Bir iş münasebetiyle karşıma
gelen yeni üniversite mezunu bir genç kızımız yüzündeki korona maskesini
indirince baktım ki alt dudağının altında bir pirsink denen şeyden takmış,
parlayıp durmakta. Buradan hareketle derin düşüncelere daldım. Halen
Türkiye’deki özellikle 10-25 yaş arasındaki çocuk ve genç nüfustaki bu
deformasyon ve dejenerasyon çok tehlikeli bir noktaya doğru gitmektedir.
Google’a piercing yazarak bir arama yaptırdım. Öylesine bir sonuç çıktı ki
anlatsam inanmazsınız. Ne çok çeşit ve uygulama yöntemi varmış şaştım
kaldım. Ve bu satırları kaleme almaya
mecbur hissettim kendimi.
Din anlayışımızda kadına benzeyen
erkekler ve erkeğe benzeyen kadınlar lanetlenir. Aslına uygun olmayan ya da
görünmeyen canlı veya cansız herşey dejenere veya taklit veya deforme veya
aslından uzaklaşmış ve soysuzlaşmış gibi ifadelerle anlatılır. Aslı olmayan ve
aslına benzemeyen hiç Bir şey aslı gibi değer ifade edemez. Erkeğe benzemeyen
erkek, kadına benzemeyen kadın, insana benzemeyen insan, babaya benzemeyen baba
veya anaya benzemeyen ana, karıya kocaya benzemeyen bir sürü dejenere aile. Maalesef günümüz böyle aslından uzaklaşmış adeta
klonlanmış veya hormonlu veya gdo lu
türlü türlü türlerle dolu değil mi? Bir baba olarak aile reisi olarak bakıyorum
etrafımdaki gençlere ki ne oğluma layık bir gelin adayı veya kızıma layık bir
damat adayı olabilir mi diye aklımdan,
içimden geçirsem bir an için dehşetle irkiliyorum. Hatta ve hatta çocuklarım bile ne kadar benim
olmazsa olmaz kıstaslarıma uygun bundan bile şüphe eder hale gelmiş haldeyim.
Sokaklarda ve caddelerde
bakıyoruz, erkek traşı olmuş pantolon giymiş erkeksi davranışlı hanımlar,
saçlarını at kuyruğu yapmış ensesinde toplamış soft görünüşlü erkekler,
yüzlerinin değişik yerlerinde kaşlarında, dudaklarında, kulaklarında,
burunlarında değişik modellerde piercing diye isimlendirilen hızmalarla
gencecik kız ve oğlanlar ellerinde veya kucaklarında kedi veya köpekleriyle etrafımızı
sarmışlar. Bunlardan anne olur mu, baba olur mu, aile olur mu sorusunu
sorduğumda dehşetle irkiliyorum.
Günümüzün artık kabul edilmiş gerçeklerinden birisi de şudur:
Gençlerimiz ve hatta insanımız
evlilikten kaçıyor ve korkuyor, daha çok birlikte yaşamayı tercih
ediyor. Yasalarımızda buna engel bir hüküm olmadığı gibi tam tersine İstanbul
Sözleşmesi ve buna bağlı çıkarılan 6284 Sayılı kanun hükümleri ve genel
hükümler insanlarımızın;
Dini kaynaklı hükümlerle, dini
nikah gibi bağlarla bağlanmamaları kaydıyla her türlü birlikteliklerine karşı
çıkmıyor, karşılıklı rıza çerçevesinde nikahsız birlikte yaşamayı da tanıyor ve
himaye altına alıyor. Mesela bir erkek veya kadın bir hanede birden çok kadınla
veya erkekle rızayla bir arada karıkoca veya komün hayatı yaşayabiliyorlar,
yasal olarak hiçbir engel yok ancak işin içine dini nikah giriyor olması bir
anda o birlikteliği suç haline getirebiliyor. Zina ve her türlü birliktelikler,
hatta LGBT i türü birliktelikler serbest fakat dini inanca dayalı birliktelikler
yasak.
Öte yandan resmi nikahlı
evlilikler o kadar büyük sorunlar doğuruyor ki kadın ve erkekler bu
sorumluluğun altına girmekten korkar hale gelmiş durumdadır. Aile hukukuna ve
evliliğe ilişkin yapılmış son düzenlemeler milletimizin örf, adet, gelenek,
görenek ve ahlak yapısına çok ters ve uygulanabilirliği mümkün değil. İşte bu
yüzden İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı kanun, kadına şiddet gündeme geldikçe
kadına şiddet daha büyük bir hızla artış göstermekte. Ve hiçbir Allah’ın kulu
bu acı gerçekteki sırrı ve hikmeti düşünmüyor.
Toplumu saran bir başka tehlike
ise kedi köpek sevgisi ve evlerde kedi köpek besleme alışkanlığıdır. Evler ve
mahalleler kedi köpek sesleriyle kuşatılmış, sokaklar ve caddeler kedi köpek
barınaklarıyla ve kapı önlerinde, kaldırımlarda yemlik ve suluklarla bezenmiş
durumda. Evlenmeyen çocuk sahibi olmaktan korkan yeni nesil yaşlılarını huzur
evine terk ettikleri gibi kendilerini de kedi köpeklerine adıyorlar. İşin insani
boyutunu geçtik bir de ahlaki boyutu var ki kimse “aaaaaaa” demesin,
besledikleri köpekleriyle adeta karı-koca hayatı ve hatta daha çarpık ilişkiler
yaşayan kişilerin sayısı da günden güne artmaktadır diye düşünüyorum. Tamam bazı
şeyler şüyuu vukuundan beterdir de denebilir ama maalesef bu günümüzün acı
gerçeğidir. Önce aile dejenere edildi, anne, baba, kardeşlik hukuku bozuldu,
toplumda kişisel özgürlükler adına her türlü ahlaksızlık meşru hale getirildi,
ardından bahçeye, ağacın altına bağladığımız ve geceleri ipini saldığımız
köpeklerimiz yatağımıza girdi, kediler koynumuzda uyumaya başladı, aile yapısı
tamamen bozularak aile; kadın veya erkek ve kedi veya köpeklerinden ibaret bir yapı
haline geldi.
Siz hiç başkansız bir sınıf veya
belde veya devlet, komutansız bir manga veya bölük veya ordu gördünüz mü,
elbette hayır diyeceksiniz ancak yasal mevzuat “reisi olmayan bir aile” icat
etti. “Kadın ve aileden sorumlu bakanlık” ihdas etti. Erkeğin reisliği elinden
alındı ve bunu tescil ve ilan edercesine “kadın ve aileden sorumlu bakanlık”ın
başına birkaç dönemdir hep kadın getirildi. Erkeğin gücü ve iktidarı elinden
alındı. Adeta boynuna bir tasma bağlanıp ucu da kadının eline verildi. Öte
yandan kadının adı yok diye istismar edilen kadın güya yüceltilmek kaygısıyla
tamamen değersizleştirildi. Yıllardır aile reisi olan erkeğin elindeki tüm
yetkiler alındı, “erkeğin adı yok” bir hale getirildi. Kadın evlilikle
kocasının soyadını bile almaya mecbur değil. Son Yargıtay kararlarından birinde
boşanma halinde velayeti anneye verilen çocuk annenin soyadını alabilecek. Bundan
çıkan sonuç bence şudur: boşandığından çocuğun velayetini alan kadın yeniden
evlendiği erkeğin soyadını da önceki kocasından olan çocuğa verebilecektir. Bu kadar
saçma, bu kadar aile değerlerini yok edici uygulama cumhuriyet tarihinde
görülmüş değildir. Tabii bu uygulamalar arttıkça kadına şiddet te o oranda
artmaktadır. Çünkü bu uygulamaların bizim örfümüz, adetimiz ve kültürümüz ve
ahlak yapımızla hiçbir ilgisi yoktur.
Devletin bir an evvel kadın-erkek
ilişkileri ve aile konusunda, uygulamadaki yanlışları ortadan kaldırması ve
bizim örfümüz, adet ve geleneklerimize, töremize ve ahlak yapımıza, kültürümüze
uygun bir aile hukuku mevzuatına kavuşturması belki Ayasofya’nın ibadete
açılması kadar, belki de ondan daha da çok önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder