21 Ocak 2021 Perşembe

SÖMÜRGE TÜRKİYE’DEN BAĞIMSIZ TÜRKİYE’YE

 

                 Ergenekon’dan Orta Asya’dan Anadolu’ya devletler kura kura gelen Türk Milleti Anadolu’da Selçuklulardan sonra tarihin en muhteşem ve uzun ömürlü devletine  dönüşen Osmanlı Beyliği’ni kurmuştur. Bilindiği üzere bu küçük Kayı Obası etrafında kurulan beylik Anadolu’dan üç kıtaya, Asya, Avrupa ve Afrika’ya uzanmış, üç kıta yedi denizde dünyanın en uzun ömürlü süper gücünü oluşturmuştur.

                Bu muhteşem devletin yükselme, duraklama ve zayıflama dönemleri ve hatta çöküşü konumuzun dışındadır. Biz tarihinde bir bayrak yarışı gibi dönüşe dönüşe kendini yenileyen Türk Devletinin birinci dünya harbinden sonra dönüştüğü yapıyı ve 1923 ten itibaren dönüşmek istediği hali inceleyeceğiz. Buradaki tesbitlerimiz, bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir ismi suçlamak, aşağılamak veya tahkir kastı taşımamaktadır. Ancak sonuçtan geriye doğru yani sebebe doğru gittiğimizde aşağıdaki hususlar daha da net olarak ortaya çıkmaktadır:

-sürekli isim, merkez ve aile değiştirerek ve dönüşerek, kendini yenileye yenileye şanlı bir tarih yazan Türk Devleti, Devleti Aliye’nin yani Osmanlı Devletinin 600 yıllık ömrünün sonunda, sadece Anadolu coğrafyasına sıkışmış bir sömürge devleti olarak varlığını sürdürmek gibi onursuz bir tercihte bulunmak zorunda kalmıştır.   Yani Osmanlı Devletinin tasfiyesinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ikinci derece bir sömürge devlet olarak ortaya çıkmıştır. Ve sahip olduğu üç kıtaya uzanan vatan toprakları galip devletler tarafından sömürge olarak paylaşılmıştır.

-Osmanlı Devletinin 600 yılda idaresi altında hiçbir topluluğa Türkçe dili ve İslam dini dayatması olmadığı halde vatandan koparılan topraklarda kurulan sömürge devletlerinde İngilizce, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça ve Farsça dil olarak dayatıldığı gibi misyoner faaliyetleri ve misyoner okulları ve şarkiyatçılar ve oryantalistler yolu ile islam inancı aslından ve esasından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.

-Galip küresel güçler düne kadar hakim olduğumuz Osmanlı coğrafyasında yeni yetişen nesillerin zihninde Osmanlı-Türk düşmanlığı oluşturdukları gibi aynı Osmanlı düşmanlığını Türkiye Cumhuriyeti içinde de  tesis etmeyi başarmışlardır.

-Ecdat yadigarı topraklarımız elimizden alınmış Anadolu yarımadası içine sıkıştırılmış Türkiye Cumhuriyetini adeta mayın tarlaları içine hapsetmişlerdir. Bu kadar mayınlarla döşenmiş duvarlar  içine hapsedilmiş başka bir ülke yoktur. Bu sınırlar içinde devletimiz ve milletimiz sürekli özellikle Arap merkezli komşu düşmanlığı ile avutulmuştur.

-1923 ten itibaren yetiştirilen nesiller arasında sürekli kırılmalar oluşturulmuş, zihinler bulandırılmış, tüm değerlerimiz farklılaşmıştır. Bu çerçevede;

                Devleti elinde tutan güçler arasında tam manasıyla birlik ve dayanışma sağlanamamıştır. Sivil idare, bürokrasi-yargı-ordu-basın ve sermaye elinde etkisiz bir güç olarak kalmıştır. Devletin ordusu yıllarca devlete sahip ve millete düşman bir noktada durmuş, ordu kontrolündeki devlet, düşmanı dışarıda değil sürekli içeride aramış ve devleti millete, milleti devlete düşman gibi görmüş ve göstermiştir.

                Bunun yanında çok uluslu ve çok dinli bir cihan devleti bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mezhep ve etnik farklılıklar körüklenerek milletin birlik ve dirliğine göz dikilmiştir. Senelerce Katolik dünyasına karşı himaye gören ortadoks cemaat, Fener Patrikhanesi merkezinde sürekli Katolik dünyası tarafından himaye ediliyormuş izlenimi verilmek istenmiştir. Ayrıca Alevi ve Süryani topluluklar da içten içe ajite ve provake edilmeye devam olunmuş, böylece bir avuç Anadolu içinde bile dini ve etnik birliktelik sağlanamaz hale gelmiştir. 

-Küresel güçler devletin değişik kademelerinde etkinliklerini sürdürdükleri gibi dini ve etnik topluluklar ile siyasi kurumlara da sızarak iktidar ve muhalefeti ayrıştırmış, toplumda kin ve nefret dilini hakim kılmaya çalışmış, bunda büyük ölçüde muvaffak ta olmuştur. Toplumda ihanet olağan hale getirilmiş, özellikle eğitimdeki iktidarsızlık ve medyadaki ahlaksızlık nesilleri milli çizgiden çıkarmış bulunmaktadır.

Yukarıda ortaya koyduğumuz tablo sadece Türkiye için değil tüm üçüncü dünya ülkeleri dediğimiz ülkeler için de geçerlidir. Küresel emperyalizm, karşısında direnen ve meydan okuyan en büyük güç olan Osmanlı Cihan Devletini beş yüz yıllık mücadele sonunda tasfiye ettikten sonra dünya haritası ile keyfince oynamaya başlamış   ve bu oyununa devam etmektedir. Dünyada küçük küçük devletçikler oluşturarak bu halkları ve devletleri keyfi olarak sevk ve idare etmeye devam etmektedir. Bir dönem tehlike teşkil eden Almanya askersiz ve silahsız hale getirilip doğu-batı diye ikiye bölünmüş, keza Kore kuzey ve güney diye bölünmüş, Vietnam aynı şekilde kuzey ve güney Vietnam diye bölünmüş, Hindistan önce Pakistan ile ayrılmış sonrasında Pakistan ikiye bölünmüş, Bengaldeş ayrılmış, Yugoslavya parçalanmış, Çekoslavakya parçalanmış bölünmüş,  Türkistan ve Türk dünyası ile Müslüman Arap dünyası sayısız devletçik ve emirliklere bölünmüştür.  Ancak 50 eyaletten ve çok farklı etnik topluluklardan oluşan Amerika bütün halinde durmaktadır. Keza Sovyetler dağılmış olsa da yine Rusya pek çok özerk cumhuriyet ile bir aradadır. Avrupa’nın kalbinde dini merkez olarak Vatikan saltanat sürerken Avrupa’nın büyük bir bölümü krallık ve saltanat idaresi altındayken nasıl bir rejim olduğu hala tartışılan cumhuriyet bize dayatılmış saltanat ve hilafetimiz elimizden alınmıştır. Bu operasyon sırasında resmi ve özel tüm kurumlarımız, sosyal, siyasi ve ekonomik yapımız, eğitim ve yargı kurumları tamamen batının önümüze koyduğu şablona göre dizayn edilmiş ve bunun adına bağımsızlık, millilik ve çağdaşlık denmiştir.

İşte bu ahval üzere  mağlubiyet sonrası çıkılan cumhuriyet yolunda devletimiz düşe kalka sırası ile;

1924 te Kazım Karabekir’in kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,( 1925 te kapatıldı)

1930 DA Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930 da kapatıldı)

1946 da Demokrat Parti (1960 ihtilali ile kapatıldı)

1971 12 mart muhtırası,

1980 12 eylül ihtilali,

1997 de 28 şubat süreci,

2007 27 nisan E-muhtıra,

2013 17-25 aralık süreci ve son olarak

2016 15 temmuz darbe girişimi süreçlerini yaşamış ve devlet üzerindeki askeri vesayet ve yargı vesayeti büyük ölçüde kaldırılmıştır.  Ancak son aşamada küresel emperyalizmin etkileri hala milli eğitim sistemimizde, üniversitelerimizde ve muhalefet üzerinde varlığını sürdürmektedir.

Bu değerlendirme siyasi bir değerlendirme değildir, ülkemizin gerçeğidir. Bağımsızlığını 1.Dünya savaşını kaybetmekle kaybeden devletimiz hala batının vesayetinden kurtulmanın ve tam bağımsız olmanın mücadelesini vermektedir. Küresel emperyalizm ise direnen Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak ablukaya aldığı gibi içeride de işbirlikçi ekibini devreye sokarak hem içeride ve dışarıda kaos oluşturarak hem de muhalefeti ve muhalif kesimleri provake ve ajite ederek devletimizi zaafa uğratmaya ve vesayetini sürdürmek yolunda mücadeleye devam etmektedir.

Hastalığı teşhis etmeden tedavi mümkün değildir.  kısa ve net olarak mesele şudur:

Osmanlı Devleti içeride birliğini sağlayarak, millet ve ümmet üzerinde hakimiyet kurmuştur.

Devamında hatta aynı zamanda Türk ve İslam olmayan halklar içinde adil ve tercih ve takdire şayan bir model geliştirmiş, gayrimüslim dediğimiz topluluklar içinden de devşirdiği zeki çocukları da iyi bir eğitimle çok kaliteli kadrolara dönüştürmüş, devlet yönetimine dahil etmiştir.

Hakim ve etken güç Müslüman-Türk olmakla birlikte Türk ve İslam olmayan toplulukları da sevgiyle kucaklamış ve bütün dünyaya model olabilecek çok uluslu ve farklı inançta topluluklardan müteşekkil  dünyanın en uzun ömürlü, sömürü ve istismardan ve asimilasyondan uzak  cihan devletini kurmuştur.

Fakat asırların sonunda fanatik Yahudi-hıristiyan işbirliği ile organize olan düşman güçler Osmanlı’nın uzanamadığı coğrafyalarda Uzak doğu ve Afrika ve Amerika’da yaptıkları soygun, sömürü ve esir ticareti ile bedava hammadde ve bedava veya ucuz emek ile  sanayi devrimini yapmış, öte yandan Osmanlı içinden devşirdikleri ve kendi okullarında ve misyoner okullarında yetiştirdikleri gençleri kendi değerleri ile formatlayarak Osmanlı Cihan Devletinin son yüz yılına hakim olmuşlardır. Ve aşama aşama devletimizin  sonunu hazırlamışlardır. O yıllarda Türkçülük yapan gafiller ile “şeriat isteriz” diye sokağa dökülen sözüm ona İslamcı zavallılar zannetmişlerdir ki Türklük yücelecek veya şeriat gelecek. Oysaki onları sokaklara salanlar   o muhteşem devleti yıkmak isteyen küresel emperyalizmin emrindeki güçlerdi. Bunu asla anlayamadılar. Bugün ise o günün zavallılarının yerini laisizm ve Kemalizm adına sokağa dökülen topluluklar ve bölücü hareketler almıştır. Devlet vesayetten kurtulmak isterken  zihinlerdeki ve nesillerdeki vesayet sürdürülmeye çalışılmaktadır.  Ancak içeride ve dışarıdaki tüm güçler şunu bilmelidir ki;

 Bu aziz Millet geçmişten bugüne dünya tarihini yazan yegane millettir.

Bu millet hem Türklüğün, hem İslamın ve hem de tüm mazlum halkların yegane hamisi ve hizmetkarı, zalim ve emperyalistlerin ise kabusudur, kabusu olmaya devam edecektir.

Bu millet  1918 1.Dünya Savaşının bitmesi ile en dip noktaya kadar inmiştir. Görüldüğü üzere artık ineceği daha aşağıda bir nokta yoktur. Artık çıkış ve yükseliş dönemi yeniden başlamıştır. Bu son yıllarda yaşanan süreçte apaçık görülmektedir. Avrupa ve Amerika ve dünyadaki tüm şer güçler şimdiden bunun paniğini yaşamaya başladığı gibi mazlum ve mağdur halklar ise yeniden güçlü ve adil Türk’ün yeniden ellerinden tutacağı günlerin özlemi ile bekleyişini sürdürmektedir. Ne mutlu beklenen ve özlenen bu aziz milletin şerefli mensuplarına. Ne mutlu bu kervanın mübarek evlatlarına. Unutmayın ve unutmayalım: Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de!  

Hiç yorum yok: