13 Temmuz 2020 Pazartesi

YENİ NESLİN DRAMI VE TÜRK MİLLETİNİN GELECEĞİ-KADIN VE AİLE


Bir iş münasebetiyle karşıma gelen yeni üniversite mezunu bir genç kızımız yüzündeki korona maskesini indirince baktım ki alt dudağının altında bir pirsink denen şeyden takmış, parlayıp durmakta. Buradan hareketle derin düşüncelere daldım. Halen Türkiye’deki özellikle 10-25 yaş arasındaki çocuk ve genç nüfustaki bu deformasyon ve dejenerasyon çok tehlikeli bir noktaya doğru gitmektedir. Google’a piercing yazarak bir arama yaptırdım. Öylesine bir sonuç çıktı ki anlatsam inanmazsınız. Ne çok çeşit ve uygulama yöntemi varmış şaştım kaldım.  Ve bu satırları kaleme almaya mecbur hissettim kendimi.
Din anlayışımızda kadına benzeyen erkekler ve erkeğe benzeyen kadınlar lanetlenir. Aslına uygun olmayan ya da görünmeyen canlı veya cansız herşey dejenere veya taklit veya deforme veya aslından uzaklaşmış ve soysuzlaşmış gibi ifadelerle anlatılır. Aslı olmayan ve aslına benzemeyen hiç Bir şey aslı gibi değer ifade edemez. Erkeğe benzemeyen erkek, kadına benzemeyen kadın, insana benzemeyen insan, babaya benzemeyen baba veya anaya benzemeyen ana, karıya kocaya benzemeyen bir sürü dejenere aile.  Maalesef günümüz böyle aslından uzaklaşmış adeta klonlanmış  veya hormonlu veya gdo lu türlü türlü türlerle dolu değil mi? Bir baba olarak aile reisi olarak bakıyorum etrafımdaki gençlere ki ne oğluma layık bir gelin adayı veya kızıma layık bir damat adayı  olabilir mi diye aklımdan, içimden geçirsem bir an için dehşetle irkiliyorum.  Hatta ve hatta çocuklarım bile ne kadar benim olmazsa olmaz kıstaslarıma uygun bundan bile şüphe eder hale gelmiş haldeyim.
Sokaklarda ve caddelerde bakıyoruz, erkek traşı olmuş pantolon giymiş erkeksi davranışlı hanımlar, saçlarını at kuyruğu yapmış ensesinde toplamış soft görünüşlü erkekler, yüzlerinin değişik yerlerinde kaşlarında, dudaklarında, kulaklarında, burunlarında değişik modellerde piercing diye isimlendirilen hızmalarla gencecik kız ve oğlanlar ellerinde veya kucaklarında kedi veya köpekleriyle etrafımızı sarmışlar. Bunlardan anne olur mu, baba olur mu, aile olur mu sorusunu sorduğumda dehşetle irkiliyorum.  Günümüzün artık kabul edilmiş gerçeklerinden birisi de şudur: Gençlerimiz ve hatta insanımız  evlilikten kaçıyor ve korkuyor, daha çok birlikte yaşamayı tercih ediyor. Yasalarımızda buna engel bir hüküm olmadığı gibi tam tersine İstanbul Sözleşmesi ve buna bağlı çıkarılan 6284 Sayılı kanun hükümleri ve genel hükümler insanlarımızın;
Dini kaynaklı hükümlerle, dini nikah gibi bağlarla bağlanmamaları kaydıyla her türlü birlikteliklerine karşı çıkmıyor, karşılıklı rıza çerçevesinde nikahsız birlikte yaşamayı da tanıyor ve himaye altına alıyor. Mesela bir erkek veya kadın bir hanede birden çok kadınla veya erkekle rızayla bir arada karıkoca veya komün hayatı yaşayabiliyorlar, yasal olarak hiçbir engel yok ancak işin içine dini nikah giriyor olması bir anda o birlikteliği suç haline getirebiliyor. Zina ve her türlü birliktelikler, hatta LGBT i türü birliktelikler serbest fakat dini inanca dayalı birliktelikler yasak.
Öte yandan resmi nikahlı evlilikler o kadar büyük sorunlar doğuruyor ki kadın ve erkekler bu sorumluluğun altına girmekten korkar hale gelmiş durumdadır. Aile hukukuna ve evliliğe ilişkin yapılmış son düzenlemeler milletimizin örf, adet, gelenek, görenek ve ahlak yapısına çok ters ve uygulanabilirliği mümkün değil. İşte bu yüzden İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı kanun, kadına şiddet gündeme geldikçe kadına şiddet daha büyük bir hızla artış göstermekte. Ve hiçbir Allah’ın kulu bu acı gerçekteki sırrı ve hikmeti düşünmüyor.
Toplumu saran bir başka tehlike ise kedi köpek sevgisi ve evlerde kedi köpek besleme alışkanlığıdır. Evler ve mahalleler kedi köpek sesleriyle kuşatılmış, sokaklar ve caddeler kedi köpek barınaklarıyla ve kapı önlerinde, kaldırımlarda yemlik ve suluklarla bezenmiş durumda. Evlenmeyen çocuk sahibi olmaktan korkan yeni nesil yaşlılarını huzur evine terk ettikleri gibi kendilerini de kedi köpeklerine adıyorlar. İşin insani boyutunu geçtik bir de ahlaki boyutu var ki kimse “aaaaaaa” demesin, besledikleri köpekleriyle adeta karı-koca hayatı ve hatta daha çarpık ilişkiler yaşayan kişilerin sayısı da günden güne artmaktadır diye düşünüyorum. Tamam bazı şeyler şüyuu vukuundan beterdir de denebilir ama maalesef bu günümüzün acı gerçeğidir. Önce aile dejenere edildi, anne, baba, kardeşlik hukuku bozuldu, toplumda kişisel özgürlükler adına her türlü ahlaksızlık meşru hale getirildi, ardından bahçeye, ağacın altına bağladığımız ve geceleri ipini saldığımız köpeklerimiz yatağımıza girdi, kediler koynumuzda uyumaya başladı, aile yapısı tamamen bozularak aile; kadın veya erkek ve kedi veya köpeklerinden ibaret bir yapı haline geldi.  
Siz hiç başkansız bir sınıf veya belde veya devlet, komutansız bir manga veya bölük veya ordu gördünüz mü, elbette hayır diyeceksiniz ancak yasal mevzuat “reisi olmayan bir aile” icat etti. “Kadın ve aileden sorumlu bakanlık” ihdas etti. Erkeğin reisliği elinden alındı ve bunu tescil ve ilan edercesine “kadın ve aileden sorumlu bakanlık”ın başına birkaç dönemdir hep kadın getirildi. Erkeğin gücü ve iktidarı elinden alındı. Adeta boynuna bir tasma bağlanıp ucu da kadının eline verildi. Öte yandan kadının adı yok diye istismar edilen kadın güya yüceltilmek kaygısıyla tamamen değersizleştirildi. Yıllardır aile reisi olan erkeğin elindeki tüm yetkiler alındı, “erkeğin adı yok” bir hale getirildi. Kadın evlilikle kocasının soyadını bile almaya mecbur değil. Son Yargıtay kararlarından birinde boşanma halinde velayeti anneye verilen çocuk annenin soyadını alabilecek. Bundan çıkan sonuç bence şudur: boşandığından çocuğun velayetini alan kadın yeniden evlendiği erkeğin soyadını da önceki kocasından olan çocuğa verebilecektir. Bu kadar saçma, bu kadar aile değerlerini yok edici uygulama cumhuriyet tarihinde görülmüş değildir. Tabii bu uygulamalar arttıkça kadına şiddet te o oranda artmaktadır. Çünkü bu uygulamaların bizim örfümüz, adetimiz ve kültürümüz ve ahlak yapımızla hiçbir ilgisi yoktur.
Devletin bir an evvel kadın-erkek ilişkileri ve aile konusunda, uygulamadaki yanlışları ortadan kaldırması ve bizim örfümüz, adet ve geleneklerimize, töremize ve ahlak yapımıza, kültürümüze uygun bir aile hukuku mevzuatına kavuşturması belki Ayasofya’nın ibadete açılması kadar, belki de ondan daha da çok önemlidir.