5 Mart 2014 Çarşamba

AYAĞA KALKAN TÜRKİYE’NİN KIZIL ELMASI "DÜNYA TÜRK-İSLAM DEVLETİ"DİR

 İslam dünyası Osmanlı İmparatorluğunun, saltanatın ve hilafetin tasfiyesinden ve ilgasından sonra başsız ve sahipsiz kalmış, İslam coğrafyası işgale uğramış, sömürge haline getirilmiş, kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise  laiklikten de öte dinsiz yapısı ile dini ve milli kimliksiz mağlup bir devlet olarak bugünlere gelebilmiştir.
            Türk dünyası ve İslam dünyası sahipsiz ve biçare halde onlarca yıl sömürge gibi batılı devşirmelerle idare edilmiştir. Dünya sermayesi ve basınına ve erişilmez ve yenilmez askeri gücüne sahip olan Katolik, Protestan ve ortadoks ama hepsi Hıristiyan milletler ile Musevi Yahudi lobisi dünyayı zalim pençeleri arasında lime lime etmiş, genleri ile oynamış, her türlü varlıkları sömürmüş ve beyinlerini çalışmaz hale getirmiştir.
           Şimdilerde ise kendine gelmek ve düştüğü yerden kalkmak ve doğrulmak isteyen Türk-İslam dünyası emperyalist güçlerin kirli oyunlarından bir türlü kendini kurtaramamaktadır. Türk ve İslam toplulukları batının modernist ve dünyevi söylemleri ile bir bunalıma sokulmuş, kendi içinde parça parça olmuştur. Onlarca yıl İslam ve şeriat karşıtı söylemlere kapılan ve batının güdümünde kendi değerlerine yabancılaşan bir kitle oluşturulmuş ve bu kitle yine batının ve diğer yabancı güçlerin güdümündeki milli ordularla desteklenerek kendi ülkesine ve milli çıkarlarına karşı savaşan marjinal güçler haline getirilmiştir. Bunlara ilaveten yerli yabancı okullarda burslarla ya da değişik faaliyetlerle devşirilmiş kendi değerlerini unutmuş ve kültür emperyalizminin pençesinde asimile olmuş beyinler entellektüel ve bürokratik sınıfı oluşturmuştur. Böylece adeta doğan görünümlü şahin gibi cumhuriyet görünümlü demokratik diktatörlükler oluşturulmuştur. Sandığa hakim olmak yetmemiş, iktidar bürokratik diktatörlükte kalmış, o da aşıldığında ise ordu dış yönlendirmelerle yönetimi yeniden patronlarının istediği çizgide dizayn etmiştir. Bu senaryolar sadece Türk-İslam dünyasında değil batı ve doğu bloklarının kendi kapsama alanlarında kalmasını istedikleri gelişmekte olan ülkelerde de aynen oynanmaktadır. Bu şekilde karıştırıla karıştırıla kendi kontrollerinde tutulmak istenen Türk-İslam olmayan ülkeler Gürcistan, Ukrayna, Brezilya, Meksika, Venezuella, Şili, Arjantin gibi ülkeler ile Azerbaycan, Kırgızistan, Afganistan, İran, Pakistan, Bengaldeş, Ürdün, Suriye, Irak, Mısır, Libya, Sudan, Cezayir, Tunus gibi Türk-İslam ülkeleridir. Tabii ki bu ülkelerin merkezinde olan ülke ise tarihi misyonu itibarı ile Türkiye’dir.

            Türkiye, Osmanlı’nın 1.Dünya Harbinde yenilmesi ile kurulmuş kelepçeli, ipotekli bir devlettir. Daha açık bir ifade ile mağlup bir sömürge devletidir. Belki bilmediğimiz ve hala açıklanmamış bazı anlaşmalar dahi mevcut olup Osmanlının Türk ve İslam dünyasındaki ve dış dünyadaki misyonundan soyulmak suretiyle bir devletçik olarak kurulmasına bazı devrimleri yapması ve batılı bir ülke gibi olması şartı ile izin verilmiştir. Türkiye’nin bugün yaşadığı sancının gerisinde işte bu gerçekler ve hesaplar vardır. Türkiye batının kendisine biçtiği misyonsuz, ruhsuz, idealsiz, hedefsiz, sömürge ruhlu çerçeveden çıkmak, zincirlerini kırmak ve batının koyduğu ipotekleri kaldırmak derdinde ve azmindedir. 1950 den itibaren Türkiye bunun gayretindedir. Ancak her defasında ya sokağa ya da orduya veya bürokrasiye hakim olan dış güçler  ihtilaller ve sokak hareketleri işbirliği ile, basını ve sermaye sınıfını da kullanarak boynumuzdaki tasmayı çıkarma girişimini durdurabilmişlerdir. Şimdi ise ordumuz ve istihbaratımız millileşmiştir, basında çok seslilik sağlanmıştır, bürokrasideki hakimiyet kırılmıştır, sermaye sınıfında denge sağlanmış ve milli sermaye güçlenmiştir. Bu durumda Türkiye’nin eli güçlenince içeride oluşturulan merkezlerini kaybeden güçler merkezlerini Pensilvanya’ya taşıyarak oradaki merkez karargahlarından saldırmaya başlamıştır. İşte bugünkü kavganın gerisinde bu gerçek vardır. Millet aklı selimi ile bu gerçeği görmüştür. Görmeyen gözler de ergeç görecektir. Türk-İslam dünyasının ve hatta emperyalist güçlerin pençesinde sömürülen bütün halkların kurtuluşu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin   dini ve milli değerleriyle yeniden dizayn edilerek Ergenekondan Anadoluya yaşattığı devleti ebed müddet ve ilay’ı kelimetullah davası ve misyonu ile silkinmesi ile gerçekleşecektir. TÜRKÜN KIZIL ELMASI TÜRK-İSLAM DÜNYA DEVLETİDİR. Nasıl ki Yahudiler, kendilerinin efendi Yahudi olmayan milletlerin ise köle olduğu bir dünya devleti hayal ve idealini taşıyor ve yaşatıyorsa Türk Milletinin de ideali odur ki kaptan köşkünde Türk milletinin oturduğu bir Dünya İslam Devleti kurulur ve tüm dünya halkları Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi adalet, kardeşlik, barış, huzur ve refah içinde yaşamaya devam eder. Bu asla bir hayal değildir. Yavuz Sultan Selim Han padişah olarak gittiği Mısır’dan Halife olarak dönmüştü. Ve “bu dünya bir sultana çok, iki sultana az gelir” demişti. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethetmekle “doğu roma imparatoru” ünvanını da almıştı. Görünen gayesi odur ki batı Roma’yı da fethetmek ve “batı roma imparatoru” ünvanını da almak istiyordu ancak ömrü vefa etmedi. Bugün daha dünkü devlet İsrail her ne sebeple olur ise olsun dünya siyasetinde söz sahibi olabiliyorsa Türk Milletinin sesinin çıkmaması ve sözünün geçmemesi düşünülemez ve kabul edilemez. Bir sol söylem var hani;”bu tarihin durdurulmaz akışıdır” derler. Tarihin asıl durdurulmaz akışı budur. Dünya Türk İslam Devleti mutlaka kurulacaktır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi “Allah nurunu ve dinini tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de.”

Hiç yorum yok: