Zaman gözle görülmez
elle tutulmaz ama hayatımızın bütününe hakim olan bir
kavramdır. Zaman doğumdan ölüme bize verilmiş bir kredidir belki
de. Zaman her insan için doğumla başlar ve ölümle dünyevi
olarak biter. Ve İslam inancına göre başka boyutta sonsuza kadar
sürecek bir zaman vardır. İnsanoğlu nasıl ki elinde mevcut olan
bir parayı sermaye yaparak iyi yerlerde iyi işlerde kullanmak
sureti ile ya ihtiyaçlarını giderir ya da o sermaye ile daha büyük
paralar kazanır, işte aynı bunun gibi insanoğlu zamanını
elindeki sermaye gibi iyi değerlendirirse ahiret boyutunda çok daha
uzun zamanlarda rahat ve huzur içinde var olmaya devam
edebilecektir. Bunun tersi halde ise ömründen çok daha uzun
zamanlarda rahatsız ve huzursuz bir cehenneme mahkum olabilecektir.
Derler ya dünya ahiretin tarlasıdır, ya da güzel ve hayırlı
işlerle cennet dünyada satın alınabilir. İşte insanoğlunun ilk
insandan bu yana bu iyi kötü mücadelesi, cennete sahip ya da
cennetten mahrum olmak hesabı bitmemiş, hala devam etmektedir.
İşte biz de kısaca
açıkladığımız çerçevede zamanı gelmiştir, söylemenin ya da
yazmanın tam zamanıdır düşüncesi ile birkaç kelam daha etmek
zorunda hissettik kendimizi. Derdimiz ne dünya ehli birilerine
yaranmaktır, ne de dünya ehli birilerinden korkumuz ya da sevgimiz
ile değildir bu sözlerimiz. Sadece ve sadece vazife bellemişizdir,
zamanıdır, söylemenin zamanıdır demişiz ve söylüyoruz. Hepsi
budur. Doğru olan budur, zamanı gelince susmak, zamanı gelince
söylemek, zamanında sevmek, ya da sövmek ya da dövmek ve zamanı
gelince de bir gül bahçesine gidercesine ölüme koşmak. Ama işte
o zamanı belirlemekte çok önemlidir. Zamansız yapılan hiç bir
şey bir şey ifade etmeyebilir. Zamansız ibadet bile yapılmaz,
yemek yenmez, oruç tutulmaz. Mesela sadece cuma günü cuma namazı
kılınır, kimse hadi bir cuma namazı kılalım diyemez canının
istediği zamanda.
Kendi adıma aklım
erdiğinden beri sahip olduğum akıl ve idrak ile sürekli bir
düşünce ve tefekkür içinde oldum. Kendim, ailem, çevrem, hısım,
akrabam, milletim ve devletim ve dünya ile ilgili bir dünya şey
düşündüm, okudum, gördüm ve yaşadım. Bunların hepsini belki
birkaç satır yazıda ifade etmek mümkün değil ama bazı önemli
gördüğüm noktaları ana başlıklar halinde sıralamak istiyorum.
Ancak öncelikle birkaç ana cümle söylemek istiyorum. Dolayısı
ile diyeceklerim bunlar çerçevesinde değerlendirilsin istiyorum:
1-Geçmişte rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu'nun söylediği bir cümleyi burada tekrar etmek
istiyorum. O söylediği için değil gerçeğin ta kendisi olduğu
için söylüyorum: Allah'ın varlığı ve birliği ile gönderdiği
kitap ve elçisi dışında hiç bir mutlak hakikat tanımıyorum.
Dolayısı ile dört halife dahil o günden bugüne gelen hiç bir
şahsın, şeyhin, siyasi ya da dini liderin, ya da kralın,
padişahın her yaptığı ve söylediği mutlak doğru olamaz.
Günümüzde de hiç bir siyasi lider ya da tarikat liderinin her
söylediğini doğru kabul etmek tek kelime ile küfürdür.
2-Yukarıdaki madde
bağlamında düşündüğümüzde geçmişten bugüne ne Osmanlı
döneminde ne de cumhuriyet döneminde hiç bir kişiyi kutsamak,
bütün iş ve fiillerini doğru kabul etmek mümkün değildir. Ve
bugün de on yılı aşkın bir süredir işbaşında olan mevcut
iktidarı her söz, iş ve tavrını doğru kabul etmek en büyük
yanlıştır. Tıpkı kişilerde olduğu gibi siyasi kurumların da
doğruları ve yanlışları elbette vardır. Biz onları büyük
resme bakarak değerlendiririz. Şöyle ki terazide yanlışların
bir kefede, doğruların bir kefede tartılması gibi. Öte yandan
kendimizin dahi mutlak doğruya teslim olduğunu nereden bilebiliriz.
Beşeri anlamda doğru ve yanlış subjektif ve değişken bir
kavramdır. Mutlak doğru sadece yaradanda ve yaradanın
kitabındadır. Fen bilimlerinde bile mutlak doğru olmayabiliyor.
Örneğin suyun kaynama derecesi yüz diyoruz ama iklim ve basınç
şartları ve suyun içindeki görmediğimiz bazı mineraller bu
dereceyi değiştirebilmektedir. Dolayısı ile bizler muhatabımıza
bakarken ya da değerlendirirken mensubu olduğu topluluğun bütün
yanlışlarına ortak gibi göremeyiz.
3-Kaynağı hak yani
Allah olmayan bütün beşeri sistemlerin mükemmel olduğunu
söylemek mümkün değildir. Dolayısı ile sosyalizm, ya da
komünizm, ya da sosyal demokrasi, ya da demokrasi ya da cumhuriyet
ya da faşizm, bunların hiç birisi insanlığın bütününe hitap
etmez. İnsanlığın bütününe hitap eden sadece ve sadece yaradan
Allah'tır. Ve bu çerçevede hak kitap Kuran'dır.
Altaylardan
Ergenekon'dan anadolu'ya doğru sefere çıkan Türk Milleti islam
ile tanıştıktan sonra sadece ve sadece Allah rızası için
yaşamış, savaşmış ve var olmuştur. Dolayısı ile İslam
tarihinde Emevi ve Abbasi döneminden sonra İslam sancağının
hizmetkarı olan Türk Milleti, islam coğrafyasını kanı ile
sulamış, Haçlı seferleri sırasında, öncesinde ve sonrasında
küffara karşı göğsünü siper etmiş, mukaddes beldeleri korumuş
ve bekçiliğini yapmıştır. Hilafeti de Yavuz Sultan Selim eli
ile teslim aldıktan sonra Osmanlı sultanı, doğu roma imparatoru,
ortadoks ermeni ve rumların başı ve temsilcisi, müslümanların
halifesi olmanın yanında gücü ve iktidarını tarihinin her
döneminde mazlum ve mağdurdan yana kullanan Allahın adaletini
temsil eden bir güç olarak var olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu
din, ırk ve fikir düşünce ayrımı yapmaksızın sadece hak ve
adaletten yana olan yegane güç ve devlet olmuştur. Bu konuda
birkaç örnek vermek istiyorum:
1-Faymonville,
Belçika'da, Liège ilinde köy. Faymonville köyünün özelliği
sakinlerinin,Türklerle doğrudan hiçbir ilişkisi olmamasına
rağmen, çevresindeki köy ve kasaba sakinleri tarafından
Türkadıyla anılmasıdır.
Köy halkına Türk
denmesine ilişkin iki yaygın rivayet vardır. İlki, 16. ve 17.
yüzyılda Avrupa'daki Osmanlı fetihlerinden zarar görenler için
yapılan yardımlara Faymonville köylülerinin katılmamasına tepki
olarak Türk adıyla anılmaya başladılar. İkinci rivayete
göreyse, köy halkı Osmanlılara karşı yapılacak bir Haçlı
Seferi'ne katılmayı reddedince Türk ismi takıldı.
Köyün yaşlılarının
anlattıklarına göre II. Dünya Savaşın'da bütün Belçika'yı
istila eden Nazi ordusu köydeki Türk bayraklarını görünce köye
hiçbir zarar vermeden geri çekilmişlerdir.
Faymonville'in bir de RFC
Turkania Faymonvilleisimli futbol kulübü vardır. Köyün Türk
özelliği her yıl Şubat ayında düzenlenen karnavalda
yaşatılmaktadır. Karnavalda köy halkı Türk kostümleri
giyerek; ellerinde Türk bayraklarıyla resmi geçit
yapmaktadırlar.
2- İngiltere ve
İrlanda'da Ay-yıldız Logolu İki Kulüp; Portsmouth F.C ve
Drogheda United
Bu iki kulübün amblemleri her zaman ilgimi ve
dikkatimi çekmiştir. Bu iki kulübün tarihini araştırdım ancak
pek fazla Türkçe kaynak bulamadım. Ancak öğrendiğim kadarıyla
Britanya'daki kıtlık zamanlarında bu iki şehir Osmanlı yardımı
almışlar. Ve Osmanlı yardımlarına şükran olarak da
kulüplerinin amblemlerine ay-yıldız koymuşlar. Ayrıca Drogheda
şehrinin ambleminde de ay-yıldız figürü var. Burdan bu iki
kulübe de bravo demek istiyorum. Portsmouth F.C 1898 yılında
kurulmuş ve şu an İngiltere Premier Ligi'nde bulunuyor. Drogheda
United ise 1919 yılında İrlanda'nın Drogheda kasabasında
kurulmuş. Renkleri bordo-mavidir ve Trabzonspor ile kardeş
takımdır.
3- Beşyüzüncü yıl
vakfı Türkiyededir. Türk Ulusunun yüzyıllar boyu baskı, zulüm
ve bağnazlık ortamından kaçma zorunluluğunda kalan herkese,
Yahudilere, Polonyalılara, Macarlara, Romenlere, Ukraynalılara,
Abazalara, Çerkeslere, Kırım Tatarlarına, Gürcülere, Azerilere,
Kazaklara, Kırgızlara, Komünist İhtilalinden kaçan Ruslara,
Bengladeş, Afgan ve Kuzey Irak halklarına kucak açan ve sığınma
hakkı tanıyan davranışı insanlığa adanmış bir Onur
Anıtı'dır.1992 yılında Türkiye'de, 1492'de ya dinlerini feda
etmek veya "bir daha ne sebeple olursa olsun geri dönmemek"
üzere ülkeyi terk etmek zorunluğunda bırakılan İspanyol
Yahudileri Sefaradların Osmanlı İmparatorluğuna buyur
edilmelerinin ve burada kendilerine yeni bir vatan yaratmalarının
500. yıldönümü kutlandı.1989 yılında Müslüman ve Yahudi 113
Türk Vatandaşı tarafından kurulmuş olan 500.YIL VAKFI'nın
amacı, Kuruluş Senedi’nin 3. maddesinde de ifade edildiği gibi
Türkler’in devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını
her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve
vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak
Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk
Milleti’nin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurt
içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurrtaşlarımızın
şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmaktır.Yüklendiği
bu misyondan gurur duyan 500. YIL VAKFI, bu amaçla yıllar boyu yurt
içinde ve yurt dışında özellikle ABD, Kanada, Meksika ile Fransa
ve İngiltere başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde
düzenlediği akademik ve sosyal etkinliklerle bu mesajı dünya kamu
oyuna duyurmağa çalışmıştır ve çalışmağa devam etmektedir.
4- İrlanda Asilzâdeleri'nin Osmanlı Padişahı'na gönderdikleri
ve hâlenTopkapı Sarayı Müzesi arşivinde muhafaza edilen yardım
sonrası gönderilmiş Teşekkür Mektubu'nda şöyle
deniliyor:
"Aşağıda imzaları bulunan biz İrlanda
Asilzâdeleri, Beyefendileri ve Sâkinleri, Majesteleri tarafından
acı çeken kederli İrlanda Halkı'na gösterilen cömert
hayırseverlik ve alâkaya en derin minnetlerimizi saygıyla takdim
eder ve onlar adına Majesteleri tarafından İrlanda Halkı'nın
ihtiyaçlarını karşılamak ve acısını dindirmek üzere cömertçe
yapılan 1.000 Sterlinlik bağış için teşekkürlerimizi arz
ederiz. İrlanda’yı kasıp kavuran kıtlık döneminde, Osmanlı
Devleti’nin yaptığı nakdî ve aynî yardımın hatırasına 2006
Mayıs ayında Dublin’e yetmiş mil uzaklıktaki Drogheda şehrinde
tören yapılarak, o döneme ait tarihî Belediye Binası'na "Şükran
Plâketi" asıldı.Yaklaşık iki milyon İrlandalı'nın göç
etmesine ve ölümüne sebep olan açlık ve kıtlık felâketi
sırasındaSultan Abdülmecid, zor durumdaki İrlanda halkına 10.000
Sterlin yardımda bulunmak istedi. Fakat kendi topraklarına dâhil
olan bu bölgeye sadece 2.000 Sterlin yardım yapmayı kararlaştıran
İngiltere Kraliçesi Victoria, Osmanlı'nın kendilerinden kat kat
fazla bağış yapmasını kabul etmeyerek, İstanbul’daki
büyükelçisi vasıtasıyla, Sultan’ın teklifini reddetti ve
Osmanlı bağışı-İngiltere'nin isteğiyle-1.000 Sterlin'e
indirildi.Sultan Abdülmecid bunun üzerine İrlanda’ya tahıl
yüklü 5 gemi gönderdi. Fakat İngilizler'in Dublin Limanı’na
sokmadıkları erzak dolu yardım gemileri, yüklerini Drogheda
Limanı’na boşalttı. (1847) Bu dönemde İngiltere ve kıta
Avrupa’sı sanayi devriminin getirdiği refah ve zenginliğe rağmen
İrlanda’ya yardım etmezken, Osmanlı içinde bulunduğu maddî
sıkıntı ve uzak coğrafi mesafeye aldırmadan zor durumdaki bölge
insanına yardım etmek istiyordu. İşte, bu olayın anısına 800.
kuruluş yıldönümünü kutlayan Drogheda Belediyesi’nce
yaptırılan "Şükran Plâketi", 150 yıl önce Türk
Gemicilerin misafir edildiği eski belediye sarayının duvarına
(şimdiki Westcourt Oteli'ne) törenle çakıldı.Drogheda’nın
Belediye başkanı Alderman Frank Goddfrey törende yaptığı
konuşmada şehir ambleminin Osmanlı hilâl ve yıldızı olduğunu
hatırlatarak “Şükran Plâketi'miz, iki ülke insanlarının
dostluk sembolü olacaktır ümidindeyim” dedi. Kıtlık ve Açlık
Müzesi müdürü de, Türk Halkı'na veOsmanlı Devleti’ne
minnettar olduklarını vurguladı.
5-İtalya'nın Trento
şehrinin Moena köyü 1950'li yıllardan beri bir Türk festivaline
ev sahipliği yapıyor. Sokaklar Türk bayrakları ile donatılıyor,
köylüler Yeniçeri kıyafeti ile sokaklarda dolaşıyor. 'Festa di
Turchia' adıyla gerçekleştirilen festivalin sonuncusu geçtiğimiz
6-8 Ağustos tarihleri arasında yapıldı. Türkiye'yi hiç
görmemiş, Türkçe konuşmayan ancak kendini Türk kabul eden Moena
köylüleri, Türk gelenek ve göreneklerini de yaşatmaya devam
ediyor.
Köyün, neden bir Türk festivali kutladığının
hikayesi ise 327 yıl öncesine dayanıyor. Efsaneye göre 1683
yılında 2. Viyana kuşatması sırasında yaralanan bir Osmanlı
yeniçerisi savaş ortamından kendini kurtarır ve yaralı halde
Ausburg Dükalığı'na bağlı Moena köylüleri tarafından
bulunur.
Köylüler yaralı askeri tedavi eder. Yeniçeri
gördüğü yardımseverlik nedeniyle köyden ayrılmaz, iyileştikten
sonra köyde yaşamını sürdürmeye karar verir. İtalyan bir kızla
evlenir ve köydeki evlerde yaşamaktansa kendi yaptığı kıl
çadırda yaşamayı tercih eder. Ausburg Dükalığı'nın koyduğu
haksız vergilere karşı koyan Osmanlı Yeniçerisi köyün lideri
olur. Dükalığa karşı verdiği kahramanca mücadele nedeniyle de
köylü tarafından kahraman ilan edilir.
Yeniçeri belinde
kılıcı, başında sarığı ile efsane olur. Köye Türk gelenek
ve göreneklerinin yerleşmesinde de büyük etkisi olur. Köyde 'İl
Turcho' olarak anılan Yeniçeri'nin evliliğinden hiç çocuğu
olmaz. Bugün hala mezarının yeri bilinmiyor ancak Moena köylüler
Yeniçeri'nin anısını tam 327 yıldır yaşatıyor. Köyün
meydanında Yeniçeri'nin bir büstü ve büstün altında akan bir
çeşme bulunuyor. Her yıl Ağustos ayında yapılan festival
Manzori dağı eteklerindeki Moena köyünün meydanında
gerçekleştiriliyor. Meydanda iki gün boyunca belediye başkanı da
dahil olmak üzere köydeki herkes Yeniçeri kıyafeti giyiyor. Köyün
en yaşlısı ise Sultan kıyafeti giyerek festivalde 'İl Turcho'
olarak boy gösteriyor. Köyde yaşayanlar düğünlerinde de Türk
kıyafetleri giydirdikleri Sultan'ın izni olmadan gelinin köyden
çıkmasına izin vermiyorlar.
6- 19.Yüzyılda
Almanya’nın Mülhaym kentindeki Ren Nehrinin bir yakasında
Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar,
her sene nehrin karşısına geçip Almanlara ait mahsulün tümünü
toplayıp götürüyorlardı. O dönemde askeri birliğini temin
edemeyen güçsüz Almanlar ise bu zorbalığa ses
çıkaramıyorlardı.Her sene bu şekilde olayların tekrarlaması
üzerine Almanlar çareyi Osmanlı Devletinden yardım istemekte
buldular ve Osmanlı Sultanına mektup yazarak yardım
istediler.Mektupta şöyle denmekteydi:
“Siz ki, dünyaya
adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet’in de
halifesisiniz. Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü
elimizden alıyorlar. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin.
Bari bu sene olsun ürünlerimizi toplamamıza imkân sağlayın...”
Padişah mektubu okur ve
yardım isteğini inceler. Fakat değil Osmanlı ordusunu, bir küçük
askerî birliği bile yollamaya lüzum görmez.
Üç dolu çuvalı
Almanya’nın Fransa sınırına gönderir. Osmanlı ordusunu
beklerken karşılarında üç tane çuval gören Almanlar şaşkına
dönerler. Derin bir hayal kırıklığı içinde, çuvallarla
birlikte gelen fermânı açarlar.
Padişah şunları
demektedir:
“Fransızlar korkak
âdemlerdir. Onlar için asker göndermemize lüzum yoktur.
Çuvalların içindeki Yeniçeri elbiselerini birkaç adamınıza
giydirin. Mahsul zamanı, bunları nehrin kenarında gezdirin.
Karşıdan bakınca onları Osmanlı askeri sanacak Fransızlar için
bu bile kâfidir.”
Köylüler hemen Osmanlı
kıyafetlerini kapışırlar. Hasat vakti, büyük bir heyecanla,
Yeniçeri kıyafetlerini giyip, nehir kıyısında dolaşmaya
başlarlar.
Ertesi gün, Almanlar
sevinç çığlıkları atmakta, havalara uçmaktadırlar. Çünkü
karşıdan aynen şöyle bir haber gelmiştir:
“Mahsulünüzü rahat
rahat toplayabilirsiniz. Artık zulüm sona ermiştir...
Çünkü Fransızlar,
karşıya geçip size saldırmak bir yana; Osmanlılardan imdat
geldiğini düşünerek, kendi köylerini bile terk ederek iç
kısımlara doğru kaçtılar!..”
Bu olay, Mülhaymlilerin
gönüllerinde taht kurmuştur.
Fransızları korkutmak
için giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym’a
bağlı Karlsruher Müzesine koyup ziyarete açarlar. Şehrin en
yüksek binasına da bir Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen
bu olayın yıl dönümünde şehirde bir karnaval düzenleyip,
hadiseyi hatırlatan temsillerle kutlarlar.
Hiçbir milletin
tarihinde böyle şeref levhaları yoktur. İşte Osmanlı adını
verdiğimiz bu muhteşem devlet tarihin yorgunluğu ve dört bir
yandan, ve ayrıca içten de gelen nankör ve hain saldırılar
sonunda birinci dünya harbinde mağlum edilmiş, galip devletler
bugün telaffuz etmekte zorlandığımız bir sömürge devletini
dayatmışlar, T.C devletini kendi formatlarına uygun olarak
kurulması ve devrimlerin yapılması, Türk milletinin bir daha
cihan hakimiyeti hedefine yürümemesi şartı ile devletimizin
elindeki coğrafyayı dilim dilim dilmişler, elimizden almışlar,
bizi anadolu coğrafyasına koydukları ipotekler dairesinde
hapsetmişlerdir. Cumhuriyeti kuran parti CHP, yeni T.C ordusu, ve
batıdan alınan diğer anayasal kurumlar, yüksek yargı ve devşirme
bürokrasi ile kendi beslemesi sermayeyi bekçi ve garantör tayin
ederek bir kurşun dahi atılmadan istanbul'u teslim edip
gitmişlerdir. Bu gerçek şuradan bellidir ki çelik çomak oyunu
gibi bizi dünkü çocuğumuz ve batının veledi zinası Yunanistan
ile çelik çomak oyunu oynatmışlar, yedi düvele karşı harp eden
ve kaybeden Osmanlı sadece dünkü eyaleti Yunanistan'a karşı
sözüm ona kurtuluş savaşı vererek zafer kazandı edası ile
avutulmuştur. Ancak görülen odur ki Türk milleti için birinci
dünya harbi bitmemiş ve halen devam etmektedir. Bu millet ve devlet
cumhuriyetin kuruluşundan sonra da rahat yüzü görmemiş,
isyanlar, iç karışıklıklar yıllarımızı almış, ülkemiz ve
milletimiz üzerinden elini çekmeyen haçlı ordusu, dejenere
nesiller yetişmesi için her çabayı göstermiş, batılı kafadaki
nesiller takdire şayan, milli ve manevi değer sahipleri ise sürekli
şark kafalı, gerici yobaz olarak yaftalanmış, horlanmış ve
baskılanmış, bu aziz millet hak yolcusu olmanın ve haçlı
karşısında durmanın bedelini kendi devletine karşı da ödemeye
devam etmiştir. Osmanlı'nın son döneminde olduğu gibi millet
TÜRKÇÜ, İSLAMCI, SAĞCI, SOLCU, ALEVİ SÜNNİ, TÜRK, KÜRT,
ADALETÇİ, HALKÇI, TARİKATÇI, NURCU, SÜLEYMANCI, FALANCI,
FİLANCI, şimdilerde, MEALCİ, MEZHEPSİZ, DEİST, KURAN MÜSLÜMANI,
gibi daha pek çok fitne fikir ve eğilimler ile milletin birliği ve
beraberliği bozulmaya çalışılmış ve bozulmuştur da.
Her ne kadar millet
değişik zamanlarda büyük bir çoğunluk ile tercihini ortaya
koysa da derhal uşak ve zındık ruhlu güçler yerli yabancı
elleri ile müdahale etmiş, millet iradesini yok saymış,
çiğnemiştir. İşte siyasal çoğunluk, sayısal çoğunluk
kavramları buralardan çıkmıştır. Sandıktan yüzde kaç
çıkarsanız çıkın ülkeyi size vermeyeceğiz diyenler aydınlar,
ya da aklı selim sahipleri değil emperyalist batının
köpekleridir. Yakın tarihe bakınız; cumhuriyetin kuruluşundan
itibaren tek parti CHP asla çoğunluğa sahip olamamıştır.
Serbest Fırka ve Terakkiperver Cumhuriyet fırkaları iktidar CHP
nin elinden gidecek diye kapatılmıştır. Cumhuriyetin ilk kuruluş
yılları güllük gülistanlık değildir. İsyanlar, türlü komplo
ve katliamlar, idamlar, istiklal mahkemeleri ve baskı ve zulüm ile
geçmiştir. Zaten 1950 de Demokrat Partinin ezici bir çoğunlukla
seçimi almasının sebebi de budur. 1960 ihtilali Türkiyeyi yeniden
batının kucağına oturtmak ve sömürge devletini yeniden
formatlamak için yapılmış bir ihtilaldir. Geçiş süreci ve
harcanan 20 uzun sancılı yıldan sonra yeniden ihtilal ve ihtilal
sonrasında millet yine onca baskı ve sindirme politikasına rağmen
Anavatan Partisine yönelmiştir. Adnan Menderes'i hain ve alçakça
idam eden zihniyet bu defa daha soft ve postmodern bir duruşla
rahmetli Turgut Özal'ı zehirleyerek şehid etmiş ve yeniden kaos
günlerine dönülmüştür. Millet derin idrak ve feraseti ile yeni
ve son dönemde ise AK partiyi iktidar yapmıştır. Şimdi ise
yaşananlar ortadadır. AK parti içinde ve dışındaki zındıklar
hem iktidar partisini içeriden kuşatmış, hem de dışarıdan
yapılan saldırılar ile son seçimlerde yerli ve yabancı hain ve
zındıklar ordusu ülkeyi yeniden kaos ortamına çekmek istemekte,
Türkiye Devletinin ve Türk Milletinin Osmanlı ruhu ve şuuru ile
ayağa kalkmasına mani olmak gayretindedir. Bu kavgada saflar daha
belirgin hale gelecektir. Bu aziz vatan ecdat emanetidir. Ama
yeniden yapılacak bir seçim öncesinde ya da sonrasında hesaplaşma
sürecek ve uyanan şaheserin sırtını yeniden yere getirmek
isteyen her türlü zındık ve uşak ruhlu hain ve işbirlikçi
takımı askeri ve inzibati bir operasyon ile katiyetle bertaraf
edilecektir. Bundan asla şüphe etmemek lazımdır. Türkiye'nin
karşısında sadece onca baskı, sahtekarlık ve muhtelif hain ve
kalleş desteklere rağmen yüzde 13 oranında oy alabilen bir eşkıya
takımı yoktur. Şairin dediği gibi bunlar hortumlarıdır, arkada
saklı filler. İşte o filler sureten müttefik görünen zalim
Amerikadır, İngilteredir, Fransadır, Almanyadır, yine bütün
haçlı ruhudur, yine yedi düveldir dün olduğu gibi. Evet yedi
düveldir, biliyorlar ki altısı az gelir bu millete.
En başta söylediğim
gibi her hali ve icraatı ile bu iktidar mutlak doğrudur, hiç
hatası yoktur demek asla mümkün değil. İktidar kadrosu içinde
hırsızlar var, hainler var, ajanlar var, çorbacılar var ve
iktidarın elbette yanlışları var bir dünya. Ancak; nasıl ki
meyve veren ağaç taşlanır hesabı saldırıların merkezi iktidar
ve doğal lideri ise doğru cephenin adresi de sadece orasıdır. Bu
siyasi tabloda HDP bir terör ve ermeni taşaronudur. CHP tabanının
büyük çoğunluğu bilmese de 1923 sömürge cumhuriyetinin azat
kabul etmez kölesi ve bekçisi ve garantörüdür. Burada anlaşılmaz
ve belirsiz durumda olan MHP yi ise anlamak mümkün değil. MHP nin
tavrına kitapta ve literatürde bir yer bulmak ve isimlendirmek
mümkün görünmüyor. Her siyasi parti iktidar olmak için ortaya
çıkar. MHP ise iktidar olsun ya da olmasın bu milletin bekasının
ve geleceğinin bekçisi ve teminatı konumunda olmak ve orada kalmak
istiyorsa ne pahasına olursa olsun iktidar olmayı, devlet
idaresinde söz sahibi olmayı hedef almalı ve iktidar olsun ya da
olmasın hainlerin ve teröristlerin meclise ve iktidara gelmemesi
için her çabayı göstereceğini açıkça ilan etmesi gerekir iken
bakıyoruz “devletin başına devlet gelecek” denilen lider “biz
muhalefet olacağız, akp hdp ile koalisyon yapsın” diyor.
Akıllara zarar bir söylem bu. Ben beklerdim ki “iktidar ortağı
olmak ya da dışarıdan desteklemek dahil her meşru desteği
veririz ancak tek şerhimiz HDP iktidar ortağı olmayacak aksi halde
ortalığı yakıp yıkmak bizim işimizdir” demeli idi. MHP nin ve
bir kısım ülkücülerin cumhurbaşkanının Çankaya'ya dönmesi
ile ilgili talep ve söylemleri de fevkalade tutarsız ve yanlış.
Açık ve net söylüyorum ve büyük harflerle yazıyorum: “ÇANKAYA
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ İDARE İÇİN TAYİN EDİLMİŞ VALİLERİN
OTURACAĞI BİR BEKÇİ KULÜBESİDİR, O CÜCE DEVLETİN KABESİDİR
ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN İDARE
EDİLDİĞİ MERKEZ DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ
KURULUŞUNDAN BU YANA BAŞKA SARAYLARDAN İDARE EDİLMİŞTİR.”
Kendi adıma hilafsız
en doğru işi şudur ki mevcut kadroların; Abdullah Gül Çankaya'ya
yerleşmemiştir, dış işleri konutunda kalmıştır, son
cumhurbaşkanımız başbakanlık konutuna dahi taşınmamıştır.
Keçiörende bir dairede kalmıştır. Bu arada bir devlet projesi
olarak AKSARAY KÜLLİYESİ sessizce inşa edilmiş, son
cumhurbaşkanımız doğrudan AKSARAY'a yerleşmiştir. Bence bunun
anlamı şudur: “biz artık sizin bekçi kulübenizden sizin emir
ve talimatlarınızı almayacağız. Sizin olduğu gibi bizim de bir
sarayımız ve devlet merkezimiz olacak.” bunu bir ülkücünün
anlamaması kavramaması için bozkurt değil de mankurt olması
lazımdır. Evet ne yazık ki ülkücüler ordusu bir mankurtlar
ordusu haline gelmiştir ya da getirilmiştir. İşte Beyazsaray,
Kremlin, Elize ya da Birmingham sarayı gibi karizmatik bir görünümde
bir devlet merkezimiz oldu, çok ta güzel oldu.
Sözü fazla uzatmış
olduysak ta diyecek sözümüz de çok ancak ağzı olanın konuştuğu
ve kavramlar ve söylemler arasında insanların gerçeği adeta
kaybettiği çok kritik bir dönemde son sözlerimiz ile noktayı
koyalım. Ben bu ülkede yaşayan bütün insanlarımızı ve
vatandaşlarımızı aklı selim dairesinde vatanın ve devletin
birliği ve bütünlüğü düşüncesi etrafında birleşmeye, hain
ve kalleş eli kanlı taşaron HDP yandaşı durumundaki
vatandaşlarımızı da tövbe etmeye, pişman olmaya davet ediyorum.
Lutfen zındık ve gavur takımının oyununa gelmeyiniz. Bu devlet
dip yaptı, parça parça oldu, bir parçası Bosna'da ise bir
parçası Kırım'da, bir parçası Cezayir, bir parçası Hicaz'da,
bir parçası altaylarda bir parçasındadır. Atom nasıl
parçalanmaz ise Anadolu coğrafyasını da yeniden parçalamaya
kimsenin gücü yetmez. Görüldüğü gibi Osmanlı'nın el
çekmesinden sonra Türk-İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı
bitmemiştir ve bitmeyecektir de. Hatta tüm dünya halkları adil ve
güçlü bir devlet iradesinin varlığına hasrettir. Baskı, zulüm
ve sömürü heryerdedir. Emperyalist batı kendine rakip ve ortak
istemediğinden son on yıldaki Türkiye'nin statü ve prestij
iyileşmesinden büyük rahatsızlık duymaktadır. İçerideki bir
kısım saf salakların ise siyaseten bundan rahatsızlık duymasını
anlamakta güçlük çekiyorum. Ülkemin aklı başında insanlarına
sesleniyorum. Lutfen ırak, suriye, Filistin, Yunanistan, Ernenistan,
İran, Afganistan, hepsine bir bakınız ve ibret alınız, Türkiye
merkezde ve sığınılacak güvenli bir liman konumundadır. El
birliği ile devletin varlığı, birliği ve bütünlüğü yolunda
müslüman garyımüslüm, Türk, Kürt, ermeni, Rum, Yahudi bütün
azınlıklar, hepinize sesleniyorum, gelin vatanın ve devletin
birliğinden vazgeçmeyin, bu millet zaten her hal ve şartta bu
bütünlüğü sağlar ama cephesini yanlış belirleyenler bunun
bedelini ödeyecek ya da en azından mahcubiyetini yaşayacaktır.