21 Nisan 2021 Çarşamba

SİYASİ CİNAYETLER

 Cumhuriyet döneminin siyasi cinayetlerinin başlıcaları:

Ali Şükrü Bey,
Topal Osman,
Deli Halit Paşa,
Fikriye,
Atatürk,
Atatürk'ün Dolmabahçede yalnız ve çaresiz ölümünün planlayıcısı İsmet İnönüdür. Diğerlerinde ise Atatürk ve Topal osman'ın parmağı vardır. İsmet İnönünün şeflik döneminde özellikle derin devlet dediğimiz yapının işlediği cinayet Sabahattin Ali cinayetidir.
1960 ta ise İsmet İnönünün azmettirmesi ile ihtilal ve Menderes ile iki arkadaşının idamı.
1960 ihtilali ile derin devlet tamamen kontrolü eline alıyor. Ordu, yargı ve üniversitelerde büyük bir tasfiye ve kıyım sonrasında geçmiş dönemdeki baskı ve sindirmeler etkisizleştiğinden yeniden cinayetler öne çıkmaya başlıyor. Bizim hastalık veya trafik kazası sandığımız pek çok ölüm siyasi cinayettir. Özellikle genç yaşta kaybettiğimiz Dündar Taşer, Mehmet Eröz, Necmettin Hacieminoğlu, Erol Güngör, S.Ahmet Arvasi gibi bugünün ideolojik alt yapısını hazırlayacak isimlerin birer birer ölümü kanaatimce cinayettir. Aradaki aynı silahla soldan ve sağdan gençlerimizin katledilmelerini saymıyorum. Ancak sonrasında Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, isimlerini unuttuğumuz pek çok general ve özel harekatçı, Cem Ersever, Uğur Mumcu, Kemal Fedai Coşkuner, İlhan Darendelioğlu, Gün Sazak, Nihat Erim, Ümit Doğanay, kemal Türkler, Necip Hamlemitoğlu, Abdi İpekçi, Recep yazıcıoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu, Turgut Özal, Alparaslan Türkeş, Necmettin Erbakan gibi isimlerle, İspartada düşen uçakta ölenler, Aselsan intiharları başta olmak üzere faili meçhul veya trafik kazası veya ani hastalıktan ölen isimlerin hepsinin ölüm nedenleri özel bir ekip tarafından araştırılmalı ve aydınlatılmalıdır. Hiç bir devletin sınırları içinde bu kadar siyasi cinayet işlenmemiştir. Düşmanın ve düşmanın savaş metodunun farkında olmak önemlidir. Genç nesil bu gerçeklerden haberdar olmalı, dost ve düşmanını tanımalı ve düşmanın neler yapabileceğini bilmelidir.

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ’NE DAİR

İttihat ve Terakki cemiyetini kutsayan bir anlayış var günümüzde. Oysaki bu cemiyet emperyalist batı tarafından Selanik’te hainlere kurdurulmuş bir cemiyettir. 1889 da İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükuti, Hüseyinzade Ali Turan, Doktor Nâzım Bey, tarafından kurulmuştur. Üyeleri arasında çok miktarda sabataist ve yahudi ve başkaca Türk ve müslüman olmayan isimler vardır. Görevini yapmış Osmanlı imparatorluğunun tasfiye ve yıkım sürecinde başrol oynamış, bu görevi bittikten sonra da 1918 de kapanmıştır. Şunu da belirtelim ki cemiyet içinde az sayıda iyiniyetli namuslu isim bulunması cemiyeti temize çıkarmaz. Ve bu cemiyetin kalıntıları, Osmanlı’nın yıkıntısı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyetini inşa etmiş ve CHP yi de aynı zihniyetle kurmuş ve bugünlere getirmiştir. İşte o yağmacıların yağma ve talan ve cürüm sayfalarından sadece blrisinin hikayesi aşağıdadır:

Sultan İkinci Abdülhamid'in Han'ı tahttan indirilmesinin ardından Hareket Ordusu Yıldız Sarayı'nı yağmalamış, büyük paşalar milyonlar tutan hazineye ve değerli eşyalara el koymuşlardı
İŞTE YILDIZ SARAYINI YAĞMALAYAN BÜYÜK(!) PAŞALAR...
Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirilip Selanik'e gönderilmesinin ardından Yıldız Sarayı 29 Nisan 1909'da İttihatçıların ve Hareket ordusu mensuplarının yağmasına maruz kaldı. Yağmalanan sarayda bulunan önemli belgeler de bu sırada yok edildi.
Yapılan yağmada 500 bin 5'erlik banknot, 25 bin beşibiryerde Osmanlı altını alındığı belirtiliyor. Yağma hakkındaki resmi rapor 17 Nisan 1910 tarihli İkdam Gazetesi'nde yayınlandı. Rapora göre yağmaya katılan bazı paşalar ve aldıkları mallar şu şekilde:
Mahmut Şevket Paşa: Çok sayıda pantantif taç, yüzük ve bir altın mangal;
Hüsnü Paşa: Murassa tütün tabakası ve bir gerdanlık;
Hareket Ordusu Erkan-ı Harp Reisi Mirliva Ali Paşa: Çok sayıda küpe ve yüzük;
Hasan İzzet Bey: Halılar, seccadeler, kravat iğneleri ve murassa taç;
Enver ve Cemal paşalar ile Damat İsmail Hakkı Bey: Kıymetli eşyalar, mobilya, vazolar, muhtelif pırlanta ve çok sayıda zümrüt hülliyat;
Ayan Reisi Ahmet Rıza Bey: Kıymetli yemek takımları, murassa saat ve çok sayıda değerli eşya;
Bursa Valisi İsmail Hakkı Bey: 2 bin altın lira ve kıymetli bir zümrüt yüzük;
Emniyet-i Umumiye Müdürü eski Hicaz Valisi Galip Paşa: Çeşitli kadın müzeyyenatı;
İsmail Hakkı Bey'in kardeşi Cafer Tayyar Paşa ve Hamdi Bey: İnci küpeler, pırlanta yüzük ve kıymetli revolverler;
Tespit edilemeyen isim: Elmaslı ve inci gerdanlık;
Yakup Cemil: Önemli miktarda tahvilat;
Karesi Mebusu Hüseyin Kadri Bey: Zümrüt kolyeli murassa bir hançer;
Çerkez Kemal Bey: Çok sayıda değerli kadın eşyası;
Hüseyin Cahit Bey: Murassa hokka takımı ve iki murassa saat;
Cavit Bey ve Karasu Efendi: Bol miktarda kıymetli elmas;
Eski Bolu Mebusu Habip Bey: Önemli miktarda tahvilat;
Vehip Paşa: Bol miktarda hisse senedi ile kıymetli ve murassa kravat iğneleri;
Kalan eşya da Hareket Ordusu fedaileri tarafından yağma edilmiştir.
Bir rivayete göre Abdülhamid Han Selanik'e giderken çantası elinden alınmış ve içindeki 900 bin altın liraya el konulmuştur. Çantayı Hüseyin Hüsnü Paşa ile oğlu Ali Rıza Paşa'nın Abdülhamid'in elinden zorla aldığı belirtiliyor.
16 Nisan 1919 tarihli İkdam Gazetesi'nde söz konusu çanta ile ilgili yazıda çantanın Tevfik Bey, İstanbul Reji Müdürü Hasan izzet Bey, Hazım Bey ve Ayan Reisi Ahmet Rıza Bey'den oluşan Yıldız Sarayı Tahliye Heyeti tarafından Hareket Ordusu'na teslim edildiği belirtiliyor. Çantadaki mücevher ve nakdin ordu erkanı arasında taksim edildiği de yazıdaki iddialar arasında.
Aynı ittihatçı zihniyetin bugün de Irak’ta Saddamın, Libya’da Kaddafi’nin konutunun yağmalanması gibi Türkiye’de de Cumhurbaşkanlığı külliyesini yağmalamak için hayaller kurduğunu adım gibi biliyorum. Ancak bu millet Irak ve Libya halkının yaşadığını, 1908 de Osmanlı’nın yaşadığını yeniden bu İttihat ve Terakki cemiyeti kalıntısı alçak ve hainlere yaşatma fırsatı vermeyecektir.

11 Şubat 2021 Perşembe

ŞİDDET

 
Son yıllarda gündemden düşmeyen konu "kadına ve hayvana şiddet"tir. Her yeni güne yeni kadına ve hayvana şiddet haberleriyle uyanmaktayız. Ancak bu haberler gündemde yer aldıkça şiddet olayları azalacağı yerde artmaktadır. Kadına ve hayvana şiddet uygulayan kişilerin afişe edilmesi veya aşağılanması çare gibi görünmemektedir. Biz burada kısaca şiddet kavramı üzerinde duracağız. Çünkü şiddeti ortaya çıkaran faktörler belirlenmedikçe ve şiddet olaylarına doğru bir bakış açısına kavuşmadıkça toplumun şiddetten kurtulması mümkün olmayacaktır.

        Şiddet nedir diyerek başlayalım konumuza öncelikle. Şiddetin tarifiyle yola çıkalım. Şiddet kişi veya kişilerin tek tek veya toplu halde hedef aldıkları şiddet mağduru olmaya aday özneye-ki bu özne kadın, erkek, çocuk, hayvan, eşya veya toplu veya dağınık topluluklar ve hatta devlet olabilir- sözlü, elle veya silahla, fiili veya cinsel saldırı ve tacizde bulunmaktır.  Yani şiddet sadece kadına veya hayvana uygulandığında şiddet olmaz, şiddet erkeğe de uygulanabilir, anneye babaya veya evlada da uygulanabilir. Hayvana veya eşyaya da uygulanabilir.  Ve  şiddet bazı dini veya etnik topluluklara veya devlete karşı da uygulanabilir.

                Şiddet konusunu hülasa ederken şiddeti meşrulaştıran sebepleri belirleyerek meşru şiddeti konumuz dışında tutmamız icap eder. Ailede anne babanın çocukların disiplin ve terbiyesinde uyguladığı kısmi baskı ve disiplin eski ifade ile "tedip hakkı", keza eski kanuna göre "ailenin reisi" olarak ifadesini bulan baba veya kocanın ailenin idaresindeki  makul sınırları aşmayan otoritesi şiddet olarak tanımlanamaz. Bunun gibi orduda askerin eğitimindeki katı disiplin ve otorite de şiddet olarak ifade edilemez. Ve keza devlet güçlerinin vatanı korumak için kendisine karşı güç kullanan iç ve dış düşman unsurlara karşı uyguladığı şiddet meşru şiddettir. Yine devlet kuvvetlerinin varlığını tehdit eden silahlı, unsurlara müdahale ve saldırısı da haklı ve meşru şiddettir.

            Her bir şeyin ortasından konuşulabilir de hiçbir şeyin oluşturulması veya bertaraf edilmesi için ortasından başlanmaz. Neden ve niçinleri ile temelden başlanır. Yoksa doğru bir noktaya varabilmek mümkün olmayacaktır. Oysa ki günümüzde somut şiddet örnekleri gösterilerek şiddetin kaynağı olarak gösterilen kişiler, kişilerin bağlı olduğu etnik veya dini merkezler veya şiddete eğilim oluşturduğu varsayılan örf, adet veya gelenekler veya kültür değerleri sürekli aşağılanmaktadır. Bu yaklaşım ise şiddetin daha da yaygınlaşmasına neden olmakta, zaman zaman karşı şiddeti doğurmakta ve toplum bu kavramlar arasında boğulup kalmaktadır.

            Sosyal olayları monist bir yaklaşımla, matematiksel kurallarla tahlil etmek ve çözebilmek mümkün değildir. Matematik sonucu tek ve mutlak olan bir bilimdir ancak matematik dışındaki fiziksel olaylar bile belli ortam ve şartlara göre sonuçların değişebildiği alanlardır. Mesela suyun kaynama derecesi her zaman yüz değildir veya yoğunluğu her zaman bir değildir. Bu açıdan baktığımızda iki kere iki sadece matematiksel olarak dört eder. Sosyal bilimlerde ise iki kere ikinin neden dördün dışında değerlerle ifade edilebildiği araştırılır. Şiddet konusuna yeniden döndüğümüzde şiddetle ilgili aşağıdaki hükümler verilebilir:

-şiddet meşru veya gayrimeşrudur.

-şiddet bir ahlak meselesidir.

-şiddet bir terbiye meselesidir.

-şiddet bir eğitim meselesidir.

-şiddet fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet olarak ta tanımlanabilir.

-meşru şiddet sınırlarının aşılması şiddetin meşruiyetine zarar verir.

Bu açıklama ve hükümler sayfalar dolusu uzayabilir fakat şiddetin ortadan kaldırılmasına zerrece katkıda bulunmaz. Çünkü toplumun inanç ve kültürel değerlerine uymayan yasa ve mevzuatlar ile yeterli bir ahlak eğitiminin verilmemesi, kişileri birbirlerine ve hatta herşeye karşı şiddet kullanmaya yöneltebilecektir.

Tarihi gelişimi bir yana bırakırsak belki onlarca yıldır insanların ülkemizde ve başkaca ülkelerde aile içinde ve dışında, işyerlerinde veya başkaca alanlarda zaman zaman birbirlerine şiddet uyguladıkları bir gerçektir. Ülkemizde ise son yıllarda kadına ve çocuğa şiddet öne çıkarılmış bu bağlamda bir İstanbul Sözleşmesi imzalanmış, buna dayanılarak 6284 sayılı kanun devrede sokulmuştur. Bunun evvelinde ise evli karı karı kocanın zinası suç olmaktan çıkarılmış, Medeni Kanundan “ailenin reisi kocadır” maddesi çıkarılmış, aile önce başsız ve idarecisiz bir yapı haline getirilmiş, sonrasında yeni yasal düzenlemeler ile bugünkü şiddet ve kaos ortamının alt yapısı hazırlanmıştır. Bir düşünün hele;

Ailede reis koca değildir, velayet anne baba tarafından birlikte kullanılır. Kadın özellikle erkek şiddetine karşı korunmaktadır. Çocuklar anne baba şiddetine karşı korunmaktadır. Evlenen kadın kocasının soyadını bile kullanmak zorunda değildir. üç günlük nikah en az üç yıllık boşanma ve yıllar sürecek nafaka borcu doğurmaktadır. Pek çok olay karşısında “kadının beyanı esastır” Çocuklara en küçük bir müdahale şiddet olarak algılanmakta ve tıpkı Avrupa’da olduğu gibi devlet müdahale etmektedir. Toplumun yegane başı olmayan müdürü, amiri, başı, komutanı olmayan yapısı ailedir. Ve biz bu aileden sağlıklı sonuçlar beklemekteyiz. Bu mümkün değildir.

Okullarda ise; pedagojik formasyonu olmayan öğretmenler öğretmenlik yapmaktadır. Öğretmenin çocukların kulağını çekmesini bırakın bağırıp çağırması bile şiddet olarak tanımlanmaktadır. Çocuklar son derece özgür bireyler olarak varlığını sürdürmektedir okullarda. Öğretmenler korku içinde günü veya sezonu bitirme derdindedir. Öğrenciye dokunmak tacize giriyor yasaktır, sesini yükseltmek psikolojik şiddettir, yasaktır, ev ödevi vermek yasaktır, düşük not vermek yasaktır, çocukların sınıfta kalması yoktur. Kısaca tablo bu iken böyle eğitim ve terbiye verilemeyen okullardan mezun olan çocukların bir boşluk içine düşmemeleri mümkün müdür?...

Açıklanan şartlarda toplumun her kesimi kendilerince farklı haklı gerekçelerle şiddete meyilli hale gelmektedir. Özellikle büyükçe bir kesim için şiddet uygulamak bir araç veya hayat haline gelmektedir. Şiddet karşı şiddeti doğurmakta, şiddet şiddeti beslemekte ve her geçen gün şiddet her alanda hayatımızı kaplamaktadır. Bu kavram kargaşası içinde herkes bu sosyal olguya farklı pencerelerden bakarken şiddeti tamamen ortadan kaldırmak veya en aza indirgemek mümkün olamamaktadır.

Şiddetin sebepleri ve kaynakları konusunda bir müştereklik yoktur. Teşhis doğru konulamazsa tedavi de mümkün olamayacaktır. Şiddet kimine göre dini, kimine göre geleneksel değerlere bağlılık yüzünden doğmaktadır. Veya eğitim yetersizliği veya cezaların caydırıcı olmaması gibi nedenler ileri sürülebilir. Yani her ferdin şiddetle ilgili farklı tezleri ve görüşleri vardır. Oysa ki şiddet her alanda hayatımızda aynı şekilde çıkmaktadır. Ailede şiddet, hayvanlara şiddet, toplumun değişik alanlarında işyerinde, caddede, sokakta şiddet toplumsal düzeni ve istikrarı tehdit ettiği gibi şiddet, toplumda anarşi ve kaos oluşturmak isteyen güçlerin bu yönde kullandıkları ana araçlardan biridir.

10 Şubat 2021 Çarşamba

ERKEN SEÇİM SÖYLEMİ VE CHP

 

                Öylesine usta, öylesine yüzsüz, öylesine şeytani ve öylesine arsız ve ahlaksız bir muhalefete sahibiz ki muhalefetin yalan ve iftiradaki ustalığından yorulduk ve pek çok gerçeği göremez hale geldik.

                Birkaç tv kanalında günlerdir gece yarılarına kadar o utanmaz ve kurnaz suratları görüyorum. Tv kanalları ise hangi akla hizmet bunları ekranlarında vitrinliyor onu da anlayabilmiş değilim de. Kimisi eskimiş milletvekili, kimisi cahil cühela artist takımı, kimisi eskimiş asker veya hukukçu etiketi ile ortaya çıkmış. İşleri güçleri provakasyon ve ajitasyon ve sunni gündemler oluşturup kafaları karıştırmak. İşin acı tarafı ise şu ki onların maskelerini düşürebilecek cesaret ve liyakatte hasımları yok maalesef. Öte yandan onlar gibi arsız ve yüzsüz ve nezaketsiz olmayı beceremediklerinden yetersiz kalıyorlarmış gibi bir tablo da oluşabiliyor.

                Son bir hafta on gündür erken seçim söylemi ile yatıp kalkıyoruz. Türkiye’nin siyasi tablosuna baktığımızda görünen şu ki; Cumhur ittifakı ve Milet ittifakı adında iki ittifak var. Cumhur ittifakı iktidarda, millet ittifakı ise muhalefette. Ancak gözardı edilen şu ki CHP içinden ayrılmış ve siyasi partiye dönüşmekte olan Mustafa Sarıgül ile Muharrem İnce hareketini millet ittifakı görmezden geliyor. Bunun yanında Diyarbakır anneleri ve sahada sürekli kaybeden ve batının paralı askerleri olduğu ortaya çıkan PKK nedeniyle HDP büyük ölçüde tabanını hızla kaybetmektedir. Öte yandan mahalli idarelerdeki millet ittifakı yolsuzluk ve başarısızlıkları da nazara alınır ise görünen odur ki sürekli kan kaybeden Cumhur ittifakı değil millet ittifakıdır. Millet ittifakının büyük ortağı CHP ise gaflet ve dalaletini sürdüren İyi Parti ile birlikte kendi cürümlerini kamufle etmek için sunni gündemler oluşturarak kamu oyunun kafasını karıştırmaya çalışıyorlar ve bunu kısmen başarıyorlar da. Onların bu başarısındaki asıl ana neden şudur ki onlar çok profesyonel küresel merkezlerden akıl, fikir ve taktik alıyorlar. Karşılarındaki muhatap ve muarızları ise bu profesyonellikten uzak olduklarından onların oyunlarına gelebiliyorlar. Şimdi üstü örtülen siyasi gerçekleri sıralayalım:

-Millet ittifakı içinden Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül liderliğinde iki parti daha çıkmış olmakla DSP yi de kararsız gurup içinde sayarsak büyük ölçüde kan kaybeden Millet ittifakı ve CHP olduğu gibi Ümit Özdağ-Buğra Kavuncu olayı nedeniyle İYİ partidir. Bugün gündem Mustafa Sarıgül, Muharrem İnce ve Ümit Özdağ-Buğra Kavuncu olmalı iken erken seçim gündemi ile karartma yapılmaktadır.

-HDP nin Millet ittifakı içinde kalıp kalmayacağı belli değildir. hatta hala HDP nin millet ittifakı içinde olduğunu bilmeyen ve kabul etmeyen bir kesim bile vardır. HDP nin ise terör bağlantısı, hizmetten uzak belediyecilik anlayışı, bölücü ve ve taşaron yapısı, taciz, tecavüz ve yolsuzluklara bulaşmış yöneticileri nedeniyle de büyük ölçüde tabanını kaybetmekte olduğu apaçık görülmektedir.

-CHP ise öylesine mide bulandırıcı bir yapıdır ki neresinden tutsanız elinizde kalacak olan bu siyasi yapı kadına şiddet ve taciz ve tecavüz olaylarının merkezi haline gelmiştir. Fakat kutlamak lazımdır ki evli Deniz Baykal genel başkanken evli bir bayan milletvekili ile zina halinde cinsel ilişki halinde iken yakalanmış iken genel başkanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştı. CHP öylesine bir mide sahibidir ki o Deniz Baykal halen CHP den yeniden milletvekili seçilmiş ve hukuki ehliyetine bile sahip olup olmadığı belli olmadığı halde milletvekili olarak meclistedir.

-CHP li Şişli Belediye Başkan yardımcısı PKK operasyonundan tutuklanmıştır.

-Canan Kaftancıoğlu CHP il başkanlığını sürdürmektedir, ancak onun DHKPC ve PKK yandaşı twitleri ve sosyal medya paylaşımları, domuz eti ziyafetleri ve başkaca cürümleri nedense gündemde değildir. Kısaca hiçbir planı, projesi, programı, ufku, ittifak ortakları ve hatta başkan adayı bile belli olmayan CHP nin erken seçim söylemi sunni gündem oluşturma ve şovdan başka bir şey değildir.   

21 Ocak 2021 Perşembe

SÖMÜRGE TÜRKİYE’DEN BAĞIMSIZ TÜRKİYE’YE

 

                 Ergenekon’dan Orta Asya’dan Anadolu’ya devletler kura kura gelen Türk Milleti Anadolu’da Selçuklulardan sonra tarihin en muhteşem ve uzun ömürlü devletine  dönüşen Osmanlı Beyliği’ni kurmuştur. Bilindiği üzere bu küçük Kayı Obası etrafında kurulan beylik Anadolu’dan üç kıtaya, Asya, Avrupa ve Afrika’ya uzanmış, üç kıta yedi denizde dünyanın en uzun ömürlü süper gücünü oluşturmuştur.

                Bu muhteşem devletin yükselme, duraklama ve zayıflama dönemleri ve hatta çöküşü konumuzun dışındadır. Biz tarihinde bir bayrak yarışı gibi dönüşe dönüşe kendini yenileyen Türk Devletinin birinci dünya harbinden sonra dönüştüğü yapıyı ve 1923 ten itibaren dönüşmek istediği hali inceleyeceğiz. Buradaki tesbitlerimiz, bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir ismi suçlamak, aşağılamak veya tahkir kastı taşımamaktadır. Ancak sonuçtan geriye doğru yani sebebe doğru gittiğimizde aşağıdaki hususlar daha da net olarak ortaya çıkmaktadır:

-sürekli isim, merkez ve aile değiştirerek ve dönüşerek, kendini yenileye yenileye şanlı bir tarih yazan Türk Devleti, Devleti Aliye’nin yani Osmanlı Devletinin 600 yıllık ömrünün sonunda, sadece Anadolu coğrafyasına sıkışmış bir sömürge devleti olarak varlığını sürdürmek gibi onursuz bir tercihte bulunmak zorunda kalmıştır.   Yani Osmanlı Devletinin tasfiyesinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ikinci derece bir sömürge devlet olarak ortaya çıkmıştır. Ve sahip olduğu üç kıtaya uzanan vatan toprakları galip devletler tarafından sömürge olarak paylaşılmıştır.

-Osmanlı Devletinin 600 yılda idaresi altında hiçbir topluluğa Türkçe dili ve İslam dini dayatması olmadığı halde vatandan koparılan topraklarda kurulan sömürge devletlerinde İngilizce, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça ve Farsça dil olarak dayatıldığı gibi misyoner faaliyetleri ve misyoner okulları ve şarkiyatçılar ve oryantalistler yolu ile islam inancı aslından ve esasından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.

-Galip küresel güçler düne kadar hakim olduğumuz Osmanlı coğrafyasında yeni yetişen nesillerin zihninde Osmanlı-Türk düşmanlığı oluşturdukları gibi aynı Osmanlı düşmanlığını Türkiye Cumhuriyeti içinde de  tesis etmeyi başarmışlardır.

-Ecdat yadigarı topraklarımız elimizden alınmış Anadolu yarımadası içine sıkıştırılmış Türkiye Cumhuriyetini adeta mayın tarlaları içine hapsetmişlerdir. Bu kadar mayınlarla döşenmiş duvarlar  içine hapsedilmiş başka bir ülke yoktur. Bu sınırlar içinde devletimiz ve milletimiz sürekli özellikle Arap merkezli komşu düşmanlığı ile avutulmuştur.

-1923 ten itibaren yetiştirilen nesiller arasında sürekli kırılmalar oluşturulmuş, zihinler bulandırılmış, tüm değerlerimiz farklılaşmıştır. Bu çerçevede;

                Devleti elinde tutan güçler arasında tam manasıyla birlik ve dayanışma sağlanamamıştır. Sivil idare, bürokrasi-yargı-ordu-basın ve sermaye elinde etkisiz bir güç olarak kalmıştır. Devletin ordusu yıllarca devlete sahip ve millete düşman bir noktada durmuş, ordu kontrolündeki devlet, düşmanı dışarıda değil sürekli içeride aramış ve devleti millete, milleti devlete düşman gibi görmüş ve göstermiştir.

                Bunun yanında çok uluslu ve çok dinli bir cihan devleti bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mezhep ve etnik farklılıklar körüklenerek milletin birlik ve dirliğine göz dikilmiştir. Senelerce Katolik dünyasına karşı himaye gören ortadoks cemaat, Fener Patrikhanesi merkezinde sürekli Katolik dünyası tarafından himaye ediliyormuş izlenimi verilmek istenmiştir. Ayrıca Alevi ve Süryani topluluklar da içten içe ajite ve provake edilmeye devam olunmuş, böylece bir avuç Anadolu içinde bile dini ve etnik birliktelik sağlanamaz hale gelmiştir. 

-Küresel güçler devletin değişik kademelerinde etkinliklerini sürdürdükleri gibi dini ve etnik topluluklar ile siyasi kurumlara da sızarak iktidar ve muhalefeti ayrıştırmış, toplumda kin ve nefret dilini hakim kılmaya çalışmış, bunda büyük ölçüde muvaffak ta olmuştur. Toplumda ihanet olağan hale getirilmiş, özellikle eğitimdeki iktidarsızlık ve medyadaki ahlaksızlık nesilleri milli çizgiden çıkarmış bulunmaktadır.

Yukarıda ortaya koyduğumuz tablo sadece Türkiye için değil tüm üçüncü dünya ülkeleri dediğimiz ülkeler için de geçerlidir. Küresel emperyalizm, karşısında direnen ve meydan okuyan en büyük güç olan Osmanlı Cihan Devletini beş yüz yıllık mücadele sonunda tasfiye ettikten sonra dünya haritası ile keyfince oynamaya başlamış   ve bu oyununa devam etmektedir. Dünyada küçük küçük devletçikler oluşturarak bu halkları ve devletleri keyfi olarak sevk ve idare etmeye devam etmektedir. Bir dönem tehlike teşkil eden Almanya askersiz ve silahsız hale getirilip doğu-batı diye ikiye bölünmüş, keza Kore kuzey ve güney diye bölünmüş, Vietnam aynı şekilde kuzey ve güney Vietnam diye bölünmüş, Hindistan önce Pakistan ile ayrılmış sonrasında Pakistan ikiye bölünmüş, Bengaldeş ayrılmış, Yugoslavya parçalanmış, Çekoslavakya parçalanmış bölünmüş,  Türkistan ve Türk dünyası ile Müslüman Arap dünyası sayısız devletçik ve emirliklere bölünmüştür.  Ancak 50 eyaletten ve çok farklı etnik topluluklardan oluşan Amerika bütün halinde durmaktadır. Keza Sovyetler dağılmış olsa da yine Rusya pek çok özerk cumhuriyet ile bir aradadır. Avrupa’nın kalbinde dini merkez olarak Vatikan saltanat sürerken Avrupa’nın büyük bir bölümü krallık ve saltanat idaresi altındayken nasıl bir rejim olduğu hala tartışılan cumhuriyet bize dayatılmış saltanat ve hilafetimiz elimizden alınmıştır. Bu operasyon sırasında resmi ve özel tüm kurumlarımız, sosyal, siyasi ve ekonomik yapımız, eğitim ve yargı kurumları tamamen batının önümüze koyduğu şablona göre dizayn edilmiş ve bunun adına bağımsızlık, millilik ve çağdaşlık denmiştir.

İşte bu ahval üzere  mağlubiyet sonrası çıkılan cumhuriyet yolunda devletimiz düşe kalka sırası ile;

1924 te Kazım Karabekir’in kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,( 1925 te kapatıldı)

1930 DA Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930 da kapatıldı)

1946 da Demokrat Parti (1960 ihtilali ile kapatıldı)

1971 12 mart muhtırası,

1980 12 eylül ihtilali,

1997 de 28 şubat süreci,

2007 27 nisan E-muhtıra,

2013 17-25 aralık süreci ve son olarak

2016 15 temmuz darbe girişimi süreçlerini yaşamış ve devlet üzerindeki askeri vesayet ve yargı vesayeti büyük ölçüde kaldırılmıştır.  Ancak son aşamada küresel emperyalizmin etkileri hala milli eğitim sistemimizde, üniversitelerimizde ve muhalefet üzerinde varlığını sürdürmektedir.

Bu değerlendirme siyasi bir değerlendirme değildir, ülkemizin gerçeğidir. Bağımsızlığını 1.Dünya savaşını kaybetmekle kaybeden devletimiz hala batının vesayetinden kurtulmanın ve tam bağımsız olmanın mücadelesini vermektedir. Küresel emperyalizm ise direnen Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak ablukaya aldığı gibi içeride de işbirlikçi ekibini devreye sokarak hem içeride ve dışarıda kaos oluşturarak hem de muhalefeti ve muhalif kesimleri provake ve ajite ederek devletimizi zaafa uğratmaya ve vesayetini sürdürmek yolunda mücadeleye devam etmektedir.

Hastalığı teşhis etmeden tedavi mümkün değildir.  kısa ve net olarak mesele şudur:

Osmanlı Devleti içeride birliğini sağlayarak, millet ve ümmet üzerinde hakimiyet kurmuştur.

Devamında hatta aynı zamanda Türk ve İslam olmayan halklar içinde adil ve tercih ve takdire şayan bir model geliştirmiş, gayrimüslim dediğimiz topluluklar içinden de devşirdiği zeki çocukları da iyi bir eğitimle çok kaliteli kadrolara dönüştürmüş, devlet yönetimine dahil etmiştir.

Hakim ve etken güç Müslüman-Türk olmakla birlikte Türk ve İslam olmayan toplulukları da sevgiyle kucaklamış ve bütün dünyaya model olabilecek çok uluslu ve farklı inançta topluluklardan müteşekkil  dünyanın en uzun ömürlü, sömürü ve istismardan ve asimilasyondan uzak  cihan devletini kurmuştur.

Fakat asırların sonunda fanatik Yahudi-hıristiyan işbirliği ile organize olan düşman güçler Osmanlı’nın uzanamadığı coğrafyalarda Uzak doğu ve Afrika ve Amerika’da yaptıkları soygun, sömürü ve esir ticareti ile bedava hammadde ve bedava veya ucuz emek ile  sanayi devrimini yapmış, öte yandan Osmanlı içinden devşirdikleri ve kendi okullarında ve misyoner okullarında yetiştirdikleri gençleri kendi değerleri ile formatlayarak Osmanlı Cihan Devletinin son yüz yılına hakim olmuşlardır. Ve aşama aşama devletimizin  sonunu hazırlamışlardır. O yıllarda Türkçülük yapan gafiller ile “şeriat isteriz” diye sokağa dökülen sözüm ona İslamcı zavallılar zannetmişlerdir ki Türklük yücelecek veya şeriat gelecek. Oysaki onları sokaklara salanlar   o muhteşem devleti yıkmak isteyen küresel emperyalizmin emrindeki güçlerdi. Bunu asla anlayamadılar. Bugün ise o günün zavallılarının yerini laisizm ve Kemalizm adına sokağa dökülen topluluklar ve bölücü hareketler almıştır. Devlet vesayetten kurtulmak isterken  zihinlerdeki ve nesillerdeki vesayet sürdürülmeye çalışılmaktadır.  Ancak içeride ve dışarıdaki tüm güçler şunu bilmelidir ki;

 Bu aziz Millet geçmişten bugüne dünya tarihini yazan yegane millettir.

Bu millet hem Türklüğün, hem İslamın ve hem de tüm mazlum halkların yegane hamisi ve hizmetkarı, zalim ve emperyalistlerin ise kabusudur, kabusu olmaya devam edecektir.

Bu millet  1918 1.Dünya Savaşının bitmesi ile en dip noktaya kadar inmiştir. Görüldüğü üzere artık ineceği daha aşağıda bir nokta yoktur. Artık çıkış ve yükseliş dönemi yeniden başlamıştır. Bu son yıllarda yaşanan süreçte apaçık görülmektedir. Avrupa ve Amerika ve dünyadaki tüm şer güçler şimdiden bunun paniğini yaşamaya başladığı gibi mazlum ve mağdur halklar ise yeniden güçlü ve adil Türk’ün yeniden ellerinden tutacağı günlerin özlemi ile bekleyişini sürdürmektedir. Ne mutlu beklenen ve özlenen bu aziz milletin şerefli mensuplarına. Ne mutlu bu kervanın mübarek evlatlarına. Unutmayın ve unutmayalım: Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de!