Şahsen tanıdığım sevgi ve muhabbet duyduğum bir dost bir yolculuk paylaşımı yapmış sayfasında. Ve söz arasında diyor ki: “tanıdıkça bildikçe daha çok aşık olduğum Sarı Başbuğum ölümsüz Atatürk'e dil uzatanlara kinim bitmeyecek. Türk'e Türklüğü hatırlatmasa bu ........... ovasında şimdi kimler boru öttürecekti?.. Yolda olmak iyidir, Sarı Başbuğ Atatürk'ün yolunda olmanın tadı doyumsuzdur.”
Polemiği sevmiyorum, tercih etmiyorum, o bakımdan altına herhangi bir yorum yazmadım ancak bu bakış, duruş ve anlayış karşısında birkaç kelam etmek istedim. Esasen son zamanlarda Atatürk ile ilgili çok iyi hazırlanmış masa başı projeler tedavüle sokuluyor, zihinler iğfal ediliyor, fikirler kirletiliyor ve geniş bir toplum kesimi ustalıkla ajite ve provake ediliyor. Bu asla ve asla dost bir proje değildir, düşmanın özellikle hazırladığı bir ayrıştırma projesidir.
Günümüzde Atatürk ile ilgili olarak, Atatürkçü ya da Atatürk düşmanı saflarda olmanın aslında bu projeye hizmetten başka bir işe yaramadığını düşünüyorum. Bu söylemler gerçekten kabak tadı vermeye başlamıştır. Tarihi, geçmişi ve elbette günümüzü tek gözle bakarak veya at gözlüğü takarak değerlendirmek veya kaynağını bilmediğimiz projelere kapılarak hızlı Atatürkçü olmak veya aynı ölçüde hızlı Atatürk düşmanı olmak sadece bizi kin ve nefret sahibi bir paranoyaya dönüştürmekle kalmaz milletimizin birliğini ve beraberliğini de zayıflatır ve bu hal elbette düşmanın işine yarar.
70 li yıllarda zirve yapan ülkücü harekette hareketin yegane kurucusu ve lideri Alparslan Türkeş “BAŞBUĞ” olarak vasıflandırılmış ve hareket mensuplarınca öyle kabul edilmiştir. Ve bu sıfat Alparslan Türkeş’ten başkası için de asla kullanılmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetin kuruluşundan ölümüne kadar böyle bir iddia da bulunmadığı gibi ne Atatürk’ün sağlığında ne de ölümünden itibaren yaşadığımız son yıllara kadar hiç kimse kendisine bu sıfatı yakıştırmamış ve kullanmamıştır.
Bu konuda söylenecek çok söz vardır, belki bir kitap yazılsa yeridir ancak biz üç beş kelam ile meramımızı anlatmaya çalışacağız.
Sağlam kökü olmayan bitkiler ancak mevsimlik yaşarlar ve onlara muhtelif ot cinsleri olarak biliriz. Asırlık ömrü olan ağaçların ise derin kökleri vardır ve asla kuruyup odun haline gelmezler. Mevsim mevsim yaprak dökseler bile belki hiç beklemediğimiz bir anda yemyeşil yaprakları ve onları taşıyan dalları ve hatta meyveleri ile varlıklarını ve ölümsüzlüklerini gösterirler. İnsan toplulukları da böyledir. Bir kısmı otlar çöpler gibidir bahardan bahara çiçek açabilirler ancak bir kısmı ise Türk gibidir, binlerce yıl geçse de özünden ve değerinden hiçbir şey kaybetmez, varlığını ve gücünü tüm dünyaya göstermeye devam eder. İşte binlerce yıl evvel Ergenekon’da başlayan yolculuk o gün bugün devam etmektedir ve Anadolu coğrafyasına gelip vatan yapan bu muhteşem millet Oğuz Kağan-Mete Han gibi bir başbuğ ile Asya’da yazdığı destanın devamını Sultan Alparslan gibi bir başbuğun komutasında Malazgirt’te Anadolunun kapısını açarak devam ettirmiş, “Başbuğ” Fatih Sultan Mehmet Han ile de Asya-Avrupa’nın birleştiği İstanbul’a Türk’ün mührünü vurmuştur. Yani Çin seddi kıyısında olan da biziz, Himalayalardan batıya yolculuk yapan da biziz, Rusya coğrafyasını vatan yapan da biziz, Avrupa içlerine köklerini salan da biziz, Afrika’ya Amerika’ya kadar uzanan da biziz. Anadolu’dan Kudüs’e kadar Haçlı seferlerine karşı kahramanca vuruşan ve Haçlıyı geldiği yere defalarca gönderen de biziz. Selçuklu da biziz, Osmanlı da biziz.
Diyarı Rum olarak bilinen Anadoluyu ebedi Türk vatanı yapan atalarımız Anadolu merkezli muhteşem bir medeniyet kurmuş ve adına OSMANLI İMPARATORLUĞU denmiştir. Bu muhteşem imparatorluk İslam dünyasının da liderliğini hilafeti de devralmak suretiyle eline almıştır. Devamında Türk İslam dünyasının yegane gücü olan bu devlet dünya üzerindeki tüm mazlum ve ezilen halkların ve devletlerin de hamisi ve koruyucusu olmuş, ezmemiş ve ezdirtmemiş, örnek bir yönetim anlayışı ortaya koymuştur. Osmanlı özbe öz Türk’tür ve Türk düşmanlarının karşısında yüzlerce yıl mücadele etmiştir. Bu çerçevede önce Anadolu, sonra Arap ve İslam coğrafyası, sonra doğu Roma teslim alınmıştır. Devamında Batı Roma Devletinin ve Vatikan’ın teslim alınmasına sıra gelmiştir. Ancak Avrupa’daki derin güçler önce Fatih Sultan Mehmet Han’ı zehirleterek hayatına son vermişler, Avrupa’daki bir diğer medeniyet olan İspanya’daki Endülüs Emevi İslam Devleti yıkılmış, İspanya, Müslüman halktan tamamen arındırılmıştır. Sonrasında Viyana’da bizi durdurmuşlardır. Bu tarihten sonra Osmanlı duraklama sürecine girmiş, Avrupa ise güç kazanmaya başlamıştır. Bunun sosyal, siyasi ve ekonomik nedenlerini akademisyenler yazıp çizecektir ancak biz de birkaç cümle ile ifade etmek istersek:
1-Osmanlı İmparatorluğunun karşısındaki hıristiyan güçler asla sömürü yapmayan Osmanlının karşısında uzak doğuda ve Afrika’da ve devamında Amerika’da keşfettikleri ekonomik zenginlikleri sömürmeye başlamışlardır.
2-Kapitalizmin Avrupa’daki işçi istismarı ile birlikte Amerika’nın Afrika’dan siyahları mal gibi gemilere doldurup götürerek köleleştirmesi ve bedava işgücüne sahip olması üretim güçlerini artırmıştır.
3-Tarihe gömdükleri Endülüs Medeniyetinin kısmen elde kalan kütüphanelerinden ve orada yetişen batılı öğrencilerinden aldıkları güçle bilim ve teknikte hızla ilerlemeye başlamışlardır.
4-Osmanlı’nın devşirme sistemini keşfetmiş ve hem Osmanlı’nın devşirme kesimine nüfuz etme çalışmaları ile birlikte Osmanlı içinden Türk ve İslam olanlar Avrupa’da ve Osmanlı içinde açtıkları misyoner okullarında devşirilmeye başlanmıştır. Bu devşirme sistemi bugün emperyalistler tarafından tüm ezilen ve sömürülen dünya halkları ve devletleri içinde kurumsallaşmış bir halde devam etmektedir. Emperyalistler devşirdikleri yerli işbirlikçilerini kral veya emir veya devlet başkanı adı altında sivil veya askeri ajanları vasıtası ile hükmetmeye ve sömürmeye devam etmektedir.
5-İspanya’dan planlayarak ve tasarlayarak bir devleti olmayan İspanya Yahudileri sürülmüş ve hiçbir Avrupa Devleti kabul etmemiş, her nasılsa İspanya Yahudilerinin Osmanlıya kabulü temin edilmiştir. (Bunun tekrarı Cumhuriyetin kuruluşundan sonra mübadele döneminde yaşanmış, Yunanistan geçmişte Endülüs’te Yahudilerin sürgünü gibi Sabataycı Yahudileri sınırdışı etmek istemiş ve Türkiye Selanik’teki Sabatayist Yahudileri Türkiye’ye kabul etmiştir.)
6-Osmanlı ve Türk İslam düşmanı güçler, elbirliği ve işbirliği halinde Osmanlı coğrafyasında yukarıda saydığımız avantajlarını da kullanarak basın, sermaye ve bürokraside, mektep ve medreselerde faaliyetlerine hız vermiş ve çok dinli ve çok uluslu imparatorluğu kendi değerlerine saygılı ve bağlı devşirmeleri ve ajanlarını kullanarak, Türkçü ve İslamcı iki akımı icat ederek ve destekleyerek 600 yıllık muhteşem imparatorluğun sonunu hazırlamıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne ayrıntılara girmeden ifade edelim ki üzerinden adeta bir silindir geçen Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulan tasfiye edilmiş saltanatsız, hilafetsiz, batının güdümündeki kukla devletçik içinde yeniden hayat bulmak isteyen cihanşumül idealimiz “kızıl elma” davamız, 1944 te ateşlenen hareketle alevlenmiş, 1960 sonrası siyasi parti haline gelmiş,, Alparslan Türkeş liderliğinde ülkücü hareket siyaset ve gençlik içinde dinamizm kazanmıştır. Düşman ise Osmanlının tasfiyesi sürecinde oynadığı oyunu yeniden sahneye koymuş Türkçülük ve İslamcılığı ayrıştırmak suretiyle Osmanlının bakiyesi olarak kurulan devletin tarihten gelen misyona yeniden sahip olmasını engelleme projelerini uygulamaya başlamıştır. Bugün ülkemizde milli birliğimizi zayıflatmaya yönelik akımların geçmişinde ve bugününde düşmanın masa başında yazdığı ve tekrarladığı projeleri görelim ve biz bu filmi görmüştük deyip yeniden tuzağa düşmeyelim:
-İslamcı hareket pek çok dış kontrolü tarikatlar oluşturularak etkisiz hale getirilmek istenmiştir. Son FETÖ cülük örneğinde görüldüğü üzere siyasallaşan tarikat hareketleri tarihte olduğu gibi Yesevi hareketine asla benzememekte tamamen dış güçlerin kontrolünde beslenmekte ve yönetilmektedir.
- Arminius Vambery, Leon Cahun, Moiz Tekinalp gibi Yahudi isimlerin icat edip devamında öğrencileri ile sevk ve idare ettikleri “TÜRKÇÜLÜK” 1980 li yıllarda S. Ahmet Arvasi’nin ortaya koyduğu fikir ve söylemlerle “Türk-İslam Ülküsü” ne dönüşmüş ise de planlı bir şekilde “arap uşağı” diye aşağılanan ve dışlanan Ahmet Arvasi unutturulmuş 2000 li yıllardan sonra cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk “Türkün Ebedi Başbuğu” olarak ülkücü gençliğin kucağına bırakılmıştır. Tabii Başbuğ Türkeş ölmüştür, Devlet Bahçeli başbuğluk iddiasında bulunmamıştır. Türk’e bir ebedi ölmeyen başbuğ lazımdır. Bu da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Geçmişten bugüne Atatürk’ün kurduğu parti olarak sözüm ona Atatürk’e sahip çıkan CHP mezhep yönünden alevilere, etnik bakımdan ise Kürt ve Ermenilere sırtını yaslamıştır. Yakın tarihlere kadar “sarı saçlım mavi gözlüm” şarkıları söyleyen CHP lilerin yerini ise “sarı başbuğ” sevdalısı ülkücü kardeşler almaya başlamıştır.
Öte yanda ise devletimizin ve milletimizin ideallerinin Türkçülük ve İslamcılığın ötesinde bir muhtevada olması gerekir. Libya’da veya Somali’de Türkçülüğün bir anlamı olmayacağı gibi yine İslam olmayan Afrika toplulukları içinde veya Güney Amerika’da veya başkaca İslam olmayan bölge ve topluluklar içinde İslam Birliği bir değer ifade etmeyebilir.
Hal böyle iken dünyanın değişik coğrafyalarına daha insani söylemlerle hitap edebilme imkanları varken Türk Milletinin ve özellikle Ülkücü hareketin dinamizmini bir “sarı başbuğluk” söylemi içine hapsetmek isteyenlerin oyununa gelenler ne kadar talihsizdir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder