21 Şubat 2020 Cuma

OKUMAK-ADAM OLMAK


Oku emri Kur’an’ın ilk ayetidir. Öğrenmek okumakla başlar. İnsanoğlu çocukluktan çıktıktan sonra kendini, çevreyi, dünyayı okuyarak tanır, öğrenir. İnsanı  bilgi yüceltir. Bilgi ise okumak, öğrenmek ve yaşamakla elde edilir. Ancak belli bir sistem ya da temel üstünde olmayan okumaya dayalı bilgi boşluktadır. Bir nevi bilgi yığını gibidir. Bir kitap yığınından bilgiyi çekip çıkarabilmeniz mümkün olmadığı gibi ondan faydalanmak ta mümkün değildir. Kitabı gerçek manada  okumak demek o kitabı yanlışı ve doğrusu ile anlayabilmek ve kavrayabilmek demektir. Okuduğunu anlamayan ve anladığını yaşamayanlar için Kur’an’da Allah diyor ki: “Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir”

Son günlerde bir haber çok dolaştı ortalıkta. Beş ayda 250 kitap okuyan 10 yaşındaki Atakan’dan bahseder olduk. Tabii ki okumak, çok okumak çok güzel. Fakat ne okuduğumuz nasıl okuduğumuz da çok önemlidir. Size bu çocuğumuzun okuduğu söylenen kitaplar bilmem ilginizi çekti mi?
1-Jean –Jacques Rousseau-Toplum Sözleşmesi
2-Platon-Devlet
3-Benedictus Spinoza-Etika
4-Richard Dawkins-Yeryüzündeki en büyük gösteri
                            Tanrı Yanılgısı
                            Gen bencildir.
Elinde tutuğu iki kitap ise biri kapağında bir domuz resmi olan George Orwel’in “hayvan çiftliği”, diğeri ise Antoine de Saint-Exupéry’in  “küçük prens”
         İşte bu tablo üzerinde biraz düşünmemiz ve konuşmamız lazımdır diye düşünüyorum. Ülkemiz bir çarpıklıklar ülkesi oldu uzunca bir zamandır. Birkaç noktaya işaret edecek ve düşünmeye davet edeceğim herkesi:Türkiye neredeyse elli yıldır öyle bir süreçten geçiyor ki şehidimizin olmadığı gün yok. İçeride ve dışarıda yeni şehidlerimiz düşüyor kucağımıza ancak, şehid haberlerine alıştırılan toplum sokakta zehirlenen veya kötü muameleye maruz kalan hayvan haberleriyle yüreğini kanatmaya başladı. Kadına şiddet ise herşeyin önüne geçti. Türk toplumunun örf, adet, inanç ve geleneklerine uymayan LGBT güdümlü İstanbul Sözleşmesinin kötü sonuçlarını görmeye devam ediyoruz.Geçtiğimiz günlerde “taksim gezi davası” son duruşma gününde üç beş sanığın yargılandığı dava için  onbeş kadar batılı ülke elçisi duruşmayı takibe gelmişler, bu ülke temsilci ya da yetkilileri en az beş yıldır beş milyon civarındaki mülteci Suriye’li için kıllarını kıpırdatmadılar ve Türkiye’yi yalnız bıraktılar. Türkiye’de kaos planlayıcılarının üç beş elebaşısı ise bunların ilgi alanları içinde, tıpkı PKK Avrupa’nın kucağında beslendiği ve himaye gördüğü gibi.
Ve son olarak Cumhurbaşkanımızın 4.5 milyon kitaplık kapasitesi ve 24 saat hizmet verecek yapısı ile Türkiye’nin en büyük kütüphanesi olan “millet kütüphanesi”ni açtığı gün bir başka haber gündeme oturuyor.  10 yaşında yukarıda saydığımız kitaplar olmak üzere sözüm ona beş ayda 250 kitap okuyan bir çocuk ortaya çıkıyor.  Sokak köpekleri, Müge Anlı haberleri, kadın cinayetleri derken harika çocuk konuşmaya başlıyor;Her yer kedi olsun,Herşey parasız bedava olsun.Kapılar olmasın.Her gün tatil olsun.Herkes kölem olsun.3.dünya savaşı olsun.Atatürk yaşasın.Bütün yemekler pizza olsun.Hiç mikrop olmasın.Ben cumhurbaşkanı olayım………Ne kadar iç yakıcı bir tablo bu…… Hayretle izliyoruz, takdirle izliyoruz. Sorgulamıyoruz. Kim, neden, nasıl, ne yapmak istiyor diye hiç düşünmüyoruz. Takdir ediyoruz. Hayranlık duyuyoruz. Kısaca iki yüz yıldır bizi uyutan güçler uyutmaya ninni çekmeye devam ediyor fakat biz farkına varamıyoruz. Hani derler ya “mahalle yanarken mahallenin …….su saçını tararmış. İşte aynen böyle yaşadığımız hal.Bu harika çocuğun okuduğu kitaplar batı klasikleri arasında geçer. Bizim kültürümüz ve bizim değerlerimizle zerrece ilgisi yoktur. Siz hiç DEDE KORKUT kitapları, MANAS destanı, ERGENEKON destanı  okuyarak büyümüş bir İngiliz, Fransız veya Alman veya İspanyol veya İtalyan çocuğu hayal edebilir misiniz? Fakat biz onlarca yıldır eski Yunan, Roma ve Rönesans kaynaklı eserler okutarak yetiştiriyoruz kendi neslimizi. Homeros ve İlyada okutarak büyütüyoruz. Yazıklar olsun. Ben;Dede Korkut okumayan, Boğaç’ı, Tepegöz’ü Bamsı’yı  bilmeyen çocuğa Türk çocuğu demem.Ergenekon, Oğuz, Mete Han, Kürşat Atasını bilmeyen evlada evlat demem. Geldiği yeri ve gideceği yeri bilmeyen insana insan demem. Türk Milletinden ve İslam Ümmetinden ve İSLAM medeniyetinden olduğunun şuurunda olmayana da adam demem.

Aşağıdaki liste de benim hazırladığım öncelikle okunması gereken kitap listesi olsun:

SIRA      KİTABIN ADI                                                     YAZARI
1             MEAL                                                                  DİYANET VEYA ELMALI MEALİ
2             İLMİHAL                                                             S.AHMET ARVASİ
3             KENDİNİ ARAYAN İNSAN                             S.AHMET ARVASİ
4             İNSAN VE İNSAN ÖTESİ                                S.AHMET ARVASİ
5             DİYALEKTİĞİMİZ ESTETİĞİMİZ                   S.AHMET ARVASİ
6             DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ                         S.AHMET ARVASİ
7             LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ                   KADİR MISIROĞLU
8             GÖNLÜMDEKİLER VE ÖTEKİLER                 YAVUZ BÜLENT BAKİLER
9             UNUTAMADIKLARIM                                   YAVUZ BÜLENT BAKİLER
10           KILIÇLAR VE KALEMLER                                YAVUZ BÜLENT BAKİLER
11           ÜSKÜPTEN KOSOVAYA                                YAVUZ BÜLENT BAKİLER
12           KORKUNÇ YILLAR                                           CENGİZ DAĞCI
13           YURDUNU KAYBEDEN ADAM                    CENGİZ DAĞCI
14           ONLAR DA İNSANDI                                      CENGİZ DAĞCI
15           KÜÇÜK AĞA                                                     TARIK BUĞRA
16           FİRAVUN İMANI                                             TARIK BUĞRA
17           GENÇLİĞİM EYVAH                                       TARIK BUĞRA
18           POLİTİKADA ŞİDDET                                      TAHA AKYOL
19           YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN          MUSTAFA MÜFTÜOĞLU
20           BİR NESLİ NASIL MAHVETTİLER               OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ
21           EL MÜSNET                                                       İMAM'I AZAM
22           EL İHTİYAR                                                         İMAM'I AZAM
23           FIKHI EKBER ŞERHİ                                         İMAM'I AZAM
24           HANGİ SOL                                                        ATİLLA İLHAN
25           HANGİ BATI                                                      ATİLLA İLHAN
26           HANGİ ATATÜRK                                            ATİLLA İLHAN
27           BATILILAŞMA İHANETİ                                 MEHMET DOĞAN
28           DİL KÜLTÜR YABANCILAŞMA                     MEHMET DOĞAN
29           EN GÜZEL DÜNYA                                          JEAN BABY
30           İKİ SOVYET RUSYA                                         NADİR NADİ
31           TEMELLERİN DURUŞMASI                           AHMET KABAKLI
32           KİLİT-KAPI-KONAK SERİSİ                           M.NECATİ SEPETÇİOĞLU



20 Şubat 2020 Perşembe

SURİYELİLER KARDEŞİMİZ-DEĞİLDİR


            Son yıllarda etkisi artan sosyal medya sayesinde artık yetkililer veya ehil olanlar veya profesyoneller değil tabiri caiz ise bizim gibi “ağzı olan konuşuyor”. Herkes bildiği bilmediği her konuda ahkam kesiyor, hüküm veriyor.
                Devletimiz 1923 ten yani kuruluşundan bu yana savaşın içindedir. Türk Milleti için savaş hiç bitmemiştir. Muhteşem Osmanlı’nın tasfiyesi savaşla olmuştur, sonrasında kurulan T.C de de kuruluşundan itibaren 1980 lere kadar içeride savaş devam etmiştir. İçeride olan savaş milli iradenin devleti sömürgeci yapıdan geri alma savaşıdır. Bu savaş kesintilere uğraya uğraya, direnişlerle karşılaşa karşılaşa bugünlere gelinmiştir. Milli irade önündeki en büyük engeller; ordu, yüksek yargı, bürokrasi, sermaye ve basın beşlisi demokratik yoldan devre dışı bırakılmış milli irade tamamen özgür ve bağımsız hale gelmeye doğru büyük mesafe almıştır. Ancak hala bazı ipotekler tam olarak kaldırılabilmiş değildir.
                Devletimiz özellikle 90 lı yıllardan itibaren sıcak savaşın içinde kalmış, Körfez Harbi, İran-Irak savaşı, devamında Irak’ın işgali, ve devamında Suriye’nin parçalanması ve iç savaşa sürüklenmesi ve işgali, Filistin meselesi, Mısır’da seçim ve sonrasında darbe, Sudan, Libya, Cezayir’de yaşanan istikrarsızlıklar nedeniyle ekonomik ve siyasi olarak büyük bir belirsizliğin içine düşmüştür. Bağlı olduğumuz Nato, Sovyetlerin dağılmasından sonra tehdit olarak genç ve diri İslam dünyasını seçmiş ve NATO ittifakı içinde olmamıza rağmen NATO ve Avrupa Birliği Türkiye’yi en büyük bir hasım gibi görerek  içimizdeki ve bölgedeki terör örgütlerini açıktan desteklemekten çekinmemişlerdir.  Bu çerçevede müttefiklerini yeniden belirlemek isteyen Türkiye İran’ın iki yüzlülüğü, Rusya’nın Amerika ile ikili oynaması, Türk Cumhuriyetlerinin bir kısmının Rusya nüfuzu altında kalması nedeniyle yalnızlaşmıştır. Türkiye ya mücadeleyi ya da teslimiyeti seçecektir. Batının ve hatta Rusya’nın istediği  odur ki Türkiye orta ölçekte, ayakta durabilmek için  batı ve doğunun kucağı arasında gidip gelen bir yosma misali edilgen ve pasif bir devlet olarak kalsın ve yaşasın. Türkiye, yani Anadolu yarımadası süper güçler arasında paylaşılması imkansız bir bölgedir. Yoksa şimdiye kadar çoktan taksim planlarını devreye sokarlardı. İşte böylesi olumsuz şartlarda Türkiye zoru başarmış, dıştaki ve içteki onca olumsuzluklara rağmen, ekonomik, askeri ve siyasi gücünü artırmış, içerideki direnç noktalarını saf dışı bırakmış, son elli yılın en büyük belası olan FETÖ örgütünü de büyük ölçüde tasfiye etmiş ve dünyanın en kritik coğrafyası olan ortadoğuda siyasi ve askeri ağırlığını koymuştur. Ortadoğu yanında Afrika, Uzakdoğu ve hatta Güney Amerika’da da irtibatlarını diri tutma çabası ile yeni müttefikler ve dünyada yerleşmiş statükoya karşı yeni bir blok oluşturmanın alt yapısını oluşturmuş ve temellerini atmıştır. Ummadığımız ve karşı koyamayacağımız bir direnç ile karşılaşmaz isek dünyadaki dengeleri olumlu yönde değiştirecek ve dünyayı yeniden adil bir barış ve hukuk nizamına götürebilecek yegane güç Türkiye önderliğindeki hareket olacaktır.  Türkiye bu yönde büyük bir mesafe katetmiştir. Moğolistan’dan Şili’ye, Venezuela’ya, Somali’den Senegal’e, Katar’dan Pakistan’a Ukrayna’dan Azerbaycan’a ve diğer Türk dünyasına geniş bir alanda bir savunma ve saldırı hattı oluşturulmaktadır.
                Türkiye böyle büyük hesaplar içinde iken düşman bizi Turgut Özal’lı yıllarda önce Irak ile Saddam Hüseyin ile savaştırmak istemiş ise de Türkiye bu oyuna gelmemiştir. Sonrasında yıllarca PKK yı Irak ve Suriye’de besleyen büyüten Amerika ve Avrupa bizi sınırlarımızın içinde terörle boğmak istemiştir. Son yirmi yılda bu oyunu tamamen fark eden Türkiye sınırlarımızın içinde ve dışında PKK ile mücadeleye ağırlık vermiş ve büyük ölçüde bu meseleyi sonlandırmak üzere iken Suriye meselesi ortaya atılmış, DAEŞ, YPG gibi yeni kukla oluşumlarla yeni terör bölgeleri oluşturulmuştur. Nil’den Fırat’a ideali peşindeki İsrail senaryosunun sahneye konulduğunu fark eden Türkiye Suriye’ye askeri olarak girmiştir. Bu operasyon sırasında Suriye’yi özellikle sünni nüfustan arındırmak isteyen rejim ve İran güçleri beş milyona yakın Suriye vatandaşını Türkiye’ye doğru sürmüşlerdir. Onların gayesi hem Türkiye’ye ekonomik bir yük altına sokmak, Türkiye’de Arap nüfusu çoğaltarak Türk-Kürt fitnesinden sonra Türk-Arap çatışması ile Türkiye’yi yeni kaos planları içinde boğmak hem de Suriye’de Sünnilerden arındırılmış, İran ve İsrail kontrolünde boş alanlar oluşturmaktır. Hal böyle iken bir kısım gafiller “Suriyeliler kardeşimiz değildir”, “Suriyeliler kardeşimizdir diyenler de kardeşimiz değildir” gibi çok tehlikeli sloganlarla milletimizi ajite ve provake etmektedir. Pek çoğu belki de bilmiyor ama bu söylemler düşmanın masa başında icat ettiği ve fitne bombası gibi ortaya attığı söylemlerdir. Tabii ki pek çoğumuz bunun farkında bile değildir.  Sözü fazla uzatmadan kısa cümleler halinde olayı hülasa etmemiz gerekir ise aşağıda sıraladığımız cümleler doğrultusunda düşünmemiz, tefekkür etmemiz ve düştüğümüz yanlıştan dönmemiz icap eder. Binlerce yıldır düşmanın oyun ve fitnelerinden nasibini alan milletimiz artık bu tuzakları bozacak birikim ve basirete sahip olmalıdır. Hülasa ettiğimiz sebeplerle diyoruz ki;
1-Kürtler kardeşimiz değildir, Suriyeliler kardeşimiz değildir veya “Suriyeliler kardeşimizdir diyenler kardeşimiz değildir” tarzı söylemleri külliyen reddederiz. Bu yaklaşımda olanları aklı selime davet ederiz.
2-Tarihin hangi döneminde olursa olsun ülkemize gelmiş, sığınmış veya yerleşmiş hiçbir topluluk etnik ya da dini inancı nedeniyle asla dışlanmamıştır.
3-Bu çerçevede engin hoşgörüsü ve kucaklayıcı tutum ve bakışı ile ANADOLU dünyanın yegane ana kucağıdır.
                Sözü fazla uzatmadan deriz ki;
              Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne  sadakatle bağlı olan dini veya etnik kökü ne olursa olsun her vatandaşımız kardeşlik hukuku içinde bizim kardeşimizdir,
                Savaş, sürgün veya açlık ya da yokluk gibi nedenlerle devletimize sığınan ve sadakatle davranan herkes canları, malları ve namusları ile  Allah’ın bize emanetidir, ve;  
                Bu anlayış içinde, bu kardeşlik hukukunu reddeden her kim varsa asıl onlar bizim kardeşimiz değildir.