Milletimizin elindeki saltanat ve hilafet gücünü elinden almış ve kucağına cumhuriyet adında yeni doğmuş sıfır kilometrede bir ucube vermiştir.
Cumhuriyet kuruluşu ile birlikte adeta sömürge valiliği mantığı içinde devleti sevk ve idare etmiş, devrimlerle Türkiye’yi batının kucağına bırakmıştır.
Yukarıda da sözkonusu ettiğimiz yüksek yargı, ordu, bürokrasi, basın ve sermayeden oluşan beşli çete milli iradeyi asla tanımamış, asmış, kesmiş, yağmış, gürlemiş, insani ve çağdaş veya milli hiçbir değer tanımadan keyfince hükmetmiştir.
Ancak Adnan Menderes, ardından Turgut Özal ve son olarak AK Parti idaresi ile milli irade bu beşli çeteyi bir bir tasfiye etmeyi başarmıştır. Bu durumda dış güçler yedekte bekleyen güçlerini devreye sokmaya başlamıştır.
Önce elli yıla yakın bir zaman sürecinde çok güçlenmiş olan FETÖ  vasıtası ile köklü bir çözüm düşünülmüş ancak millet bu saldırıyı geri püskürtmüştür.
Dış güçler bunun üzerine PKK ile diğer siyasi ayakları harekete geçirmişlerdir. Irak ve Suriye’deki kaos ortamı üstünden Türkiye’yi kuşatmak istemişlerdir. Türkiye bu saldırıyı da FIRAT KALKANI ve ZEYTİN DALI operasyonları ile bertaraf etmiştir. Rusya İran ve batı arasında çok dengeli bir politika izleyerek bugünlere gelinmiştir.
Dış güçler bu durumda milli iradeye zaafa uğratmak, milli birlik ve bütünlüğü bozmak, siyasi, milli ve dini ayrışmayı artırmak bakımından hiç akla gelmeyecek projeler ve senaryolar ile ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede ülkenin geneline baktığımızda;
1-Adnan Oktar adındaki ajan bile deşifre olmak zorunda kalmıştır.
2-Alpaslan Kuytul da sahaya sürülen ajan figürlerdendir.
3-Cübbeli Ahmet Hoca tarzı ajanlar da bir bir ortaya atılmaya başlanmıştır.
4-Haydar Baş hem siyasi parti, hem cemaat lideri, hem sünni, hem alevi, hem de Atatürkçü söylemler ile deşifre olmuştur.
4-Dış güçler sakallı ajanların yanında kravatlı akademisyen veya entelektüel yazar formatındaki ajanlarını da devreye sokarak;
A-     Osmanlı düşmanı, güya Selçuklu hayranı söylemler,
B-      Türkçü-Ülkücü fakat Arap düşmanı söylemler,
C-      Atatürkçü ülkücü bir akım, Atatürk Türkçü idi diyor.
D-     Atatürkçü İslamcı bir akım, Atatürk seyit ve yedi yaşında hafız, molla zübeydenin oğlu diyor.
E-      Ulusalcı modernist İslamcılar,
F-      Sadece ve yalnız Kur’an deyip hadisi tamamen ret edenler,
G-     Kur’anı tamamen bir yana bırakıp güya bilenlerin eline bırakıp sadece hadis ve nakil ile, türlü cübbeli tarzı vaazlar ile dini hayatlarını dizayn edenler,
H-     Çok modern ve DEİST yaklaşımlar.
(Bunların hepsinin ortak yönü temelde cumhuriyetçi ve iktidar muhalifi olmalarıdır)
Ve daha akla gelen gelmeyen pek çok bir yanı aksayan sakat zihniyet ve anlayışlar ile milleti ve ümmeti bölmek yönünde sürekli formüller arayan ve üreten ve bu yönde ARGE yapan batılı ezeli düşmanlarımız saldırılarını nefes almadan sürdürmektedir.
Burada bize düşen ise bu ülkenin insanı, bu bayrağın gölgesinde dinlenen ve ruhu huzur bulan, bu milletin ve bu ümmetin bir ferdi olan, inancı ve dünyaya bakışı farklı olsa bile vatandaş olmak bilinci içinde bu coğrafyada yaşamak isteyen her insanımız bu ayrıştırma projelerine karşı direnmeyi en kutsal vazife, en mukaddes cihat bilmelidir. Değişik batı ülkelerinde ve hatta Amerika’da her türlü din ve milliyetler kendi düzeni içinde düzene muhalif olmamak kaydı ile varlığını sürdürebilmekte iken her türlü ayrışmaya karşı birliğin sağlanması yolunda çaba gösterilirken aynı zihniyet Anadolu coğrafyasındaki dini ve etnik ayrılıkları ayrışma nedeni olarak ortaya atmaktadır. Ortadoğu ve Afrika kıtasındaki haritalara bakınız küçücük küçücük o kadar çok devlet icat edilmiş ki bir dünya halklar varmış gibi. Sadece Arap dünyası belki 20 devletten ibarettir. Afrika’daki devletlerin ise sayısı belli değildir. Türk Dünyasında aynı şekilde bağımsız yarı bağımsız veya hala sömürge pek çok devlet vardır. Fakat Avrupa Kıtası Avrupa Birliği adı altında aralarındaki sınırları bile kaldırmış, ortak para birimine geçmiş ve pek çok alanda işbirliği içindedir. Avrupa ve Amerika’da ikinci sınıf iki tür vatandaş vardır: Karaderililer ve Müslümanlar. Türkiye dünyadaki egemen güçlerin hakimiyet alanından tamamen çıkmak ve Osmanlı misyonu ile dünya siyasetinde ağırlığını koymak azmindedir. Bu direncin ve bu iradenin yok edilmesi halinde Türkiye’nin de sonu Allah korusun Suriye, Mısır, Irak veya Filistin gibi olacaktır. Ve Bu durumdan bugün Sadettin Köpek gibi muhteris iddialarla ihanete bulaşanlar da elbette nasiplenecektir. Hiçbir ihanet cezasız kalmaz. Kendi milletine ve devletine ihanet edeni profesyonel dış güçler affedecek mi sanıyorsunuz. Önce onlar belasını cezasını bulur. Derler ya ihtilal önce evlatlarını yer. Başarıya ulaşmış bir ihanetin de önce başındakiler tasfiye edilir.
                Aşağıdaki cümleler bu yazının son cümleleri olsun:
                Türkiye Cumhuriyeti devleti adı, Osmanlının çöküşü ve tasfiyesi ile girilen fetret devrinin adıdır. Bu fetret devri artık sona ermek üzeredir. Bugün olmazsa yarınlarda çok yakın bir gelecekte Türkiye Osmanlı olduğu dönemin sonunda elinden alınan güç ve iradeyi yeniden eline alacaktır. Kayı Boyunun Anadolu’ya ayak bastığı ruh ve misyonla, Söğüt’te yakılan ateş nasıl tüm dünyayı sarmış ve altı yüz yıl dünyada adalet ve gücün timsali olmuş ise yine aynı güç ile aynı misyonla dünyanın emperyal güçleri arasında yerini alacak ve onların zalim oyunlarını bozacaktır. Buna olan inancım tamdır. Dünyanın geleceği ve kaderi Müslüman Türk’ün kontrolünde TÜRK-İSLAM DÜNYA DEVLETİ’nin elinde olacaktır. Evet, evet; “Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de”