4 Mayıs 2025 Pazar

TEK DÜNYA DEVLETİ-TÜRK İSLAM DEVLETİDİR

 

Selamünaleyküm,

Yüce Allahın selamı rahmeti bereketi üzerimize olsun.

Sizlere hitabımdaki söz ve söylemlerimin mutlak doğru olduğunu asla iddia etmiyorum. Sadece kişisel fikir ve düşüncelerimden ibarettir. Pekçoğumuzun hoşuna da gitmeyebilir. O bakımdan şimdiden affınıza sığınarak sözlerime başlamak istiyorum. Bunu ne için söyledim, toplumda bir hastalık derecesinde önyargı ve yaklaşım var. Düşüncelerimiz ve sözlerimiz mutlak doğrudur, karşımızdakilerin ise külliyen yanlıştır gibi bir önyargılı yaklaşımı asla doğru bulmuyorum. Ve muhataba yukarıdan tepeden bakışı da doğru bulmam. Her birimizde çok değerli fikirler çok özel çözümler ve çözümlemeler elbette vardır, olmalıdır da. Yapmamız gereken usuletle ve suhuletle dinlemek ve aynı iyiniyetle değerlendirmek ve faydalı bulduklarımızı almaktır. Efendimiz şöyle buyurmuştur ki: müslüman birbirini yıkayan iki el gibidir. Aklıma geldi şimdi. Bir siyasi kişi şöyle diyordu muhalif olmak adına. “biz muhalefetiz, siz en doğru şeyi yapmış olsanız bile bize düşen takdir etmek değil eleştirmektir.” doğru mudur bu yaklaşım? Değildir elbette, külliyen yanlıştır.

Bu kısa girişten sonra asıl konumuza girelim işallah.

Milliyetçilik ve bu bağlamda Türkçülük nedir, ne idi, nasıl olmalıdır, nasıl oldu sorularına cevap arayacağız.

Türkçülüğü Türk milletini sevmek, yüceltmek istemek, ve öncelikle Türkleri birleştirme ve cihana hakim kılma ideali olarak anlayabiliriz. Bu elbette her Türkün istemesi gereken bir idealdir, hedeftir. Ancak Türkçülüğü dejenere eden ve çizgi dışına çıkaran ve Türkçüleri ayrıştıran noktalar vardır. Bunları sırası ile ifade dersek;

Türkçülüğü şamanlık ile bir değerlendirmek,

Türkçülüğü Atatürkçülük ile bir değerlendirmek,

Türkçülüğü islamdan ayrı ve karşı değerlendirmek,

Türkçüleri ayrıştırmış ve bölmüştür. Bu söylemler Türkçülüğü dejenere etmiştir. Bir kere; şamanlık eski bir Türk dini inanışıdır. Türkçülük için günümüzde bir değer ve anlam ifade etmemelidir.

Atatürkçülük ve Türkçülük içiçe geçmez geçmemelidir. Türkçü ne Atatürk ne de oğuz atadan Mete Handan, Selçukludan Osmanlıdan bu yana tarihe mal olmuş hiç bir atasına nankörlük ve saygısızlık etmez, ancak onları evliya veya peygamber yerine de koymaz. Yegane rehber ve önder olarak kabul etmez.

İslam ise dünya Türklüğünün mutlak çoğunluğunun iman ettiği en son dindir. İslamsız bir Türklük asla düşünemeyiz. Bu elbette islam olmayan Türkleri dışlamamız anlamına gelmez.

Siyasi manada ise Türkçü ya da İslamcı olmak siyaseten devlete fayda yerine zarar da verebilir. Belki bu yönü ile bakılmamıştır şimdiye kadar fakat şahsi kanaatim odur ki tanzimat sonrası Osmanlı imparatorluğunun tasfiyesini hızlandıran ve gerçekleştiren iki zararlı hareketin biri Pantürkizm diğeri ise panislamizmdir. Çok uluslu ve çok dinli bir siyasi yapı olan Osmanlı devletinde Türkçülük yapmak ta İslamcılık yapmak ta imparatorluğun sonunu getirecek iki zararlı cereyan olmuştur. Bu süreci tarihsel gelişmenin zorladığı da söylenebilir. Günümüzde ise örneğin Amerikada ingiliz veya Fransız milliyetçiliği yapmak, veya İngiliz uluslar topluluğunda İngiliz milliyetçiliği veya islam düşmanlığı yapmak ne kadar bu devletlerin zararına ise geçmişte de Osmanlının zararına olmuştur. Ve Osmanlıdaki bu Türkçü ve İslamcı akımlar özellikle ingiliz ve Siyonist merkezli güçler tarafından beslenmiş ve teşvik edilmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşu ile Türkçülük ve İslamcılık özellikle birbirinden ayrıştırılarak iki ayrı akım halinde günümüze kadar taşınmıştır. Oysa ki Türkiye Türkçülük ve İslamcılığın birleşmesi ve kaynaşması ile olması gereken gücüne ulaşacak ve devamında da tarihimizde olduğu gibi Türk ve İslam olmayan unsurları da hakimiyet alanı içine katarak yeniden cihan devleti haline gelecektir. Bunlar hayal gibi gelebilir ancak asla hayal değildir, ben buna bütün kalbimle inanıyorum. 500 yıl evvel “bu cihan bir sultana çok iki sultana az gelir” diyen yavuz sultan selim hanın idrakine ihtiyacımız vardır. Biz her ne kadar ecdadımız Osmanlının saltanatını tarihe gömmekle iftihar ediyoruz ya geçtiğimiz günlerde bir siyasinin “demokrasinin beşiği” dediği İngiltere kraliyet ailesinin gölgesinde İngiliz uluslar topluluğu veya Büyük Britanya İmparatorluğu adı altında saltanatını sürdürmektedir. Amerikanın ise dünya coğrafyasında burnunu sokmadığı yer kalmadığını da biliyoruz ve görüyoruz. Hadi bunlar neyse ne diyelim ancak en çok on milyon nüfusu ile küçücük bir devlet olan İsrail arz'ı mevuda göre “yahudilerin efendi yahudi olmayanların ise kul ve köle olduğu bir dünya devleti ideali ile her geçen gün sınırlarını genişletmekte ve güçlenmekte, çocuklarını bu ideal ile yetiştirmektedir. Yine on milyon nüfuslu Yunanistan İzmirden Egeden İstanbula, hatta Trabzona kadar geniş bir coğrafyanın sahibi olma ideali ile yetiştirmektedir Yunan çocuklarını. Biz ise Türkçülüğü de islamcılığı da dışlamış, yurtta sulh cihanda sulh söylemini adeta yurtta sus cihanda susa dönüştürmüş bir halde pejmürde, avare, hedefsiz ve idealsiz nesiller yetiştirmekteyiz. Halen Atatürkçü, laik, kemalist, komünist, Türkçü, İslamcı ayrışması ve kavgası ile enerjimizi tüketmekteyiz. Devletimizin bir insan modeli, devlet olarak hedefi ve ideali varsa da görünmediği gibi zihinlerimizde korkular, kompleksler, aykırı fikir ve düşüncelerle birbirini yiyen bir topluluğa dönüştük. Siyaseten bölünmeler ve ayrışmalar, dini cemaat ve toplulukların arasındaki kin haset ve düşmanlık, partiler arasındaki çekişme sürtüşme ve inatlaşma, devletimizi ve milletimizi büyük bir zafiyet içine düşürmektedir. Şunu asla unutmamalıyız ki Türk Milleti elbette büyük bir millettir. Tarihi ile yaşadığı ve yaşattıkları ile dünyanın en şerefli bir milletidir. Ve Türk, İslamla da şereflenmekle adeta çeliğe çifte su verilmiş ve dünya devletini kuracak dünyaya hakim olabilecek yegane güç haline gelmiştir. Fakat artık kısırlaşmış fikirlerle bu büyük hedefe ulaşmak mümkün değildir. Ziya Gökalp Turancılığı şöyle ifade diyordu. Türkiyecilik, Oğuzculuk, Türkmencilik ve Turancılık. Yani önce Milliyetçi Türkiye, sonra tüm Türk topluluklarının bağımsız birer devlet kurması ve sonrası ise bunların birleşmesi ile üçüncü ve son aşamada Büyük Turan Devletinin kurulması son hedef oluyordu. Bunu ifade eden bir dostuma 70 li yıllarda sordum: Peki sonra? Ne sonrası diye cevap verdi. Ben yine israrla sonra? Diye devam edince. Ne olacak ki biz de Amerika veya Sovyetler gibi emperyalist emperyal bir güç olacağız. Diye cevap verdi. Ben hala sonrasının cevabını arıyorum. Sonra?..... aslında o cevabı bir başka zatın bir eserinde gördüm. Davayı üçe ayırıyordu. Allah davası, millet davası ve ekmek davası diye. Millet davası milliyetçilik, ekmek davası komünizm oluyordu. Sistemleri de üçe ayırıyordu. Kızıl enternasyonal, mavi enternasyonal ve yeşil enternasyonal diye. Komünist dünya, kapitalist siyonist dünya ve İslam dünyası. Ve mücadeleyi de üç aşamaya ayırmıştı. Önce “bütün Türkler bir ordu”, sonra “bütün müslümanlar bir ordu” ve son aşama bütün insanlık bir ordu. Yani tek dünya devleti. Bu tek dünya devleti Müslüman Türklerin idaresinde kurulacak ve bütün islam ve Türk olmayan topluluklar da bu devlete bağlı sadık vatandaşlar olarak, adalet içinde, mutlu müreffeh ve özgür yaşayacaktı. Bu hedef müslümanlar için konulmuş bir hedefti. Ve diyordu ki “ben Türküm ve Türk milletinin bu hedefe ulaşacağına inanıyorum, daha başarılı başka bir müslüman topluluk bu hedefe ulaşabilecekse o devletin tebası olmaya da razıyım” mealinde devam ediyordu. Bunu koca bir hayal olarak görmek isteyenlere de Kuranı Kerimde Saff suresi 8. ayeti zikrediyordu: İnkarcılar ne kadar istemeseler de, Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır.

Bu hülasadan sonra derim ki;

Dünyamız, Osmanlı döneminden bu yana daha da büyümediği belki daha da küçüldüğü halde Müslüman Türkün yeniden şahlanışını ve hakimiyetini beklemektedir. Bu çerçevede öncelikle her türlü siyonist ve hıristiyan misyonerlerin sponsorluğundaki işbirlikçi  ve provakatör liderleri  etkisiz kılıp Türkçülüğü ve İslamcılığı rahmetli S.Ahmet Arvasinin dillendirdiği “Türk İSLAM ÜLKÜSÜ” çerçevesinde birleştirip siyasi, ekonomik ve ideolojik bir güç haline getirip Türkiye Cumhuriyeti devletinde iktidar ve muktedir kılmak, büyük Türk birliğini oluşturmak ve paralel şekilde halen batının ajan ve taşaronları elindeki islam coğrafyasını da özgürleştirip aynı çatı altında toplamak ve en doğru ve en mukaddes kızıl elmamız olmalıdır. Yukarıda zikrettim, S.Ahmet Arvasi rahmetliyi “arap uşağı” diye dışlayan ve aşağılayan zavallılar var. Aynı zatlar öte yandan Peygamber efendimiz için de “Türk” soyundan geldiği yolunda iddialarda bulunuyorlar. Onlara göre Peygamber efendimiz gerçekten Türk soyundan gelmiş ise S. Ahmet Arvasi de Seyittir ve Türktür.

Bir de şu hususları açıklığa kavuşturmak istiyorum ki cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Türkçüler ve islamcı kesim muhalif kesimdir, gizliden ve açıktan işbirliği yapmıştır. Statüko tarafından her ikisi de dışlanmış ve devlet kadrolarından uzak tutulmuştur. Çok partili dönemde 1950 den itibaren Türkçü ve islamcı ayrışması olmamış, her iki kesim muhafazakar cephede birlikte yer almıştır. Demokrat parti sonrası Adalet Parti döneminde de Türkçü ve İslamcı kadrolar, yanında olmasalar da asla iktidar karşısında olmamıştır. 1980 öncesi ise bazı siyasi ayrılıkçı kürtlerin islamcılar içine sızması ve ülkücü akıncı kutuplaşmasını körüklemesi ile o dönemde Metin Yüksel'in öldürülmesi ve devamında bu ayrışma körüklenmiştir. O yıllarda Selamet Partisi-Milliyetçi Hareket Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi seçim ittifakı yaparak mecliste daha güçlü temsil edilmiştir. Sonraki yıllarda ise MHP nin DSP ile koalisyon yapması ile ilk kırılma yaşanmıştır. Geçtiğimiz yıllarda İYİ parti ve altılı masa ittifakı ve başkaca bazı milliyetçi ve muhafazakar partilerin devşirilmesi ile kırılmalar devam etmiş ise de MHP nin yeniden devlet yanında yer alması ile bu şer ittifakları bertaraf edilebilmiştir.

Yeniden bir derleyip toplamamız gerekirse yaklaşık elli yıldır Türkiye bir ateş çemberi içindedir. Muhalefet cephesi bütünü ile şer güçlerce ele geçirilmiş ve kontrol altına alınmış görünmektedir. İktidar ise hatası ve sevapları ile Türkiye'yi bugünlere taşımış ancak büyük bir metal yorgunluğu yaşamaktadır. İslamcı hareketler küçük partilere ayrılmış ve devşirilmiş, keza milliyetçi-ülkücü kesim sanırım yedi parti halinde muhalefet cephesinde yer almaktadır. İmamlar satılmış, cemaatin ise kafası fevkalade karışıktır. Bu durumda öncelikle;

Bir akil adamlar heyeti oluşturulmalıdır.

Yapılacak istişareler sonunda ülkücü yedi parti birleşmelidir.

İslami parti hüviyetindeki partiler de birleşmelidir.

Son olarak bu ülkücü-Türkçü ve islamcı partiler birleşmeli ve iktidarı teslim almalıdır.

Bu aşamaları gerçekleşebilmesi için Türkçü-ülkücü ve İslamcı taban bilgilendirilmeli, uyandırılmalı ve mankurtluktan kurtarılmalıdır. Aksi halde mahalli idare seçimlerinde Ankara İstanbul İzmir ve başkaca büyük şehirlerde alınan sonuçlar genel seçimlere de yansır ise ki yüzde bir veya ikilik bir seçmenin tercihinin değişmesi bunu gerçekleştirebilir. Böyle bir durumda elli yıldır ateşe düşmemek için direnen Türkiye'nin akıbeti Allah korusun Irak'tan, Suriye'den, Lübnan'dan, Gazze'den beter olacaktır. Zaten emperyal güçlerin elli yıldır asıl amacı Türkiyeyi bu ateşin içine atmak ve gerçekleştiremedikleri Sevr'i yeniden gündeme getirmek ve Türkiye'yi lime lime etmektir. Uyanalım, titreyelim ve aklımızı başımıza alalım. Kendimize dönelim işallah. Ne diyordu şair:

Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.

Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi.

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,

Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın.

Hiç yorum yok: