23 Ağustos 2016 Salı

İSLAM ADINA DOĞRU VE YANLIŞ OLABİLECEK CÜMLELER VE HÜKÜMLER

               Doğrunun ve yanlışın bu kadar iç içe girdiği ve karıştığı bir dönem yaşıyoruz. Pek çok konuda her şey birbirine karışmış. Hak yolu ile haram arasında çok ince bir çizgi ve çok kısa bir mesafe vardır. O bakımdan çok dikkat etmek zorundayız. Kıldan ince kılıçtan keskin denen o çizgiye çok dikkat etmeliyiz. Aksi halde, dünyamız bir yana ahretimizi kaybetmemiz bir anlık hataya bakmaktadır. Elbette yazacaklarım da yoruma açık ve belki pek çokları tarafından kabul görmeyecek cümleler ve hükümler olacaktır belki de. Ama ben yine de yazacağım ve zihnen ve kalben geldiğim noktadan düşüncelerimi ifade etmeyi bir hak ve görev sayıyorum.
                1-En son ve yegane hak din İslam olup tek değişmez kitap Kur’andır.  Allahın emir ve yasaklarını, gönderdiği kitabın hükümleri arasından araştırmak ve bulmaya, anlamaya çalışmak her müslümana farzdır.
                2-Şüphe yok ki Allah emir ve yasaklarının bulunduğu Kuran’ı elçisi vasıtası ile göndermiştir.
                3-Son peygamber ahirzaman peygamberi  Peygamber Efendimizin emir ve yasak olarak ağzından çıktığına inandığımız ilahi ve dünyevi her söz bizim için uymamız ve izlememiz gereken bir yoldur. Ancak vefatından ikiyüz yıl sonra toplanan binlerce sayfalık hadis kaynaklarını mutlak doğru ve kutsal kabul etmek mümkün değildir.
                4-Aynı şekilde vefatından sonra yüzlerce yıl hiçbir mezhep ve tarik söz konusu değil iken yüzlerce yıl sonra oluşmaya başlamış türlü mezhep ve tarikatler dinin vazgeçilmezi olmazsa olmazı değildir ve olamaz.
                5-Ancak İslam dininin sadece altıyüz sayfalık bir kutsal kitaptan ibaret sayıp her türlü kaynak ve mevzuatı da yok saymak ve adeta “kur-an Müslümanlığı” diye bir kavram icat etmek te asla doğru olamaz. Bu tıpkı anayasayı tek yasa kabul edip anayasa çerçevesinde oluşturulan türlü yasa, tüzük, yönetmelik ve uygulamaya dair talimatnameleri ve her türlü mevzuatı reddetmek ve yok saymak gibi değil midir?
                6-Bu çerçevede ümmet içinde kalın çizgilerle ayrışma nedeni olacak, mezhep, tarikat ve türlü kişiler etrafında oluşturulan guruplaşmaları yumuşatmak ve açıktan İslam ve kurana aykırı olmayan söz ve düşünceleri İslam düşüncesi dışına itmemek icap eder. 
                7-Dinimizi anlamak ve yaşamak konusunda büyük imkan ve kadrolara sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na büyük görevler düşmektedir.  Oysa ki bu idare fevkalade pasif ve yetersiz ve dirayetsiz bir yerde durmaktadır.
                8-Diyanet İşleri Başkanlığı bir araştırma ve istişare heyeti oluşturarak dinimizin ana kaynağı Kuran-ı kerim ve Peygamberimize ve İslam dininin özüne  ters ve muhalif ne kadar kişi, fikir, düşünce, tarikat, meşrep ve eğilim var ise bunları ayrıntıları ile ümmete anlatmalı, ilan etmeli ve yanlışları usulü dairesinde ortaya koymalıdır.
                9-Son yıllarda yayınlanan bir kısım meallerde ve tefsirlerde ve yorumlarda hem namaz hem de oruç ile ilgili diğer meallere çok ters yorumlar ve meal anlayışları ortaya çıkmıştır. Hatta namazın vakti ve  kılınış biçimi ile ilgili dahi farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bu konulardaki ayrılıklar giderilmelidir. Zekatın miktarı ve verileceği yerler ile ilgili daha çık ve net açıklamalar yapılmalıdır. 
                10-Açıklanan nedenlerle, zihinlerde şüphe ve tereddüt oluşturacak uygulamalara karşı gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu çerçevede:
                A-Cuma namazlarında bazı şehirlerde sadece on rekat namaz kılma uygulamasına gidilmiş ama çoğu beldede ise hala onaltı rekat Cuma namazı kılınmakla birlikte bir kısım cemaat ise farzı kıldıktan sonra, bir kısım imamların şiddetli karşı çıkmasına rağmen camiyi ve namazı terk edebilmektedir. Bu farklı uygulamalara bir son verilmelidir.
                B-Sakal-şerif, Hırka-i şerif ziyaretleri , hilye-i şerif, sakal suyu pazarlama, mübarek ayak izi olaylarını da aşan, idrar içme, hatta Kurandaki açık yasağa rağmen kan içme gibi iğrençliklerle dolu safsatalara karşı açık ve net bir tavır ortaya konmalıdır.
                C-Klasik olarak vaazlarda anlatıldığı üzere miraçta en son pazarlıkla beş vakit ve kırk rekata indirildiği anlatılan beş vakit namazın kırk rekat olması demek  kırk rekatın farz  olması demektir. Oysa ki kırk rekatın sadece 17 rekatı farzdır. Bu konular aydınlatılmalı  ve netleştirilmelidir.
                D-Keza müslümanın hayatı zorlaştırılmakta, türlü mezhep ve özellikle tarikatlerde nafile ibadetlerle adeta yaşanamaz ve uygulanamaz hale gelmektedir. Fakat müslümanın sosyal olarak toplumsal ilişkileri ve ahlakı üzerinde nafile ibadetler kadar durulmamakta dinimizin sosyal bir hayat ve olgu olarak hayatımıza gerçek manada hakim olması yönünde çalışmalar yapılmamaktadır. Bu eksiklikler giderilmelidir.
                E-İslam dinine inananların diğer inanç sahiplerine ve inancı olmayanlara karşı hak ve borçları konusunda yeterli bilgilendirme yapılmalıdır. Bu konudaki eksiklikler nedeni ile yerli yersiz düşmanlıklar ya da diyalog safsataları ile onları meşru görme, tanıma ve hoşgörmeler  sözkonusudur.  Yersiz ve haksız düşmanlık ta yanlıştır, diğer din ve inanç sahiplerini meşru görmek ve İslam ile eşit hak din görmek te. Bu konular layıkı ile anlatılmalıdır.
                F-Cihat ile ilgili yeterli bilgilendirme yoktur. Cihat kime karşı hangi şartlarda nasıl yapılmalıdır? Bu sorunun doğru cevabı verilmeli ve ümmet aydınlatılmalıdır. Allah kur’anda “size karşı savaş açanlar sizinle savaşmaktan vazgeçene kadar onlarla savaşın , vazgeçerler ise siz de vazgeçin, haddi aşmayın” buyurmakta. Yani kayıtsız şartsız savaş sözkonusu değil. Ayrıca tebliğ yolu ile cihat konusunda da  yeterli bilgilendirme yoktur.
                G-Kuran-ı Kerim’i  okuma ve ezberleme, hıfzetme ve hatmetme konusunda gösterilen gayretin kırkta biri anlama konusunda gösterilmemektedir. Bu bir faciadır.
                Diyanet İşleri Başkanlığı yukarıda sayılan hususlarda büyük bir vebal ve sorumluluk altında olup gerekli hazırlık ve çalışmayı yapmalı ve mesaiyi vermelidir.

                Dinimiz ile ilgili gelişigüzel ve keyfi hüküm verenlerin deşifre edilmesi ve dinimizin doğru ve olması gerektiği  biçimde ümmete anlatılması her şeyden çok önemlidir.  Burada açıklananlar düşünceler  kesin hüküm değil sadece şüphe ve tereddütlerin giderilmesi ve mutlak hakikatin araştırılması ve  hakim olması  konusunda bir davet ve uyarıdır. 

10 Ağustos 2016 Çarşamba

İMAN NEFİS, CİHAT VE BİZ


       15 TEMMUZ DARBE TEŞEBBÜSÜ SONRASINDA HALA NORMALE DÖNEBİLMİŞ DEĞİLİZ. YAŞADIĞIMIZ ACILI SÜRECİN ŞOKU ÖYLECE ÜZERİMİZDE. NEDENLER, NASILLAR, NİÇİNLER ARASINDA BOĞULMUŞ HALDEYİZ.

SON BİRKAÇ GÜNDÜR TV EKRANLARINI YOĞUN GÜNAH ÇIKARMA SEANSLARI İŞGAL ETMİŞ DURUMDA. ÜÇ İSİM ÖZELLİKLE. LATİF ERDOĞAN, NURETTİN VEREN VE AHMET KELEŞ. FARKLI EKRANLARDA FARKLI KİŞİLER KARŞISINDA SÜREKLİ KONUŞUYORLAR, ANLATIYORLAR. TEKRAR TEKRAR BAŞTAN SARIYORLAR. FETÖ ÖRGÜTÜNÜN NASIL ACIMASIZ VE ALÇAK VE ÖZEL BİR ÖRGÜT OLDUĞUNU ANLATIYORLAR.
BU ÇERÇEVEDE ONLARA BAZI SORULAR DA BEN SORMAYACAĞIM, AKLINIZ NEREDE İDİ, YA DA NEDEN GÖRDÜĞÜNÜZ HALDE BUNCA ZAMAN O ÇATI ALTINDA KALDINIZ DEMEYECEĞİM. ÇÜNKÜ BİLİYORUM VE GÖRÜYORUM Kİ BU KORKUNÇ ÖRGÜT, BÜTÜN BİR TOPLUMU ADETA SOĞUK SUYA ATILMIŞ BİR KURBAĞA GİBİ YAVAŞ YAVAŞ HAŞLAYACAKMIŞ. BAZI MÜNFERİT SESLER ÇIKTI İSE DE GENELDE BU TOPLULUĞUN BU KADAR KORKUNÇ, BU KADAR ALÇAK, BU KADAR HAİN VE BU KADAR ŞEREFSİZ OLABİLECEĞİ HİÇ AKLIMIZA GELMEDİ. VE ARTIK TOPLUMU VE DEVLETİ SUDAKİ KURBAĞA GİBİ HAŞLAMA NOKTASINA GETİRMEK ÜZERE İKEN HARARETİ BİR ANDA ARTIRIP DARBE MODUNA GİRİNCE KURBAĞA SUDAN DIŞARI ZIPLADI, KENDİNE GELDİ. ASLINA DÖNDÜ VE HAİN VE ALÇAK ÖRGÜTE HADDİNİ BİLDİRDİ.
BURADA ANLAYAMADIĞIM ŞEY İSE, BU ÜÇ PİŞMANLIK DUYAN İSMİN BİRBİRLERİ İLE ASLA ANLAŞAMAMASI VE GEÇİNEMEMESİ. EN SON 8 AĞUSTOS GECESİ TV DE LATİF ERDOĞAN KONUŞURKEN NURETTİN VEREN BAĞLANIYOR TELEFONLA VE BAŞLIYOR LATİF ERDOĞAN’A SALDIRMAYA. LATİF ERDOĞAN İSE “O DEVAM EDECEK İSE BEN STÜDYOYU TERK EDERİM” DİYOR. EVVELCE DE YİNE NURETTİN VEREN İLE AHMET KELEŞ AYNI ŞEKİLDE KARŞILIKLI ATIŞMIŞLARDI. LATİF ERDOĞAN, NURETTİN VEREN’İN BİR NUMARA MUHALİF OLMA İDDİASINDA VE ÖN PLANDA GÖRÜNME İSTEĞİNDE OLDUĞUNU SÖYLÜYOR. HATTA FETULLAH GÜLEN’İN KENDİSİNDEN YERİNİ ALACAĞINDAN KORKTUĞUNU SÖYLÜYOR. ŞUNU GÖRÜYORUM Kİ BU İNSANLAR ARASINDA BİR NUMARA OLMA VE BİR NUMARA KALABİLME GİBİ BİR İSTEK VE İHTİRAS VAR. SADECE BU İNSANLAR ARASINDA DEĞİL TABİİ BU HASTALIK HEPİMİZDE VAR. VE BİZ, BİZİ BÖYLE BİR FORMATA SOKAN GÜCÜN ADINA DEFİS DİYORUZ. HANİ ÜSTAT BİR ŞİİRİNDE DİYORDU: “DİZ ÇÖK EY ZORLU NEFS, ÖNÜMDE DİZ ÇÖK” . İŞTE O NEFİSTEN BAHSEDİYORUM. HANİ BİR SAVAŞ DÖNÜŞÜ “CİHAD-I ASGAR’DAN DÖNÜP CİHAD-I EKBER’E GİDİYORUZ “ DİYEN SES AKLIMA GELİYOR VE SORULDUĞUNDA “CİHAD-I EKBER, NEFİS İLE YAPILAN CİHATTIR” DİYEN MÜBAREK SES. 
İŞTE BU FANİ DÜNYADAKİ SAVAŞ, NEFSİNİ YENMİŞ OLANLAR İLE YENEMEMİŞ OLANLARIN SAVAŞIDIR ASLINDA. ÇOK ŞÜKÜR NEFSİNİ YENEBİLMİŞ OLANLAR KAZANDI VE BİR KISMI ŞEHİD OLDU, BİR KISMI GAZİ, BİR KISMI İSE NEDEN BANA ŞEHİDLİK YA DA GAZİLİK NASİP OLMADI DİYE DİZLERİNİ DÖVERKEN BİR KISMI DA İŞTE KONUŞMAYA DEVAM EDİYOR VE YİNE BİR KISMI BEN BAŞBAKAN OLACAĞIM DİYE DİYE BU GÜNLERE GELMİŞKEN DÜŞTÜĞÜ HAYAL KIRIKLIĞINI ÜCRA BİR KÖŞEDE YAŞIYOR, BİR KAŞARLANMIŞ SİYASİ İSE DARBE BAŞARILI OLSA İDİ KIRIK DÖKÜK TE OLSA BİR CUMHURBAŞKANI OLACAKTIM DİYE DİZLERİNİ DÖVMEYE DEVAM EDİYOR. 
ALLAH BİZLERİ NEFSİ ÖNÜNDE DİZ ÇÖKENLERDEN DEĞİL DE NEFSİNE DİZ ÇÖKTÜRENLERDEN EYLESİN.

25 Temmuz 2016 Pazartesi

ONBEŞ TEMMUZ DESTANI


On beş temmuz  gününün, karanlık gecesinde,
Bir avuç hain kopek, darbe düşüncesinde.
Namlular doğrultuldu, Aziz Türk Milletine,
Milyonlar koşuyordu, ölümün davetine.
Şehadet şerbetini, içmek isteyen gelsin,
Ey ölüm, sen bizlere hayattan da güzelsin.
Dedelerin yanında, evlatlar ve torunlar,
Yeniden cephelere koşan Osmanlı bunlar.
Nene Hatunlarımız, doldurdu meydanları,
Beklerdi kahramanlar, böyle zor zamanları.
Koştuk siper eyledik, göğsümüzü vatana,
Bu bizim borcumuzdur, can veren yaradana.
Davamız ne siyaset, ne de parti davası,
Müslüman Türk Milleti, bu ümmetin duası.
Bir darbe değildir bu, Haçlılar savaşıyor,
Fatihler, Süleymanlar aramızda yaşıyor.
Ulubatlı Hasanlar, ellerinde bayraklar,
Tekbir ve ezanlarla, inliyordu sokaklar.
Alperen dervişlerle oluştu yeni ordu,
Devşirme çetelerden kurtardı aziz yurdu.
İmanı olmayanlar, nereden bilecekler,
İnananlar şehiddir, onlar geberecekler.
Sanmasın ki bu dünya, Türk’ün destanı bitti,
İkiyüz elli şehid destan  yazarak gitti.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

DÜŞMANLIK VE DÜŞMANLAR



                Avrupa içlerinden ortaasyaya kadar Kırımdan Afrikaya kadar dünyanın nerede ise yarısında aynı sınırlar içinde ve aynı bayrak altında farklı inançlara ve ırklara mensup insanlar dostça kardeşçe yaşamakta idi yüzlerce yıldır. Adil bir yönetim altında sömürüsüz ve ayrımsız ve özgür.  Orta çağ Avrupasının kan emici eşkiyaları uzakdoğudan ipek yolundan bekledikleri verimi alamayınca Amerikaya el attılar ve milyonlarca yerliyi soykırım yaparak yok ettiler, ancak esir edemediler, koskoca Amerika kıtasını yağmaladılar, talan ettiler. Ancak burayı imar etmek lazımdı, işgücü lazımdı. Afrikanın kara derili mazlumlarını yine milyonlarcasını katlederek kalanlarını esir alıp Amerikada köleleştirdiler. Avrupa ise alt sınıf kabul ettiği insanların emeklerini sömürdü. Bunu tepkisi olarak Avrupada komünizm ortaya çıktı. Amerikada ise sığır çobanı ve hapishane kaçkınlarının kurduğu bir  beyaz imparatorluğu.
                Amerika ve Avrupada oluşan bu sömürge imparatorluklarının tüm dünyaya hakim olmasının  önünde en büyük engel  sadece adalete ve insan sevgisine dayalı yaşamakta olan Osmanlı İmparatorluğu idi. Yüz yıllık bir mücadelenin sonunda soktukları 1.dünya harbi ile Muhteşem Osmanlıyı tarihe gömdüler. Kukla bir cumhuriyet kurdular. Aynı vatan ve aynı bayrak altında yaşayan imparatorluğu oluşturan toplulukları milliyetçilik ve haçlı düşmanlığı ile ayrıştırdılar ve Osmanlı toprağı ile birlikte yürekleri de parça parça ettiler. Artık nerede ise büyük bir yarısının damarlarında Türk kanı olan Yunanlılar Türk düşmanı, aynı teba iken Bulgarlar, Sırplar, Ermeniler ve her ne hikmetse aynı dine mensup olduğumuz halde Araplar Türk düşmanı ve biz onlara düşman. Yalan yanlış düzmece kurgu olaylar ve tahrik ve provakasyonlar ile dünden bugüne sürekli düşmanlık icat ettiler ve icat ettikleri düşmanlıkları körüklediler. Yetmedi küçük Asyada Anadolu coğrafyasında Alevilik ve Sünnilik ayrılığı, o da yetmedi Türklük Kürtlük, o da yetmedi, bizi parti parti böldüler, dilim dilim dildiler. Sağcı, solcu yaptılar, laik antilaik diye böldüler. Cumhuriyetçi saltanatçı diye böldüler, Atatürkçü Atatürk düşmanı diye böldüler. Fenerbahçeli Galatasaraylı diye böldüler, yetmedi Trabzonsporlu Fenerbahçeli diye böldüler. Her alanda fanatik guruplar oluşturdular ve beslediler. Meydanlarda katlettiler, ve suçu birbirimize attılar.  İçimizde devşirme lejyonerler oluşturdular, onlarca yıl bizi onların eli ile idare ettiler. Ve hala o batı devşirmeleri ile karıştırmaya ve nefret büyütmeye devam ediyorlar. Ak parti düşmanıyız, gök parti düşmanıyız, halk parti düşmanıyız, cemaatler arası düşmanız, efendiler arası düşmanız, kapalı devre yaşayan tarikatler arasında düşmanız. Böylece sonuçta milletin ve ümmetin birliği sağlanamaz hale gelmiş gördüğünüz gibi. Hiç bir konuda görüş birliği içinde olamıyoruz. Görüş birliği içinde olmamayı ise düşmanlık olarak algılıyoruz. Oysa ki bu Anadolu gemisinin içindeyiz. Bu geminin batmasından kim kalır kim kurtulur. Allah korusun Irak Suriye karıştı mazlumları Türkiye’ye sığındı, Türkiye Irak veya Suriye gibi olur ise bu seksen milyon mazluma kucak açacak bir coğrafya var mıdır? Üç milyon Suriyeli kardeşimize kucak açmışız, keza bir milyon üzerinde Iraklı kardeşimize kucak açmışız, yine geçmişte bir milyona yakın Bulgaristandan gelen kardeşimize kucak açmışız, balkanlardan gelen tüm kardeşlerimize kucağımız açıktır. Yine orta asyadan Kırımdan tüm dünyadan gelen kardeşlerimize kucaklarımız açıktır. Hatta bugün Ermenistandan gelen ve kaçak çalışan  bir milyona yakın sözüm ona ezeli düşmanımız Ermenilere  kucağımız açık olduğu gibi geçmişten bugüne ırk ve din ayırımı olmaksızın Yahudiler başta olmak üzere her boydan ve soydan insanlara kucağımız açıktır. Ve bugünün gerçeği şudur ki Antalya’nın Alanya ilçesi bir Alman şehri gibi, Aydın’ın Kuşadası ilçesi bir Fransız yerleşim merkezi, Aydının Didim İlçesi bir İngiliz yerleşim yeri gibi olmuştur. Rakamlar yetkililerdedir ancak  binlerce İngiliz Alman ve Fransıza hem sürekli oturum  hem de vatandaşlık hakkı verilmiştir.  Şimdi bir devlet politikası olarak Suriyeli bir kısım kardeşlerimize yeniden vatandaşlık verilmesi karşısında bilir bilmez herkes kıyameti koparmaktadır. Yazıklar olsun. Aklımızı başımıza alalım. Düşmanı yanlış yerde arıyoruz. Düşman Iraklı veya Suriyeli veya başka bir bölgenin Müslüman Arabı değildir, asıl düşman bin yıldan beri bizi Anadoludan  yeniden orta asyaya sürmek ve Anadoluyu elimizden almak isteyen Vatikandır, Fransadır, Almanyadır, İngilteredir ve Amerikadır tabii. Ve bizim içimizdeki mevcut düşmanlığı da icat edenler ve besleyenler ve körükleyenler ve ateşleyenler de onlardır. Bunu anlayanlar var, anlamayanlar var. Ama anlayanlar anlamayanlara anlatsın lutfen. Türkiye devleti ve Milleti ile kime dost kime düşman olacağına ancak ve ancak kendisi karar verecektir. Kimse bizim dost ve düşmanlarımızın kimler olacağına karar veremez ve veremeyecektir.


29 Haziran 2016 Çarşamba

DOĞU İLE BATI ARASINDA KUŞATILAN VE SAVAŞAN TÜRKİYE

Kuruluşundan bu yana adeta bir manda yönetimi altında bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti batı emperyalizminin etki alanından çıkmak için sürekli hamleler yapmaya başlamıştır. Batı emperyalizmi ise ortağı Sovyetler Birliği ile işbirliği yaparak önce Türkiye’yi NATO’ nun şemsiyesi ve himayesi altına almıştır. Türkiye ise Demokrat Parti ve Menderes iktidarı döneminde CENTO ile bağımsız dış siyaset izleme yönünde bir girişimde bulunmuş ise de emperyalist batının  CENTO üyesi ülkelerde başta Türkiye olmak üzere tezgahladıkları askeri ihtilaller ile bunun önüne geçilmiştir. 1960 tan sonra ise Türkiye batının ekonomik baskı ve himayesi altında Osmanlının batıya yaptıklarının öcü alınıyormuşçasına İMF ve diğer uluslar arası kuruluşların manda ve himayesi altında etkisiz eleman halinde muhafaza edilmiştir. 
Kendi kontrolünde iç ve dış siyasetini dizayn etmek isteyen Türkiye içerideki statüko yanlısı güçler kullanılarak engellenmiştir. Anarşi ve terör ve ekonomik istikrarsızlıktan başını kaldıramayan Türkiye koskoca muhteşem bir imparatorluk bakiyesi ve mirasçısı olduğu halde hain ve  emperyalist  batının oyunları ve açık ve gizli müdahaleleri ile belini doğrultamaz bir halde adeta muz cumhuriyeti muamelesi görmüş ve asla kendine özgü geçmişten geleceğe milli bir siyaset ve ideoloji çizgisinde olmasına izin verilmemiştir.  Sürekli Türkiye’nin enerjisi içerideki iç çekişmeler ve komşuları ile düşmanlık siyasetin üzerinden boşaltılmış, Türkiye ekonomik ve siyasi olarak tarihi misyonuna kavuşmasın ve kendine gelmesin diye iç dinamikler ustaca  engellenmiştir. Sürekli askeri müdahaleler,  basın kaynaklı manipülasyonlarla anarşi ve kargaşa ve iç düşmanlık üzerinden batının kontrolünde bir çizgide tutulan Türkiye –onlardan Allah razı olsun- hayatları ve hürriyetleri pahasına yeni nesiller üzerinde tasarruf sahibi olabilen bir avuç idealist büyüğümüz sayesinde ülkücü, milliyetçi ve maneviyatçı bir nesil yetişmiş ve yavaş yavaş ülkenin kaderine hakim olmaya başlamıştır. Milliyetçi cephe hükümetleri ile güçlenen milli kadrolar, 12 eylülden sonra Turgut Özal’ın liderliğinde rahmetli Adnan Menderes’ten sonra daha birikimli bir kadro ile ülke kaderine hakim olmuştur. 
Ancak Turgut  Özal döneminde de gladyo kontrolündeki hücreler başta Turgut Özal’ın zehirlenmesi olmak üzere pek çok siyasi cinayet ve tezgahlarla Türkiye’yi yeniden kaos günlerine döndürmek istemişlerdir. Bu geçiş sürecinde yeniden devletin tepe noktasını Süleyman Demirel’e teslim etmişler ise de bu olağan milli direniş ve şahlanış, daha güçlü bir şekilde milli iradenin müdahalesi ile AK PARTİ iktidarı olarak tecelli etmiş ve son iktidar döneminde basın, sermaye, ordu, yargı ve bürokrasi içindeki direnme hücreleri dağıtılmış, milli irade büyük ölçüde devlete hakim hale gelmiştir.  Bu dönemde komşular ile sıfır sorun politikası, milli sanayinin kurulması, milli ve bağımsız bir politika izlenmesi gibi tamamen batının kontrolü dışında bir çizgi oluşturulmak istenmiş ise de Türkiye’nin 1923 kuruluş Türkiyesi’nden farklı olarak uluslar arası emperyalizme karşı bir güç merkezi olmak  iradesinin güçlendiğinin farkına varan batı emperyalizmi, önce Türkiye’yi içte anarşi ve terör ile zafiyete uğratmaya çalışmış, ermeni soykırımı gibi uluslar arası gündeme getirilen konularla prestij kaybına uğraması için kulisler ve faaliyetler yapılmıştır. Bu arada Türkiye’nin etrafı sürekli sorunlu bölge halinde tutulmuş, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Ermenistan, Lübnan ve Filistin, hatta Osmanlı coğrafyasında bir bütün halinde Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Kosova ve Arnavutluğa kadar, hatta tüm İslam coğrafyasında çatışmaları körükleyerek Türk-İslam dünyasını bir ateş çemberi içine almıştır. Birleşmiş Milletler ise beş daimi veto hakkına sahip üye ile her türlü uluslararası olay karşısında bu beş devletin çizgisinde icraatsız ve etkisiz bir güç olarak kalmıştır. Ancak bu süreçte Türkiye ekonomik ve siyasi gücünü  batının etkisi dışında artırmaya başlamıştır. Arap ülkeleri ile dostluklar kurmaya başlamıştır. Türk Cumhuriyetleri ile güç birliğine gitmiştir. “dünya beşten büyüktür” sloganı batının çirkin yüzünü bütün dünyaya göstermiştir. Ve Türkiye Suriye ile dost, ve diğer arap-müslüman ülkeleri ile dostluk çizgisinde iken İsrail’in Filistin’deki baskı, işgal ve zulmü karşısında durması batıyı rahatsız etmiştir. Mısırdaki iktidar değişikliği, Mursi’nin Türkiye ile birlikte hareket etmesi, keza Beşar Esat  ile başlayan dostluk ve işbirliği göstermiştir ki Türkiye bölgesel güç olmaktan küresel güç olmaya doğru gidecektir. Recep Tayyip Erdoğan Amerika’da ziyarette iken kendisinden Gazze ziyaretininden vazgeçmesi istendi. Vazgeçmeyeceğini açıklamasından sonra da Mısırda SİSİ önderliğinde bir askeri darbe yapılarak Türkiye’nin en güçlü Arap dost ülkesi Mısır eski İngiltere başbakanı danışmanlığında İngiliz çizgisine çekildi. Böylece Gazze ziyareti de o günden beri yapılamamaktadır. Libya’da Kaddafi yine Arap baharı denen süreçte alaşağı edildi ve hunharca sokakta linç edildi. Sonra Beşar Esat’a geldiler ve dediler ki adeta kırk katır mı kırk satır mı dercesine “Mursi gibi mi olmak istiyorsun yoksa Kaddafi ya da Saddam gibi mi”? Haliyle Türkiye’nin gücüne güvenemeyen Beşar Esat Türkiye ile köprüleri attı ve malum düşmanlık süreci başladı. Öte yandan PKK  terör örgütünün tek başına yeterli olamayacağı düşüncesi ile onun yanına YPG ve DAEŞ gibi örgütler oluşturuldu ve Türkiye’nin güneyi baştan başa ateşe verildi.  İran ambargo altında iken Türkiye komşu İran ile dahi dostça ilişkiler içinde iken İran ile de anlaşan Amerika Suriye’deki Beşar Esat İran işbirliği dolayısı ile İran da Türkiye’nin karşısına geçti. Suriye’de ise malum uçak krizi nedeni ile Rusya ile ilişkilerimiz de bozuldu. İsrail ile ise Mavi Marmara nedeni diplomatik ilişkiler tamamen bozuldu. Türkiye sadece yanına aldığı birkaç Arap zengin ve Suudi Arabistan ve Katar ile ve birkaç Türk Devleti ile ve kendi kaderi ile baş başa bıraktırıldı ve yalnızlaştırıldı. İsrarla teröre karşı başarılı bir mücadele veren Türkiye'nin direnci, batının tüm ekonomik ve siyasi kuşatmalarına karşı bir türlü kırılamadı. Ezeli Türk ve İslam düşmanı, haçlı ruhu ile hareket eden   çok yüzlü batı, çifte standart ile hareket ederek Türkiye’ye karşı olan terör örgütlerini besledi  ve Türkiye’ye karşı terörle mücadelesinde duyarsız kalmanın da ötesinde açıktan terör örgütleri yanında kaldı. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasi olarak bölgede ve dünya coğrafyasında Afrika’dan güney Amerika’ya uzak doğuya kadar Türk İslam coğrafyasının da ötesinde siyaset üretmesi ve antiemperyalist politikalar izlemesi ve taraftar da bulması, Türkiye’nin önlenemez bir küresel güç olma yolunda önünün kesilmesini elzem hale getirdi. Avrupa Birliğine de restini çeken Türkiye karşısında yaşlı Avrupa’nın etkisizleşmesi  nedeniyle, İngiltere'nin Amerika ile yeniden dünyayı dizayn etmek için AB den ayrılması Türkiye’yi yeniden pozisyon almaya zorladı ve Türkiye sorunlu olduğu Rusya ve İsrail ile sorunlarını çözdüğünü ilan ettiği gün üç silahlı ve canlı bomba teröristin İstanbul Atatürk Havalimanında yaptığı saldırı sonunda 100 civarında ölü ve yaralıya neden olan olay gerçekleştirdi. Enteresandır ilk taziye ve kınama mesajı Amerika’dan geldi. Bilinen bir kuraldır, “ilk taziyede bulunandır katil”
İşte bu hain ve alçakça saldırıdan sonra kısaca hülasa ettiğim olay budur. Saldırıyı yapan hangi örgüt ya da kim olursa olsun asıl azmettirici güç Amerikan-İngiliz emperyalizmidir. Batı emperyalizmi demek istiyor ki “kime dost kime düşman olman gerektiğine biz karar vereceğiz, kendi iraden ile oyun kuramazsın. Dünya beşten büyüktür diyorsun ama sen beşten büyük değilsin. Bize teslim ve tabi olmak zorundasın.”
İşte mesele budur. Bu çerçevede değişik zamanlarda iktidar partisi olan AK PARTİ’ye veya Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olmayı devlete karşı olmakla karıştıran ham kafalar şunu bilmelidir ki;
-taksim gezi olaylarında, 3.havaalanı, 3.köprüye, kanal İstanbula karşıyız demek cehalet değil ise ihanettir.
- Türkiye’nin yalnızlaşmaya karşı aldığı tedbirleri, İsrail ve Rusya ile yaptığı anlaşmaları adeta ihanet ve acziyet olarak yorumlayanlar ya aptal, saf-salaktır ya da yine tek kelime ile haindir.
-Türkiye’nin son dönemde izlediği politika sadece bir kişinin yani Sayın Cumhurbaşkanının tek başına iradesi değil, devletin ortak aklının kadim devlet iradesinin çerçevesini çizdiği bir politikadır. 
-Türkiye Osmanlı’nın son iki yüz yılından bu güne emperyalist güçlere karşı sürekli farklı siyasi ve ekonomik işbirlikleri ve ittifaklar ile denge politikası izlemiştir. Bugünün şartlarında bu işbirliğine Rusya’nın da İsrail’in de bu coğrafyadaki bütün Türk-İslam devletlerinin de ihtiyacı vardır. Bunu istemeyen ve engellemek isteyen ise Amerikan+İngiliz emperyalizmidir. Dünya coğrafyasında Avrupa ile Amerika-İngiltere Rusya ve Çin’i ve uyanan dev Türkiye’yi etkisizleştirmek ve dünyayı yeniden parsellemek istemektedirler.  Aslında bu savaş üçüncü dünya savaşı değil Osmanlıyı tamamen Türkiye’nin şahsında yok etmek ve etkisizleştirmek amaçlı bir savaştır.
Yukarıda kısaca hülasa etmeye çalıştığımız gibi uykularımızı kaçıran ve sıcağı sıcağına gönlümüzdekileri paylaştığımız bu satırları lutfen dikkatle okuyunuz. Dava ve mesele herhangi bir partinin ya da kişinin davası ya da meselesi değildir.  Allah rızası için elinizi vicdanınıza koyunuz. Bu Anadolu coğrafyasındaki Türk Milletinin var olma ve dik durma davasıdır. Hadise cumhuriyetçilikle Atatürkçülük veya benzer söylemlerle izah olunamaz. Uluslararası emperyalizmin Amerikan merkezli batı emperyalizminin bu kuşatma hareketi ve saldırısı  karşısında parti ya da ideoloji ayırımı yapmaksızın devletin yanında yer alınız. Bu savaş Türk Kürt ya da alevi Sünni, veya ideoloji savaşı değildir. Bu savaş küresel emperyalizmin Türkiye’nin direncini kırmak savaşıdır. Bu savaşta doğru yerde olunuz ve doğru yerde saf tutunuz. Türkiye düşmanlarının, millet ve ümmet düşmanlarının yanında yer almayınız. Allah bu savaşta milletimizin yanında olsun ve emperyalizme fırsat vermesin.
Allah mübarek şehidlerimize rahmet kalanlara sabır versin
(bu yazı 28 haziran 2016 günü gecesi İstanbul Atatürk Havalimanına yapılan silahlı ve bombalı saldırının ardından aynı gece kaleme alınmıştır.)


5 Mayıs 2016 Perşembe

ÖLÜME DOĞRU

Beşikten mezara süren hayatta
İnsanca yaşamak kolay iş değil
Bir anlık rüyadır sanıyor gönül,
Bir büyük imtihan, bu bir düş değil.

Helalinden yaşa, haramdan uzak,
İnsanlar içindir her emir, yasak,
Şeytanın kurduğu o kahpe tuzak,
Köpeklere yaldır,kula aş değil.

Ne aşklar sevdalar geçer gönülden,
Koklasak her türlü çiçekten, gülden,
Dinleriz türküyü dertli bülbülden,
Tükenir bir ömür, giden yaş değil.

Görün ve anlayın dünya halini,
Beladan  uzak tut el ve dilini,
Doğru tamamlarsan hayat yolunu,
Ahrette doludur,  elin boş değil.

Yaradan yazmıştır kaderdir başta,
Düşüp kalacağız bu zor savaşta,
Mezarda adımız bir beyaz taşta,
Yaşamak bir çile, ölüm hoş değil.

İbrahim söyledi,  en son sözünü,
Tuttu bırakmadı Hakkın izini,
Kabire döndürmüş, elin yüzünü,
Ahrette mevsimler yazdır kış değil.

26 Nisan 2016 Salı

SPOR, FUTBOL, TARAFTARLIK, FANATİKLİK VE DÜŞMANLIK, TRABZONSPOR-FENERBAHÇE SAVAŞI

         

                Uzunca bir süredir, gördüğüm ve duyduğum ve şahid olduğum her defasında beni son derece üzen, düşündüren  bir olay şudur ki futbol maçları öncesinde, sırasında ve sonrasında taraftarlar arasında meydana gelen kavgalar ve çatışmalar artık istisnai olay olmaktan çıkmış ve yaygınlaşmış bir haldedir.  Bu üzücü olaylar toplumun birlik ve bütünlüğünün tehdit eder  hale gelmiştir.
                Son olarak yine Fenerbahçe Trabzonspor  maçı sırasında meydana gelen olaylar nedeni ile maç iptal edilmiştir. Muhtemelen Trabzonspor yine hükmen mağlup ilan edilecek ve Fenerbahçe üç puanın sahibi olacaktır. Böylece artık kemikleşmiş Fenerbahçe Trabzonspor düşmanlığı daha da Trabzonluların kalplerine yerleşecektir.
                Ben ikibuçuk yıl kadar Trabzon’da kaldım.  Hangi takımı tutuyorsun diye sorduklarında  Fenerbahçeli’yim diyecek kadar  Fenerbahçeliyim. Fakat üç büyüklerden biri ile bir Anadolu takımı maç yaptığında ise Anadolu takımını tutacak kadar da üç büyükler karşısındayım. Fenerbahçenin şampiyonluğundan ise Trabzonsporun şampiyonluğunu tercih ederim.  Trabzon’da  bulunduğum dönemde yine bir maç sırasında meydana gelen olaylar nedeniyle maç tatil edildi ve Trabzonspor hükmen mağlup sayıldı ve ceza da aldı. Bir Trabzon’luya; “ne oldu şimdi iyi mi yaptınız?... Trabzonlu ya da Trabzonspor kar mı etti?... Fenerbahçe bedavadan aldı puanları gitti” dediğimde o şahıs hiç düşünmeden o yöresel ve hoş şive ile diyordu ki hiddet ve nefret ile; “az bile yaptuk, az bile yaptuk” . mantık bu olunca diyecek fazla bir şey kalmıyor.  Gördük ki son olayda da tahliye olan saldırgan delikanlı çıkarken  “helal olsun” tezahüratları arasında adliyeyi terk etti. Bir yakını ise “haklı” diyordu tek kelime ile. Fenerbahçe otobüsüne yapılan saldırı sırasında da Trabzon’da idim.  “Yahu tamam anladık, düşmansınız ama domdom kurşunu atacak kadar mı düşmansınız” dediğimde de sözlerimin muhatabı kişinin nerede ise o saldırıyı yapan kişi olabileceğinden şüphe ettim. O kadar kin ve öfke dolu idi ki tavrından ve duruşundan ürktüğümü söyleyebilirim.
                Trabzon’da aldığım arabamın plakası 61. İstanbul’da yaşıyorum, bir dönem de olsa Trabzon’da yaşadığım ve Trabzon’un plakasını taşıdığım için ayrıca gurur duyuyorum. Ama aklıma şöyle bir şey geliyor. 61  Trabzon plakalı otomobilimi Kadıköy’de Fenerbahçe stadı civarına park etsem bir Fenerbahçeli olarak benim ya da arabamın başına neler gelebileceğini düşünmek bile istemiyorum. Şimdiye kadar olmadı fakat bu hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmez. Yani ben İstanbul’da yaşayan bir Fenerbahçeli olarak 61 plakalı bir otomobile sahip olduğum için ben ve otomobilim her an için Fenerbahçeli fanatiklerin saldırı tehdidi altındadır. Oysa ki ben 61 plakamı da seviyorum, taşımak istiyorum  ve ben Fenerbahçeli’yim ve ben ayrıca Trabzon’u ve Trabzonsporu da, Trabzonluyu da seviyorum. Şimdi söyleyin bakalım benim halim ne olur? Sanki ayrı ülkelerin vatandaşı gibi oluveriyoruz farklı spor kulübü taraftarı olunca. İki köy takımı futbol maçı yapacak maç için bir araya gelen iki komşu köy halkı birbirine giriyor. İki kasaba takımı maç yapıyor, maç sırasında veya öncesinde veya sonrasında yine iki kasaba halkı birbirine giriyor. Sanki adamlar maça değil de o köyü ya da kasabayı ya da şehri fethetmeye gidiyorlar. Ne kadar yanlış ve ne kadar ilkel bir düşünce, ne kadar  yobaz bir anlayış.
                Bu dramatik hal karşısında devlet yetkililerine, kulüp yetkililerine, futbolculara, taraftarlara ve vicdanı satılık hakemlere bir de kamuoyu oluşturan basına söyleyecek birkaç kelamım vardır.
                Ey devlet yetkilileri; lutfen kronikleşen düşmanlıkların önlenmesi  ve unutulması ve telafisi için öncelikle aralarında çok açık husumet olan takımlar arasında yapılan  futbol karşılaşmasında olaylar çıktığında  iki takımdan birine saha cezası ya da hükmen mağlubiyet vermek gibi cezalar yerine her iki takımın en azından birer ya da ikişer puanını silmek gibi cezalar veriniz ki hiçbir takım idarecisi ya da taraftarı ya da futbolcusu kin ve nefret söylemleri ile ve davranışları ile hareket etmesin. İkinci olarak sporun düşmanlığı değil kardeşliği artırması gerektiği yolunda bilgilendirici eğitici programlar yaygınlaştırılmalıdır.
                Ey futbolcular; lutfen sahada düşmana saldırıyor gibi karşı takım futbolcularına saldırmayınız. Centilmen olunuz, efendi olunuz ve rakip futbolcuların önünde kendi taraftarınıza karşı perde ve kalkan olunuz. Unutmayınız geçiminizi futboldan sağlıyorsunuz, ne rakibinizin ne kendi futbol hayatınızı riske etmeyiniz, bitirmeyiniz.
                Ey taraftarlar; şunu biliniz ki altı üstü bir spor karşılaşmasıdır olan. Ne bir köyü kasabayı ya da şehri fethetmeye gidiyorsunuz, ne de bir rakip takımı ve taraftarlarını meydan savaşında imha etmeye. Rakip takım oyuncuları ve taraftarları içinde hemşerileriniz ve hatta akrabalarınız bile olabilir. En azından onlar aynı soydan, aynı dinden sizin özkardeşlerinizdir. Aynı devletin vatandaşısınız. Bunu asla unutmayınız.
                Ey kulüp idarecileri; sizler de lutfen rakip kulüp idareci, futbolcu ve taraftarlarını ermeni ya da Rus gibi ezeli düşman gibi görmeyiniz. Spor karşılaşmalarında elbette sadece bir kazanan bir kaybeden olacaktır. Her ne pahasına olursa olsun kazanmak için centilmenlik dışı sert ve kırıcı oyuna zorlamayın futbolcularınızı. Ve lutfen hakem ayarlama, satın alma veya şike için futbolcu satın alma gibi ahlak dışı yollara tevessül etmeyiniz. Spor, ilgililerini centilmen ve ahlak sahibi yapamıyorsa hiçbir işe yaramayan hatta zararlı bir şeydir. 
                Ve ey hakemler; lutfen satılmayacak kadar ahlaklı, taraf tutmayacak kadar onurlu, kin ve nefreti körüklemeyecek ve beslemeyecek kadar hoşgörülü olunuz. Ya da bu hakemlik işini bırakınız. Sizden tempo halinde “i.ne hakem” dendiği gibi olmamanızı istiyoruz. Maçları hoşgörü ile sabırla, gülerek ve tebessüm saçarak yönetin lutfen, saha ortasında nazi lideri gibi sert despotik duruşlar göstermeyiniz.
                Ve, ve ey basın mensupları; olaylar karşısında lütfen taraf olmayınız ve hiçbir spor kulübü, futbolcusu ya da taraftarı ya da hakemlerin ne avukatı ne de dostu düşmanı değilsiniz. Bu olmaması gereken düşmanlık karşısında lutfen taraf olmayınız ve düşmanlıkları bitirmek için elinizden gelen gayreti gösteriniz. Satılık ve kiralık kalem olmayınız ve sizler de vicdanınızı kiraya vermeyiniz.
                Son cümlede diyorum ki her şeye rağmen kin ve nefret söylemlerini beslediği ve bitirmek için hiçbir gayret göstermediği açıkça görülen spor kulüplerinin faaliyetlerine ortalama bir sezon resmi müsabaka yapmama veya bir alt lige düşme cezası verilmelidir. Kardeşlik yerine düşmanlığı besleyen ve artık sektörel bir yapıya dönüşen ve borsada bile hisseleri  işlem gören kulüpler şunu bilmelidir ki akıllarını başlarına almazlar ise lig dışı kaldıklarında veya müsabaka yapamaz hale geldiklerinde borsada ve halkın gözünde ne hale geleceklerini kendileri  çok iyi düşünmeli ve ona göre bir spor politikası izlemelidirler.
                (bu arada 61 plakalı otomobilim ile İstanbul’da ne yapacağıma hala karar verebilmiş değilim!) 

22 Mart 2016 Salı

DİNİN SUYUNU ÇIKARMAK

        Son zamanlarda artık sınırları zorlayan bir tv ve radyodan pazarlama faaliyeti aldı başını gidiyor. Malum olduğu üzere saç çıkarma ilacından, ucuz ve kaliteli bal ve her türlü kişisel eşya ve ihtiyaçların hatta tencere ve tavaların, türlü zayıflama aletlerinin kısaca aklınıza gelebilecek herşeyin internet ortamında pazarlandığını biliyoruz ve zamanla kanıksadık bile. Ancak son günlerde bu pazarlama faaliyeti namaz kıldıran seccadeden, ezan okuyan saatlere, kuran okuyan kol saatlerine, dini muhtelif kitaplara, bu arada dua kitaplarına, cevşen ve muskalara, sihir ve büyü kitaplarına kadar çok farklı bir alanı da işgal etti. Bir kucak sakalı ile olmadık yerlerde boy gösteren şovmenlikte Beyazıt Öztürk'ü bile geride bırakan bir namlı hocamız da bu kervana katıldı. Kendine ait Lalegül adında bir televizyon ve radyosu da olan bu zatı muhterem, çörek otu yağından, türlü dua kitaplarına, cevşenlere ve muskalara kadar pazarlamadığı bir şey kalmadı. Hırka-i Şerif ve Sakalı şerifin yıkandığı suları da her derde devadır diye pazarlayan bu zat bir yerde de Efendimizin kan ve idrarını içen sahabelerin de cehennem ateşinden kurtuldukları gibi bir iddiayı üstelik efendimize iftira atarak iddia etmiştir. Artık iş öyle bir hale geldi ki türlü tv kanallarında ipini koparan hocaefendi en etkileyici jest ve mimikleri ve şovları ve canlı bağlantıları ile marifetlerini gösterip din istismarcılığı ve tüccarlığı yapmaya devam ediyorlar.
         Öte yandan ise kedicikleri ile meşhur pehlivan kılıklı zat ta kendi televizyon kanalında her türlü dekolteli müritleri ile çok yakın tarihlerde yılbaşından yılbaşından TRT de en fazla birkaç dakikalığına gördüğümüz Nesrin Topkapı şovlarının çok daha uzun soluklu örneklerini cümle aleme göstermekte.
           Devletimizin Diyanet İşleri Başkanlığı adında bir kurumu ve başında bir başkanı var. Belki Türkiye'nin en büyük bütçeli ve kadrolu kamu kurumudur. Artık bir DİYANET TV miz bile var. Ancak dikkatle takip ettiğim halde Diyanet yetkililerinden bu üç kağıtçı ve istismarcı -tüccar tayfa ile ilgili en ufak bir yorum, tenkit ya da uyarı asla ve asla yapılmıyor. Oysa ki ben bekliyorum ki Diyanet İşleri Başkanlığı kamuoyunu bu konuda aydınlatmalı ve bu tip faaliyetlerin din dışı olduğunu ve dinen caiz olmadığını alenen ilan etmelidir. Bu konuda hazırladığım bu metni Diyanet İşleri Başkanlığı'na da göndereceğim. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın  yukarıda kısaca ifade ettiğim hususlarda;
          1-Tüm kamuoyuna ulaşacak bir  biçimde basın ve yayın araçları yolu ile din pazarlaması yapmanın fevkalade din dışı bir iş olduğunu ve periyodik aralıklarla ve açıkça ilan etmesini bekliyorum. İlan-reklam, radyo ve tv programları yolu ile özellikle dua kitabı, cevşen, muska, sihir ve büyü kitapları pazarlamanın fevkalade günah ve din dışı bir faaliyet olduğunu ilan etmelidir.
            2-Bır kısım nerede yetiştiği ya da yetiştirildiğini bilmediğimiz kişilerin kendilerine hoca efendi süsü vererek türlü vakıflar, dernekler veya tarikatlar başına geçerek ümmeti ve milleti yoldan çıkarmasına uygun yollardan acilen müdahale edilmelidir. 
                 3-Dini hayatımızın tanzimi ile ilgili olarak bütün tv ve radyo kanallarından günün belli bir saatinde ve beş dakika gibi kısa bir zaman diliminde aydınlatıcı kamu spotu yayını yapılmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuyu tanzim ve idare etmelidir. 
                Din de diğer fikirler ve düşünceler ve hayat tarzları gibi uygun bir dil ile tebliğ ve tanıtıma muhtaçtır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana onlarca yıl dini hayatımız baskı ve kontrol altında tutulmuş, millet dini bilgilerden ve dini hayattan uzak bırakılmıştır. Şimdi ise yapılan bu pespaye yayın ve tanıtımlarla din dışında kalmış olanlar tamamen dinden uzaklaştırılırken dindar insanlarımız ise kandırılmakta, aldatılmakta, istismar edilmekte ve hatta dinden soğutulmaktadır. En son gördüğüm çirkin işlerden birisi de şudur ki; sezonluk umre devre mülklerimiz var, termal devre mülke gitmek istemezseniz umreye gidebileceksiniz, onlardan da istifade edebileceksiniz vaadi ile termal devremülkler pazarlanmakta ve umre düşkünü insanlarımız kandırılmaktadır.
              Son olarak diyorum ki; "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan" ise bunca yalan yanlış söz, davranış ve hatta din dışı söylem karşısında susanlardan olmuş olmamak için tüm yetkililere ve bu satırları okuyan herkese sesleniyorum. Her sakallı dedemiz de değil, hoca da değil. Her hoca geçinenin ya da hoca sanılanın ya da hoca efendi denilenin sözlerine kapılıp gitmeyin. Yüce Allah'ın verdiği aklınızı kullanın. O Allah ki Kuran'da pek çok yerde bizlere "ey akıl sahipleri" diye hitap ederek söze başladı. Dolayısı ile aklı olmayanın dini de olmaz, aklını kullanmayanın da yolu yol olmaz. Gelin aklınızı kullanın, dünyanızı da ahiretinizi de berbat etmeyin. Ve ey yetkililer lutfen size verilen dini hayatımızı tanzim ve hizmet görevini layıkı ile yapın ve bu din tüccarlarına ve istismarcılarına alan bırakmayın. Onların seslerini ve soluklarını  kesin Allah rızası için.  Bu din tacirliğine, bu cinayete, bu ayağa düşmüş hale bir son verin ne olur......
             


2 Şubat 2016 Salı

METİN YÜKSEL-ALİ BİLİR-AKINCI ÜLKÜCÜ DÜŞMANLIĞI MI İSLAM KARDEŞLİĞİ Mİ?


BİR PAYLAŞIM GÖRDÜM BUGÜN VE ESKİ GÜNLERİ HATIRLADIM YENİDEN. YIL 1979. ÇOK SANCILI GÜNLERDİ. SOL SAĞ DEMİYELİM DE HAİNLER VE VATANSEVERLER ARASINDA BİR KAVGA VARDI. BİR BAŞKA İFADE İLE ÜLKÜCÜLER İLE SOL FRAKSİYONLAR ARASINDA VE HATTA SOL FRAKSİYONLARIN KENDİ ARALARINDA. İŞTE O GÜNLERDE CEPHEDE HİÇ BİR VARLIĞI VE AKTİVİTESİ OLMAYAN   AKINCI GENÇLİK FATİHTE METİN YÜKSEL İSİMLİ DELİ FİŞEK GENCİN ÖNE ATILMASI İLE HER NEDENSE SADECE FATİH BÖLGESİNDE KENDİNE BİR KURTARILMIŞ BÖLGE İHDAS ETMEK GAYRETİNE GİRDİ.  VE BU YILLARDA HALKIN SESİ AYDINLIK GURUBU İLE DE  SİYASİ KÜRTÇÜLÜK AÇISINDAN YAKIN TEMASA GİREN AKINCI GENÇLİK DAHA EYLEME DÖNÜK FAALİYETE BAŞLADILAR ANCAK BU EYLEMLERİ, SOL VE SİYASİ KÜRTÇÜ KESİME DEĞİL DE ÜLKÜCÜ GENÇLİĞE KARŞI İDİ HER NEDENSE. HATTA O GÜNLERDE FATİH İLÇESİNDE BİR SİYASİ CİNAYETE KURBAN GİDEN BİR GENCİN BAŞINDA HALKIN SESİ AYDINLIK(DOĞU PERİNÇEK) GURUBU İLE AKINCI GENÇLİK CENAZENİN KALDIRILMASI KONUSUNDA İHTİLAFA DÜŞTÜLER. HER İKİ TARAF CENAZENİN KENDİLERİNE AİT OLDUĞU KONUSUNDA İSRARCI OLUNCA BİR MANTIKLI ÇÖZÜM BULDULAR VE BU CENAZEYİ BİRLİKTE KALDIRDILAR. CENAZE KALDIRMAKTA  MAKRKSİST MAOCU SİYASİ BÖLÜCÜ KÜRTÇÜLERLE ANLAŞAN METİN YÜKSEL VE ARKADAŞLARI ÜLKÜCÜLERİ İSE KADİM DÜŞMAN OLARAK GÖRDÜ. O DÖNEMDEKİ ÜLKÜ OCAKLARI BAŞKANI   RECEP ÖZTÜRK'E SİLAHLI SALDIRI YAPARAK KURŞUNLA BİR GÖZÜNÜN KÖR KALMASINA NEDEN OLAN FAİL DE METİN YÜKSEL'DİR. KISACA KOMÜNİST GENÇLİĞİ NEREDE İSE NAMAZ KILMAYAN KARDEŞ OLARAK GÖRMEYE ÇALIŞAN METİN YÜKSEL ZİHNİYETİ ÜLKÜCÜLERE GELİNCE İSE HEMEN IRKÇI KAFİR YAFTASINI YAPIŞTIRMAKTA  HİÇ BİR SAKINCA GÖRMEDİ. BEN BİZZAT AKINCI GENÇLİĞİN BİR BİLDİRİSİNDE NASIL AÇIKTAN IRKÇI KAFİR DEDİKLERİNİ BİLDİRİYİ BANA GETİREN BİR ARKADAŞIMIN ELİNDE GÖRDÜM VE O ARKADAŞIMLA BİRLİKTE  BİR CEVABİ BİLDİRİ HAZIRLADIĞIMIZI DA HATIRLIYORUM. İŞTE BU METİN YÜKSEL KARDEŞİMİZ KALDIĞI VAKIFLAR YURDUNA EN YAKIN KONUMDAKİ NEVŞEHİR YURDUNDA KALAN ÜLKÜCÜLERİ EN YAKIN HEDEF BELLEYEREK SALDIRGAN VE DÜŞMANCA TUTUMUNU SÜRDÜREREK ÖLÜMÜNDE ADI GEÇEN ALİ BİLİR'İN SİLAHINI GASP ETMESİ, SİLAHIN GASPI SIRASINDA VE İADESİNİ İSTEMESİ SIRASINDA OLMAK ÜZERE İKİ DEFA AĞIR ŞEKİLDE DÖVEREK AJİTE ETMESİNDEN SONRA BAŞINA BU ÜZÜCÜ HADİSE GELMİŞTİR. KÖTÜ OLMUŞTUR ELBETTE. KEŞKE OLMASA İDİ. BABASI MOLLA SADRETTİN'İN MÜBAREK BİR İNSAN OLMASI BENİM BİLDİĞİM ÜÇ EVLADI METİN YÜKSEL, MÜFİT YÜKSEL VE EDİP YÜKSEL OLMAK ÜZERE ÜÇÜNÜN DE MÜBAREK OLDUĞU ANLAMINA GELMEZ, EN AZINDAN HİÇ KUSURSUZ MASUM OLDUĞU ANLAMINA GELMEZ. NİTEKİM EDİP YÜKSEL AMERİKADA YAŞAMAKTA VE SAHTE PEYGAMBER OLARAK TA ANILMAKTA OLUP İSLAMİ GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELERİ FEVKALADE UÇ NOKTALARDADIR. NEYSE BUNLARI GEÇELİM. HER NASILSA BÖYLE ELİM BİR HADİSE ZUHUR ETMİŞ ALİ BİLİR KATİL METİN YÜKSEL DE MAKTÜL OLMUŞTUR. HER İKİSİ DE HESABI GİTTİKLERİ YA DA GİDECEKLERİ YERDE ALLAHA VERECEKLER. KEZA BİZ DE O HESAPTAN KURTULAMAYIZ. ANCAK BU OLAYI OLUR OLMAZ HER ZAMANDA VE ZEMİNDE  METİN YÜKSEL İN DAHİ IRKÇI KAFİR OLARAK NİTELENDİRDİĞİ ÜLKÜCÜLERLE AKINCI GENÇLİK ARASINDA BİR KAN DAVASINA DÖNÜŞTÜRMENİN NE MİLLETE NE ÜMMETE HİÇ BİR HAYRI VE FAYDASI YOKTUR. ZAMAN ZAMAN BUNLARI GÖRDÜKÇE BEN ÇOK ÇOK ÜZÜLÜYORUM. ŞUNU ÇOK İYİ BİLİYORUM Kİ GEÇMİŞTE AKINCI GENÇLİK İÇİNDE İRANDA HUMEYNİ SAFLARINDA ALLAH RIZASI İÇİN ŞAHA KARŞI SAVAŞAN KARDEŞLERİMİZ OLDUĞU GİBİ SONRASINDA SADDAM SAFLARINDA BU DEFA BAŞKA DÜŞMANLARA KARŞI SAVAŞA GİDEN, HATTA ÇEÇENİSTANA GİDEN VE BURALARDA ŞEHİD OLAN İNSANLARIMIZ VAR OLDUĞU GİBİ AYNI ŞEKİLDE ÇEÇENİSTANDA, VE BUGÜN BAYIR BUCAK TÜRKMENLERİ İÇİN SURİYEDE SAVAŞAN VE ŞEHİD DÜŞEN İDEALİST İMANLI KARDEŞLERİMİZ VARKEN BU KARDEŞLERİN ARASINA ADETA BİR YEZİT VE HÜSEYİN FİTNESİ KOYMAKTAN KAÇINMAYA DAVET EDERİM HERKESİ. BUNU YAPMAYALIM. BU ZULMÜ VE CİNAYETİ İŞLEMEYELİM. ASIL BÜYÜK CİNAYET BUDUR. TAMAM ÜLKÜCÜLERİN AMELİ AKINCILARDAN BİRAZ EKSİK OLABİLİR, DAHA DÜNYEVİ GÖRÜNEBİLİRLER VE BU GÜN GÖRÜNEN GERÇEK TE ODUR ANCAK BU MİLLET VE ÜMMET İÇİN HERKESTEN ÖNDE ÖLÜME KOŞACAK OLAN SERDENGEÇTİLERİN ÇOĞU YİNE ONLAR İÇİNDEN ÇIKACAKTIR VE ÇIKMAKTADIR DA. BU SATIRLARI KİMSEYİ KARALAMAK YA DA AKLAMAK İÇİN SÖYLEMİYORUM. SADECE AKLI SELİM DÜŞÜNMEYE DAVET EDİYORUM HERKESİ. MÜSLÜMAN HÜSNÜZAN İLE HAREKET EDER, NEFRET İLE DEĞİL SEVGİ İLE BAKAR, MERHAMET İLE YÜCELİR, ZULÜM İLE İSE HELAK OLUR. LÜTFEN BUNU YAPMAYALIM. "Hasan El-Benna’dan İskilipli Atıf Hoca’ya, Metin Yüksel’den Malcolm X’e, Abbas Musavi’den Zelimhan Yandarbiyev’e kadar birçok" DİYE,İSİM SAYARKEN METİN YÜKSEL EN AZINDAN BU İSİMLER ARASINA GİRMEMELİDİR. DİYE DÜŞÜNÜYORUM. ÜZÜCÜ BİR HADİSE GERÇEKLEŞMİŞTİR. ANCAK ŞUNU ÇOK İYİ BİLİYORUM ALİ BİLİR DE EN AZ METİN YÜKSEL KADAR İMANLI İHLASLI, İBADETLİ VE DÜZGÜN BİR İNSANDI. ÖLEN ZALİMİN ELİNDEN ÖLDÜREN NE ÇEKMİŞE DÖNDÜRMEMEK LAZIM. KEŞKE OLMASA İDİ. AMA ASIL BÜYÜK CİNAYET TEKRAR SÖYLÜYORUM BU CİNAYETİ YENİ CİNAYETLERE VE FİTNELERE TEMEL OLACAK ŞEKİLDE ANMAK VE KİN VE NEFRETİ CANLI VE DİRİ TUTMAYA ÇALIŞMAKTIR.  BU KONUDA BENİM BİLMEDİKLERİMİ BİLEBİLECEK DURUMDA OLAN KİŞİLER DE VARDIR ARKADAŞ LİSTEMDE MUTLAKA, İSİM ZİKRETMEK İSTEMİYORUM AMA BU CİNAYETİN KIRK YIL SONRA FİTNEYİ, KİN VE NEFRETİ KÖRÜKLEYİCİ BİR  BAKIŞ AÇISI İLE ANILMASINA KARŞI OLDUĞUMU İFADE VE İLAN EDİYORUM.