İslam dünyası Osmanlı İmparatorluğunun,
saltanatın ve hilafetin tasfiyesinden ve ilgasından sonra başsız ve sahipsiz
kalmış, İslam coğrafyası işgale uğramış, sömürge haline getirilmiş, kurulan Türkiye
Cumhuriyeti ise laiklikten de öte dinsiz
yapısı ile dini ve milli kimliksiz mağlup bir devlet olarak bugünlere
gelebilmiştir.
Türk
dünyası ve İslam dünyası sahipsiz ve biçare halde onlarca yıl sömürge gibi
batılı devşirmelerle idare edilmiştir. Dünya sermayesi ve basınına ve erişilmez
ve yenilmez askeri gücüne sahip olan Katolik, Protestan ve ortadoks ama hepsi Hıristiyan
milletler ile Musevi Yahudi lobisi dünyayı zalim pençeleri arasında lime lime
etmiş, genleri ile oynamış, her türlü varlıkları sömürmüş ve beyinlerini çalışmaz hale getirmiştir.
Şimdilerde
ise kendine gelmek ve düştüğü yerden kalkmak ve doğrulmak isteyen Türk-İslam
dünyası emperyalist güçlerin kirli oyunlarından bir türlü kendini
kurtaramamaktadır. Türk ve İslam toplulukları batının modernist ve dünyevi
söylemleri ile bir bunalıma sokulmuş, kendi içinde parça parça olmuştur. Onlarca
yıl İslam ve şeriat karşıtı söylemlere kapılan ve batının güdümünde kendi
değerlerine yabancılaşan bir kitle oluşturulmuş ve bu kitle yine batının ve
diğer yabancı güçlerin güdümündeki milli ordularla desteklenerek kendi ülkesine
ve milli çıkarlarına karşı savaşan marjinal güçler haline getirilmiştir. Bunlara
ilaveten yerli yabancı okullarda burslarla ya da değişik faaliyetlerle
devşirilmiş kendi değerlerini unutmuş ve kültür emperyalizminin pençesinde
asimile olmuş beyinler entellektüel ve bürokratik sınıfı oluşturmuştur. Böylece
adeta doğan görünümlü şahin gibi cumhuriyet görünümlü demokratik diktatörlükler
oluşturulmuştur. Sandığa hakim olmak yetmemiş, iktidar bürokratik diktatörlükte
kalmış, o da aşıldığında ise ordu dış yönlendirmelerle yönetimi yeniden
patronlarının istediği çizgide dizayn etmiştir. Bu senaryolar sadece Türk-İslam
dünyasında değil batı ve doğu bloklarının kendi kapsama alanlarında kalmasını
istedikleri gelişmekte olan ülkelerde de aynen oynanmaktadır. Bu şekilde karıştırıla
karıştırıla kendi kontrollerinde tutulmak istenen Türk-İslam olmayan ülkeler
Gürcistan, Ukrayna, Brezilya, Meksika, Venezuella, Şili, Arjantin gibi ülkeler ile
Azerbaycan, Kırgızistan, Afganistan, İran, Pakistan, Bengaldeş, Ürdün, Suriye,
Irak, Mısır, Libya, Sudan, Cezayir, Tunus gibi Türk-İslam ülkeleridir. Tabii ki
bu ülkelerin merkezinde olan ülke ise tarihi misyonu itibarı ile Türkiye’dir.
Türkiye,
Osmanlı’nın 1.Dünya Harbinde yenilmesi ile kurulmuş kelepçeli, ipotekli bir devlettir. Daha açık bir ifade ile mağlup bir sömürge devletidir. Belki bilmediğimiz ve hala açıklanmamış bazı anlaşmalar dahi mevcut olup
Osmanlının Türk ve İslam dünyasındaki ve dış dünyadaki misyonundan soyulmak
suretiyle bir devletçik olarak kurulmasına bazı devrimleri yapması ve batılı
bir ülke gibi olması şartı ile izin verilmiştir. Türkiye’nin bugün yaşadığı
sancının gerisinde işte bu gerçekler ve hesaplar vardır. Türkiye batının
kendisine biçtiği misyonsuz, ruhsuz, idealsiz, hedefsiz, sömürge ruhlu
çerçeveden çıkmak, zincirlerini kırmak ve batının koyduğu ipotekleri kaldırmak
derdinde ve azmindedir. 1950 den itibaren Türkiye bunun gayretindedir. Ancak her
defasında ya sokağa ya da orduya veya bürokrasiye hakim olan dış güçler ihtilaller ve sokak hareketleri işbirliği ile, basını ve sermaye sınıfını da kullanarak boynumuzdaki tasmayı çıkarma
girişimini durdurabilmişlerdir. Şimdi ise ordumuz ve istihbaratımız
millileşmiştir, basında çok seslilik sağlanmıştır, bürokrasideki hakimiyet
kırılmıştır, sermaye sınıfında denge sağlanmış ve milli sermaye güçlenmiştir. Bu
durumda Türkiye’nin eli güçlenince içeride oluşturulan merkezlerini kaybeden
güçler merkezlerini Pensilvanya’ya taşıyarak oradaki merkez karargahlarından
saldırmaya başlamıştır. İşte bugünkü kavganın gerisinde bu gerçek vardır. Millet
aklı selimi ile bu gerçeği görmüştür. Görmeyen gözler de ergeç görecektir. Türk-İslam
dünyasının ve hatta emperyalist güçlerin pençesinde sömürülen bütün halkların
kurtuluşu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dini ve
milli değerleriyle yeniden dizayn edilerek Ergenekondan Anadoluya yaşattığı
devleti ebed müddet ve ilay’ı kelimetullah davası ve misyonu ile silkinmesi ile
gerçekleşecektir. TÜRKÜN KIZIL ELMASI TÜRK-İSLAM DÜNYA DEVLETİDİR. Nasıl ki Yahudiler,
kendilerinin efendi Yahudi olmayan milletlerin ise köle olduğu bir dünya
devleti hayal ve idealini taşıyor ve yaşatıyorsa Türk Milletinin de ideali odur
ki kaptan köşkünde Türk milletinin oturduğu bir Dünya İslam Devleti kurulur ve
tüm dünya halkları Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi adalet, kardeşlik, barış, huzur ve refah içinde yaşamaya devam eder. Bu asla bir hayal
değildir. Yavuz Sultan Selim Han padişah olarak gittiği Mısır’dan Halife olarak
dönmüştü. Ve “bu dünya bir sultana çok, iki sultana az gelir” demişti. Fatih Sultan
Mehmet Han İstanbul’u fethetmekle “doğu roma imparatoru” ünvanını da almıştı. Görünen
gayesi odur ki batı Roma’yı da fethetmek ve “batı roma imparatoru” ünvanını da
almak istiyordu ancak ömrü vefa etmedi. Bugün daha dünkü devlet İsrail her ne
sebeple olur ise olsun dünya siyasetinde söz sahibi olabiliyorsa Türk
Milletinin sesinin çıkmaması ve sözünün geçmemesi düşünülemez ve kabul
edilemez. Bir sol söylem var hani;”bu tarihin durdurulmaz akışıdır” derler. Tarihin
asıl durdurulmaz akışı budur. Dünya Türk İslam Devleti mutlaka kurulacaktır. Yüce
Allah’ın buyurduğu gibi “Allah nurunu ve dinini tamamlayacaktır, kafirler
istemeseler de.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder