Akpartinin iktidar oluşundan bu yana ülkemiz çok ilginç gelişmeler yaşamaya başladı. Görünmeyen bir el ortalığı karıştırıp duruyor. Taksim Gezi protestoları sahnelenen en son senaryodur ki hala sahnelenmeye devam edilmekte. Taksim gezi olaylarından evvel ben sizi geçmişe kısa bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Yıl 1730 İstanbul bir isyan yaşıyor. isyanın elebaşısı Horpeşteli Arnavut Halil, levendlik ve Rumeli'de yeniçerilik yapmış, ve yakın hemşerileri arasında "Patrona" (koramiral) lakabıyla anılmaktaydı. İstanbul'da bir ara hamam tellaklığı veya esnaflık yaptığı da söylenmektedir. İstanbul meyhanelerine devam ettiği, devamlı alkol aldığı ve ihtilal yoldaşlarını da bu meyhanelerde tanıdığı bilinmektedir. Patrona Halil'i kendini ayaklanmaya elebaşılık etmeye kışkırtanların telkinleri ile 1730 yaz sonunda bir ihtilalci kadro toplamış ve ilk ihtilal planlama toplantısı 25 Eylül 1730'da Mevlid Alayı günü yapılmıştır. Bu grubda başkan Patrona Halil; yardımcıları Muslu Beşe ve Emir Ali ve kolbaşı kurmaylar olarak Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, Oduncu Ahmed, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Küçük Muslu, Kutucu Halil adlarında daha çok zorba olarak adları çıkmış kişiler bulunmaktaydı. Zorba ayaklanmacılar 28 Eylül Perşembe günü bayrak açıp ŞERİAT için herkesi bayrak altına gelmesini istediklerini bağırarak üç koldan şehirde yürüyüşe geçtiler. Kısa keselim bu ayaklanma sonunda sadrazam ve iki damadı idam edilir ve ölü bedenleri isyancılara verilir. Olayların arkasının kesilmemesi üzerine de padişah 3.Ahmet tahtını yeğeni 1.Mahmud'a bırakır. Patrona Halil'in 25 eylülde başlayan saltanatı ancak 2 ay kadar sürebildi ve 25 kasımda saraydaki bir toplantı sırasında kendisinin ve fedailerinin kelleleri bedenlerinden ayrıldı ve bir sayfa daha böylece kapanmış oldu.
Osmanlının son dönemlerinde bu isyanlar "istemezük" toplulukları her seferinde önce "istemezük" diyerek ve ardından da "şeriat isteriz" diye sokaklara döküldü. Sokaklara dökülenlerden hiç kahraman olarak anılanlar yok. Ancak görüldüğü gibi devletimiz dimdik ayakta ve hayatiyetini sürdürüyor. Ancak istemezükçü bir kesim var ki tarihin her döneminde olmadık zamanda sokaklara dökülüyor ve ortalığı karıştırmak için elinden geleni yapıyor. Biz patrona Halil ile başladık söze tabii bu işin evveli de var sonrası da. 2.Mahmut zamanındaki yeniçeri ayaklanmaları, yeniçeri ocağının ortadan kaldırılması, ve tanzimat hareketleri ile birlikte bir batılılaşma heyecanı ile yapılan örgütlenmeler ve eylemler. Gidiniz Hıfzı Topuz'un "Taif'te Ölüm" romanını okuyup Mithat Paşa'yı tanıyınız. Ne kadar Türk, ne kadar müslümandır, ne kadar batılıdır görünüz.
Her nasılsa Osmanlı sayfasını kapatıp 1923 te cümhuriyet ile müşerref olduktan sonra da bitmedi bu senaryolar. Değişik yerlerde değişik biçimlerde oluşan direnişler çok kanlı bir biçimde bastırıldı. Bir ara gündeme düştüğünde birileri dedi ki: "Atatürk'ün Tunceli (Dersim) olayları ile bir ilgisi yoktur. Tamamen İnönü'nün eseridir. Atatürk hasta idi, Olaylardan bihaberdi, bilse idi engel olurdu gibi gibi sözler sarf edildi. Trabzonda Atatürk Köşkünde duvarda bir Türkiye haritası var. Altında ise Atatürk'ün Dersim olayları sırasında Trabzonda bulunduğu ve askeri harekatın tüm detaylarını bizzat kendi el yazısı ile harita üzerinde işaretlediği ve komutanlara direktifler verdiği yazılı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1946 seçimleri ile tek parti idaresinden çıkacaktı ancak CHP açık oy gizli sayım gibi bir garabetle oyları kendi keyiflerine göre tasnif edince DP iktidar dışı kaldı. O zaman ordu içindeki bazı komutanlar askeri müdahale yapabileceklerini söylediklerinde Celal Bayar ve Adnan Menderes buna mani olmuşlardır. Fakat 1950 de başlayan DP iktidarının sona ermesi için 1960 larda her türlü sokak hareketlerini tahrik ve teşvik eden CHP orduyu da kullanarak 27 mayıs ihtilalinin önünü açmıştır. Bilindiği gibi Adnan Menderes ve Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edilmiş, 27 mayıs ise 20 yıl boyunca milli bayram diye kutlanmıştır bu memlekette. Söylemeden geçemeyeceğim Adnan Menderes ve iki bakanı astıran bu zevat 1971 12 mart muhtırasından sonra idam edilen Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı kadar Adnan Menderes ve iki arkadaşına değer ve önem vermemiştir. 27 mayıs ihtilali sonrasında yine meclis çoğunluğunu alamayan CHP nin kışkırttığı sokak ve gençlik hareketleri sonunda bu defa 1971 de 12 mart muhtırası gelmiş, sıkıyönetimli yıllar devam etmiştir. Sonrasında bilindiği üzere 1980 12 eylül darbesidir yaşadığımız. Yine gençler sokaklarda ve yine anarşi ve kargaşa ve ardından gelen askeri müdahale. 12 eylül sonrasında özgürlükleri genişleten ve tıkanan sistemin önünü açan Turgut Özal, sivilleşme yolunda yaptığı devrimin bedelini zehirlenerek hayatı ile öder. Ülkenin sivilleşmede geldiği nokta nedeni ile askeri darbe yapmayı göze alamayan CHP nin ordusu balans ayarları ile insiyatifi elde tutmaya çalışır. Fakat olan olmuştur, büyü bozulmuştur bir kere. Gelişmelerin önünde duramaz. Moskova'ya kaçıp keyif çatan Nazım Hikmet gibilerinin aksine ülkede mücadeleyi görev bilen Necip Fazıl Kısakürek'in ve diğer yusufiye profesörlerinin talebeleri onca oyuna düzene direnmeye rağmen ezici bir çoğunlukla gelmiş ikltidara oturmuştur. Ve yargı reformu ve demokratikleşme çalışmaları ile birlikte faili meçhullerin failleri bir bir ortaya çıkmaya başlamıştır. Öte yandan iktidarın mutlak sahibi olduklarını zannedenler için daha vahim olanı şudur ki sermaye de el değiştirmekte, daha düne kadar sadece çaycılığı, kapıcı ve odacılığı pazarcılığı ve küçük esnaflığı layık gördükleri avam takımı, iş ve sermaye ve siyasi iktidar sahibi olmakta, şapka da giymekte, askere de gitmekte, vergi de vermekte ama hükmedilme zincirini kırmış artık hükmetmeyi de öğrenmektedir.
Ülkenin ezici çoğunluğunun muhafazakar ve milliyetçi olması nedeniyle özellikle Türk bayrağı ve Atatürkçülük sloganı altında, padişahlık döneminde "din elden gidiyor" sloganının izdüşümü ile "cumhuriyet elden gidiyor" sloganı altında sokaklarda tahrik ve ajitasyonlara başladılar. Dün din elden gitmiyordu, bugün de cumhuriyet elden gitmiyor. Ancak şurası bir gerçek ki "iktidar ellerinden gitti". Bütün kavga bundan kopuyor. İktidar ellerinden gitti ve dünün maraba gibi görülenleri bugün iktidar koltuğuna oturdu. Caanım ordu da hiç bir müdahalade bulunamıyor. Öyle ise dendi ki olabildiğince insanı sokağa dökelim. Geçmişte Cumhuriyet mitingleri ile sokağa döktük onca insanı bir sonuç alamadık. Yine sandıktan onlar çıktı. Bu defa ise sokağa döktüğümüz insanları sokaktan toplamayalım. işte şimdi yapılan budur. Sokağa dökülen insanlar sokakta kalmıştır. Sokaktan dağılmamaktadır. Bu haliyle bu yapılan bir ayaklanma ve isyandır. Tabii ülkedeki bir siyasi hareketin bunu finans ve organize etmesi mümkün değil. Ne yaptılar? Türkiyenin ekonomik, siyasi ve askeri gelişmesinden ve küresel güç olma yönündeki çabalarından rahatsız olan süper güçlerden her türlü desteği alarak sokaklara döküldüler. Onun içindir ki dünyanın değişik ülkelerinde Taksim-Gezi olaylarına destek mitingleri yapılmaktadır. Sadece bu kadar değil yabancı pasaportlu kişiler dahi gözaltına alınmıştır ve söylendiğine göre sadece Amerikadan bir günde 490.000 twit atılmıştır. Teknoloji böyle bir şey ve istihbarat çok zor değil. Hareketin kimyası için isteklere bakmak yeterlidir:
1-Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılmasın.(adından bile rahatsızlar)
2-İstanbula 3.havaalanı yapılmasın,
3-Kanal İstanbul yapılmasın,
4-HES'lerin yapımı durdurulsun,
5-Olaylara karşı duran vali ve emniyet müdürleri görevlerinden alınsın.(kelle istiyorlar)
Sanırım sadece bu beş madde direnişin neden organize edildiğini göstermektedir. Her nedense bu memlekette hep hayır, herşeye hayır. Kömür santralına hayır, nükleer santrala hayır, heslere hayır, köprülere hayır, otoyollara hayır, havaalanlarına hayır. Ne yapalım, tezek mi yakıp yaşayalım diye sorarlar adama. Türkiye'de bir kesim var ki bir çivi çakmamıştır şu memleketin hiç bir yerine, ama herşeye muhaliftir, her zaman muhaliftir, herşeye karşıdır, almaya karşıdır, satmaya karşıdır, yapmaya karşıdır, yıkmaya karşıdır.(kendi yıkımları hariç). Fakat amblemine koyduğu altı ok milletin böğründen hala çıkmamış çıkarılamamıştır. Şimdi ailecek bu isyanın yanındadır bu parti, vekilleri desteğe gelir, cebinden para çıkarır verir, alkışlar, birlikte halay çeker. Direnişte işbirliği halindeki diğer örgütlere bir bakarsak PKK dan THKP-C ye ve diğer illegal örgütlere ne kadar silahlı silahsız marjinal ve illegal örgüt var ise hepsi bir bayrak altında toplanmış ve şanlı Türk Bayrağını da aksesuar olarak birkaç yere koymuş, bir kaç Atatürk resmi ile birlikte "cumhuriyet elden gidiyor" sloganı ile devlete savaş açmıştır. Resmi talep olarak gösterilmese de en önemli talepleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın istifa etmesidir. Yani hükümetin komple görevden ayrılmasıdır. Gezi platformunun referandum istememesi gibi bunlar şimdi seçim de istemezler. Bilirler ki seçim yapılsa yine sonuç değişmeyecek. Öyle ise ne yapmak lazım. Ah ordunun darbe yapacak gücü olsa idi ne güzel olurdu. Son bir darbe yapılır, iktidara el konulur ve demir yumruklu bir iktidarla bu iktidara sahip olan kesimin elindeki avucundaki her ne varsa güç, iktidar ve mal mülk ve özgürlükler hepsi ellerinden alınır ve onlar yeniden köylerine gönderilir, yeniden çaycı, odacı, kapıcı, asker ve maraba olmaya mahkum edilir, bir daha iktidara talip olmaması için her türlü mevzuat değişiklikleri yapılır, başörtüsü yeniden yasaklanır, cami inşaatları durdurulur, kuran kurslarının kapılarına kilit vurulur, inançlı kesime tahsil ve yükselme yolları tamamen kapatılırdı.
İşte tablo budur benim penceremdem. Oysa ki ben günlerdir, aylardır AKP iktidarına muhalefet etmek için debelenip durmaktayım. Müzakere sürecini doğru bulmuyorum. Yapılan partizanlıklar, yanlış tercihler, adil olmayan uygulamalar ve icraatlar, falanlar, filanlar, diyeceğim bir dünya şey vardı. Bir fırsat bulabilsem. Malesef fırsat yok. Ortalama % 50 oyla iktidar olan AKPARTİ'ye muhalefet etmek istiyorum ama muhalefet edenlere baktığımda onlarla aynı kategoride olmayı asla ve asla hazmedemiyorum ve kabullenemiyorum. Taksim Gezi parktaki koalisyona bakıyorum, o koalisyonun bir parçası olmaktansa mazlum hale getirilen AKPARTİ'nin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tarafında yer almak daha şerefli daha onurlu bir duruştur benim için. Bekleyeceğiz, göreceğiz, göreceksiniz, görecekler. Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder