19 Nisan 2018 Perşembe

MİLLET-DEVLET, DEVLETİ KURAN İRADE



Allah sağlık versin Emin Işık Hoca’mızın “devleti kuran irade” adında bir güzel eseri vardı. Söze buradan başlamak istiyorum. Devleti kuran kişi midir yoksa irade midir? Bu soruyu bir de şöyle sorsak cevabımız acaba nasıl olurdu: Dini tebliğ ve var eden irade peygamberlerin iradesi midir yoksa Allah'ın iradesi mi desek doğru  cevap acaba ne olmalıdır?…
Biz Türk Milleti olarak şimdiye kadar asla bu konuda yanlış bir yargıya varmadık. Orta Asya’dan Anadolu’ya hiç devletsiz kalmadık. Arada birkaç belirsizlik ve fetret dönemi yaşamış olsak ta devlet az biraz zafiyet geçirse de devleti kuran ve yaşatan irade asla kaybolmadı. Devleti kuran irade daima bizimle olduğu için zafiyet geçirsek te asla devletsiz kalmadık. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yeni bir fetrete girdik. Devleti kuran iradeyi bir tarafa bıraktık ve cumhuriyeti kuran Atatürk söylemi ile yeni bir dönem başlattık. Köhne Osmanlı’yı yıktı, yeni ve cici, modern bir devlet kuruldu, o devletin adı na da Türkiye Cumhuriyeti  bile diyemedik ve Atatürk Cumhuriyeti dedik, noktayı koyduk. Oysa ki Türkiye Cumhuriyetini kuran irade bizim kadim devlet geleneğimizi  yaşatan devleti kuran irade değildi. Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük Britanya İmparatorluğu önderliğindeki Avrupa’nın Haçlı gücü idi. Altıyüz yıl Avrupa’ya ve hatta dünyaya diz çöktüren Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına sokularak parça parça edilmiş, yağmalanmış, üç kıtaya kök salmış olan milyonlarca kilometrekarelik ecdat mirası üzerinde İngiliz, Fransız, İspanyol, Belçika, Portekiz ve diğer Avrupa devletlerinin sömürgeleri kurulmuş ve Anadolu’da da bir manda cumhuriyeti kurulmuş, adına da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti denilmişti. Oysa ki Türkiye Cumhuriyeti bağımsız olsa idi misakı milli sınırlarından dahi vazgeçmez, koskoca bir imparatorluğun bakiyesi olduğunu dahi reddetmez, mirası reddettiği halde Osmanlı’nın borçlarını üstlenmek zorunda kalmaz,  Osmanlı’da var olan ve Osmanlının en önemli gücü olan  saltanat ve hilafetten de feragat etmez, Anadolu’nun namusuna saldıran ve tecavüz eden Yunanistan’dan maddi bir savaş tazminatı dahi alamadığı halde hiç değilse Ege adalarından da vazgeçmezdi.  Saltanat bu kadar kötü ve vazgeçilmesi gereken bir şey olsa idi başta Büyük Britanya İmparatorluğu olmak üzere Belçika’dan Danimarka’ya, İspanya’ya ve hatta daha dünkü vilayetimiz olan Yunanistan’a kadar Avrupa’nın medeni ülkeleri hepsi birden saltanatlarından ve monarşik krallıklarından vazgeçerlerdi. Oysa ki birinci dünya harbi sonunda Osmanlı İmparatorluğundaki saltanata son verilmiş ve emperyalist batı Osmanlı coğrafyasında kurdukları kukla devletlere atanmış kralları ve emirleri bekçi olarak bırakarak sırça sayarlarına çekilmişlerdir.  Biz ise cumhuriyetin kuruluş ve ilanından bugünlere kadar kendimizle hesaplaşa hesaplaşa, daha doğrusu cumhuriyeti kuran irade ile devleti  kuran iradenin hesaplaşması ile bugünlere düşe kalka gelmişiz. Gelebilmiş isek te bunda asıl bize yol veren, güç veren ve yol aldıran irade devleti kuran kadim iradedir. Devleti kuran kadim devlet iradesinin kontrolünden asla çıkmayan bu kahraman millet her şeyin vakti saati gelsin diye beklemiş ve vakit saat geldiğinde de atması gereken adımları atmıştır. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyetini kuran irade inisyatifi kaybetmiş olmanın panik ve telaşı içinde bütün gücü ile devleti kuran iradeye saldırmaktadır.
Dünyanın eski ve yeni farklı devletlerine ve liderlerine şöyle bir bakalım: Çin Halk Cumhuriyeti( Kızıl Çin) yaşıyor fakat MAO öldü. Sovyetler Birliği Rusya olarak devam ediyor ancak Lenin, Stalin öldü. Irak’ta Osmanlı’dan sonra Saddam öldü ve Irak bu halde. Suriye yine osmanlı’dan sonra Beşşar Esat elinde bu halde. Ürdün’de Kral Hüseyin öldü yeni kral kim bilen yok. İran’da önce Rıza Pehlevi tahttan indirildi, Humeyni  geldi. Humeyni de öldü. Bulgaristan’da Jivkov öldü, unutuldu. Yugoslavya’da Tito öldü yeni devletçikler ortaya çıktı. Küba’da Fidel efsanesi bitti. Almanya’da, Fransa ve İngiltere’de dünyevi bir lider yok. Sistemler yürüyor. Keza Amerika’da yine sistem devam ediyor hiçbir liderin esamesi okunmuyor. Kısaca diyebilirim ki kişilere dayalı hiçbir rejim ya da sistem yaşıyor değil. Kişiler ölmüş, sistemleri dağılmış, ya da zaten sistemleri diye bir şey yokmuş ta sadece isimleri varmış. Yani diyebilirim ki dünyanın hiçbir yerinde hiçbir dünya liderinin koyduğu izmli bir sistem  hayatta ve ayakta değil. Ayakta ve hayatta olan sadece ve sadece dinlerdir ve bilinen o dinlerin peygamberleri  ya da kurucuları.  
Hal böyle iken kendi tarihimize de baktığımızda Cengiz, Atilla, Timur’dan bu yana Türk Milleti hiçbir ismi unutmamış fakat hiçbir isme de hepsinden özel bir değer vermemiştir. Bütün tarihi büyüklerine ve değerlerine sahip çıkmış ve aynı gözle bakmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile farklı bir sayfa açılmak istenmiş, geçmişinden tarihinden kopuk, Selçuklu ve Osmanlıya uzak bir yeni ulus oluşturulmak istenmiş, geçmişi olmayan geleceği ise muasır batı medeniyeti ile entegre olmuş bir  cihan devleti ideali olmayan ve KEMALİZM dedikleri sonradan uydurulmuş bir sistem içine hapsedilmiş bir dünyaya mahkum edilmek istenmişiz. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, saltanat düşmanlığı, Osmanlı düşmanlığı, hilafet düşmanlığı merkezli geçmişten kopuk ve geleceği belirsiz bir sömürge devleti formatı içinde her türlü batılı kültür değerleri  ile barışık bir yapı kurumsallaştırılmak istenmiştir. Bu aslında  Atatürk’ün dışındaki bir derin irade tarafından Atatürk ismi etrafında oluşturulmuştur. Sonrasında İsmet İnönü yerine geçmiş ise de ismet İnönü ile birlikte bir otoriter liderler zinciri oluşması sözkonusu iken millet bu oyunu Adnan Menderes ile bozmuştur.  1950 den bugüne milletin meşru iradesi binlerce yıllık bir tarihi misyona sahip çıkmak fikir ve düşüncesini ortaya koyarken cumhuriyeti kuran derin haçlı iradesi ise her seferinde devletin 1923 mantığı ile formatlanması yönünde kendi derin mekanizmalarını devreye sokmuş, böylece Türkiye Cumhuriyeti devleti yüz yıla yakın bir zamandır, iç siyasi çekişmeler, darbeler, sokak hareketleri, terör sorunları arasında boğuşa boğuşa bugünlere gelmeyi başarmıştır.  
Şimdi Atatürk ile ilgili bir polemiğe girmeyi asla doğru bulmuyorum ancak Atatürkçülüğün  Atatürk’ten sonra farklı bir irade tarafından oluşturulduğunu  görüyor ve Atatürkçülük ve Kemalizm söylemlerini reddediyorum.  Aklı başında olan bütün aydınlarımız binbeşyüz yıldır İslam ile şereflenmiş Müslüman Türk milletinin bir ferdi olduklarının şuuru içinde orta Asya’dan başlayan Türk tarihini, Anadolu ve Balkanlara gelişimizi, Selçuklu ve Osmanlı ruhunu çok iyi şekilde inceleyerek bugün durmamız gereken en doğru yerin ne olduğunu yeniden belirlemek için bir çaba göstermelidir. Batı emperyalizminin yaptığı ortadadır. Muhteşem bir imparatorluk yıkılmış ellerindeki  silahlarının namluları ile bize bir Anadolu coğrafyası lutfedilmiş, Ankara’ya tanrısal bir konum verdikleri Atatürk için firavun mezarları örnek alınarak  yapılmış Yunanistan’daki Akropolü andıran arslanlı yollu anıtkabir  bizim kabemiz gibi gösterilmiştir. İşte sizin tanrınız da bu, kabeniz de bu. Uslu çocuk olursanız bizler gelir size misafir olur, açlarınızı doyurur, yardımlarımız ile sizi geçindiririz. Ama yaramazlık yapmaya kalkarsanız, bizim dünya hakimiyetimize müdahale etmeye kalkarsanız bu Anadolu coğrafyasını bile size dar ederiz demişlerdir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaşadığımız yakın tarih süreci herkesin malumudur ki tek parti iktidarı ile başlamış, serbest fırka ve terakkiperver cumhuriyet fırkası denemeleri sistemin sağlam bir zemine oturmadığını gösterdiği için sonlandırılmıştır. Devlet, 1946 daki açık oy kapalı sayım faciasını saymazsak 1950 ye kadar tek parti ve başkanlık sistemi ile idare edilmiştir. CHP nin başındaki Atatürk ve İnönü tek adam olarak hem devleti hem partiyi idare etmiştir. Sonrasında 1950 seçimleri ile iktidar değiştiğinde ise milli iradenin ağırlığını ortadan kaldırmak ya da tamamen devre dışı bırakmak için yüksek yargı, ordu, bürokrasi, basın ve sermaye adı altında devlet bu beşli çetenin eline teslim edilmiştir. Ve türlü ajitasyon ve provakasyonlar ile önce 27 mayıs darbesi, ardından 12 mart muhtırası ve sonrasında 1980 ihtilali ve devamında 28 şubat süreci ve postmodern darbeler, müdahaleler ve türlü senaryolar. Milli iradenin bütün bunların üstesinden geleceğinin farkında olan dış güçler cumhuriyetin ilk yıllarında tekke ve zaviyeleri kapatarak yeraltına itmiş ve devamında da kendi yetiştirdiği çağdaş lawrensleri bir bir öne sürmeye başlamıştır. FETÖ bunlardan biridir. Ve yedekte bekleyen ve zamanı geldiğinde ortaya çıkarılan ve çıkarılacak daha pek çok klonlanmış FETÖ sırada beklemektedir. Dış güçler Türk milletinin dünya genelinde oynanan emperyal oyuna müdahil olmasın diye çok farklı senaryolar hazırlamakta ve sahneye koymaktadır.  Olayı akademik anlamda ortaya koymak kitaplar dolusu bilgi ve dökümanı yeniden deşifre etmekle mümkün olacaktır ancak biz fazla ayrıntıya girmeden kısa başlıklar ve cümleler halinde  olayı hülasa edelim.
Osmanlının son yıllarında ortaya çıkan ittihat ve terakki ve Jöntürkler hareketi ile Türkçülük ve hatta İslamcılık Osmanlıyı ayrıştırmak ve tasfiye etmek için kullanılmıştır. Çok uluslu bir devletin ne Türkçü ne de İslamcı olması doğru değildir. Ancak idari kadro İslam olmakla zaten lokomotifte de Türkler olmakla çok uluslu ve çok dinli devlet yaşatılmalı idi. Düşmanlar din ve milliyet ayrılıklarını tahrik ederek batıcılık hareketi ile birlikte Osmanlıyı tasfiye etmiş, Milletimizin elindeki saltanat ve hilafet gücünü elinden almış ve kucağına cumhuriyet adında yeni doğmuş sıfır kilometrede bir ucube vermiştir.
Cumhuriyet kuruluşu ile birlikte adeta sömürge valiliği mantığı içinde devleti sevk ve idare etmiş, devrimlerle Türkiye’yi batının kucağına bırakmıştır.
Yukarıda da sözkonusu ettiğimiz yüksek yargı, ordu, bürokrasi, basın ve sermayeden oluşan beşli çete milli iradeyi asla tanımamış, asmış, kesmiş, yağmış, gürlemiş, insani ve çağdaş veya milli hiçbir değer tanımadan keyfince hükmetmiştir.
Ancak Adnan Menderes, ardından Turgut Özal ve son olarak AK Parti idaresi ile milli irade bu beşli çeteyi bir bir tasfiye etmeyi başarmıştır. Bu durumda dış güçler yedekte bekleyen güçlerini devreye sokmaya başlamıştır.
Önce elli yıla yakın bir zaman sürecinde çok güçlenmiş olan FETÖ  vasıtası ile köklü bir çözüm düşünülmüş ancak millet bu saldırıyı geri püskürtmüştür.
Dış güçler bunun üzerine PKK ile diğer siyasi ayakları harekete geçirmişlerdir. Irak ve Suriye’deki kaos ortamı üstünden Türkiye’yi kuşatmak istemişlerdir. Türkiye bu saldırıyı da FIRAT KALKANI ve ZEYTİN DALI operasyonları ile bertaraf etmiştir. Rusya İran ve batı arasında çok dengeli bir politika izleyerek bugünlere gelinmiştir.
Dış güçler bu durumda milli iradeye zaafa uğratmak, milli birlik ve bütünlüğü bozmak, siyasi, milli ve dini ayrışmayı artırmak bakımından hiç akla gelmeyecek projeler ve senaryolar ile ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede ülkenin geneline baktığımızda;
1-Adnan Oktar adındaki ajan bile deşifre olmak zorunda kalmıştır.
2-Alpaslan Kuytul da sahaya sürülen ajan figürlerdendir.
3-Cübbeli Ahmet Hoca tarzı ajanlar da bir bir ortaya atılmaya başlanmıştır.
4-Haydar Baş hem siyasi parti, hem cemaat lideri, hem sünni, hem alevi, hem de Atatürkçü söylemler ile deşifre olmuştur.
4-Dış güçler sakallı ajanların yanında kravatlı akademisyen veya entelektüel yazar formatındaki ajanlarını da devreye sokarak;
A-     Osmanlı düşmanı, güya Selçuklu hayranı söylemler,
B-      Türkçü-Ülkücü fakat Arap düşmanı söylemler,
C-      Atatürkçü ülkücü bir akım, Atatürk Türkçü idi diyor.
D-     Atatürkçü İslamcı bir akım, Atatürk seyit ve yedi yaşında hafız, molla zübeydenin oğlu diyor.
E-      Ulusalcı modernist İslamcılar,
F-      Sadece ve yalnız Kur’an deyip hadisi tamamen ret edenler,
G-     Kur’anı tamamen bir yana bırakıp güya bilenlerin eline bırakıp sadece hadis ve nakil ile, türlü cübbeli tarzı vaazlar ile dini hayatlarını dizayn edenler,
H-     Çok modern ve DEİST yaklaşımlar.
(Bunların hepsinin ortak yönü temelde cumhuriyetçi ve iktidar muhalifi olmalarıdır)
Ve daha akla gelen gelmeyen pek çok bir yanı aksayan sakat zihniyet ve anlayışlar ile milleti ve ümmeti bölmek yönünde sürekli formüller arayan ve üreten ve bu yönde ARGE yapan batılı ezeli düşmanlarımız saldırılarını nefes almadan sürdürmektedir.
Burada bize düşen ise bu ülkenin insanı, bu bayrağın gölgesinde dinlenen ve ruhu huzur bulan, bu milletin ve bu ümmetin bir ferdi olan, inancı ve dünyaya bakışı farklı olsa bile vatandaş olmak bilinci içinde bu coğrafyada yaşamak isteyen her insanımız bu ayrıştırma projelerine karşı direnmeyi en kutsal vazife, en mukaddes cihat bilmelidir. Değişik batı ülkelerinde ve hatta Amerika’da her türlü din ve milliyetler kendi düzeni içinde düzene muhalif olmamak kaydı ile varlığını sürdürebilmekte iken her türlü ayrışmaya karşı birliğin sağlanması yolunda çaba gösterilirken aynı zihniyet Anadolu coğrafyasındaki dini ve etnik ayrılıkları ayrışma nedeni olarak ortaya atmaktadır. Ortadoğu ve Afrika kıtasındaki haritalara bakınız küçücük küçücük o kadar çok devlet icat edilmiş ki bir dünya halklar varmış gibi. Sadece Arap dünyası belki 20 devletten ibarettir. Afrika’daki devletlerin ise sayısı belli değildir. Türk Dünyasında aynı şekilde bağımsız yarı bağımsız veya hala sömürge pek çok devlet vardır. Fakat Avrupa Kıtası Avrupa Birliği adı altında aralarındaki sınırları bile kaldırmış, ortak para birimine geçmiş ve pek çok alanda işbirliği içindedir. Avrupa ve Amerika’da ikinci sınıf iki tür vatandaş vardır: Karaderililer ve Müslümanlar. Türkiye dünyadaki egemen güçlerin hakimiyet alanından tamamen çıkmak ve Osmanlı misyonu ile dünya siyasetinde ağırlığını koymak azmindedir. Bu direncin ve bu iradenin yok edilmesi halinde Türkiye’nin de sonu Allah korusun Suriye, Mısır, Irak veya Filistin gibi olacaktır. Ve Bu durumdan bugün Sadettin Köpek gibi muhteris iddialarla ihanete bulaşanlar da elbette nasiplenecektir. Hiçbir ihanet cezasız kalmaz. Kendi milletine ve devletine ihanet edeni profesyonel dış güçler affedecek mi sanıyorsunuz. Önce onlar belasını cezasını bulur. Derler ya ihtilal önce evlatlarını yer. Başarıya ulaşmış bir ihanetin de önce başındakiler tasfiye edilir.
                Aşağıdaki cümleler bu yazının son cümleleri olsun:
                Türkiye Cumhuriyeti devleti adı, Osmanlının çöküşü ve tasfiyesi ile girilen fetret devrinin adıdır. Bu fetret devri artık sona ermek üzeredir. Bugün olmazsa yarınlarda çok yakın bir gelecekte Türkiye Osmanlı olduğu dönemin sonunda elinden alınan güç ve iradeyi yeniden eline alacaktır. Kayı Boyunun Anadolu’ya ayak bastığı ruh ve misyonla, Söğüt’te yakılan ateş nasıl tüm dünyayı sarmış ve altı yüz yıl dünyada adalet ve gücün timsali olmuş ise yine aynı güç ile aynı misyonla dünyanın emperyal güçleri arasında yerini alacak ve onların zalim oyunlarını bozacaktır. Buna olan inancım tamdır. Dünyanın geleceği ve kaderi Müslüman Türk’ün kontrolünde TÜRK-İSLAM DÜNYA DEVLETİ’nin elinde olacaktır. Evet, evet; “Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de”



Hiç yorum yok: