8 Temmuz 2014 Salı

ÇANKAYA, CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ, EKMELETTİN İHSANOĞLU VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A DAİR

Sosyal hadiselere bakmak körlerin file bakması gibidir. Baktığınız açı ya da pencereye göre farklı görmek, farklı algılamak kaçınılmazdır. Bugün de benzer durumlar yaşamaktayız. Ancak açıların bu kadar çarpık, pencerelerin bu kadar farklı yönlere baktığı başka bir dönem sanırım yaşamamışızdır. Bir nevi göz hastalığı gibi. Klasik göz rahatsızlığı ya miyop ya da hipermetroptur bilirsiniz ancak, şu an idraklerimiz ne miyop ne de hipermetrop. Astigmat pencerelerden bakmaktayız. Malumunuz astigmat rahatsızlığı nesneleri asimetrik ve çarpık görmek olmalı. Toplum olarak astigmat pencerelerden bakmaktayız her birimiz. Böyle bir girişten sonra sözün nereye geleceğini merak etmişsinizdir. Elbette sözün geleceği yer ülkenin siyaseti ve gündemdeki en önemli hadise "cumhurbaşkanlığı seçimleri"dir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana yüzüncü yıla hazırlanırken ilk defa kendi cumhurunu kendisi seçecek. Malum çevrelerde ise milletin doğrudan tercih ve iradesinin sonucu belirleyecek olmasının egemen güçlerde bir telaş ve endişe doğurduğu anlaşılıyor. Öyle ya bildiriler yayınlayarak, muhtıralar vererek, ya da meclisi askeri kuşatma altına alarak veya bazı siyasi lider ya da milletvekillerini baskı altına alarak, tehdit ve yıldırma eylemlerinde bulunarak sonucu etkilemek mümkün değil. Milletin gerçek iradesi sonucu belirleyecek. O zaman egemen güçler açısından problem fevkalade büyük, çözüm ise bir o kadar zordur. İşte böyle bir önemli hadisenin arefesinde şahsi görüş ve düşüncelerimi açık seçik ortaya koymak, tesbit ve gözlemlerimi ulaşabildiği ölçüde kamuoyu ile paylaşmak hem hakkım hem de kaçınılmaz bir görevimdir diye düşünmekle bulunduğum noktadadaki kabullerimi ve tesbitlerimi kısa cümleler ve başlıklar halinde paylaşacağım.Evet ülkemiz böylesi önemli bir seçim arefesinde fevkalade büyük oyun, ajitasyon ve provokasyonlarla karşı karşıyadır. O bakımdan mevcut tabloya göre çok iyi bir değerlendirme yapmak ve tercihlerimizi buna göre belirlemek, duruşumuzu buna göre düzeltmek zorundayız. Bu mufassal girişten sonra diyorum ki;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşunda milli mücadeleyi kazanmış galip bir devlet değil de birinci dünya harbini kaybetmiş mağlup bir devlet konumunda T.C yi inşa etmek zorunda kaldığından verilmiş ipotekler ve bazı gizli anlaşmalar nedeniyle Türk-İslam coğrafyasından ve fikrinden uzak kukla bir devlet olarak bu günlere gelmekle, sürekli devletin kuruluş iradesi ile milletin gerçek iradesi çatışma halinde olmuştur. Devlet millet çatışmasının ana kaynağı budur.
Bu nedenle Serbest Fırka ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası denemelerinde bile millet çoğunluğunun Atatürk'e karşı muhalif cephede yer alacağı görülünce her ikisi kapatılmış, nitekim ilk muhalefet partisi Demokrat Parti büyük çoğunluk ile iktidar olmuştur. Devleti kuran parti olduğu iddiasındaki CHP ise asla ve asla tek başına iktidar olabileceği bir çoğunluğa hiç bir çok partili dönemde ulaşamamış olup bundan böyle de ulaşması mümkün değildir.
CHP şimdiye kadar devleti kuran parti sıfatı ile halk çoğunluğuna dayanamadığı için siyasi gücünü ve iktidarını millet iradesinden değil de ordudan, yargıdan, yüksek bürokrasiden, dış lobilerden, işbirlikçi basından, sermaye sınıfından almış, bu merkezlerden beslenmiştir. Bilinmelidir ki son kuruşuna kadar millete ait olan İş Bankası hisselerini elinden tutan CHP ülkenin en kapitalist, komprador ve mirasyedi partisidir.
Geçmişteki bütün kalelerini kaybeden CHP tarihinde ilk diyecektim ama aslında yine ilk defa diyeyim millet tabanından bazı güçlerle koalisyona girmektedir. Bu ilk defa kabul edilmeyebilir. Çünkü CHP ilk seçim işbirliği ve dayanışmasını geçmişte yalnızca PKK ile yapmış, az sayıdaki milletvekilini ilk defa meclise CHP taşımıştır. Orhan Doğan, Leyla Zana ve birkaç arkadaşı ilk defa meclise CHP listesinden (SHP DEP seçim ittifakı ile 1991 seçimlerinde) seçim ittifakı ile girmişlerdi. CHP ikinci kutsal ittifakını yapmaktadır. Ne kadar ilginçtir ki bu ittifak içinde;
"kürşadın narasıyla-çıktık tanrı dağından-ruhumuzu kandırdık-orhun'un kaynağından" diyen MHP ve bir kısım genleriyle oynanmış(GDO lu) ülkücüler başı çekmektedir.
Bir başka ortak daha dün gibi bir zaman evvel Fethullah Gülen papa ile görüştüğünde Yeni mesaj gazetesinde zehir zemberek iki mektup yayınlayan ve aforoz eden (cumhuriyet tarihinin ilk şeyh ve siyasi lideri)Haydar Baş Efendidir.
Bir başka ortak efendisinin talimatı ve kontenjanı ile listeye alınıp meclise giren paralel yapı denilen yapının milletvekili topçu Hakan Şükür ve bir ya da iki arkadaşıdır.
İki gizli ortak daha vardır ki ihtirasları yüzünden ortaklığa dahil olmuşlar, ancak tepkilerden çekinerek açıktan irade ortaya koyamadılar. Bu iki kutsal ittifak ortağı ise malesef Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisidir.
Ayrı bir cümlede söyleyelim. Paralel yapı denilen Fethullah Gülen ve bir kısım taraftarları da bu kutsal ititifakın içindedir.
Fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Bu oluşturulan çatı altında, T.C devletinin kuruluşundan bu yana gelen ipoteklerin millet iradesi ile rafa kaldırılabileceği korkusu ve paniği ile T.C devletini geldiği noktadan yeniden kuruluş noktasına taşımak, ilk kuruluş ilkeleri ile resetlemek ve devleti yeniden yüz yıl geriye götürmek için bu kutsal ittifakı yapmışlardır. Ancak Türkiye eski Türkiye değildir. Bunu görmek istemeyenler olabilir. Ekonomisi, askeri ve siyasi gücü ile yeni Türkiye uluslararası emperyalist güçlerin kontrol altında tutamayacağı bir noktaya gelmiştir. Türkiye Adriyatik kıyılarından Orhun yazıtlarına kadar Afrika'ya kadar çok geniş coğrafyada varlığını sürdürmek derdinde ve azmindedir. Bunlar size hayal gibi gelebilir. Ancak kısacık bir şey paylaşmak istiyorum. Bir ay kadar evvel gittiğim Bosna'da, Osmanlı Köyünde Türk Bayrağının gölgesinde cuma namazı kıldım. Adriyatik kıyılarına yakın Travnik şehri ki Osmanlının son kalesi deniyor. Kaleden Osmanlının son geldiği noktayı minare ve kubbeleri ile hüzünle ve gururla seyrettim. Gururla diyorum çünkü öğrendim ki Türkiye bu küçük beldeyi osmanlının son kalesidir diye özel askeri birlik ile korumuş ve Bosna Savaşında savaştan zarar görmemiş. Orada gördüğüm bir askeri karakolda sekiz rütbeli asker olduğunu öğrendim. Binanın önünde gönderde bayrağımız dalgalanıyordu. Sadece Travnik beldesinde bu şekilde askeri istihbarat ve irtibat noktası olarak 16 nokta olduğunu ben öğrendim. Daha düne kadar çekiç gücün elinde oyuncak olan Türkiye'nin bu iddialı duruşu batının uykularını kaçırmaktadır da kendi ülkemde CHP nin uykularını da kaçırabilir, ancak MHP ye ne oluyor, ülkücülere ne oluyor onu bir anlayabilsem, bir anlayabilsem. Ben onlara GDO lu ülkücü diyorum. Ya da CHP hormonu almış ülkücüler. ODATV den feyz alırlar, Türkan Saylan ve Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil, Müjdat Gezen fanlarında eyleşirler. Ancak unutmayın ki beşbin ülkücü şehidin iki eli iki yakanızda olacaktır. Ya bu davadan vazgeçin ya bu şaşkınlıktan.
Yaklaşık 30 yıldır Türkiye bir ateş çemberi içindedir. Uluslararası zalim emperyalist güçler Türkiye'yi bu ateş çemberinin içine atmak ya da bu ateşi Türkiye'nin içine taşımak için her yolu denediler. Fakat Türkiye bunca kirli tezgah ve plana rağmen gördüğümüz ve göremediğimiz beyinleri ile kendini bu ateşten uzak tutmayı başardığı gibi bedenine giydirilmiş deli gömleğinden de kurtulmak, zincirlerini kırmak için her çabayı gösterdi ve bunda muvaffak ta oldu. Ama şimdi bir kısım ulusalcılık kayığına bindirilmiş ülkücülerin yedeğinde kırık dökük bir gemide bu milleti forsa gibi kullanan CHP millet iradesine karşı kirli ve çirkin bir işbirliği içine girmiştir. Bu işbirliği daha hain ve kirli oyunlar devreye girmedikçe bu millete tesir etmez, etmeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin etnik temel üzerine kurulu bir felsefe ve düşünce ile büyümesi mümkün değildir. Millet ve ümmet kavramları etrafında TÜRK-İSLAM Birliği aşama aşama varılması gereken büyük bir hedef olduğu gibi bundan sonrasında bile bu milletin Türk ve İslam olmayan topluluklara da diyecek çok sözü vardır. Bu dünyada kükreyen bir devlet sesi dünyayı dolaşacaksa bu ancak ve ancak Müslüman Türkün sesi olabilir. Bu bağlamda etnik bir milliyetçilik düşüncesi ile Türkiye'yi büyütmek mümkün değildir. Elbette sınırlarımız içinde yaşayan Türk ve İslam olmayan bilcümle insanlarımız kendi kutsalları ile birlikte yaşama hakkına sahip olmalıdır. Geçmişte Osmanlı döneminde olduğu gibi bugünde bu onların en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır. Devletimiz ve milletimiz bölünmekten korka korka bugünlere gelmiştir. Bölünmek ne demek artık bizim bölünmüş parçalarımızı birleştirme zamanımız gelmiştir. Bir avuç Kürt kardeşimizi toptan hain ilan ederek bir yere varamayız. Meraklanmayınız, Kürtler bölünmeye kalksın onları bölünmeye karşı olan Kürt kardeşlerimiz uygun bir dil ile bölünmemek gerektiği konusunda ikna ederler. Biz millet olarak ve devlet olarak korkunun değil cesaret ve güvenin merkeziyiz. Tekrar söylüyorum Türkiye'nin bölünmesi parçalanması sözkonusu değildir. Türkiyenin kendi coğrafyası ile bütünleşmesini istemeyenler bizi bölünme korkusu içinde boğmak istiyorlar. Bu oyuna gelmeyelim.
Bir yerde karşılaştığım bir devlet dış misyon görevlilerinden birisi Ukrayna sorununun çözümünden sonra Türkiye'nin Rusya ile işbirliği halinde Gürcistan'da yeni bir dizayn yapacağı, Acara özerk bölgesinin(misakı milli içindeki Batum ve çevresi) Türkiye'ye bırakılacağı, yine Gürcistan'da ermeni çoğunluklu bir bölgenin Ermenistan'a verilerek Ermenistan'ın Karabağ'dan çekilmesinin de temin edileceği, Kafkaslarda kısmen bir kısım sorunların çözülmüş olacağı gibi şeyler söylemişti. Devletin büyük meseleleri var. Büyük sıkıntıları var. Mısır ve Suriye'de iktidar değişikliği istemeyen batılı emperyalist güçler Türkiye'yi Irak'ı da karıştırarak bir kuşatma altına almak istemektedir. Türkiye'nin Mısır'daki Sisi karşıtlığına karşı Mursi yanlısı AK parti iktidarına karşı İngiltere eski Başbakanını Sisi'nin yanına danışman olarak vererek cevap veriyor. Ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adaylığı karşısında ise bir kutsal ittifak oluşturarak Mısır'daki zalim darbeye ve Sisi'ye karşı İKÖ genel sekreterliği sırasında gıkını çıkarmayan ve onca yıllık görevi sırasında batının İslam coğrafyasındaki türlü oyunları ve tezgahlarına karşı tek kelime etmeyen Ekmelettin İhsanoğlu'nu aday olarak öne çıkarıyor. Oyun büyük, oyun kirli ve oyun hain. Evet bu oyunun içinde piyon olanlar da bu kirlilikten ve bu ihanetten nasibini alacaktır. Bu gün Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan merkezli siyaset kim ne derse desin ülkenin önünü açmış, Türkiye'nin çehresini değiştirmiş, hatasıyla sevabıyla olabileceğin en iyisi olmasa bile en iyiye yakını gerçekleştirmiştir. Bu iktidar bütün bunları, askeri direnişe, yargının direnişine, basının, sermayenin ve her türlü egemen güçlerin türlü oyun ve tezgahlarına rağmen başarabilmiştir. Birkaç yıl evvel Başbakan ile ilgili 147 suikastin engellendiğini öğrenmiştim. Sanıyorum bugün itibarı ile bu suikastlerın sayısı 500 ü geçmiştir. Hatırlayın, Başbakanın bindiği at durup dururken neden bir anda nasıl bir iğne ve ilaç aldı ki çıldırıverdi?.... Başbakan kendi makam arabası içinde nasıl mahsur kaldı ve balyozla camlar kırılarak fenalaşmış halde çıkarılabildi? Şu iki ameliyat gerçekten hastalıktan mı yoksa bir başka suikast girişiminden dolayı mıydı? Her ne hikmetse bir kısım "dangalak" larımız ise başbakanın çok hassas bir koruma içinde olmasından dolayı ayıplıyor ve tenkit ediyorlar. Orada korunan Başbakanın şahsı değil onun şahsında ülkenin kaderi ve geleceğidir. Bunu bile göremiyorlar.
Yukarıda değişik birkaç konuda arz ettiğim düşüncelerimden sonra diyeceğim kısaca şudur:
Nasıl ki necaset ile karıştırılarak hoş bir nezih sofra kurmak mümkün değil ise CHP ile karışarak ve hemhal olarak hayırlı bir sonuca da varmak mümkün değildir. Dolayısı ile CHP nin göstereceği ya da gösterdiği bir aday kanat takıp uçuyor olsa bu ancak ve ancak şeytandandır, Allahtan değil. HDP kadar ilkeli olup ta kendi adayını çıkaramayanlar CHP nin değirmenine su taşıyorlar. Doğu Perinçek kadar ilkeli olamayanlar, cezaevinde yıllarca çile doldurmuş bir kısım ordu mensubu kadar insaf sahibi olamayanlar kirli tezgahın bir parçası olmuş gidiyorlar. Milyon oyum olsa birisi bile CHP ye nasip olmaz ve bu ortamda milyon oyum olsa milyonuncu oyuma kadar tamamı Recep Tayyip Erdoğan'ındır. Bu oyları ve bu makamı haketmiştir. Dün Çankaya'ya Ahmet Necdet Sezer'i buyur edip sonra Anayasa kitabını Bülent Ecevit'in başında patlamasına neden olanlar bugün aynı oyunu oynayamayacaklar. Çünkü artık mühür milletin elindedir. Evet, evet; bu tarihin durdurulmaz akışıdır.




Hiç yorum yok: