20 Şubat 2020 Perşembe

SURİYELİLER KARDEŞİMİZ-DEĞİLDİR


            Son yıllarda etkisi artan sosyal medya sayesinde artık yetkililer veya ehil olanlar veya profesyoneller değil tabiri caiz ise bizim gibi “ağzı olan konuşuyor”. Herkes bildiği bilmediği her konuda ahkam kesiyor, hüküm veriyor.
                Devletimiz 1923 ten yani kuruluşundan bu yana savaşın içindedir. Türk Milleti için savaş hiç bitmemiştir. Muhteşem Osmanlı’nın tasfiyesi savaşla olmuştur, sonrasında kurulan T.C de de kuruluşundan itibaren 1980 lere kadar içeride savaş devam etmiştir. İçeride olan savaş milli iradenin devleti sömürgeci yapıdan geri alma savaşıdır. Bu savaş kesintilere uğraya uğraya, direnişlerle karşılaşa karşılaşa bugünlere gelinmiştir. Milli irade önündeki en büyük engeller; ordu, yüksek yargı, bürokrasi, sermaye ve basın beşlisi demokratik yoldan devre dışı bırakılmış milli irade tamamen özgür ve bağımsız hale gelmeye doğru büyük mesafe almıştır. Ancak hala bazı ipotekler tam olarak kaldırılabilmiş değildir.
                Devletimiz özellikle 90 lı yıllardan itibaren sıcak savaşın içinde kalmış, Körfez Harbi, İran-Irak savaşı, devamında Irak’ın işgali, ve devamında Suriye’nin parçalanması ve iç savaşa sürüklenmesi ve işgali, Filistin meselesi, Mısır’da seçim ve sonrasında darbe, Sudan, Libya, Cezayir’de yaşanan istikrarsızlıklar nedeniyle ekonomik ve siyasi olarak büyük bir belirsizliğin içine düşmüştür. Bağlı olduğumuz Nato, Sovyetlerin dağılmasından sonra tehdit olarak genç ve diri İslam dünyasını seçmiş ve NATO ittifakı içinde olmamıza rağmen NATO ve Avrupa Birliği Türkiye’yi en büyük bir hasım gibi görerek  içimizdeki ve bölgedeki terör örgütlerini açıktan desteklemekten çekinmemişlerdir.  Bu çerçevede müttefiklerini yeniden belirlemek isteyen Türkiye İran’ın iki yüzlülüğü, Rusya’nın Amerika ile ikili oynaması, Türk Cumhuriyetlerinin bir kısmının Rusya nüfuzu altında kalması nedeniyle yalnızlaşmıştır. Türkiye ya mücadeleyi ya da teslimiyeti seçecektir. Batının ve hatta Rusya’nın istediği  odur ki Türkiye orta ölçekte, ayakta durabilmek için  batı ve doğunun kucağı arasında gidip gelen bir yosma misali edilgen ve pasif bir devlet olarak kalsın ve yaşasın. Türkiye, yani Anadolu yarımadası süper güçler arasında paylaşılması imkansız bir bölgedir. Yoksa şimdiye kadar çoktan taksim planlarını devreye sokarlardı. İşte böylesi olumsuz şartlarda Türkiye zoru başarmış, dıştaki ve içteki onca olumsuzluklara rağmen, ekonomik, askeri ve siyasi gücünü artırmış, içerideki direnç noktalarını saf dışı bırakmış, son elli yılın en büyük belası olan FETÖ örgütünü de büyük ölçüde tasfiye etmiş ve dünyanın en kritik coğrafyası olan ortadoğuda siyasi ve askeri ağırlığını koymuştur. Ortadoğu yanında Afrika, Uzakdoğu ve hatta Güney Amerika’da da irtibatlarını diri tutma çabası ile yeni müttefikler ve dünyada yerleşmiş statükoya karşı yeni bir blok oluşturmanın alt yapısını oluşturmuş ve temellerini atmıştır. Ummadığımız ve karşı koyamayacağımız bir direnç ile karşılaşmaz isek dünyadaki dengeleri olumlu yönde değiştirecek ve dünyayı yeniden adil bir barış ve hukuk nizamına götürebilecek yegane güç Türkiye önderliğindeki hareket olacaktır.  Türkiye bu yönde büyük bir mesafe katetmiştir. Moğolistan’dan Şili’ye, Venezuela’ya, Somali’den Senegal’e, Katar’dan Pakistan’a Ukrayna’dan Azerbaycan’a ve diğer Türk dünyasına geniş bir alanda bir savunma ve saldırı hattı oluşturulmaktadır.
                Türkiye böyle büyük hesaplar içinde iken düşman bizi Turgut Özal’lı yıllarda önce Irak ile Saddam Hüseyin ile savaştırmak istemiş ise de Türkiye bu oyuna gelmemiştir. Sonrasında yıllarca PKK yı Irak ve Suriye’de besleyen büyüten Amerika ve Avrupa bizi sınırlarımızın içinde terörle boğmak istemiştir. Son yirmi yılda bu oyunu tamamen fark eden Türkiye sınırlarımızın içinde ve dışında PKK ile mücadeleye ağırlık vermiş ve büyük ölçüde bu meseleyi sonlandırmak üzere iken Suriye meselesi ortaya atılmış, DAEŞ, YPG gibi yeni kukla oluşumlarla yeni terör bölgeleri oluşturulmuştur. Nil’den Fırat’a ideali peşindeki İsrail senaryosunun sahneye konulduğunu fark eden Türkiye Suriye’ye askeri olarak girmiştir. Bu operasyon sırasında Suriye’yi özellikle sünni nüfustan arındırmak isteyen rejim ve İran güçleri beş milyona yakın Suriye vatandaşını Türkiye’ye doğru sürmüşlerdir. Onların gayesi hem Türkiye’ye ekonomik bir yük altına sokmak, Türkiye’de Arap nüfusu çoğaltarak Türk-Kürt fitnesinden sonra Türk-Arap çatışması ile Türkiye’yi yeni kaos planları içinde boğmak hem de Suriye’de Sünnilerden arındırılmış, İran ve İsrail kontrolünde boş alanlar oluşturmaktır. Hal böyle iken bir kısım gafiller “Suriyeliler kardeşimiz değildir”, “Suriyeliler kardeşimizdir diyenler de kardeşimiz değildir” gibi çok tehlikeli sloganlarla milletimizi ajite ve provake etmektedir. Pek çoğu belki de bilmiyor ama bu söylemler düşmanın masa başında icat ettiği ve fitne bombası gibi ortaya attığı söylemlerdir. Tabii ki pek çoğumuz bunun farkında bile değildir.  Sözü fazla uzatmadan kısa cümleler halinde olayı hülasa etmemiz gerekir ise aşağıda sıraladığımız cümleler doğrultusunda düşünmemiz, tefekkür etmemiz ve düştüğümüz yanlıştan dönmemiz icap eder. Binlerce yıldır düşmanın oyun ve fitnelerinden nasibini alan milletimiz artık bu tuzakları bozacak birikim ve basirete sahip olmalıdır. Hülasa ettiğimiz sebeplerle diyoruz ki;
1-Kürtler kardeşimiz değildir, Suriyeliler kardeşimiz değildir veya “Suriyeliler kardeşimizdir diyenler kardeşimiz değildir” tarzı söylemleri külliyen reddederiz. Bu yaklaşımda olanları aklı selime davet ederiz.
2-Tarihin hangi döneminde olursa olsun ülkemize gelmiş, sığınmış veya yerleşmiş hiçbir topluluk etnik ya da dini inancı nedeniyle asla dışlanmamıştır.
3-Bu çerçevede engin hoşgörüsü ve kucaklayıcı tutum ve bakışı ile ANADOLU dünyanın yegane ana kucağıdır.
                Sözü fazla uzatmadan deriz ki;
              Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne  sadakatle bağlı olan dini veya etnik kökü ne olursa olsun her vatandaşımız kardeşlik hukuku içinde bizim kardeşimizdir,
                Savaş, sürgün veya açlık ya da yokluk gibi nedenlerle devletimize sığınan ve sadakatle davranan herkes canları, malları ve namusları ile  Allah’ın bize emanetidir, ve;  
                Bu anlayış içinde, bu kardeşlik hukukunu reddeden her kim varsa asıl onlar bizim kardeşimiz değildir. 

Hiç yorum yok: