25 Eylül 2024 Çarşamba

AİLE MESELESİMİZ

 

    Aile toplumun en küçük birimi olarak insanlığın varoluşundan itibaren var olmuştur. İlk aile Hazreti Adem peygamberimiz ve Hazreti Havva annemizden oluşmuştur. Binlerce yıl içinde farklılaşan toplumlarda farklı anlayış ve alışkanlıklarla aile yapısında da farklılaşmalar olmakla birlikte aile varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. Aile ile ilgili dini ve ideolojik bakış ve değerlendirmelerle aile yapısında da değişimler yaşanmaya başlamıştır.

    Marksizm aileyi mülkiyetin sebebi ve ana kaynağı olarak görmüş ve aile kurumunu yok etmek yönünde bir yaklaşım sergilemiştir. Rusya’da 1917 ekim devrimi ile evlenme ve boşanma konusunda yeni yasal düzenlemeler yapılmış, yargısal boşanma kaldırılmış ve otuz yıl müddetle serbest boşanma usulü getirilmiştir. Otuz yıl sonunda ise serbest boşanmanın nesep konusunda önemli problemler ortaya çıkardığı görülünce yeniden yargısal boşanmaya dönülmüştür. Marksist sistemin anlatıldığı bir eser olan ‘en güzel dünya’ (https://www.nadirkitap.com/en-guzel-dunya-jean-baby-kitap38501594.html) isimli eserde Jean Baby ütopik sosyalizm yani komünizmde aile diye bir kurumun asla var olmayacağını, insanların yalnız yaşayacağını ifade eder. Orada baba şöyle tanımlanır: ‘baba, çocuk sahibi olmak isteyen bir kadının partnerleri, birlikte olduğu erkekler arasından seçeceği biridir’ . Nadir Nadi de Sovyet Rusya gezi notlarını kaleme aldığı “iki Sovyet rusya”  (https://www.nadirkitap.com/iki-sovyet-rusya-1935-1965-nadir-nadi-kitap685895.html?srsltid=AfmBOorTtcMYNbSAAgc0J0F4zfeFLgsWtT6iN0Hxcm3UpYIBDk98h27L) isimli kitabında bir üniversite öğrenci yurdunun hastanesine gittiğinde bebek sesleri duyması üzerine, “burada gençler evlenebiliyorlar mı” diye sorar refakat eden rehbere. Rehberin cevabı ise şudur: ”biz gençlerin evlenmelerine veya ayrılmalarına asla karışmayız, sadece hamile kalan kızlarımızın bebeklerinin dünyaya getirilmesine yardımcı oluruz” der.

    Batıda ise kapitalizmin kozmopolit anlayışı sonunda batı ailesi de tamamen dejenere olmuş, dağılmıştır. Batı toplumu fevkalade kötü bir çöküşün yıkıntısı altındadır. Her türlü aile dışı ilişkilerle birlikte LGBT-İ gibi sapık akımlar topluma hakim olmuş durumdadır. Pek çok ülkede erkek erkeğe ve kadın kadına birliktelikler meşru hale getirilmiştir.

    Bu yazının asıl kaleme alınma sebebi ise Türk ailesinin nereden nereye geldiği ya da getirildiği sorusunu sormak ve cevaplar üzerinde bir farklı bakış açısı getirmektir. Anayasamızın 41. Maddesinde aynen şu ifade yer almaktadır:

“Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.”

Eski medeni kanunun 152.madde birinci fıkrasında; “koca birliğin reisidir” şeklinde bir hüküm varken değiştirilen yeni medeni kanun 186. Madde ile; “eşler oturacakları konutu birlikte seçerler, birliği eşler beraberce yönetirler, eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar.”  Denerek ailenin yönetiminde kadın ve erkeğe tam eşit bir statü verilmiştir.  Bu yetmezmiş gibi bir de İstanbul sözleşmesine girilmiş ve buna bağlı 6284 sayılı kanunla özellikle kadınlar koruma kapsamına alınmıştır. Daha sonra İstanbul Sözleşmesinden çıkılmış ise de 6284 sayılı kanun halen yürürlüktedir.

     Önce Anayasadan başlayalım:

  Devlet her nereden emir, komut almış ise “aile planması merkezlerini Türkiye’nin üç bir yanında -diyeceğim çünkü sadece doğu bölgesi bunun dışında kalmıştır- açmış, yıllarca nüfus ve doğum kontrolü için her türlü ilaç ve aparat ücretsiz dağıtılmıştır. Bugün geldiğimiz noktada her geçen gün yaşlı nüfus artmakta, genç nüfus azalmaktadır. Bu azalmadan doğu ve güneydoğu bölgemiz ile Türkiyede’ki mülteciler etkilenmemekte, büyük bir hızla çoğalmaları devam etmektedir. Ve Anadoludaki Türk nüfus yüzde oranı  her geçen gün azalmaktadır. Bu örtülü bir soykırımdır. Her ne kadar devlet büyüğümüz “en az üç çocuk” gibi bir hedef koymuşsa da bu havada kalmış ve unutulmuştur. Her aile için en az üç çocuk değil olağan ve sağlıklı bir nüfus artışı için aile başına en az dört çocuğa ihtiyaç vardır.

    Yapılan yasal düzenlemeler ile Türk Milletinin örf adet ve geleneklerine uymayan kurallar aile yapımızı içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Kendi adıma hem Anayasamızdaki aileye ilişkin hükmü hem de Medeni kanundaki “ailenin reisi kocadır” şeklinde eski madde de dahil olmak üzere tamamını reddederim. Bu konudaki görüş ve düşüncelerimizi ifade etmek hem vatandaş olarak hakkımız hem de borcumuzdur. Aile Türk toplumunda ana baba ve çocuklardan meydana gelmezdi. Türk toplumunda aile baba, anne, çocuklarla birlikte dede ve nineden meydana gelen bir yapıdır. Ve bu ailenin reisi yaşadığı müddetçe büyük babadır. Ve çocuklar Türk ailesinde babanın ve annenin değil dedenin ve ninenin bakım, gözetim ve terbiyesi altında yetişirdi. Şimdi olduğu gibi çocuklar kreşe, ana okuluna veya evde çocuk bakıcısına teslim edilmez, dede ve ninenin bakım ve terbiyesi ile büyürlerdi. Şimdi ise dede ve nineler huzur evlerinde veya kendi evlerinde biçare halde, evlatlar ise çocuklarını kreş veya bakıcıya teslim etmiş halde varsa boşluklarını evlerinde kedi köpekleri besleyerek doldurmaktadır. Bu gerçekten içler acısı bir durumdur. Çocuklarımızın kreşlerde veya bakıcı ellerinde ne kadar yanlış değerlerle yetiştirildiğini görmemek için kör olmak lazımdır.

       Eskiden evliliklerle ilgili kullanılan tabirler; gelin olmak, gelin almak veya içgüveysi olmak gibi tabirlerdi. Gelin alınırdı. Evin oğluna gelin alınır ve aynı hane içinde oturulurdu. Evin reisi baba büyükbaba olurdu. Evdeki ikinci erkek evlada gelin alınacağı zaman birincisi ayrı bir eve taşınır ve ikinci erkek evlada gelin alınırdı. Kız babası ise erkek evladı yoksa kızı ile bir arada yaşayabilmek için maddi durumu iyi olmayan düzgün bir damat bulur ve içgüveysi olarak evine alır, böylece damadı ve kızı ile birlikte yaşardı. Bu ayıp bir şey değildi. Böylece çekirdek aile değil daha büyük bir aile içinde çocuklar sağlıklı bir ortamda yetişirlerdi. Şimdi ise olan nedir: çocuklarımız tabii varsa aile içinde:

Ya kreştedir, ya sokaktadır, ya bakıcı kucağındadır, ya kedi köpekle haşır neşirdir, ya sosyal medyada bilmediğimiz alemlerde gezmekte yetişmektedir. Ve devamında suçlu çocuklar, sorunlu çocuklar, türlü sapmalar yaşayan zavallı evlatlarımız. Çocuklarımızın dedeleri ve nineleri ise kendi dünyalarında, yalnızlığın pençesinde veya huzur evlerinin huzursuzluğunda çile doldurmaktadır. Böyle bir toplumun fertleri arasında huzur, refah ve gelişme ve gelecekle ilgili ufuk ve hedef aramak asla mümkün değildir.

Batıya ve batının değerlerine teslim olduk ve batıdan beter olduk. Büyük aileden küçüldük çekirdek aileye döndük ve çekirdeği de yaptığımız yanlış yasal düzenlemelerle çatlattık. Karı koca arasında mutlak bir eşitlik getirmek suretiyle aileyi yönetilemez bir hale getirdik. adil olmayan nafaka ve tazminat ve mal rejimleri nedeniyle bazı hanımefendiler için evliliği, evlenmek  ve hemen ardından boşanmak ile  bir yatırım ve geçim aracına dönüştürdük. Ve evlilik hayatını yaşanılmaz hale getirdik.  Bugün gençlerimiz geldiğimiz noktada:

        Asla evlilik düşünmüyorlar.

        Anne baba olmayı hayal bile etmiyorlar.

        Kedi ve köpeklerle kucak kucağa yaşıyorlar.

    Bir artı bir veya bir artı sıfır gibi küçücük evlerde yalnız yaşıyorlar. Serbest yaşıyorlar, kız veya erkek arkadaşlıklarla hayatlarını sürdürüyorlar. Maalesef bugünkü toplumumuzun en az yüzde elliden fazlası psikolojik rahatsızlıklar ve problemlerle psikolog veya psikiyatrist kapılarında bekleşiyorlar.

    Bu konularda yazacak ifade edecek çok şey var ancak görecek, anlayacak, bu vahim durumu idrak edecek basiretli idarecilere ihtiyacımız var. Toplumuzun bu gidişi hiç te iyi bir gidiş değil. Bir felakete ve yokoluşa doğru sürüklenmekteyiz. Hiçbir şey yapmasak dahi belki elli yıl sonra bu gidişle Anadoludaki Müslüman Türk nüfus azınlığa düşecek ve Irak veya Suriye’deki halkın yaşadığı kaderi biz yaşamak zorunda kalacağız. Anadoluda bize hayat hakkı tanımayacaklar ve geldiğimiz yere Orhun kıyılarına kadar süreceklerdir.  Her ne kadar mültecilerden endişe etsek te özellikle Kapadokya bölgesinde ve Kuşadası’nda Fransızlar, Didim’de İngilizler, Antalya’da ve Alanya’da Ruslar ve Ukraynalılar ve Almanlar, yerleş.tiği ve yerlileştiği gibi Yahudiler ise doğu ve güneydoğudan satın aldıkları topraklarla büyük İsrail’in haritası için şimdiden hazırlık yapıyorlar.

    Tablo çok kötü de ne yapmalıyız sorusu akla gelecektir. Ne yapmamız gerektiği geçmişimizde gizlidir. Elbette kozmik gizli değil. Kısaca hukukta, eğitimde, ekonomi ve sanayide, hatta her alanda yerli ve milli olmaya mecburuz. Sosyal hayatta ve hukukta, örf, adet ve geleneklerde batıdan neyi aldıysak batıya iade etmeli ve özümüze dönmeliyiz. Sosyal ve ahlaki çürümenin önüne geçmeli, sağlıklı ve ideal sahibi nesiller yetiştirmeye başlamalıyız. Her alanda hedeflerimizi büyütmeli, Müslüman Türkün hem kendi coğrafyasına, hem bitişiğindeki coğrafyalara ve hatta dünyaya yeniden hakim olma iddiamız yegane kızıl elmamız olmalıdır.

Hiç yorum yok: