27 Eylül 2018 Perşembe

AYRILIKTA AZAP, BİRLİKTE RAHMET VE HAYIR VARDIR


                   Görürüz ve biliriz ki birlikte hayır vardır, güç vardır, gelişme, büyüme vardır, zafer vardır. Ayrılık ise fitnedir, küçülmedir, bölünmedir, teslimiyettir, mağlubiyettir. Bunun böyle olduğunu görürüz ve biliriz de neden ayrılık yönünde sürüklenir dururuz yüzlerce yıldır, neden bu birliğin getireceği güçten ve zaferden mahrum kalırız? Ne demişti şair bir şiirinde: “girmeden tefrika millete, düşman giremez-toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” Bu konu üzerinde fazla akademik ayrıntıya girmeden basit ve anlaşılır nedenleri araştırmak üzerinedir yazımızın konusu. Neden, nasıl niçin ortaya çıkar bu bölünme ve ayrışma…….
                Bu nedenleri önce iki kategoriye ayırmamız lazım. İçeriden kaynaklanan nedenler ve dışarıdan yapılan müdahaleler. Ve bu ikisinin birlikte ortaya çıkardığı sonuç ayrılık, ayrışma ve fitne ve bölünme, ve tabii küçülme.
                İçeriden kaynaklanan ayrışma nedenlerinin başında gelen en önemli neden çok bilgili ve birikimli bir avuç insanın bilgisiz ve birikimsiz insanları kendi istek ve iradeleri doğrultusunda sürüklemesi gelmektedir. Bazı kişilerin siyasi veya dini konulardaki bilgi ve birikimlerinin üstüne kendilerinden kaynaklanan istek ve egoları veya dışarıdan desteklenen yönlendirici ve önlerini açıcı destekler birleşince bir anda karşımıza küçümsenmeyecek bir dini veya siyasi topluluk ortaya çıkıvermektedir. Fazla ayrıntıya girmeden bu gurup, topluluk ve liderlerle ilgili isimler vereceğim. Gerisini okuyucu anlayacaktır:
Adnan Oktar ve ardından giden bir gurup mankurt sürüsü,
Haydar Baş ve ardından giden bir gurup siyasi ve dini köle,
Meral Akşener ve ardına takılmış kimlik problemini çözememiş topluluk,
Temel Karamollaoğlu ve kayıtsız şartsız ona biat etmiş topluluk,
Aykut Edibali ve marjinal kalmış bir gurup siyasi topluluk,
Mahmut Ustaosmanoğlu ve ardına takılmış şalvarlı ve çarşaflı topluluk,
Alparslan Kuytul ve bağlıları,
Mustafa Destici ve küçülmüş partisi,
Yavuz Ağıralioğlu ve onun bile ardına takılmış bir avuç insan,
Kemal Kılıçdaroğlu ve kayıtsız şartsız CHP ye biat etmiş PKK dan laikçiye bir koca kalabalık,
Devlet Bahçeli ve herşeye rağmen MHP diyen topluluk,
Recep Tayyip Erdoğan’ı ilahlaştırmaya müsait bir büyük topluluk,
Marksizmden leninizmden Maoizme, oradan PKK yandaşlığı, Kürtçülük ve sonrasında Atatürkçülüğe evrilmiş bir Doğu Perinçek köleleri.
Mustafa İslamoğlu, Abdülaziz Bayındır, Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, ve sayısız muadil rehberlik iddiasındaki zevat ve ardına takılmış sürüye dönüşmüş irade ve idrak yoksunları.
Bu liste böylece uzar gider. Bu listedeki insanların ortak paydaları hareketin başındaki kişiye kayıtsız şartsız tabi olmak ve onun doğrularını doğru, yanlış dediklerini yanlış kabul etmektir.   Ve bu toplulukların  başındaki kişilerin siyasi veya dini önderlerin ortak  özellikleri sürülerini kendi nefisleri veya ipotek verdikleri merkezlerin istekleri ve iradeleri doğrultusunda kullanmak, onların etinden, sütünden ve yününden azami istifade etmektir.
Kısmen işarete ettiğimiz gibi bu liderlerin veya etraflarındaki kurmaylarının bir kısmı pastayı paylaşan kısmında bir kısmı ise mankurtlar kısmındadır. Özellikle liderler ya doğrudan nefislerine bağlı hareket etmekte veya onların nefislerine hükmeden merkezlerin emir komutasında sürülerini sevk ve idare etmektedir. Bunun en son örneği FETÖ dür. Bu kendine vaiz süsü veren hain senelerce camilerde, kürsülerde salya sümük ağlaya ağlata kendine kocaman bir mankurt ordusu oluşturmuş ve devletin en hassas kurumlarını  bu mankurtları vasıtası ile ele geçirmiştir. Bu mankurtların pek çoğu ihanetin farkına varamamış ve hala farkında olmayan bakiye bir taraftar gurubu vardır. Ancak artık apaçık görülmektedir ki İsrail’in işgali altındaki Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanıyıp orada elçilik açacak kadar alçaklaşan emperyalist Amerika bu haini kendi koruması altında Pensilvanya’da muhafaza etmektedir.
Son yüzyılda savaş metot ve taktikleri değişmiş, postmodern darbeler, postmodern savaşlar, dijital ve teknolojik saldırılar sıcak savaşın ve devşirmeler ile yapılan kismi sabotaj ve ihanetlerin yerini almıştır. Bu metodu kullanan emperyalizm bir kurşun atmadan Anadolu coğrafyasını teslim almak üzere iken milletin direnişi ve azmi bu oyunu bozmuştur. Ancak göstere göstere sahneye konulan benzer senaryoların ardı arkası kesilmemektedir. Bu oyunları anlayabilirsek karşı durma gücünü kendimizde bulabiliriz. Aksi halde devletimizin ve milletimizin şahlanışı, silkinişi ve yeniden güç ve kudret kazanması yine yıllar alacaktır. Osmanlı İmparatorluğu gibi muhteşem bir imparatorluğu son yüzyılında tasfiye etmeyi başaran emperyalist batı kukla bir devletçik statüsündeki Türkiye yeniden dirilişe doğru gitmeye başlayınca Lawrence’den aldığı ilhamla sayısız Lawrence muadili ajan ile bu coğrafyayı istila ve işgal etmiştir. Millet ne kadar direnme azminde ise de nereye baksak bir başka Lawrence karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1918 de yenilmesinden sonraki tasfiye süreci sonrasında Osmanlı düşmanı, tarihi gerçeklerden bihaber, nesiller yetiştirilmiş, bu nesiller dini ve dünyevi görüşlerindeki farklılıklar nedeniyle birbirine ve hatta devlete düşman edilmiş, milli ve manevi değerlere yabancılaştırılmıştır.
Düşmanın türlü saldırıları yüzünden onlarca yıldır belini doğrultamayan Türk Milleti kendi değerlerinin ve gerçeğinin farkında, şuurlu ve imanlı nesiller yetiştirmeye fırsat bulamamıştır. Elinden alınan üç kıtadaki topraklar ve nüfuz alanındaki milletler arasına sokulan ayrılık ve nifak yüzünden sürekli insanlar çatıştırılmış ve adeta Osmanlı kontrolünde kalmanın bedeli o milletlere de ödetilmiştir ve ödetilmeye devam edilmektedir.
Ancak nereden nasıl başlarsak nasıl anlatırsak anlatalım şeytani mantık ya da kontrollü irade hemen devreye girmekte hiç alakasız söylemler ve eğilimler yeni ayrışma noktaları oluşturmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan Atatürk’ün ölümüne kadar sürdürülen Atatürk’ü kutsama ve ilahlaştırma ölümünden sonra İsmet İnönü ile kesintiye uğramış, ikinci adamın saltanatı başlamıştır.  Ancak 1950 de başlayan demokrat parti döneminden itibaren sürekli devleti 1923 ölçüleri ile formatlamak iradesi süregelmiştir. Ancak bizim tarihimiz 1923 ile başlamamaktadır, sadece Anadoludaki serüvenimiz  evvelini saymazsak 1071 de başlar. Daha öncesi Ergenekon-Orta Asya’dan başlayan binlerce yıllık bir tarihimiz vardır. Fakat şu anda 60 lı yıllarda ortaya çıkan Alparslan Türkeş’in başbuğluğu sonrasında son zamanlarda ebedi başbuğ Atatürk diyen bir kesim ortaya çıkmıştır. Laik-kemalist Atatürkçüler, Atatürk’ü ebedi Başbuğ kabul eden ülkücü-Atatürkçüler, Ulusalcı, hem Marksist hem cumhuriyetçi Atatürkçüler, Türkçüler, Kürtçüler, İslamcı kürtçüler, aleviler, Alisiz aleviler, İslamı Arap dini ve Araplaşma gibi varsayanlar, ve devamında katıksız Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı, Osmanlı düşmanlığı, Selçuklu hayranlığı veya Osmanlı hayranlığı, cumhuriyeti toptan yok sayma, mezhepçilik, tarikatçılık, farklı anlayışlar, eğilimler, mealcilik, mezhepsizlik gibi, gibi, gibi bir dünya eğilim ve fraksiyon ortaya çıkmış bunlar farklı alanlarda farklı ittifaklar oluşturmuştur.
Bu süreci anlatmanın sonu gelmez, sadece şunu ifade ederek bu faslı bitirelim. Cehaletten uzak, dini ve beşeri evrensel değerler doğrultusunda, iyi bir Müslüman ve iyi bir insan ve vatandaş olma bilincinde birleşecek bir topluluğu hiçbir yerli ve yabancı gücün ajite etmesi veya sevk ve idare etmesi asla mümkün olmayacaktır. Kolaycılığı bırakıp, gözü kapalı teslim olmayı bırakıp Yüce Allah’ın bize verdiği aklı ve iradeyi kullanarak en doğru yerde olmayı ve gereksiz kin ve düşmanlıklardan uzak kalmayı gaye ve hedef haline getirmek zorundayız. Allah, ahirette dünyadaki hayatımızın hesabını başımızdaki çobandan değil bizzat her birimizden soracaktır. Ve aptallığın lüzumu yoktur. Her halimiz ve her düşüncemiz ve eylemimiz, ve tabii her halimiz ve tavrımız Yüce Allah’ın rızası çizgisinde olmalıdır. Yüce Allah’ın yolunda ve rızasında olmak demek O’nun rızasında olduğunu iddia eden şaklabanların kayıtsız ve şartsız kulu ve kölesi olmaktan geçmiyor. Ve liderlere kayıtsız şartsız biat kültürü ve anlayışı ile tabi olmayalım. Ve biat etmediğimiz kişi ve topluluklara da mutlak düşman gibi görmeyelim. Türkiye'nin genel tablosu odur ki; yüzde elli artı biri tamamen müsbet, aklıselim ve devletinin yanında, kalan yüzde yirmibeşi telkin ve irşata açık gafiller ve şaşkınlar topluluğu, kalan son yüzde yirmibeş ise dini, etnik veya ideolojik nedenlerle hainler sürüsüdür. Bize düşen yüzde ellinin üstüne kalan yüzde yirmibeş gafil topluluğu uyandırmakla birlikte kalan yüzde yirmibeş hain topluluğu yüzde onların hatta yüzde beşlerin altına çekebilmektir. Aksi halde yüzde onu geçen hain oranı daima büyük bir tehlike olarak var olacak ve tehdidini sürdürecektir. Allah’ın kitabı  ve bindörtyüz yıllık birikimden süzülen kitaba uygun ayrıntılarda gerçeği aramaktan geçiyor.  Dolayısı ile nefsimize esir olmayacağımız gibi nefsimize hükmetmek isteyen ne idüğü belirsiz kişilerin de esiri olmayalım.
Yukarıda demiştik ki ayrışmanın içeriden ve dışarıdan kaynaklanan nedenleri var. Gözümüzü şimdi de dışarı çevirir isek Devletimize, milletimize ve yaşadığımız coğrafyaya gözünü dikmiş dini ve siyasi güçler var. Bunlar içimizdeki ve çevremizdeki devlet ve toplulukları hem dini hem de milli olarak kendi menfaatleri doğrultusunda Türk Devletine ve Milletine düşman etmek istemektedir. Bu güçler İsrail’i kuran ve idare eden Siyonist güçler, Avrupa’daki haçlı cephesi ile bu ikisinin arkasında duran Amerika’dır.  Rusya kendi içindeki Türk toplulukları nedeniyle açıktan düşmanlık gösteremese de bölgesel ve küresel güç olmak iddiası ile etrafımızda oyun kurucu olarak varlığını sürdürmektedir. Doğu sınır komşumuz İran da Safevi Devletinden bu yana asla dost olmamıştır. Mezhep nedeni ile Türkiye’ye düşmanlık ve Ermenistan’a dahi dostluk değişmez politikasıdır. Ancak devletlerin düşmanlığına bakarak demoralize olmanın gereği yoktur. Türk Milleti geçmişte de sadece gücü ve adaleti ile üç kıtaya hakim olmuştur, hiçbir devletin desteği ile değil. Yine olması gereken ve olacak olan budur. Türkiye gücü, adaleti ve antiemperyalist duruşu ile yaradandan aldığı güç ve mazlum halklardan aldığı ve alacağı destek ile yeniden dünyanın kaderine hakim olacaktır. Buna mani olmaya hiçbir beşeri merkezin gücü yetmeyecektir.

17 Eylül 2018 Pazartesi

KADERİMİZ YALNIZLIK



Yıllar geçtikçe, yaşlandıkça etrafımızdaki dostlarımız sevenlerimiz azalıyor, eksiliyor gibi görüyorum. Yanılıyor muyum diye bir baktım etrafıma gerçekten daha da azalıyor etrafımız, tenhalaşıyor ortalık ve daha da yalnızlaşıyoruz. Bu gözle görünüyor aslında. Tabii farklı nedenlerle oluşuyor bu yalnızlaşma.
                Çocukluğumdan kalan bir dünya arkadaşımın öldüğünü biliyorum. Dedelerim öldü, ninelerim öldü. Babam öldü, amcalarım, dayılarım, halalarım, birer birer ölüyor, eksiliyor.  Allah rahmet eylesin. Ölüm her geçen gün aramızdan bir sevdiğimizi çekip alıyor. Ölüm Allah’ın emri, diyecek bir şey yok.
                Sevdiklerimizden uzaklara düşüyoruz, gözden ırak olan sanki gönülden de ırak oluveriyor. Aramaz, sormaz, aranmaz sorulmaz oluyoruz. Daha dün gibi birlikte yediğimiz, içtiğimiz güldüğümüz, güzel sohbetler ettiğimiz insanların her biri bir diyarda başka dünyalarda başka insanlarla yiyor, içiyor, eğleşiyor.
                Eski zamanlarda olduğu gibi hayatımıza yeni kişiler de sokamıyoruz. Zaman kötü diyoruz, insanlar güvenli değil. Herkes farklı renkte boyada, zihniyette. Onların hayatlarına giremiyoruz ve hayatımıza alamıyoruz onları. Akşamları eskisi gibi ev sohbetleri yok, misafirlik ayrı bir ritüel gibi. Haber verme, kabul etme, eve alma ve ağırlama uğurlama. Öylesine bir protokol ki ikramlar son derece resmi ve sıraya tabi. İkramların bitmesi ile birlikte zaten misafirlik te bitiyor. Yine aileler dört duvar arasında hapis hayatına başlıyor. Pijama, terlik ve televizyon.
                Hısım ve akraba bağları da eskisi gibi değil. İhtilafsız ve gerçekten sevgi, saygı ve kardeşlik bağları içinde görüşen insanların sayısına bir bakın etrafınıza. Ne kadar az değil mi? Adeta yok derecesinde. Belki her üç aileden ikisinde anne baba ve evlatlar arasında bir nesil ve zihniyet çekişmesi ve özellikle gelin ve damatlar devreye girdiğinde yani ele karışıldığında bir sürtüşme, çekişme, geçimsizlik ve uzaklaşma. Kardeşler arasında eşler nedeniyle veya miras çekişmeleri nedeniyle araya giren mesafe ve soğukluklar. Kuzenler zaten çok uzaklarda kalıyor.  Anne babalar da ömürlerini verdikleri, ne hayallerle besleyip büyüttükleri, evlatlarından uzaklaşıyorlar. Evlatlar anne babalarından uzaklaşıyor. Ve huzurevleri mutsuz anne babaları soğuk kucağında ağırlamak için bekleşip duruyor.
                Hep çekirdek aile deriz ya. Çekirdek aile karı koca ve çocuklardan ibarettir. Çekirdek te çatlamadı mı acep?..... Ailenin çekirdeği kaldı mı? Boşanmalar hızla artıyor, erkek olsun kadın olsun yalnızlaşmış hayatları olan insanlar sarmış etrafımızı. Geçici birliktelikler bile uzun süreli değil. Nerede ise insanlar büfeden ilişki satın alacak hale gelmiş durumdalar. Bu yalnızlığı paylaşan bir şey de var günümüzde. Sanal hayatlar oluşuyor deyip noktayı koyalım.
                Sevgi, saygı, tahammül, hoşgörü, sadakat, sabır, şükür ve tevekkülün olmadığı toplumda dostluklar yalan ve kısa süreli. Arkadaşlıklar tükeniyor, bitiyor. Bir düşünün günün 24 saatinin herhangi birinde sadece hal hatır sormak için, özledim yüzünü görmek için geldim diyen bir çift göz görüyor musunuz? Veya telefonda bir ses, “sadece sesini duymak için halini hatırını sormak için aradım”  diyerek kalbinize sıcak duygular akıtıyor mu? Ne kadar yalnızız, ne kadar mutsusuz, ne kadar çaresiziz?...
                Meçhul bir zaman ve mekanda ve boyutta yapayalnız kalacağımız kabir hayatı içimizi ürpertiyor ancak, o boyuta geçmeden, bu dünyada ölümden beter bir yalnızlığın ortasında kalmaktan daha acı ne olabilir?

6 Eylül 2018 Perşembe

BENİM ŞEYHİM, BENİM GAVSIM, BENİM TARİKATIM, BENİM MEZHEBİM, BENİM DİNİM


Cumhuriyetin ilanı ile yasaklanan tarikatlar yıllarca illegal şekilde faaliyet göstermiş, evvelce olduğundan daha fazla kokuşmuştur. Ancak ümmet millet veya cemaat bunu anlamamakta israrlıdır. Malum olduğu üzere tarihte Lawrence deyince diyecek bir şey bulamıyoruz. “bir İngiliz casusunun hatıraları” diye bir kitapçık var, okuyunca derinden bir “vayyy” çekiyoruz ancak sözkonusu olan bizim şeyh olunca bizim şeyh yegane şeyhi ekber veya gavstır veya hatemül enbiyadır vesaire vesaire. Ve toz kondurmuyoruz şeyhimize. Bir de öldü mü hemen bir türbe ve nerede ise her ay başındayız. Anamızın babamızın mezarına o sıklıkla gitmeyiz. Çünkü anne baba şefaat edemez fakat şeyh mürşit şefaat edecek bizi elimizden tutup cennete sokacaktır. Gördük ki senelerce fetö önünde diz çöken evlatlarımız cezaevlerinde çürürken fetö, sarayında CIA ve FBI koruması altında ve yine etrafındaki bir avuç elit zevkü sefa içinde yaşamaya devam etmektedir. Bu görünen hakikate rağmen hala fetö denen salyalı köpekten medet uman zavallı insanlarımız da yok değildir. Fetö sonrasında Adnan Oktar, Alpaslan Kuytul, Haydar Baş, örneklerini de yaşadık. Nazım Kıbrısinin şeyhlerinden birinin Adnan Oktar ile ilgili tutuklama öncesi ve sonrası duruşu ve sahtekarlığı keza bazı ilahiyatçı isimlerin yüce dinimiz islamı tahrif etmek yolundaki çabalarını da görmezden gelmek mümkün değildir. Fakat her ne iş ise bir videoda olduğu gibi “gavsa ve ailesine kul olmak köle olmak farzdır vaciptir” diyen bir haddini bilmez dahi hoşgörülebilirken bizim burada bazı yaklaşımların dine ve itikadımıza uymadığını söylememiz nerede ise cürüm kabul edilmektedir. Binlerce sahabe sanki peygamber efendimize kul köle olmuş ta bizim haberimiz olmamış gibi insanın insana kulluğunu ve kayıtsız şartsız biat kültürünü ve anlayışını yerleştirmek isteyenler hem kendilerine ve hem de dine, ümmete ve millete zarar veriyorlar. “tarikat yoldur gidene” demişler, evet tarikat yoldur gidene ancak o yoldan gitmek hatta ve hatta bir mezhep veya tarikata dahil olmak farz da değildir vacip te değildir, sünnet te değildir. İslamın ilk iki yüz yılında kaç tane mezhep veya şeyh vardı, ya da sahabenin mezhebi mi vardı? Sadece Allah’a kul olunur, ve bu kulluk aracı kabul etmez. Dinimizde ruhban sınıfı da yoktur. Anadolu’ya ayak basan alperenler gibi dervişler görsek ta aralarına karışsak veya Hoca Ahmet Yesevi gibi şeyhler olsa da önünde diz çöksek keşke. Fakat şimdi şeyhler de müritler de maşallah zengin sofraların doymayan yamyamları olmuşlar. İslamda olmayan lüks, debdebe ve israf ve bu dinin peygamberinde olmayan kibir ve gurur nefisleri sarmış gitmiş.
Bu ne biçim zihniyet ise herkes putunu almış eline toz kondurmuyor. Derdimiz kimsenin putuna saldırmak değil sadece vazife saydığımız bir uyarıyı yapıyoruz. Alan alır, almayan almaz. Müslüman Allah’ın kitabı ve peygamberimizin sahih sünneti çizgisinde hayatını idame ettiren insandır. Ve Müslümana imanını muhafaza edecek kadar ilim talep ve tahsil etmek farzdır. Bunun ötesinde ne tarikat, ne mezhep veya ne de bir mürşide veya bir lidere kayıtsız şartsız biat etmek farz değildir. Bunu dediğimizde “Ehl-iSünnet İtikadının Kalesi Olan/Tarikatlar Terör Örgütlerinin Panzehiri ve TÜRK Milletin Çimentosudur “ gibi bir söylemle ortaya çıkıyor bazı kardeşlerimiz. Ben ise şu an tarikatların  panzehir değil tam tersine bizi uyuşturan ve rehavete sürükleyen ve ümmetin tüm maddi varlığını sömüren zehirli bir tehlike olduğunu düşünüyorum. Düşman milletin ve ümmetin yumuşak karnı olarak dini ve tarikatları keşfetmiş ve bu alanda cumhuriyetin kuruluşundan bu yana alt yapı oluşturmuştur. Etnik Milliyetçilik körüklenir ve dejenere edilirken din aslından esasından uzaklaştırılmıştır. Bu bütün islam dünyasında böyledir. Ümmet parça parça edilmiştir. Devletler içinde dahi tarikatlar vasıtası ile bölücülük yapılmış birlik ve dayanışma ruhu yok edilmiştir. Tarikatlar bugün her biri ihanet holdingine bağlı şirketler gibidir. Geçmişte güya çok farklı kulvarlarda görülen Yeni Asya nurcu gurubu ile FETÖ devletin operasyonu sonrası aynı çizgide buluşmuştur. Bunun nedeni ne olabilir? Elbette bunlar geçmişte de bir ve beraberdi, aynı merkezden idare edilmekte idi ancak biz bunu bilmiyorduk. Zamanı gelince, emir ve talimat gelince birleşiverdiler. Süleymancılar da aynı durumdadır. Son seçimler öncesinde merkezden emir ve talimat gelince derhal emredilen yerde buluşmak üzere faaliyete geçtiler. Hak yolunda olan bir topluluk hangi mezhep ya da tarikatta olursa olsun asla politize olmaz. Kul hakkına girmez ve sadece Hakkın rızasını gözetir. Oysa ki günümüz tarikatları şirketleşme, holdingleşme, politize olarak siyasi nüfuz sahibi olmanın ötesinde devletin kendisi olmak gibi bir hedefe doğru yürüme cüretinde bulunabilmektedir.  Ümmete hizmetin yolu sanki devleti ele geçirmekmiş gibi bir motivasyonun kaynağı sadece ve sadece düşman olabilir. Bir de şu konu gözden kaçırılmaktadır. Geçmişte tarihimizde tarikatlar arasında düşmanlık ve ayrılık asla yoktu. Gaye Allah rızası olunca hangi kapı olursa olsun fark etmiyordu. Şeyhler eğitim ve terbiye için müritlerini diğerine gönderip ondan nasiplenmesini isteyebiliyordu. Şimdi ise tarikatlar yegane hak yolun kendi tarikatları olduğuna ve en büyük şeyhin ya da mürşidin kendi mürşitleri olduğuna kayıtsız şartsız iman ediyorlar. Bu dinen asla doğru olamaz.
  Bazı doğru görünen söylemler zamanına göre doğru olmayabiliyor. Büyük harflerle yazacağım bu tesbitimi, kimse bugüne kadar böyle bir söylem ortaya atmadı belki de, işte ben söylüyorum ve diyorum ki; “OSMANLI’YI YIKAN İKİ AKIMIN BİRİSİ TÜRKÇÜLÜK İSE DİĞERİ DE İSLAMCILIKTIR.” Bu tezimi her zaman her platformda tartışmaya da hazırım. Bugün de bize sıcak gelen ve aslında içinde bir tuzağı barındıran söylemler var: mesela devlette üniter yapıyı korumak, mesela milliyetçilik ve mesela ümmetçilik. Türkiye’nin üniter yapıyı aşarak daha evrensel bir bakış ve yaklaşım ile sadece Türk dünyasına değil, sadece İslam dünyasına değil geçmişte Osmanlı’da olduğu gibi tüm dünya insanlığına mesajını verebilmeli, davetini yapabilmelidir. Hemen bazı itirazlar yükselebilir fakat korkulacak endişe edilecek bir şey yoktur. Osmanlı altıyüz yıl milliyetçilik ya da ümmetçilik yapmadan tebasını kucaklayarak, tebası olmayan mazlumların dahi hak ve hukukuna sahip çıkarak küçülmemiş daha da büyümüş ve bir imparatorluk destanı yazmıştır. Türklük ve İslamlığını da asla unutmamış ve kaybetmemiştir. Günümüzde de Türkiye aslında böyle daha evrensel bir politika izleme yolunda hareket etmektedir. Venezuella’dan Afrika’ya dünyanın dört bir yanında insani ilişkilerimizi toplumlar ve devlet düzeyinde geliştirmekteyiz. Bu nedenledir ki Türkiye, Amerika’nın tüm çabasına rağmen uluslararası alanda tam bir ablukaya alınamamıştır.  Son olarak diyeceğim şudur ki zihinler özgür değilse, akıl ve iman ruha hakim değilse ne Türk olmanın ne de İslam olmanın bize bu dünyada veya ahirette verebileceği hiçbir şey yoktur.