Sosyal hadiselere bakmak
körlerin file bakması gibidir. Baktığınız açı ya da pencereye
göre farklı görmek, farklı algılamak kaçınılmazdır. Bugün
de benzer durumlar yaşamaktayız. Ancak açıların bu kadar çarpık,
pencerelerin bu kadar farklı yönlere baktığı başka bir dönem
sanırım yaşamamışızdır. Bir nevi göz hastalığı gibi.
Klasik göz rahatsızlığı ya miyop ya da hipermetroptur
bilirsiniz ancak, şu an idraklerimiz ne miyop ne de hipermetrop.
Astigmat pencerelerden bakmaktayız. Malumunuz astigmat rahatsızlığı
nesneleri asimetrik ve çarpık görmek olmalı. Toplum olarak
astigmat pencerelerden bakmaktayız her birimiz. Böyle bir girişten
sonra sözün nereye geleceğini merak etmişsinizdir. Elbette sözün
geleceği yer ülkenin siyaseti ve gündemdeki en önemli hadise
"cumhurbaşkanlığı seçimleri"dir. Türkiye Cumhuriyeti
kuruluşundan bu yana yüzüncü yıla hazırlanırken ilk defa kendi
cumhurunu kendisi seçecek. Malum çevrelerde ise milletin doğrudan
tercih ve iradesinin sonucu belirleyecek olmasının egemen güçlerde
bir telaş ve endişe doğurduğu anlaşılıyor. Öyle ya bildiriler
yayınlayarak, muhtıralar vererek, ya da meclisi askeri kuşatma
altına alarak veya bazı siyasi lider ya da milletvekillerini baskı
altına alarak, tehdit ve yıldırma eylemlerinde bulunarak sonucu
etkilemek mümkün değil. Milletin gerçek iradesi sonucu
belirleyecek. O zaman egemen güçler açısından problem fevkalade
büyük, çözüm ise bir o kadar zordur. İşte böyle bir önemli
hadisenin arefesinde şahsi görüş ve düşüncelerimi açık seçik
ortaya koymak, tesbit ve gözlemlerimi ulaşabildiği ölçüde
kamuoyu ile paylaşmak hem hakkım hem de kaçınılmaz bir
görevimdir diye düşünmekle bulunduğum noktadadaki kabullerimi ve
tesbitlerimi kısa cümleler ve başlıklar halinde paylaşacağım.Evet
ülkemiz böylesi önemli bir seçim arefesinde fevkalade büyük
oyun, ajitasyon ve provokasyonlarla karşı karşıyadır. O bakımdan
mevcut tabloya göre çok iyi bir değerlendirme yapmak ve
tercihlerimizi buna göre belirlemek, duruşumuzu buna göre
düzeltmek zorundayız. Bu mufassal girişten sonra diyorum ki;
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti kuruluşunda milli mücadeleyi kazanmış galip bir devlet
değil de birinci dünya harbini kaybetmiş mağlup bir devlet
konumunda T.C yi inşa etmek zorunda kaldığından verilmiş
ipotekler ve bazı gizli anlaşmalar nedeniyle Türk-İslam
coğrafyasından ve fikrinden uzak kukla bir devlet olarak bu günlere
gelmekle, sürekli devletin kuruluş iradesi ile milletin gerçek
iradesi çatışma halinde olmuştur. Devlet millet çatışmasının
ana kaynağı budur.
Bu nedenle Serbest Fırka
ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası denemelerinde bile millet
çoğunluğunun Atatürk'e karşı muhalif cephede yer alacağı
görülünce her ikisi kapatılmış, nitekim ilk muhalefet partisi
Demokrat Parti büyük çoğunluk ile iktidar olmuştur. Devleti
kuran parti olduğu iddiasındaki CHP ise asla ve asla tek başına
iktidar olabileceği bir çoğunluğa hiç bir çok partili dönemde
ulaşamamış olup bundan böyle de ulaşması mümkün değildir.
CHP şimdiye kadar
devleti kuran parti sıfatı ile halk çoğunluğuna dayanamadığı
için siyasi gücünü ve iktidarını millet iradesinden değil de
ordudan, yargıdan, yüksek bürokrasiden, dış lobilerden,
işbirlikçi basından, sermaye sınıfından almış, bu
merkezlerden beslenmiştir. Bilinmelidir ki son kuruşuna kadar
millete ait olan İş Bankası hisselerini elinden tutan CHP ülkenin
en kapitalist, komprador ve mirasyedi partisidir.
Geçmişteki bütün
kalelerini kaybeden CHP tarihinde ilk diyecektim ama aslında yine
ilk defa diyeyim millet tabanından bazı güçlerle koalisyona
girmektedir. Bu ilk defa kabul edilmeyebilir. Çünkü CHP ilk seçim
işbirliği ve dayanışmasını geçmişte yalnızca PKK ile yapmış,
az sayıdaki milletvekilini ilk defa meclise CHP taşımıştır.
Orhan Doğan, Leyla Zana ve birkaç arkadaşı ilk defa meclise CHP
listesinden (SHP DEP seçim ittifakı ile 1991 seçimlerinde) seçim
ittifakı ile girmişlerdi. CHP ikinci kutsal ittifakını
yapmaktadır. Ne kadar ilginçtir ki bu ittifak içinde;
"kürşadın
narasıyla-çıktık tanrı dağından-ruhumuzu kandırdık-orhun'un
kaynağından" diyen MHP ve bir kısım genleriyle oynanmış(GDO
lu) ülkücüler başı çekmektedir.
Bir başka ortak daha
dün gibi bir zaman evvel Fethullah Gülen papa ile görüştüğünde
Yeni mesaj gazetesinde zehir zemberek iki mektup yayınlayan ve
aforoz eden (cumhuriyet tarihinin ilk şeyh ve siyasi lideri)Haydar
Baş Efendidir.
Bir başka ortak
efendisinin talimatı ve kontenjanı ile listeye alınıp meclise
giren paralel yapı denilen yapının milletvekili topçu Hakan Şükür
ve bir ya da iki arkadaşıdır.
İki gizli ortak daha
vardır ki ihtirasları yüzünden ortaklığa dahil olmuşlar, ancak
tepkilerden çekinerek açıktan irade ortaya koyamadılar. Bu iki
kutsal ittifak ortağı ise malesef Saadet Partisi ve Büyük Birlik
Partisidir.
Ayrı bir cümlede
söyleyelim. Paralel yapı denilen Fethullah Gülen ve bir kısım
taraftarları da bu kutsal ititifakın içindedir.
Fazla ayrıntıya
girmeyeceğim. Bu oluşturulan çatı altında, T.C devletinin
kuruluşundan bu yana gelen ipoteklerin millet iradesi ile rafa
kaldırılabileceği korkusu ve paniği ile T.C devletini geldiği
noktadan yeniden kuruluş noktasına taşımak, ilk kuruluş ilkeleri
ile resetlemek ve devleti yeniden yüz yıl geriye götürmek için
bu kutsal ittifakı yapmışlardır. Ancak Türkiye eski Türkiye
değildir. Bunu görmek istemeyenler olabilir. Ekonomisi, askeri ve
siyasi gücü ile yeni Türkiye uluslararası emperyalist güçlerin
kontrol altında tutamayacağı bir noktaya gelmiştir. Türkiye
Adriyatik kıyılarından Orhun yazıtlarına kadar Afrika'ya kadar
çok geniş coğrafyada varlığını sürdürmek derdinde ve
azmindedir. Bunlar size hayal gibi gelebilir. Ancak kısacık bir şey
paylaşmak istiyorum. Bir ay kadar evvel gittiğim Bosna'da, Osmanlı
Köyünde Türk Bayrağının gölgesinde cuma namazı kıldım.
Adriyatik kıyılarına yakın Travnik şehri ki Osmanlının son
kalesi deniyor. Kaleden Osmanlının son geldiği noktayı minare ve
kubbeleri ile hüzünle ve gururla seyrettim. Gururla diyorum çünkü
öğrendim ki Türkiye bu küçük beldeyi osmanlının son kalesidir
diye özel askeri birlik ile korumuş ve Bosna Savaşında savaştan
zarar görmemiş. Orada gördüğüm bir askeri karakolda sekiz
rütbeli asker olduğunu öğrendim. Binanın önünde gönderde
bayrağımız dalgalanıyordu. Sadece Travnik beldesinde bu şekilde
askeri istihbarat ve irtibat noktası olarak 16 nokta olduğunu ben
öğrendim. Daha düne kadar çekiç gücün elinde oyuncak olan
Türkiye'nin bu iddialı duruşu batının uykularını kaçırmaktadır
da kendi ülkemde CHP nin uykularını da kaçırabilir, ancak MHP ye
ne oluyor, ülkücülere ne oluyor onu bir anlayabilsem, bir
anlayabilsem. Ben onlara GDO lu ülkücü diyorum. Ya da CHP hormonu
almış ülkücüler. ODATV den feyz alırlar, Türkan Saylan ve Uğur
Dündar ve Yılmaz Özdil, Müjdat Gezen fanlarında eyleşirler.
Ancak unutmayın ki beşbin ülkücü şehidin iki eli iki yakanızda
olacaktır. Ya bu davadan vazgeçin ya bu şaşkınlıktan.
Yaklaşık 30 yıldır
Türkiye bir ateş çemberi içindedir. Uluslararası zalim
emperyalist güçler Türkiye'yi bu ateş çemberinin içine atmak ya
da bu ateşi Türkiye'nin içine taşımak için her yolu denediler.
Fakat Türkiye bunca kirli tezgah ve plana rağmen gördüğümüz ve
göremediğimiz beyinleri ile kendini bu ateşten uzak tutmayı
başardığı gibi bedenine giydirilmiş deli gömleğinden de
kurtulmak, zincirlerini kırmak için her çabayı gösterdi ve bunda
muvaffak ta oldu. Ama şimdi bir kısım ulusalcılık kayığına
bindirilmiş ülkücülerin yedeğinde kırık dökük bir gemide bu
milleti forsa gibi kullanan CHP millet iradesine karşı kirli ve
çirkin bir işbirliği içine girmiştir. Bu işbirliği daha hain
ve kirli oyunlar devreye girmedikçe bu millete tesir etmez,
etmeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin etnik temel üzerine kurulu bir felsefe ve düşünce ile
büyümesi mümkün değildir. Millet ve ümmet kavramları
etrafında TÜRK-İSLAM Birliği aşama aşama varılması gereken
büyük bir hedef olduğu gibi bundan sonrasında bile bu milletin
Türk ve İslam olmayan topluluklara da diyecek çok sözü vardır.
Bu dünyada kükreyen bir devlet sesi dünyayı dolaşacaksa bu ancak
ve ancak Müslüman Türkün sesi olabilir. Bu bağlamda etnik bir
milliyetçilik düşüncesi ile Türkiye'yi büyütmek mümkün
değildir. Elbette sınırlarımız içinde yaşayan Türk ve İslam
olmayan bilcümle insanlarımız kendi kutsalları ile birlikte
yaşama hakkına sahip olmalıdır. Geçmişte Osmanlı döneminde
olduğu gibi bugünde bu onların en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır.
Devletimiz ve milletimiz bölünmekten korka korka bugünlere
gelmiştir. Bölünmek ne demek artık bizim bölünmüş
parçalarımızı birleştirme zamanımız gelmiştir. Bir avuç Kürt
kardeşimizi toptan hain ilan ederek bir yere varamayız.
Meraklanmayınız, Kürtler bölünmeye kalksın onları bölünmeye
karşı olan Kürt kardeşlerimiz uygun bir dil ile bölünmemek
gerektiği konusunda ikna ederler. Biz millet olarak ve devlet olarak
korkunun değil cesaret ve güvenin merkeziyiz. Tekrar söylüyorum
Türkiye'nin bölünmesi parçalanması sözkonusu değildir.
Türkiyenin kendi coğrafyası ile bütünleşmesini istemeyenler
bizi bölünme korkusu içinde boğmak istiyorlar. Bu oyuna
gelmeyelim.
Bir yerde karşılaştığım
bir devlet dış misyon görevlilerinden birisi Ukrayna sorununun
çözümünden sonra Türkiye'nin Rusya ile işbirliği halinde
Gürcistan'da yeni bir dizayn yapacağı, Acara özerk
bölgesinin(misakı milli içindeki Batum ve çevresi) Türkiye'ye
bırakılacağı, yine Gürcistan'da ermeni çoğunluklu bir bölgenin
Ermenistan'a verilerek Ermenistan'ın Karabağ'dan çekilmesinin de
temin edileceği, Kafkaslarda kısmen bir kısım sorunların
çözülmüş olacağı gibi şeyler söylemişti. Devletin büyük
meseleleri var. Büyük sıkıntıları var. Mısır ve Suriye'de
iktidar değişikliği istemeyen batılı emperyalist güçler
Türkiye'yi Irak'ı da karıştırarak bir kuşatma altına almak
istemektedir. Türkiye'nin Mısır'daki Sisi karşıtlığına karşı
Mursi yanlısı AK parti iktidarına karşı İngiltere eski
Başbakanını Sisi'nin yanına danışman olarak vererek cevap
veriyor. Ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adaylığı
karşısında ise bir kutsal ittifak oluşturarak Mısır'daki zalim
darbeye ve Sisi'ye karşı İKÖ genel sekreterliği sırasında
gıkını çıkarmayan ve onca yıllık görevi sırasında batının
İslam coğrafyasındaki türlü oyunları ve tezgahlarına karşı
tek kelime etmeyen Ekmelettin İhsanoğlu'nu aday olarak öne
çıkarıyor. Oyun büyük, oyun kirli ve oyun hain. Evet bu oyunun
içinde piyon olanlar da bu kirlilikten ve bu ihanetten nasibini
alacaktır. Bu gün Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan merkezli
siyaset kim ne derse desin ülkenin önünü açmış, Türkiye'nin
çehresini değiştirmiş, hatasıyla sevabıyla olabileceğin en
iyisi olmasa bile en iyiye yakını gerçekleştirmiştir. Bu iktidar
bütün bunları, askeri direnişe, yargının direnişine, basının,
sermayenin ve her türlü egemen güçlerin türlü oyun ve
tezgahlarına rağmen başarabilmiştir. Birkaç yıl evvel Başbakan
ile ilgili 147 suikastin engellendiğini öğrenmiştim. Sanıyorum
bugün itibarı ile bu suikastlerın sayısı 500 ü geçmiştir.
Hatırlayın, Başbakanın bindiği at durup dururken neden bir anda
nasıl bir iğne ve ilaç aldı ki çıldırıverdi?.... Başbakan
kendi makam arabası içinde nasıl mahsur kaldı ve balyozla camlar
kırılarak fenalaşmış halde çıkarılabildi? Şu iki ameliyat
gerçekten hastalıktan mı yoksa bir başka suikast girişiminden
dolayı mıydı? Her ne hikmetse bir kısım "dangalak"
larımız ise başbakanın çok hassas bir koruma içinde olmasından
dolayı ayıplıyor ve tenkit ediyorlar. Orada korunan Başbakanın
şahsı değil onun şahsında ülkenin kaderi ve geleceğidir. Bunu
bile göremiyorlar.
Yukarıda değişik
birkaç konuda arz ettiğim düşüncelerimden sonra diyeceğim
kısaca şudur:
Nasıl ki necaset ile
karıştırılarak hoş bir nezih sofra kurmak mümkün değil ise
CHP ile karışarak ve hemhal olarak hayırlı bir sonuca da varmak
mümkün değildir. Dolayısı ile CHP nin göstereceği ya da
gösterdiği bir aday kanat takıp uçuyor olsa bu ancak ve ancak
şeytandandır, Allahtan değil. HDP kadar ilkeli olup ta kendi
adayını çıkaramayanlar CHP nin değirmenine su taşıyorlar. Doğu
Perinçek kadar ilkeli olamayanlar, cezaevinde yıllarca çile
doldurmuş bir kısım ordu mensubu kadar insaf sahibi olamayanlar
kirli tezgahın bir parçası olmuş gidiyorlar. Milyon oyum olsa
birisi bile CHP ye nasip olmaz ve bu ortamda milyon oyum olsa
milyonuncu oyuma kadar tamamı Recep Tayyip Erdoğan'ındır. Bu
oyları ve bu makamı haketmiştir. Dün Çankaya'ya Ahmet Necdet
Sezer'i buyur edip sonra Anayasa kitabını Bülent Ecevit'in başında
patlamasına neden olanlar bugün aynı oyunu oynayamayacaklar. Çünkü
artık mühür milletin elindedir. Evet, evet; bu tarihin durdurulmaz
akışıdır.