Ergenekon’dan Orta Asya’dan
Anadolu’ya devletler kura kura gelen Türk Milleti Anadolu’da Selçuklulardan
sonra tarihin en muhteşem ve uzun ömürlü devletine dönüşen Osmanlı Beyliği’ni kurmuştur.
Bilindiği üzere bu küçük Kayı Obası etrafında kurulan beylik Anadolu’dan üç kıtaya,
Asya, Avrupa ve Afrika’ya uzanmış, üç kıta yedi denizde dünyanın en uzun ömürlü
süper gücünü oluşturmuştur.
Bu
muhteşem devletin yükselme, duraklama ve zayıflama dönemleri ve hatta çöküşü
konumuzun dışındadır. Biz tarihinde bir bayrak yarışı gibi dönüşe dönüşe
kendini yenileyen Türk Devletinin birinci dünya harbinden sonra dönüştüğü
yapıyı ve 1923 ten itibaren dönüşmek istediği hali inceleyeceğiz. Buradaki
tesbitlerimiz, bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir ismi suçlamak, aşağılamak veya
tahkir kastı taşımamaktadır. Ancak sonuçtan geriye doğru yani sebebe doğru
gittiğimizde aşağıdaki hususlar daha da net olarak ortaya çıkmaktadır:
-sürekli isim, merkez ve aile
değiştirerek ve dönüşerek, kendini yenileye yenileye şanlı bir tarih yazan Türk
Devleti, Devleti Aliye’nin yani Osmanlı Devletinin 600 yıllık ömrünün sonunda,
sadece Anadolu coğrafyasına sıkışmış bir sömürge devleti olarak varlığını
sürdürmek gibi onursuz bir tercihte bulunmak zorunda kalmıştır. Yani Osmanlı Devletinin tasfiyesinden sonra
kurulan Türkiye Cumhuriyeti ikinci derece bir sömürge devlet olarak ortaya
çıkmıştır. Ve sahip olduğu üç kıtaya uzanan vatan toprakları galip devletler tarafından
sömürge olarak paylaşılmıştır.
-Osmanlı Devletinin 600 yılda
idaresi altında hiçbir topluluğa Türkçe dili ve İslam dini dayatması olmadığı
halde vatandan koparılan topraklarda kurulan sömürge devletlerinde İngilizce,
İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça ve Farsça dil olarak dayatıldığı gibi
misyoner faaliyetleri ve misyoner okulları ve şarkiyatçılar ve oryantalistler
yolu ile islam inancı aslından ve esasından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.
-Galip küresel güçler düne kadar
hakim olduğumuz Osmanlı coğrafyasında yeni yetişen nesillerin zihninde
Osmanlı-Türk düşmanlığı oluşturdukları gibi aynı Osmanlı düşmanlığını Türkiye
Cumhuriyeti içinde de tesis etmeyi
başarmışlardır.
-Ecdat yadigarı topraklarımız
elimizden alınmış Anadolu yarımadası içine sıkıştırılmış Türkiye Cumhuriyetini
adeta mayın tarlaları içine hapsetmişlerdir. Bu kadar mayınlarla döşenmiş
duvarlar içine hapsedilmiş başka bir
ülke yoktur. Bu sınırlar içinde devletimiz ve milletimiz sürekli özellikle Arap
merkezli komşu düşmanlığı ile avutulmuştur.
-1923 ten itibaren yetiştirilen
nesiller arasında sürekli kırılmalar oluşturulmuş, zihinler bulandırılmış, tüm
değerlerimiz farklılaşmıştır. Bu çerçevede;
Devleti
elinde tutan güçler arasında tam manasıyla birlik ve dayanışma sağlanamamıştır.
Sivil idare, bürokrasi-yargı-ordu-basın ve sermaye elinde etkisiz bir güç
olarak kalmıştır. Devletin ordusu yıllarca devlete sahip ve millete düşman bir
noktada durmuş, ordu kontrolündeki devlet, düşmanı dışarıda değil sürekli
içeride aramış ve devleti millete, milleti devlete düşman gibi görmüş ve
göstermiştir.
Bunun
yanında çok uluslu ve çok dinli bir cihan devleti bakiyesi olan Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde mezhep ve etnik farklılıklar körüklenerek milletin
birlik ve dirliğine göz dikilmiştir. Senelerce Katolik dünyasına karşı himaye
gören ortadoks cemaat, Fener Patrikhanesi merkezinde sürekli Katolik dünyası
tarafından himaye ediliyormuş izlenimi verilmek istenmiştir. Ayrıca Alevi ve
Süryani topluluklar da içten içe ajite ve provake edilmeye devam olunmuş,
böylece bir avuç Anadolu içinde bile dini ve etnik birliktelik sağlanamaz hale
gelmiştir.
-Küresel güçler devletin değişik
kademelerinde etkinliklerini sürdürdükleri gibi dini ve etnik topluluklar ile
siyasi kurumlara da sızarak iktidar ve muhalefeti ayrıştırmış, toplumda kin ve
nefret dilini hakim kılmaya çalışmış, bunda büyük ölçüde muvaffak ta olmuştur.
Toplumda ihanet olağan hale getirilmiş, özellikle eğitimdeki iktidarsızlık ve
medyadaki ahlaksızlık nesilleri milli çizgiden çıkarmış bulunmaktadır.
Yukarıda ortaya koyduğumuz tablo
sadece Türkiye için değil tüm üçüncü dünya ülkeleri dediğimiz ülkeler için de
geçerlidir. Küresel emperyalizm, karşısında direnen ve meydan okuyan en büyük
güç olan Osmanlı Cihan Devletini beş yüz yıllık mücadele sonunda tasfiye
ettikten sonra dünya haritası ile keyfince oynamaya başlamış ve bu oyununa devam etmektedir. Dünyada
küçük küçük devletçikler oluşturarak bu halkları ve devletleri keyfi olarak
sevk ve idare etmeye devam etmektedir. Bir dönem tehlike teşkil eden Almanya
askersiz ve silahsız hale getirilip doğu-batı diye ikiye bölünmüş, keza Kore
kuzey ve güney diye bölünmüş, Vietnam aynı şekilde kuzey ve güney Vietnam diye
bölünmüş, Hindistan önce Pakistan ile ayrılmış sonrasında Pakistan ikiye
bölünmüş, Bengaldeş ayrılmış, Yugoslavya parçalanmış, Çekoslavakya parçalanmış
bölünmüş, Türkistan ve Türk dünyası ile Müslüman
Arap dünyası sayısız devletçik ve emirliklere bölünmüştür. Ancak 50 eyaletten ve çok farklı etnik
topluluklardan oluşan Amerika bütün halinde durmaktadır. Keza Sovyetler
dağılmış olsa da yine Rusya pek çok özerk cumhuriyet ile bir aradadır.
Avrupa’nın kalbinde dini merkez olarak Vatikan saltanat sürerken Avrupa’nın
büyük bir bölümü krallık ve saltanat idaresi altındayken nasıl bir rejim olduğu
hala tartışılan cumhuriyet bize dayatılmış saltanat ve hilafetimiz elimizden
alınmıştır. Bu operasyon sırasında resmi ve özel tüm kurumlarımız, sosyal,
siyasi ve ekonomik yapımız, eğitim ve yargı kurumları tamamen batının önümüze
koyduğu şablona göre dizayn edilmiş ve bunun adına bağımsızlık, millilik ve
çağdaşlık denmiştir.
İşte bu ahval üzere mağlubiyet sonrası çıkılan cumhuriyet yolunda
devletimiz düşe kalka sırası ile;
1924 te Kazım Karabekir’in
kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,( 1925 te kapatıldı)
1930 DA Serbest Cumhuriyet
Fırkası (1930 da kapatıldı)
1946 da Demokrat Parti (1960
ihtilali ile kapatıldı)
1971 12 mart muhtırası,
1980 12 eylül ihtilali,
1997 de 28 şubat süreci,
2007 27 nisan E-muhtıra,
2013 17-25 aralık süreci ve son
olarak
2016 15 temmuz darbe girişimi
süreçlerini yaşamış ve devlet üzerindeki askeri vesayet ve yargı vesayeti büyük
ölçüde kaldırılmıştır. Ancak son aşamada
küresel emperyalizmin etkileri hala milli eğitim sistemimizde,
üniversitelerimizde ve muhalefet üzerinde varlığını sürdürmektedir.
Bu değerlendirme siyasi bir
değerlendirme değildir, ülkemizin gerçeğidir. Bağımsızlığını 1.Dünya savaşını
kaybetmekle kaybeden devletimiz hala batının vesayetinden kurtulmanın ve tam
bağımsız olmanın mücadelesini vermektedir. Küresel emperyalizm ise direnen
Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak ablukaya aldığı gibi içeride de
işbirlikçi ekibini devreye sokarak hem içeride ve dışarıda kaos oluşturarak hem
de muhalefeti ve muhalif kesimleri provake ve ajite ederek devletimizi zaafa
uğratmaya ve vesayetini sürdürmek yolunda mücadeleye devam etmektedir.
Hastalığı teşhis etmeden tedavi
mümkün değildir. kısa ve net olarak
mesele şudur:
Osmanlı Devleti içeride birliğini
sağlayarak, millet ve ümmet üzerinde hakimiyet kurmuştur.
Devamında hatta aynı zamanda Türk
ve İslam olmayan halklar içinde adil ve tercih ve takdire şayan bir model
geliştirmiş, gayrimüslim dediğimiz topluluklar içinden de devşirdiği zeki
çocukları da iyi bir eğitimle çok kaliteli kadrolara dönüştürmüş, devlet yönetimine
dahil etmiştir.
Hakim ve etken güç Müslüman-Türk
olmakla birlikte Türk ve İslam olmayan toplulukları da sevgiyle kucaklamış ve bütün
dünyaya model olabilecek çok uluslu ve farklı inançta topluluklardan
müteşekkil dünyanın en uzun ömürlü,
sömürü ve istismardan ve asimilasyondan uzak
cihan devletini kurmuştur.
Fakat asırların sonunda fanatik
Yahudi-hıristiyan işbirliği ile organize olan düşman güçler Osmanlı’nın
uzanamadığı coğrafyalarda Uzak doğu ve Afrika ve Amerika’da yaptıkları soygun,
sömürü ve esir ticareti ile bedava hammadde ve bedava veya ucuz emek ile sanayi devrimini yapmış, öte yandan Osmanlı
içinden devşirdikleri ve kendi okullarında ve misyoner okullarında
yetiştirdikleri gençleri kendi değerleri ile formatlayarak Osmanlı Cihan
Devletinin son yüz yılına hakim olmuşlardır. Ve aşama aşama devletimizin sonunu hazırlamışlardır. O yıllarda Türkçülük
yapan gafiller ile “şeriat isteriz” diye sokağa dökülen sözüm ona İslamcı
zavallılar zannetmişlerdir ki Türklük yücelecek veya şeriat gelecek. Oysaki
onları sokaklara salanlar o muhteşem
devleti yıkmak isteyen küresel emperyalizmin emrindeki güçlerdi. Bunu asla
anlayamadılar. Bugün ise o günün zavallılarının yerini laisizm ve Kemalizm
adına sokağa dökülen topluluklar ve bölücü hareketler almıştır. Devlet
vesayetten kurtulmak isterken
zihinlerdeki ve nesillerdeki vesayet sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ancak içeride ve dışarıdaki tüm güçler şunu
bilmelidir ki;
Bu aziz Millet geçmişten bugüne dünya tarihini
yazan yegane millettir.
Bu millet hem Türklüğün, hem İslamın
ve hem de tüm mazlum halkların yegane hamisi ve hizmetkarı, zalim ve
emperyalistlerin ise kabusudur, kabusu olmaya devam edecektir.
Bu millet 1918 1.Dünya Savaşının bitmesi ile en dip
noktaya kadar inmiştir. Görüldüğü üzere artık ineceği daha aşağıda bir nokta
yoktur. Artık çıkış ve yükseliş dönemi yeniden başlamıştır. Bu son yıllarda
yaşanan süreçte apaçık görülmektedir. Avrupa ve Amerika ve dünyadaki tüm şer
güçler şimdiden bunun paniğini yaşamaya başladığı gibi mazlum ve mağdur halklar
ise yeniden güçlü ve adil Türk’ün yeniden ellerinden tutacağı günlerin özlemi
ile bekleyişini sürdürmektedir. Ne mutlu beklenen ve özlenen bu aziz milletin
şerefli mensuplarına. Ne mutlu bu kervanın mübarek evlatlarına. Unutmayın ve
unutmayalım: Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de!