Allah sağlık versin Emin Işık Hoca’mızın “devleti kuran
irade” adında bir güzel eseri vardı. Söze buradan başlamak istiyorum. Devleti
kuran kişi midir yoksa irade midir? Bu soruyu bir de şöyle sorsak cevabımız
acaba nasıl olurdu: Dini tebliğ ve var eden irade peygamberlerin iradesi midir yoksa
Allah'ın iradesi mi desek doğru cevap acaba ne
olmalıdır?…
Biz Türk Milleti olarak şimdiye kadar asla bu konuda yanlış
bir yargıya varmadık. Orta Asya’dan Anadolu’ya hiç devletsiz kalmadık. Arada
birkaç belirsizlik ve fetret dönemi yaşamış olsak ta devlet az biraz zafiyet
geçirse de devleti kuran ve yaşatan irade asla kaybolmadı. Devleti kuran irade
daima bizimle olduğu için zafiyet geçirsek te asla devletsiz kalmadık. Ancak
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yeni bir fetrete girdik. Devleti kuran
iradeyi bir tarafa bıraktık ve cumhuriyeti kuran Atatürk söylemi ile yeni bir
dönem başlattık. Köhne Osmanlı’yı yıktı, yeni ve cici, modern bir devlet kuruldu,
o devletin adı na da Türkiye Cumhuriyeti
bile diyemedik ve Atatürk Cumhuriyeti dedik, noktayı koyduk. Oysa ki
Türkiye Cumhuriyetini kuran irade bizim kadim devlet geleneğimizi yaşatan devleti kuran irade değildi. Türkiye
Cumhuriyetini kuran Büyük Britanya İmparatorluğu önderliğindeki Avrupa’nın
Haçlı gücü idi. Altıyüz yıl Avrupa’ya ve hatta dünyaya diz çöktüren Osmanlı
İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına sokularak parça parça edilmiş,
yağmalanmış, üç kıtaya kök salmış olan milyonlarca kilometrekarelik ecdat
mirası üzerinde İngiliz, Fransız, İspanyol, Belçika, Portekiz ve diğer Avrupa
devletlerinin sömürgeleri kurulmuş ve Anadolu’da da bir manda cumhuriyeti
kurulmuş, adına da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti denilmişti. Oysa ki Türkiye
Cumhuriyeti bağımsız olsa idi misakı milli sınırlarından dahi vazgeçmez,
koskoca bir imparatorluğun bakiyesi olduğunu dahi reddetmez, mirası reddettiği
halde Osmanlı’nın borçlarını üstlenmek zorunda kalmaz, Osmanlı’da var olan ve Osmanlının en önemli
gücü olan saltanat ve hilafetten de feragat
etmez, Anadolu’nun namusuna saldıran ve tecavüz eden Yunanistan’dan maddi bir
savaş tazminatı dahi alamadığı halde hiç değilse Ege adalarından da
vazgeçmezdi. Saltanat bu kadar kötü ve
vazgeçilmesi gereken bir şey olsa idi başta Büyük Britanya İmparatorluğu olmak
üzere Belçika’dan Danimarka’ya, İspanya’ya ve hatta daha dünkü vilayetimiz olan
Yunanistan’a kadar Avrupa’nın medeni ülkeleri hepsi birden saltanatlarından ve
monarşik krallıklarından vazgeçerlerdi. Oysa ki birinci dünya harbi sonunda
Osmanlı İmparatorluğundaki saltanata son verilmiş ve emperyalist batı Osmanlı
coğrafyasında kurdukları kukla devletlere atanmış kralları ve emirleri bekçi
olarak bırakarak sırça sayarlarına çekilmişlerdir. Biz ise cumhuriyetin kuruluş ve ilanından
bugünlere kadar kendimizle hesaplaşa hesaplaşa, daha doğrusu cumhuriyeti kuran
irade ile devleti kuran iradenin
hesaplaşması ile bugünlere düşe kalka gelmişiz. Gelebilmiş isek te bunda asıl
bize yol veren, güç veren ve yol aldıran irade devleti kuran kadim iradedir. Devleti
kuran kadim devlet iradesinin kontrolünden asla çıkmayan bu kahraman millet her
şeyin vakti saati gelsin diye beklemiş ve vakit saat geldiğinde de atması
gereken adımları atmıştır. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyetini kuran
irade inisyatifi kaybetmiş olmanın panik ve telaşı içinde bütün gücü ile
devleti kuran iradeye saldırmaktadır.
Dünyanın eski ve yeni farklı devletlerine ve liderlerine
şöyle bir bakalım: Çin Halk Cumhuriyeti( Kızıl Çin) yaşıyor fakat MAO öldü.
Sovyetler Birliği Rusya olarak devam ediyor ancak Lenin, Stalin öldü. Irak’ta
Osmanlı’dan sonra Saddam öldü ve Irak bu halde. Suriye yine osmanlı’dan sonra
Beşşar Esat elinde bu halde. Ürdün’de Kral Hüseyin öldü yeni kral kim bilen
yok. İran’da önce Rıza Pehlevi tahttan indirildi, Humeyni geldi. Humeyni de öldü. Bulgaristan’da Jivkov
öldü, unutuldu. Yugoslavya’da Tito öldü yeni devletçikler ortaya çıktı. Küba’da
Fidel efsanesi bitti. Almanya’da, Fransa ve İngiltere’de dünyevi bir lider yok.
Sistemler yürüyor. Keza Amerika’da yine sistem devam ediyor hiçbir liderin
esamesi okunmuyor. Kısaca diyebilirim ki kişilere dayalı hiçbir rejim ya da
sistem yaşıyor değil. Kişiler ölmüş, sistemleri dağılmış, ya da zaten
sistemleri diye bir şey yokmuş ta sadece isimleri varmış. Yani diyebilirim ki
dünyanın hiçbir yerinde hiçbir dünya liderinin koyduğu izmli bir sistem hayatta ve ayakta değil. Ayakta ve hayatta
olan sadece ve sadece dinlerdir ve bilinen o dinlerin peygamberleri ya da kurucuları.
Hal böyle iken kendi tarihimize de baktığımızda Cengiz,
Atilla, Timur’dan bu yana Türk Milleti hiçbir ismi unutmamış fakat hiçbir isme
de hepsinden özel bir değer vermemiştir. Bütün tarihi büyüklerine ve
değerlerine sahip çıkmış ve aynı gözle bakmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluşu ile farklı bir sayfa açılmak istenmiş, geçmişinden tarihinden kopuk,
Selçuklu ve Osmanlıya uzak bir yeni ulus oluşturulmak istenmiş, geçmişi olmayan
geleceği ise muasır batı medeniyeti ile entegre olmuş bir cihan devleti ideali olmayan ve KEMALİZM
dedikleri sonradan uydurulmuş bir sistem içine hapsedilmiş bir dünyaya mahkum
edilmek istenmişiz. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, saltanat düşmanlığı,
Osmanlı düşmanlığı, hilafet düşmanlığı merkezli geçmişten kopuk ve geleceği
belirsiz bir sömürge devleti formatı içinde her türlü batılı kültür
değerleri ile barışık bir yapı
kurumsallaştırılmak istenmiştir. Bu aslında
Atatürk’ün dışındaki bir derin irade tarafından Atatürk ismi etrafında
oluşturulmuştur. Sonrasında İsmet İnönü yerine geçmiş ise de ismet İnönü ile
birlikte bir otoriter liderler zinciri oluşması sözkonusu iken millet bu oyunu
Adnan Menderes ile bozmuştur. 1950 den
bugüne milletin meşru iradesi binlerce yıllık bir tarihi misyona sahip çıkmak
fikir ve düşüncesini ortaya koyarken cumhuriyeti kuran derin haçlı iradesi ise
her seferinde devletin 1923 mantığı ile formatlanması yönünde kendi derin
mekanizmalarını devreye sokmuş, böylece Türkiye Cumhuriyeti devleti yüz yıla
yakın bir zamandır, iç siyasi çekişmeler, darbeler, sokak hareketleri, terör
sorunları arasında boğuşa boğuşa bugünlere gelmeyi başarmıştır.
Şimdi Atatürk ile ilgili bir polemiğe girmeyi asla doğru
bulmuyorum ancak Atatürkçülüğün
Atatürk’ten sonra farklı bir irade tarafından oluşturulduğunu görüyor ve Atatürkçülük ve Kemalizm
söylemlerini reddediyorum. Aklı başında
olan bütün aydınlarımız binbeşyüz yıldır İslam ile şereflenmiş Müslüman Türk
milletinin bir ferdi olduklarının şuuru içinde orta Asya’dan başlayan Türk
tarihini, Anadolu ve Balkanlara gelişimizi, Selçuklu ve Osmanlı ruhunu çok iyi
şekilde inceleyerek bugün durmamız gereken en doğru yerin ne olduğunu yeniden
belirlemek için bir çaba göstermelidir. Batı emperyalizminin yaptığı ortadadır.
Muhteşem bir imparatorluk yıkılmış ellerindeki
silahlarının namluları ile bize bir Anadolu coğrafyası lutfedilmiş,
Ankara’ya tanrısal bir konum verdikleri Atatürk için firavun mezarları örnek
alınarak yapılmış Yunanistan’daki
Akropolü andıran arslanlı yollu anıtkabir
bizim kabemiz gibi gösterilmiştir. İşte sizin tanrınız da bu, kabeniz de
bu. Uslu çocuk olursanız bizler gelir size misafir olur, açlarınızı doyurur,
yardımlarımız ile sizi geçindiririz. Ama yaramazlık yapmaya kalkarsanız, bizim
dünya hakimiyetimize müdahale etmeye kalkarsanız bu Anadolu coğrafyasını bile
size dar ederiz demişlerdir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaşadığımız yakın tarih
süreci herkesin malumudur ki tek parti iktidarı ile başlamış, serbest fırka ve
terakkiperver cumhuriyet fırkası denemeleri sistemin sağlam bir zemine
oturmadığını gösterdiği için sonlandırılmıştır. Devlet, 1946 daki açık oy
kapalı sayım faciasını saymazsak 1950 ye kadar tek parti ve başkanlık sistemi
ile idare edilmiştir. CHP nin başındaki Atatürk ve İnönü tek adam olarak hem
devleti hem partiyi idare etmiştir. Sonrasında 1950 seçimleri ile iktidar
değiştiğinde ise milli iradenin ağırlığını ortadan kaldırmak ya da tamamen
devre dışı bırakmak için yüksek yargı, ordu, bürokrasi, basın ve sermaye adı
altında devlet bu beşli çetenin eline teslim edilmiştir. Ve türlü ajitasyon ve
provakasyonlar ile önce 27 mayıs darbesi, ardından 12 mart muhtırası ve
sonrasında 1980 ihtilali ve devamında 28 şubat süreci ve postmodern darbeler,
müdahaleler ve türlü senaryolar. Milli iradenin bütün bunların üstesinden
geleceğinin farkında olan dış güçler cumhuriyetin ilk yıllarında tekke ve
zaviyeleri kapatarak yeraltına itmiş ve devamında da kendi yetiştirdiği çağdaş
lawrensleri bir bir öne sürmeye başlamıştır. FETÖ bunlardan biridir. Ve yedekte
bekleyen ve zamanı geldiğinde ortaya çıkarılan ve çıkarılacak daha pek çok
klonlanmış FETÖ sırada beklemektedir. Dış güçler Türk milletinin dünya
genelinde oynanan emperyal oyuna müdahil olmasın diye çok farklı senaryolar
hazırlamakta ve sahneye koymaktadır. Olayı
akademik anlamda ortaya koymak kitaplar dolusu bilgi ve dökümanı yeniden
deşifre etmekle mümkün olacaktır ancak biz fazla ayrıntıya girmeden kısa
başlıklar ve cümleler halinde olayı
hülasa edelim.
Osmanlının son yıllarında ortaya çıkan ittihat ve terakki
ve Jöntürkler hareketi ile Türkçülük ve hatta İslamcılık Osmanlıyı ayrıştırmak
ve tasfiye etmek için kullanılmıştır. Çok uluslu bir devletin ne Türkçü ne de
İslamcı olması doğru değildir. Ancak idari kadro İslam olmakla zaten
lokomotifte de Türkler olmakla çok uluslu ve çok dinli devlet yaşatılmalı idi. Düşmanlar
din ve milliyet ayrılıklarını tahrik ederek batıcılık hareketi ile birlikte
Osmanlıyı tasfiye etmiş, Milletimizin elindeki saltanat ve hilafet gücünü
elinden almış ve kucağına cumhuriyet adında yeni doğmuş sıfır kilometrede bir
ucube vermiştir.
Cumhuriyet kuruluşu ile birlikte adeta sömürge valiliği
mantığı içinde devleti sevk ve idare etmiş, devrimlerle Türkiye’yi batının kucağına
bırakmıştır.
Yukarıda da sözkonusu ettiğimiz yüksek yargı, ordu, bürokrasi,
basın ve sermayeden oluşan beşli çete milli iradeyi asla tanımamış, asmış,
kesmiş, yağmış, gürlemiş, insani ve çağdaş veya milli hiçbir değer tanımadan
keyfince hükmetmiştir.
Ancak Adnan Menderes, ardından Turgut Özal ve son olarak AK
Parti idaresi ile milli irade bu beşli çeteyi bir bir tasfiye etmeyi
başarmıştır. Bu durumda dış güçler yedekte bekleyen güçlerini devreye sokmaya
başlamıştır.
Önce elli yıla yakın bir zaman sürecinde çok güçlenmiş olan
FETÖ vasıtası ile köklü bir çözüm düşünülmüş
ancak millet bu saldırıyı geri püskürtmüştür.
Dış güçler bunun üzerine PKK ile diğer siyasi ayakları
harekete geçirmişlerdir. Irak ve Suriye’deki kaos ortamı üstünden Türkiye’yi
kuşatmak istemişlerdir. Türkiye bu saldırıyı da FIRAT KALKANI ve ZEYTİN DALI
operasyonları ile bertaraf etmiştir. Rusya İran ve batı arasında çok dengeli bir
politika izleyerek bugünlere gelinmiştir.
Dış güçler bu durumda milli iradeye zaafa uğratmak, milli
birlik ve bütünlüğü bozmak, siyasi, milli ve dini ayrışmayı artırmak bakımından
hiç akla gelmeyecek projeler ve senaryolar ile ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede
ülkenin geneline baktığımızda;
1-Adnan Oktar adındaki ajan bile deşifre olmak zorunda
kalmıştır.
2-Alpaslan Kuytul da sahaya sürülen ajan figürlerdendir.
3-Cübbeli Ahmet Hoca tarzı ajanlar da bir bir ortaya
atılmaya başlanmıştır.
4-Haydar Baş hem siyasi parti, hem cemaat lideri, hem
sünni, hem alevi, hem de Atatürkçü söylemler ile deşifre olmuştur.
4-Dış güçler sakallı ajanların yanında kravatlı akademisyen
veya entelektüel yazar formatındaki ajanlarını da devreye sokarak;
A- Osmanlı
düşmanı, güya Selçuklu hayranı söylemler,
B- Türkçü-Ülkücü
fakat Arap düşmanı söylemler,
C- Atatürkçü
ülkücü bir akım, Atatürk Türkçü idi diyor.
D- Atatürkçü
İslamcı bir akım, Atatürk seyit ve yedi yaşında hafız, molla zübeydenin oğlu
diyor.
E- Ulusalcı
modernist İslamcılar,
F- Sadece
ve yalnız Kur’an deyip hadisi tamamen ret edenler,
G- Kur’anı
tamamen bir yana bırakıp güya bilenlerin eline bırakıp sadece hadis ve nakil
ile, türlü cübbeli tarzı vaazlar ile dini hayatlarını dizayn edenler,
H- Çok
modern ve DEİST yaklaşımlar.
(Bunların hepsinin ortak
yönü temelde cumhuriyetçi ve iktidar
muhalifi olmalarıdır)
Ve daha akla gelen gelmeyen
pek çok bir yanı aksayan sakat zihniyet ve anlayışlar ile milleti ve ümmeti
bölmek yönünde sürekli formüller arayan ve üreten ve bu yönde ARGE yapan batılı
ezeli düşmanlarımız saldırılarını nefes almadan sürdürmektedir.
Burada bize düşen ise bu ülkenin insanı, bu bayrağın
gölgesinde dinlenen ve ruhu huzur bulan, bu milletin ve bu ümmetin bir ferdi
olan, inancı ve dünyaya bakışı farklı olsa bile vatandaş olmak bilinci içinde
bu coğrafyada yaşamak isteyen her insanımız bu ayrıştırma projelerine karşı
direnmeyi en kutsal vazife, en mukaddes cihat bilmelidir. Değişik batı
ülkelerinde ve hatta Amerika’da her türlü din ve milliyetler kendi düzeni
içinde düzene muhalif olmamak kaydı ile varlığını sürdürebilmekte iken her
türlü ayrışmaya karşı birliğin sağlanması yolunda çaba gösterilirken aynı
zihniyet Anadolu coğrafyasındaki dini ve etnik ayrılıkları ayrışma nedeni
olarak ortaya atmaktadır. Ortadoğu ve Afrika kıtasındaki haritalara bakınız
küçücük küçücük o kadar çok devlet icat edilmiş ki bir dünya halklar varmış
gibi. Sadece Arap dünyası belki 20 devletten ibarettir. Afrika’daki devletlerin
ise sayısı belli değildir. Türk Dünyasında aynı şekilde bağımsız yarı bağımsız
veya hala sömürge pek çok devlet vardır. Fakat Avrupa Kıtası Avrupa Birliği adı
altında aralarındaki sınırları bile kaldırmış, ortak para birimine geçmiş ve
pek çok alanda işbirliği içindedir. Avrupa ve Amerika’da ikinci sınıf iki tür
vatandaş vardır: Karaderililer ve Müslümanlar. Türkiye dünyadaki egemen güçlerin
hakimiyet alanından tamamen çıkmak ve Osmanlı
misyonu ile dünya siyasetinde ağırlığını koymak azmindedir. Bu direncin ve bu
iradenin yok edilmesi halinde Türkiye’nin de sonu Allah korusun Suriye, Mısır,
Irak veya Filistin gibi olacaktır. Ve Bu durumdan bugün Sadettin Köpek gibi
muhteris iddialarla ihanete bulaşanlar da elbette nasiplenecektir. Hiçbir ihanet
cezasız kalmaz. Kendi milletine ve devletine ihanet edeni profesyonel dış
güçler affedecek mi sanıyorsunuz. Önce onlar belasını cezasını bulur. Derler ya
ihtilal önce evlatlarını yer. Başarıya ulaşmış bir ihanetin de önce
başındakiler tasfiye edilir.
Aşağıdaki cümleler bu yazının
son cümleleri olsun:
Türkiye Cumhuriyeti devleti adı,
Osmanlının çöküşü ve tasfiyesi ile girilen fetret devrinin adıdır. Bu fetret
devri artık sona ermek üzeredir. Bugün olmazsa yarınlarda çok yakın bir
gelecekte Türkiye Osmanlı olduğu dönemin sonunda elinden alınan güç ve iradeyi
yeniden eline alacaktır. Kayı Boyunun Anadolu’ya ayak bastığı ruh ve misyonla,
Söğüt’te yakılan ateş nasıl tüm dünyayı sarmış ve altı yüz yıl dünyada adalet
ve gücün timsali olmuş ise yine aynı güç ile aynı misyonla dünyanın emperyal güçleri
arasında yerini alacak ve onların zalim oyunlarını bozacaktır. Buna olan
inancım tamdır. Dünyanın geleceği ve kaderi Müslüman Türk’ün kontrolünde
TÜRK-İSLAM DÜNYA DEVLETİ’nin elinde olacaktır. Evet, evet; “Allah nurunu
tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder