Cumhuriyetin
ilanı ile yasaklanan tarikatlar yıllarca illegal şekilde faaliyet göstermiş,
evvelce olduğundan daha fazla kokuşmuştur. Ancak ümmet millet veya cemaat bunu
anlamamakta israrlıdır. Malum olduğu üzere tarihte Lawrence deyince diyecek bir
şey bulamıyoruz. “bir İngiliz casusunun hatıraları” diye bir kitapçık var,
okuyunca derinden bir “vayyy” çekiyoruz ancak sözkonusu olan bizim
şeyh olunca bizim şeyh yegane şeyhi ekber veya gavstır veya hatemül enbiyadır
vesaire vesaire. Ve toz kondurmuyoruz şeyhimize. Bir de öldü mü hemen bir türbe
ve nerede ise her ay başındayız. Anamızın babamızın mezarına o sıklıkla
gitmeyiz. Çünkü anne baba şefaat edemez fakat şeyh mürşit şefaat edecek bizi
elimizden tutup cennete sokacaktır. Gördük ki senelerce fetö önünde diz çöken
evlatlarımız cezaevlerinde çürürken fetö, sarayında CIA ve FBI koruması altında
ve yine etrafındaki bir avuç elit zevkü sefa içinde yaşamaya devam etmektedir.
Bu görünen hakikate rağmen hala fetö denen salyalı köpekten medet uman zavallı
insanlarımız da yok değildir. Fetö sonrasında Adnan Oktar, Alpaslan Kuytul,
Haydar Baş, örneklerini de yaşadık. Nazım Kıbrısinin şeyhlerinden birinin Adnan
Oktar ile ilgili tutuklama öncesi ve sonrası duruşu ve sahtekarlığı keza bazı
ilahiyatçı isimlerin yüce dinimiz islamı tahrif etmek yolundaki çabalarını da
görmezden gelmek mümkün değildir. Fakat her ne iş ise bir videoda olduğu gibi
“gavsa ve ailesine kul olmak köle olmak farzdır vaciptir” diyen bir haddini
bilmez dahi hoşgörülebilirken bizim burada bazı yaklaşımların dine ve
itikadımıza uymadığını söylememiz nerede ise cürüm kabul edilmektedir. Binlerce
sahabe sanki peygamber efendimize kul köle olmuş ta bizim haberimiz olmamış
gibi insanın insana kulluğunu ve kayıtsız şartsız biat kültürünü ve anlayışını
yerleştirmek isteyenler hem kendilerine ve hem de dine, ümmete ve millete zarar
veriyorlar. “tarikat yoldur gidene” demişler, evet tarikat yoldur gidene ancak
o yoldan gitmek hatta ve hatta bir mezhep veya tarikata dahil olmak farz da
değildir vacip te değildir, sünnet te değildir. İslamın ilk iki yüz yılında kaç
tane mezhep veya şeyh vardı, ya da sahabenin mezhebi mi vardı? Sadece Allah’a
kul olunur, ve bu kulluk aracı kabul etmez. Dinimizde ruhban sınıfı da yoktur.
Anadolu’ya ayak basan alperenler gibi dervişler görsek ta aralarına karışsak
veya Hoca Ahmet Yesevi gibi şeyhler olsa da önünde diz çöksek keşke. Fakat
şimdi şeyhler de müritler de maşallah zengin sofraların doymayan yamyamları
olmuşlar. İslamda olmayan lüks, debdebe ve israf ve bu dinin peygamberinde
olmayan kibir ve gurur nefisleri sarmış gitmiş.
Bu ne biçim zihniyet ise herkes putunu almış eline toz kondurmuyor. Derdimiz kimsenin putuna saldırmak değil sadece vazife saydığımız bir uyarıyı yapıyoruz. Alan alır, almayan almaz. Müslüman Allah’ın kitabı ve peygamberimizin sahih sünneti çizgisinde hayatını idame ettiren insandır. Ve Müslümana imanını muhafaza edecek kadar ilim talep ve tahsil etmek farzdır. Bunun ötesinde ne tarikat, ne mezhep veya ne de bir mürşide veya bir lidere kayıtsız şartsız biat etmek farz değildir. Bunu dediğimizde “Ehl-iSünnet İtikadının Kalesi Olan/Tarikatlar Terör Örgütlerinin Panzehiri ve TÜRK Milletin Çimentosudur “ gibi bir söylemle ortaya çıkıyor bazı kardeşlerimiz. Ben ise şu an tarikatların panzehir değil tam tersine bizi uyuşturan ve rehavete sürükleyen ve ümmetin tüm maddi varlığını sömüren zehirli bir tehlike olduğunu düşünüyorum. Düşman milletin ve ümmetin yumuşak karnı olarak dini ve tarikatları keşfetmiş ve bu alanda cumhuriyetin kuruluşundan bu yana alt yapı oluşturmuştur. Etnik Milliyetçilik körüklenir ve dejenere edilirken din aslından esasından uzaklaştırılmıştır. Bu bütün islam dünyasında böyledir. Ümmet parça parça edilmiştir. Devletler içinde dahi tarikatlar vasıtası ile bölücülük yapılmış birlik ve dayanışma ruhu yok edilmiştir. Tarikatlar bugün her biri ihanet holdingine bağlı şirketler gibidir. Geçmişte güya çok farklı kulvarlarda görülen Yeni Asya nurcu gurubu ile FETÖ devletin operasyonu sonrası aynı çizgide buluşmuştur. Bunun nedeni ne olabilir? Elbette bunlar geçmişte de bir ve beraberdi, aynı merkezden idare edilmekte idi ancak biz bunu bilmiyorduk. Zamanı gelince, emir ve talimat gelince birleşiverdiler. Süleymancılar da aynı durumdadır. Son seçimler öncesinde merkezden emir ve talimat gelince derhal emredilen yerde buluşmak üzere faaliyete geçtiler. Hak yolunda olan bir topluluk hangi mezhep ya da tarikatta olursa olsun asla politize olmaz. Kul hakkına girmez ve sadece Hakkın rızasını gözetir. Oysa ki günümüz tarikatları şirketleşme, holdingleşme, politize olarak siyasi nüfuz sahibi olmanın ötesinde devletin kendisi olmak gibi bir hedefe doğru yürüme cüretinde bulunabilmektedir. Ümmete hizmetin yolu sanki devleti ele geçirmekmiş gibi bir motivasyonun kaynağı sadece ve sadece düşman olabilir. Bir de şu konu gözden kaçırılmaktadır. Geçmişte tarihimizde tarikatlar arasında düşmanlık ve ayrılık asla yoktu. Gaye Allah rızası olunca hangi kapı olursa olsun fark etmiyordu. Şeyhler eğitim ve terbiye için müritlerini diğerine gönderip ondan nasiplenmesini isteyebiliyordu. Şimdi ise tarikatlar yegane hak yolun kendi tarikatları olduğuna ve en büyük şeyhin ya da mürşidin kendi mürşitleri olduğuna kayıtsız şartsız iman ediyorlar. Bu dinen asla doğru olamaz.
Bu ne biçim zihniyet ise herkes putunu almış eline toz kondurmuyor. Derdimiz kimsenin putuna saldırmak değil sadece vazife saydığımız bir uyarıyı yapıyoruz. Alan alır, almayan almaz. Müslüman Allah’ın kitabı ve peygamberimizin sahih sünneti çizgisinde hayatını idame ettiren insandır. Ve Müslümana imanını muhafaza edecek kadar ilim talep ve tahsil etmek farzdır. Bunun ötesinde ne tarikat, ne mezhep veya ne de bir mürşide veya bir lidere kayıtsız şartsız biat etmek farz değildir. Bunu dediğimizde “Ehl-iSünnet İtikadının Kalesi Olan/Tarikatlar Terör Örgütlerinin Panzehiri ve TÜRK Milletin Çimentosudur “ gibi bir söylemle ortaya çıkıyor bazı kardeşlerimiz. Ben ise şu an tarikatların panzehir değil tam tersine bizi uyuşturan ve rehavete sürükleyen ve ümmetin tüm maddi varlığını sömüren zehirli bir tehlike olduğunu düşünüyorum. Düşman milletin ve ümmetin yumuşak karnı olarak dini ve tarikatları keşfetmiş ve bu alanda cumhuriyetin kuruluşundan bu yana alt yapı oluşturmuştur. Etnik Milliyetçilik körüklenir ve dejenere edilirken din aslından esasından uzaklaştırılmıştır. Bu bütün islam dünyasında böyledir. Ümmet parça parça edilmiştir. Devletler içinde dahi tarikatlar vasıtası ile bölücülük yapılmış birlik ve dayanışma ruhu yok edilmiştir. Tarikatlar bugün her biri ihanet holdingine bağlı şirketler gibidir. Geçmişte güya çok farklı kulvarlarda görülen Yeni Asya nurcu gurubu ile FETÖ devletin operasyonu sonrası aynı çizgide buluşmuştur. Bunun nedeni ne olabilir? Elbette bunlar geçmişte de bir ve beraberdi, aynı merkezden idare edilmekte idi ancak biz bunu bilmiyorduk. Zamanı gelince, emir ve talimat gelince birleşiverdiler. Süleymancılar da aynı durumdadır. Son seçimler öncesinde merkezden emir ve talimat gelince derhal emredilen yerde buluşmak üzere faaliyete geçtiler. Hak yolunda olan bir topluluk hangi mezhep ya da tarikatta olursa olsun asla politize olmaz. Kul hakkına girmez ve sadece Hakkın rızasını gözetir. Oysa ki günümüz tarikatları şirketleşme, holdingleşme, politize olarak siyasi nüfuz sahibi olmanın ötesinde devletin kendisi olmak gibi bir hedefe doğru yürüme cüretinde bulunabilmektedir. Ümmete hizmetin yolu sanki devleti ele geçirmekmiş gibi bir motivasyonun kaynağı sadece ve sadece düşman olabilir. Bir de şu konu gözden kaçırılmaktadır. Geçmişte tarihimizde tarikatlar arasında düşmanlık ve ayrılık asla yoktu. Gaye Allah rızası olunca hangi kapı olursa olsun fark etmiyordu. Şeyhler eğitim ve terbiye için müritlerini diğerine gönderip ondan nasiplenmesini isteyebiliyordu. Şimdi ise tarikatlar yegane hak yolun kendi tarikatları olduğuna ve en büyük şeyhin ya da mürşidin kendi mürşitleri olduğuna kayıtsız şartsız iman ediyorlar. Bu dinen asla doğru olamaz.
Bazı
doğru görünen söylemler zamanına göre doğru olmayabiliyor. Büyük harflerle
yazacağım bu tesbitimi, kimse bugüne kadar böyle bir söylem ortaya atmadı belki
de, işte ben söylüyorum ve diyorum ki; “OSMANLI’YI YIKAN İKİ AKIMIN BİRİSİ
TÜRKÇÜLÜK İSE DİĞERİ DE İSLAMCILIKTIR.” Bu tezimi her zaman her platformda
tartışmaya da hazırım. Bugün de bize sıcak gelen ve aslında içinde bir tuzağı
barındıran söylemler var: mesela devlette üniter yapıyı korumak, mesela
milliyetçilik ve mesela ümmetçilik. Türkiye’nin üniter yapıyı aşarak daha
evrensel bir bakış ve yaklaşım ile sadece Türk dünyasına değil, sadece İslam
dünyasına değil geçmişte Osmanlı’da olduğu gibi tüm dünya insanlığına mesajını
verebilmeli, davetini yapabilmelidir. Hemen bazı itirazlar yükselebilir fakat
korkulacak endişe edilecek bir şey yoktur. Osmanlı altıyüz yıl milliyetçilik ya
da ümmetçilik yapmadan tebasını kucaklayarak, tebası olmayan mazlumların dahi
hak ve hukukuna sahip çıkarak küçülmemiş daha da büyümüş ve bir imparatorluk
destanı yazmıştır. Türklük ve İslamlığını da asla unutmamış ve kaybetmemiştir.
Günümüzde de Türkiye aslında böyle daha evrensel bir politika izleme yolunda
hareket etmektedir. Venezuella’dan Afrika’ya dünyanın dört bir yanında insani ilişkilerimizi
toplumlar ve devlet düzeyinde geliştirmekteyiz. Bu nedenledir ki Türkiye,
Amerika’nın tüm çabasına rağmen uluslararası alanda tam bir ablukaya
alınamamıştır. Son olarak diyeceğim şudur ki zihinler özgür değilse, akıl
ve iman ruha hakim değilse ne Türk olmanın ne de İslam olmanın bize bu dünyada
veya ahirette verebileceği hiçbir şey yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder