Son
yıllarda etkisi artan sosyal medya sayesinde artık yetkililer veya ehil olanlar
veya profesyoneller değil tabiri caiz ise bizim gibi “ağzı olan konuşuyor”.
Herkes bildiği bilmediği her konuda ahkam kesiyor, hüküm veriyor.
Devletimiz 1923 ten yani
kuruluşundan bu yana savaşın içindedir. Türk Milleti için savaş hiç
bitmemiştir. Muhteşem Osmanlı’nın tasfiyesi savaşla olmuştur, sonrasında
kurulan T.C de de kuruluşundan itibaren 1980 lere kadar içeride savaş devam
etmiştir. İçeride olan savaş milli iradenin devleti sömürgeci yapıdan geri alma
savaşıdır. Bu savaş kesintilere uğraya uğraya, direnişlerle karşılaşa karşılaşa
bugünlere gelinmiştir. Milli irade önündeki en büyük engeller; ordu, yüksek
yargı, bürokrasi, sermaye ve basın beşlisi demokratik yoldan devre dışı
bırakılmış milli irade tamamen özgür ve bağımsız hale gelmeye doğru büyük
mesafe almıştır. Ancak hala bazı ipotekler tam olarak kaldırılabilmiş değildir.
Devletimiz özellikle 90 lı
yıllardan itibaren sıcak savaşın içinde kalmış, Körfez Harbi, İran-Irak savaşı,
devamında Irak’ın işgali, ve devamında Suriye’nin parçalanması ve iç savaşa
sürüklenmesi ve işgali, Filistin meselesi, Mısır’da seçim ve sonrasında darbe,
Sudan, Libya, Cezayir’de yaşanan istikrarsızlıklar nedeniyle ekonomik ve siyasi
olarak büyük bir belirsizliğin içine düşmüştür. Bağlı olduğumuz Nato,
Sovyetlerin dağılmasından sonra tehdit olarak genç ve diri İslam dünyasını
seçmiş ve NATO ittifakı içinde olmamıza rağmen NATO ve Avrupa Birliği
Türkiye’yi en büyük bir hasım gibi görerek içimizdeki ve bölgedeki terör örgütlerini
açıktan desteklemekten çekinmemişlerdir.
Bu çerçevede müttefiklerini yeniden belirlemek isteyen Türkiye İran’ın
iki yüzlülüğü, Rusya’nın Amerika ile ikili oynaması, Türk Cumhuriyetlerinin bir
kısmının Rusya nüfuzu altında kalması nedeniyle yalnızlaşmıştır. Türkiye ya
mücadeleyi ya da teslimiyeti seçecektir. Batının ve hatta Rusya’nın
istediği odur ki Türkiye orta ölçekte, ayakta
durabilmek için batı ve doğunun kucağı
arasında gidip gelen bir yosma misali edilgen ve pasif bir devlet olarak kalsın
ve yaşasın. Türkiye, yani Anadolu yarımadası süper güçler arasında paylaşılması
imkansız bir bölgedir. Yoksa şimdiye kadar çoktan taksim planlarını devreye
sokarlardı. İşte böylesi olumsuz şartlarda Türkiye zoru başarmış, dıştaki ve
içteki onca olumsuzluklara rağmen, ekonomik, askeri ve siyasi gücünü artırmış,
içerideki direnç noktalarını saf dışı bırakmış, son elli yılın en büyük belası
olan FETÖ örgütünü de büyük ölçüde tasfiye etmiş ve dünyanın en kritik
coğrafyası olan ortadoğuda siyasi ve askeri ağırlığını koymuştur. Ortadoğu
yanında Afrika, Uzakdoğu ve hatta Güney Amerika’da da irtibatlarını diri tutma
çabası ile yeni müttefikler ve dünyada yerleşmiş statükoya karşı yeni bir blok
oluşturmanın alt yapısını oluşturmuş ve temellerini atmıştır. Ummadığımız ve
karşı koyamayacağımız bir direnç ile karşılaşmaz isek dünyadaki dengeleri
olumlu yönde değiştirecek ve dünyayı yeniden adil bir barış ve hukuk nizamına
götürebilecek yegane güç Türkiye önderliğindeki hareket olacaktır. Türkiye bu yönde büyük bir mesafe
katetmiştir. Moğolistan’dan Şili’ye, Venezuela’ya, Somali’den Senegal’e,
Katar’dan Pakistan’a Ukrayna’dan Azerbaycan’a ve diğer Türk dünyasına geniş bir
alanda bir savunma ve saldırı hattı oluşturulmaktadır.
Türkiye böyle büyük hesaplar
içinde iken düşman bizi Turgut Özal’lı yıllarda önce Irak ile Saddam Hüseyin
ile savaştırmak istemiş ise de Türkiye bu oyuna gelmemiştir. Sonrasında
yıllarca PKK yı Irak ve Suriye’de besleyen büyüten Amerika ve Avrupa bizi
sınırlarımızın içinde terörle boğmak istemiştir. Son yirmi yılda bu oyunu
tamamen fark eden Türkiye sınırlarımızın içinde ve dışında PKK ile mücadeleye
ağırlık vermiş ve büyük ölçüde bu meseleyi sonlandırmak üzere iken Suriye
meselesi ortaya atılmış, DAEŞ, YPG gibi yeni kukla oluşumlarla yeni terör
bölgeleri oluşturulmuştur. Nil’den Fırat’a ideali peşindeki İsrail senaryosunun
sahneye konulduğunu fark eden Türkiye Suriye’ye askeri olarak girmiştir. Bu
operasyon sırasında Suriye’yi özellikle sünni nüfustan arındırmak isteyen rejim
ve İran güçleri beş milyona yakın Suriye vatandaşını Türkiye’ye doğru
sürmüşlerdir. Onların gayesi hem Türkiye’ye ekonomik bir yük altına sokmak,
Türkiye’de Arap nüfusu çoğaltarak Türk-Kürt fitnesinden sonra Türk-Arap
çatışması ile Türkiye’yi yeni kaos planları içinde boğmak hem de Suriye’de
Sünnilerden arındırılmış, İran ve İsrail kontrolünde boş alanlar oluşturmaktır.
Hal böyle iken bir kısım gafiller “Suriyeliler kardeşimiz değildir”, “Suriyeliler
kardeşimizdir diyenler de kardeşimiz değildir” gibi çok tehlikeli sloganlarla
milletimizi ajite ve provake etmektedir. Pek çoğu belki de bilmiyor ama bu
söylemler düşmanın masa başında icat ettiği ve fitne bombası gibi ortaya attığı
söylemlerdir. Tabii ki pek çoğumuz bunun farkında bile değildir. Sözü fazla uzatmadan kısa cümleler halinde
olayı hülasa etmemiz gerekir ise aşağıda sıraladığımız cümleler doğrultusunda
düşünmemiz, tefekkür etmemiz ve düştüğümüz yanlıştan dönmemiz icap eder.
Binlerce yıldır düşmanın oyun ve fitnelerinden nasibini alan milletimiz artık
bu tuzakları bozacak birikim ve basirete sahip olmalıdır. Hülasa ettiğimiz
sebeplerle diyoruz ki;
1-Kürtler
kardeşimiz değildir, Suriyeliler kardeşimiz değildir veya “Suriyeliler
kardeşimizdir diyenler kardeşimiz değildir” tarzı söylemleri külliyen
reddederiz. Bu yaklaşımda olanları aklı selime davet ederiz.
2-Tarihin
hangi döneminde olursa olsun ülkemize gelmiş, sığınmış veya yerleşmiş hiçbir
topluluk etnik ya da dini inancı nedeniyle asla dışlanmamıştır.
3-Bu
çerçevede engin hoşgörüsü ve kucaklayıcı tutum ve bakışı ile ANADOLU dünyanın
yegane ana kucağıdır.
Sözü fazla uzatmadan deriz ki;
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ne sadakatle bağlı olan dini
veya etnik kökü ne olursa olsun her vatandaşımız kardeşlik hukuku içinde bizim
kardeşimizdir,
Savaş, sürgün veya açlık ya da
yokluk gibi nedenlerle devletimize sığınan ve sadakatle davranan herkes
canları, malları ve namusları ile
Allah’ın bize emanetidir, ve;
Bu anlayış içinde, bu kardeşlik
hukukunu reddeden her kim varsa asıl onlar bizim kardeşimiz değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder