Cumhuriyet döneminin siyasi cinayetlerinin başlıcaları:
Popüler Yayınlar
21 Nisan 2021 Çarşamba
SİYASİ CİNAYETLER
İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ’NE DAİR
İttihat ve Terakki cemiyetini kutsayan bir anlayış var günümüzde. Oysaki bu cemiyet emperyalist batı tarafından Selanik’te hainlere kurdurulmuş bir cemiyettir. 1889 da İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükuti, Hüseyinzade Ali Turan, Doktor Nâzım Bey, tarafından kurulmuştur. Üyeleri arasında çok miktarda sabataist ve yahudi ve başkaca Türk ve müslüman olmayan isimler vardır. Görevini yapmış Osmanlı imparatorluğunun tasfiye ve yıkım sürecinde başrol oynamış, bu görevi bittikten sonra da 1918 de kapanmıştır. Şunu da belirtelim ki cemiyet içinde az sayıda iyiniyetli namuslu isim bulunması cemiyeti temize çıkarmaz. Ve bu cemiyetin kalıntıları, Osmanlı’nın yıkıntısı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyetini inşa etmiş ve CHP yi de aynı zihniyetle kurmuş ve bugünlere getirmiştir. İşte o yağmacıların yağma ve talan ve cürüm sayfalarından sadece blrisinin hikayesi aşağıdadır:
11 Şubat 2021 Perşembe
ŞİDDET
Şiddet nedir diyerek başlayalım konumuza öncelikle. Şiddetin tarifiyle yola
çıkalım. Şiddet kişi veya kişilerin tek tek veya toplu halde hedef aldıkları
şiddet mağduru olmaya aday özneye-ki bu özne kadın, erkek, çocuk, hayvan, eşya
veya toplu veya dağınık topluluklar ve hatta devlet olabilir- sözlü, elle veya
silahla, fiili veya cinsel saldırı ve tacizde bulunmaktır. Yani şiddet
sadece kadına veya hayvana uygulandığında şiddet olmaz, şiddet erkeğe de
uygulanabilir, anneye babaya veya evlada da uygulanabilir. Hayvana veya eşyaya
da uygulanabilir. Ve şiddet bazı dini veya etnik topluluklara veya
devlete karşı da uygulanabilir.
Şiddet konusunu hülasa ederken şiddeti meşrulaştıran sebepleri belirleyerek
meşru şiddeti konumuz dışında tutmamız icap eder. Ailede anne babanın
çocukların disiplin ve terbiyesinde uyguladığı kısmi baskı ve disiplin eski ifade
ile "tedip hakkı", keza eski kanuna göre "ailenin reisi"
olarak ifadesini bulan baba veya kocanın ailenin idaresindeki makul
sınırları aşmayan otoritesi şiddet olarak tanımlanamaz. Bunun gibi orduda
askerin eğitimindeki katı disiplin ve otorite de şiddet olarak ifade edilemez.
Ve keza devlet güçlerinin vatanı korumak için kendisine karşı güç kullanan iç
ve dış düşman unsurlara karşı uyguladığı şiddet meşru şiddettir. Yine devlet
kuvvetlerinin varlığını tehdit eden silahlı, unsurlara müdahale ve saldırısı da
haklı ve meşru şiddettir.
Her
bir şeyin ortasından konuşulabilir de hiçbir şeyin oluşturulması veya bertaraf
edilmesi için ortasından başlanmaz. Neden ve niçinleri ile temelden başlanır.
Yoksa doğru bir noktaya varabilmek mümkün olmayacaktır. Oysa ki günümüzde somut
şiddet örnekleri gösterilerek şiddetin kaynağı olarak gösterilen kişiler,
kişilerin bağlı olduğu etnik veya dini merkezler veya şiddete eğilim
oluşturduğu varsayılan örf, adet veya gelenekler veya kültür değerleri sürekli
aşağılanmaktadır. Bu yaklaşım ise şiddetin daha da yaygınlaşmasına neden
olmakta, zaman zaman karşı şiddeti doğurmakta ve toplum bu kavramlar arasında
boğulup kalmaktadır.
Sosyal
olayları monist bir yaklaşımla, matematiksel kurallarla tahlil etmek ve
çözebilmek mümkün değildir. Matematik sonucu tek ve mutlak olan bir bilimdir
ancak matematik dışındaki fiziksel olaylar bile belli ortam ve şartlara göre
sonuçların değişebildiği alanlardır. Mesela suyun kaynama derecesi her zaman
yüz değildir veya yoğunluğu her zaman bir değildir. Bu açıdan baktığımızda iki
kere iki sadece matematiksel olarak dört eder. Sosyal bilimlerde ise iki kere
ikinin neden dördün dışında değerlerle ifade edilebildiği araştırılır. Şiddet
konusuna yeniden döndüğümüzde şiddetle ilgili aşağıdaki hükümler verilebilir:
-şiddet meşru veya gayrimeşrudur.
-şiddet bir ahlak meselesidir.
-şiddet bir terbiye meselesidir.
-şiddet bir eğitim meselesidir.
-şiddet fiziksel, psikolojik ve
cinsel şiddet olarak ta tanımlanabilir.
-meşru şiddet sınırlarının
aşılması şiddetin meşruiyetine zarar verir.
Bu açıklama ve hükümler sayfalar
dolusu uzayabilir fakat şiddetin ortadan kaldırılmasına zerrece katkıda
bulunmaz. Çünkü toplumun inanç ve kültürel değerlerine uymayan yasa ve
mevzuatlar ile yeterli bir ahlak eğitiminin verilmemesi, kişileri birbirlerine
ve hatta herşeye karşı şiddet kullanmaya yöneltebilecektir.
Tarihi gelişimi bir yana
bırakırsak belki onlarca yıldır insanların ülkemizde ve başkaca ülkelerde aile
içinde ve dışında, işyerlerinde veya başkaca alanlarda zaman zaman birbirlerine
şiddet uyguladıkları bir gerçektir. Ülkemizde ise son yıllarda kadına ve çocuğa
şiddet öne çıkarılmış bu bağlamda bir İstanbul Sözleşmesi imzalanmış, buna
dayanılarak 6284 sayılı kanun devrede sokulmuştur. Bunun evvelinde ise evli
karı karı kocanın zinası suç olmaktan çıkarılmış, Medeni Kanundan “ailenin
reisi kocadır” maddesi çıkarılmış, aile önce başsız ve idarecisiz bir yapı
haline getirilmiş, sonrasında yeni yasal düzenlemeler ile bugünkü şiddet ve
kaos ortamının alt yapısı hazırlanmıştır. Bir düşünün hele;
Ailede reis koca değildir, velayet
anne baba tarafından birlikte kullanılır. Kadın özellikle erkek şiddetine karşı
korunmaktadır. Çocuklar anne baba şiddetine karşı korunmaktadır. Evlenen kadın
kocasının soyadını bile kullanmak zorunda değildir. üç günlük nikah en az üç
yıllık boşanma ve yıllar sürecek nafaka borcu doğurmaktadır. Pek çok olay
karşısında “kadının beyanı esastır” Çocuklara en küçük bir müdahale şiddet
olarak algılanmakta ve tıpkı Avrupa’da olduğu gibi devlet müdahale etmektedir.
Toplumun yegane başı olmayan müdürü, amiri, başı, komutanı olmayan yapısı
ailedir. Ve biz bu aileden sağlıklı sonuçlar beklemekteyiz. Bu mümkün değildir.
Okullarda ise; pedagojik
formasyonu olmayan öğretmenler öğretmenlik yapmaktadır. Öğretmenin çocukların
kulağını çekmesini bırakın bağırıp çağırması bile şiddet olarak
tanımlanmaktadır. Çocuklar son derece özgür bireyler olarak varlığını
sürdürmektedir okullarda. Öğretmenler korku içinde günü veya sezonu bitirme
derdindedir. Öğrenciye dokunmak tacize giriyor yasaktır, sesini yükseltmek
psikolojik şiddettir, yasaktır, ev ödevi vermek yasaktır, düşük not vermek
yasaktır, çocukların sınıfta kalması yoktur. Kısaca tablo bu iken böyle eğitim
ve terbiye verilemeyen okullardan mezun olan çocukların bir boşluk içine
düşmemeleri mümkün müdür?...
Açıklanan şartlarda toplumun her
kesimi kendilerince farklı haklı gerekçelerle şiddete meyilli hale gelmektedir.
Özellikle büyükçe bir kesim için şiddet uygulamak bir araç veya hayat haline
gelmektedir. Şiddet karşı şiddeti doğurmakta, şiddet şiddeti beslemekte ve her
geçen gün şiddet her alanda hayatımızı kaplamaktadır. Bu kavram kargaşası
içinde herkes bu sosyal olguya farklı pencerelerden bakarken şiddeti tamamen
ortadan kaldırmak veya en aza indirgemek mümkün olamamaktadır.
Şiddetin sebepleri ve kaynakları
konusunda bir müştereklik yoktur. Teşhis doğru konulamazsa tedavi de mümkün
olamayacaktır. Şiddet kimine göre dini, kimine göre geleneksel değerlere
bağlılık yüzünden doğmaktadır. Veya eğitim yetersizliği veya cezaların
caydırıcı olmaması gibi nedenler ileri sürülebilir. Yani her ferdin şiddetle
ilgili farklı tezleri ve görüşleri vardır. Oysa ki şiddet her alanda
hayatımızda aynı şekilde çıkmaktadır. Ailede şiddet, hayvanlara şiddet,
toplumun değişik alanlarında işyerinde, caddede, sokakta şiddet toplumsal
düzeni ve istikrarı tehdit ettiği gibi şiddet, toplumda anarşi ve kaos
oluşturmak isteyen güçlerin bu yönde kullandıkları ana araçlardan biridir.
10 Şubat 2021 Çarşamba
ERKEN SEÇİM SÖYLEMİ VE CHP
Öylesine usta, öylesine yüzsüz,
öylesine şeytani ve öylesine arsız ve ahlaksız bir muhalefete sahibiz ki
muhalefetin yalan ve iftiradaki ustalığından yorulduk ve pek çok gerçeği
göremez hale geldik.
Birkaç tv kanalında günlerdir
gece yarılarına kadar o utanmaz ve kurnaz suratları görüyorum. Tv kanalları ise
hangi akla hizmet bunları ekranlarında vitrinliyor onu da anlayabilmiş değilim
de. Kimisi eskimiş milletvekili, kimisi cahil cühela artist takımı, kimisi
eskimiş asker veya hukukçu etiketi ile ortaya çıkmış. İşleri güçleri
provakasyon ve ajitasyon ve sunni gündemler oluşturup kafaları karıştırmak.
İşin acı tarafı ise şu ki onların maskelerini düşürebilecek cesaret ve
liyakatte hasımları yok maalesef. Öte yandan onlar gibi arsız ve yüzsüz ve
nezaketsiz olmayı beceremediklerinden yetersiz kalıyorlarmış gibi bir tablo da
oluşabiliyor.
Son bir hafta on gündür erken
seçim söylemi ile yatıp kalkıyoruz. Türkiye’nin siyasi tablosuna baktığımızda
görünen şu ki; Cumhur ittifakı ve Milet ittifakı adında iki ittifak var. Cumhur
ittifakı iktidarda, millet ittifakı ise muhalefette. Ancak gözardı edilen şu ki
CHP içinden ayrılmış ve siyasi partiye dönüşmekte olan Mustafa Sarıgül ile
Muharrem İnce hareketini millet ittifakı görmezden geliyor. Bunun yanında Diyarbakır
anneleri ve sahada sürekli kaybeden ve batının paralı askerleri olduğu ortaya
çıkan PKK nedeniyle HDP büyük ölçüde tabanını hızla kaybetmektedir. Öte yandan
mahalli idarelerdeki millet ittifakı yolsuzluk ve başarısızlıkları da nazara
alınır ise görünen odur ki sürekli kan kaybeden Cumhur ittifakı değil millet
ittifakıdır. Millet ittifakının büyük ortağı CHP ise gaflet ve dalaletini
sürdüren İyi Parti ile birlikte kendi cürümlerini kamufle etmek için sunni
gündemler oluşturarak kamu oyunun kafasını karıştırmaya çalışıyorlar ve bunu
kısmen başarıyorlar da. Onların bu başarısındaki asıl ana neden şudur ki onlar
çok profesyonel küresel merkezlerden akıl, fikir ve taktik alıyorlar.
Karşılarındaki muhatap ve muarızları ise bu profesyonellikten uzak
olduklarından onların oyunlarına gelebiliyorlar. Şimdi üstü örtülen siyasi
gerçekleri sıralayalım:
-Millet
ittifakı içinden Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül liderliğinde iki parti daha
çıkmış olmakla DSP yi de kararsız gurup içinde sayarsak büyük ölçüde kan
kaybeden Millet ittifakı ve CHP olduğu gibi Ümit Özdağ-Buğra Kavuncu olayı
nedeniyle İYİ partidir. Bugün gündem Mustafa Sarıgül, Muharrem İnce ve Ümit
Özdağ-Buğra Kavuncu olmalı iken erken seçim gündemi ile karartma yapılmaktadır.
-HDP
nin Millet ittifakı içinde kalıp kalmayacağı belli değildir. hatta hala HDP nin
millet ittifakı içinde olduğunu bilmeyen ve kabul etmeyen bir kesim bile
vardır. HDP nin ise terör bağlantısı, hizmetten uzak belediyecilik anlayışı,
bölücü ve ve taşaron yapısı, taciz, tecavüz ve yolsuzluklara bulaşmış
yöneticileri nedeniyle de büyük ölçüde tabanını kaybetmekte olduğu apaçık
görülmektedir.
-CHP
ise öylesine mide bulandırıcı bir yapıdır ki neresinden tutsanız elinizde
kalacak olan bu siyasi yapı kadına şiddet ve taciz ve tecavüz olaylarının
merkezi haline gelmiştir. Fakat kutlamak lazımdır ki evli Deniz Baykal genel
başkanken evli bir bayan milletvekili ile zina halinde cinsel ilişki halinde iken
yakalanmış iken genel başkanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştı. CHP öylesine
bir mide sahibidir ki o Deniz Baykal halen CHP den yeniden milletvekili
seçilmiş ve hukuki ehliyetine bile sahip olup olmadığı belli olmadığı halde
milletvekili olarak meclistedir.
-CHP
li Şişli Belediye Başkan yardımcısı PKK operasyonundan tutuklanmıştır.
-Canan
Kaftancıoğlu CHP il başkanlığını sürdürmektedir, ancak onun DHKPC ve PKK
yandaşı twitleri ve sosyal medya paylaşımları, domuz eti ziyafetleri ve başkaca
cürümleri nedense gündemde değildir. Kısaca hiçbir planı, projesi, programı,
ufku, ittifak ortakları ve hatta başkan adayı bile belli olmayan CHP nin erken
seçim söylemi sunni gündem oluşturma ve şovdan başka bir şey değildir.
21 Ocak 2021 Perşembe
SÖMÜRGE TÜRKİYE’DEN BAĞIMSIZ TÜRKİYE’YE
Ergenekon’dan Orta Asya’dan
Anadolu’ya devletler kura kura gelen Türk Milleti Anadolu’da Selçuklulardan
sonra tarihin en muhteşem ve uzun ömürlü devletine dönüşen Osmanlı Beyliği’ni kurmuştur.
Bilindiği üzere bu küçük Kayı Obası etrafında kurulan beylik Anadolu’dan üç kıtaya,
Asya, Avrupa ve Afrika’ya uzanmış, üç kıta yedi denizde dünyanın en uzun ömürlü
süper gücünü oluşturmuştur.
Bu
muhteşem devletin yükselme, duraklama ve zayıflama dönemleri ve hatta çöküşü
konumuzun dışındadır. Biz tarihinde bir bayrak yarışı gibi dönüşe dönüşe
kendini yenileyen Türk Devletinin birinci dünya harbinden sonra dönüştüğü
yapıyı ve 1923 ten itibaren dönüşmek istediği hali inceleyeceğiz. Buradaki
tesbitlerimiz, bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir ismi suçlamak, aşağılamak veya
tahkir kastı taşımamaktadır. Ancak sonuçtan geriye doğru yani sebebe doğru
gittiğimizde aşağıdaki hususlar daha da net olarak ortaya çıkmaktadır:
-sürekli isim, merkez ve aile
değiştirerek ve dönüşerek, kendini yenileye yenileye şanlı bir tarih yazan Türk
Devleti, Devleti Aliye’nin yani Osmanlı Devletinin 600 yıllık ömrünün sonunda,
sadece Anadolu coğrafyasına sıkışmış bir sömürge devleti olarak varlığını
sürdürmek gibi onursuz bir tercihte bulunmak zorunda kalmıştır. Yani Osmanlı Devletinin tasfiyesinden sonra
kurulan Türkiye Cumhuriyeti ikinci derece bir sömürge devlet olarak ortaya
çıkmıştır. Ve sahip olduğu üç kıtaya uzanan vatan toprakları galip devletler tarafından
sömürge olarak paylaşılmıştır.
-Osmanlı Devletinin 600 yılda
idaresi altında hiçbir topluluğa Türkçe dili ve İslam dini dayatması olmadığı
halde vatandan koparılan topraklarda kurulan sömürge devletlerinde İngilizce,
İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça ve Farsça dil olarak dayatıldığı gibi
misyoner faaliyetleri ve misyoner okulları ve şarkiyatçılar ve oryantalistler
yolu ile islam inancı aslından ve esasından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.
-Galip küresel güçler düne kadar
hakim olduğumuz Osmanlı coğrafyasında yeni yetişen nesillerin zihninde
Osmanlı-Türk düşmanlığı oluşturdukları gibi aynı Osmanlı düşmanlığını Türkiye
Cumhuriyeti içinde de tesis etmeyi
başarmışlardır.
-Ecdat yadigarı topraklarımız
elimizden alınmış Anadolu yarımadası içine sıkıştırılmış Türkiye Cumhuriyetini
adeta mayın tarlaları içine hapsetmişlerdir. Bu kadar mayınlarla döşenmiş
duvarlar içine hapsedilmiş başka bir
ülke yoktur. Bu sınırlar içinde devletimiz ve milletimiz sürekli özellikle Arap
merkezli komşu düşmanlığı ile avutulmuştur.
-1923 ten itibaren yetiştirilen
nesiller arasında sürekli kırılmalar oluşturulmuş, zihinler bulandırılmış, tüm
değerlerimiz farklılaşmıştır. Bu çerçevede;
Devleti
elinde tutan güçler arasında tam manasıyla birlik ve dayanışma sağlanamamıştır.
Sivil idare, bürokrasi-yargı-ordu-basın ve sermaye elinde etkisiz bir güç
olarak kalmıştır. Devletin ordusu yıllarca devlete sahip ve millete düşman bir
noktada durmuş, ordu kontrolündeki devlet, düşmanı dışarıda değil sürekli
içeride aramış ve devleti millete, milleti devlete düşman gibi görmüş ve
göstermiştir.
Bunun
yanında çok uluslu ve çok dinli bir cihan devleti bakiyesi olan Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içinde mezhep ve etnik farklılıklar körüklenerek milletin
birlik ve dirliğine göz dikilmiştir. Senelerce Katolik dünyasına karşı himaye
gören ortadoks cemaat, Fener Patrikhanesi merkezinde sürekli Katolik dünyası
tarafından himaye ediliyormuş izlenimi verilmek istenmiştir. Ayrıca Alevi ve
Süryani topluluklar da içten içe ajite ve provake edilmeye devam olunmuş,
böylece bir avuç Anadolu içinde bile dini ve etnik birliktelik sağlanamaz hale
gelmiştir.
-Küresel güçler devletin değişik
kademelerinde etkinliklerini sürdürdükleri gibi dini ve etnik topluluklar ile
siyasi kurumlara da sızarak iktidar ve muhalefeti ayrıştırmış, toplumda kin ve
nefret dilini hakim kılmaya çalışmış, bunda büyük ölçüde muvaffak ta olmuştur.
Toplumda ihanet olağan hale getirilmiş, özellikle eğitimdeki iktidarsızlık ve
medyadaki ahlaksızlık nesilleri milli çizgiden çıkarmış bulunmaktadır.
Yukarıda ortaya koyduğumuz tablo
sadece Türkiye için değil tüm üçüncü dünya ülkeleri dediğimiz ülkeler için de
geçerlidir. Küresel emperyalizm, karşısında direnen ve meydan okuyan en büyük
güç olan Osmanlı Cihan Devletini beş yüz yıllık mücadele sonunda tasfiye
ettikten sonra dünya haritası ile keyfince oynamaya başlamış ve bu oyununa devam etmektedir. Dünyada
küçük küçük devletçikler oluşturarak bu halkları ve devletleri keyfi olarak
sevk ve idare etmeye devam etmektedir. Bir dönem tehlike teşkil eden Almanya
askersiz ve silahsız hale getirilip doğu-batı diye ikiye bölünmüş, keza Kore
kuzey ve güney diye bölünmüş, Vietnam aynı şekilde kuzey ve güney Vietnam diye
bölünmüş, Hindistan önce Pakistan ile ayrılmış sonrasında Pakistan ikiye
bölünmüş, Bengaldeş ayrılmış, Yugoslavya parçalanmış, Çekoslavakya parçalanmış
bölünmüş, Türkistan ve Türk dünyası ile Müslüman
Arap dünyası sayısız devletçik ve emirliklere bölünmüştür. Ancak 50 eyaletten ve çok farklı etnik
topluluklardan oluşan Amerika bütün halinde durmaktadır. Keza Sovyetler
dağılmış olsa da yine Rusya pek çok özerk cumhuriyet ile bir aradadır.
Avrupa’nın kalbinde dini merkez olarak Vatikan saltanat sürerken Avrupa’nın
büyük bir bölümü krallık ve saltanat idaresi altındayken nasıl bir rejim olduğu
hala tartışılan cumhuriyet bize dayatılmış saltanat ve hilafetimiz elimizden
alınmıştır. Bu operasyon sırasında resmi ve özel tüm kurumlarımız, sosyal,
siyasi ve ekonomik yapımız, eğitim ve yargı kurumları tamamen batının önümüze
koyduğu şablona göre dizayn edilmiş ve bunun adına bağımsızlık, millilik ve
çağdaşlık denmiştir.
İşte bu ahval üzere mağlubiyet sonrası çıkılan cumhuriyet yolunda
devletimiz düşe kalka sırası ile;
1924 te Kazım Karabekir’in
kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,( 1925 te kapatıldı)
1930 DA Serbest Cumhuriyet
Fırkası (1930 da kapatıldı)
1946 da Demokrat Parti (1960
ihtilali ile kapatıldı)
1971 12 mart muhtırası,
1980 12 eylül ihtilali,
1997 de 28 şubat süreci,
2007 27 nisan E-muhtıra,
2013 17-25 aralık süreci ve son
olarak
2016 15 temmuz darbe girişimi
süreçlerini yaşamış ve devlet üzerindeki askeri vesayet ve yargı vesayeti büyük
ölçüde kaldırılmıştır. Ancak son aşamada
küresel emperyalizmin etkileri hala milli eğitim sistemimizde,
üniversitelerimizde ve muhalefet üzerinde varlığını sürdürmektedir.
Bu değerlendirme siyasi bir
değerlendirme değildir, ülkemizin gerçeğidir. Bağımsızlığını 1.Dünya savaşını
kaybetmekle kaybeden devletimiz hala batının vesayetinden kurtulmanın ve tam
bağımsız olmanın mücadelesini vermektedir. Küresel emperyalizm ise direnen
Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak ablukaya aldığı gibi içeride de
işbirlikçi ekibini devreye sokarak hem içeride ve dışarıda kaos oluşturarak hem
de muhalefeti ve muhalif kesimleri provake ve ajite ederek devletimizi zaafa
uğratmaya ve vesayetini sürdürmek yolunda mücadeleye devam etmektedir.
Hastalığı teşhis etmeden tedavi
mümkün değildir. kısa ve net olarak
mesele şudur:
Osmanlı Devleti içeride birliğini
sağlayarak, millet ve ümmet üzerinde hakimiyet kurmuştur.
Devamında hatta aynı zamanda Türk
ve İslam olmayan halklar içinde adil ve tercih ve takdire şayan bir model
geliştirmiş, gayrimüslim dediğimiz topluluklar içinden de devşirdiği zeki
çocukları da iyi bir eğitimle çok kaliteli kadrolara dönüştürmüş, devlet yönetimine
dahil etmiştir.
Hakim ve etken güç Müslüman-Türk
olmakla birlikte Türk ve İslam olmayan toplulukları da sevgiyle kucaklamış ve bütün
dünyaya model olabilecek çok uluslu ve farklı inançta topluluklardan
müteşekkil dünyanın en uzun ömürlü,
sömürü ve istismardan ve asimilasyondan uzak
cihan devletini kurmuştur.
Fakat asırların sonunda fanatik
Yahudi-hıristiyan işbirliği ile organize olan düşman güçler Osmanlı’nın
uzanamadığı coğrafyalarda Uzak doğu ve Afrika ve Amerika’da yaptıkları soygun,
sömürü ve esir ticareti ile bedava hammadde ve bedava veya ucuz emek ile sanayi devrimini yapmış, öte yandan Osmanlı
içinden devşirdikleri ve kendi okullarında ve misyoner okullarında
yetiştirdikleri gençleri kendi değerleri ile formatlayarak Osmanlı Cihan
Devletinin son yüz yılına hakim olmuşlardır. Ve aşama aşama devletimizin sonunu hazırlamışlardır. O yıllarda Türkçülük
yapan gafiller ile “şeriat isteriz” diye sokağa dökülen sözüm ona İslamcı
zavallılar zannetmişlerdir ki Türklük yücelecek veya şeriat gelecek. Oysaki
onları sokaklara salanlar o muhteşem
devleti yıkmak isteyen küresel emperyalizmin emrindeki güçlerdi. Bunu asla
anlayamadılar. Bugün ise o günün zavallılarının yerini laisizm ve Kemalizm
adına sokağa dökülen topluluklar ve bölücü hareketler almıştır. Devlet
vesayetten kurtulmak isterken
zihinlerdeki ve nesillerdeki vesayet sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ancak içeride ve dışarıdaki tüm güçler şunu
bilmelidir ki;
Bu aziz Millet geçmişten bugüne dünya tarihini
yazan yegane millettir.
Bu millet hem Türklüğün, hem İslamın
ve hem de tüm mazlum halkların yegane hamisi ve hizmetkarı, zalim ve
emperyalistlerin ise kabusudur, kabusu olmaya devam edecektir.
Bu millet 1918 1.Dünya Savaşının bitmesi ile en dip
noktaya kadar inmiştir. Görüldüğü üzere artık ineceği daha aşağıda bir nokta
yoktur. Artık çıkış ve yükseliş dönemi yeniden başlamıştır. Bu son yıllarda
yaşanan süreçte apaçık görülmektedir. Avrupa ve Amerika ve dünyadaki tüm şer
güçler şimdiden bunun paniğini yaşamaya başladığı gibi mazlum ve mağdur halklar
ise yeniden güçlü ve adil Türk’ün yeniden ellerinden tutacağı günlerin özlemi
ile bekleyişini sürdürmektedir. Ne mutlu beklenen ve özlenen bu aziz milletin
şerefli mensuplarına. Ne mutlu bu kervanın mübarek evlatlarına. Unutmayın ve
unutmayalım: Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de!