23 Ekim 2018 Salı

ANDIMIZ


Günümüzde ve toplumumuzda fevkalade tehlikeli bir gidiş görüyorum. İnsanımızda hoşgörüsüzlük, inatçılık, bağnazlık, yobazlık ve kesin inançlı olma takıntısı her geçen gün daha da güçleniyor. Oysa ki insan daima bilmeye, öğrenmeye, almaya açık, teorik olarak muhatabını ikna etme veya ikna olma noktasında esnek olmalı,  ikna olmadığı veya ikna edemediği hallerde de muhatabının fikrini ve düşüncesini onaylamasa da saygı duyma bilinci içinde davranmayı bilmelidir.
Fakat ne yazık ki yaşadığımız her olay, ayrışma ve aradaki mesafeleri açma, toplumdaki birlik ve dayanışmayı zayıflatma noktasında fevkalade olumsuz bir etki oluşturmaktadır. Bu adeta düşmanın psikolojik savaşının bir parçasına dönüşmektedir.
Yaklaşık iki yüz yıldır düşmanın içimize soktuğu nifak tohumlarının yeşermesi ile yaşamakta olduğumuz zafiyet sonunda koskoca imparatorluk yıkılmış, hilafet ve saltanat tarihe gömülmüş, altı yüz yıl dünyanın en muhteşem en medeni çok uluslu ve dinli devletini kuran aile bunun bedelini sınırdışı edilmek ve yadellerde sefil ve perişan edilmekle ödemiş, pek çok Osmanlı aile mensubu da mezartaşı bile olmayan mezarlıklarda yok oluşa terk edilmiştir. İmparatorluğun son yıllarında Türkçülük ve İslamcılık ve cumhuriyetin o günkü izdüşümü meşrutiyetçilik ve batıcılık  düşünceleri  topluma hakim olmuş, çok uluslu ve çok dinli imparatorluk Pantürkizm ve Panislamizm gündeme düşünce darmadağın olmuş ve hızla tasfiye edilmiştir. Fakat Osmanlının çok uluslu ve çok dinli yapısını örnek alan bugünün Amerikası ve Rusyası ve İngilteresi ve diğer büyük devletler lokomotif kendi kadroları olduğu halde Hindistan’dan Avustralya’ya kadar değişik etnik kimlik ve inançtaki insanları kendi sınırları içinde bir arada tutmayı başarmaktadır. Dünyanın gerçeği bu iken emperyalist güçler kendileri dışındaki devletleri ve toplulukları aralarına ayrılık tohumları atarak bölmekte, daha küçük parçalara ayırmakta, mezhep ve aşiret kavgaları ile birbirine düşürerek kurduğu sömürüye dayalı hegemonyayı sürdürmektedir. Ortadoğuda ve Türk-İslam coğrafyasında yoğunlaşan bu ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikası yüzünden onlarca yıldır bu coğrafyada savaş, kan ve gözyaşı bitmemiştir.
Son günlerde andımız konusunda ortaya çıkan polemik ve kutuplaşma bunun en son ve en açık örneklerinden biridir.
Andımıza karşı çıkmak adeta Türklüğe karşı çıkmakla eşdeğer görülmekte, andımıza karşı çıkmak devlet ve Türklük düşmanlığı gibi gösterilmek istenmektedir.  Şunu artık görmeliyiz ki bir yüz yıldır hiçbir topluluk içinde falancılık filancılık diye fikri akımlar yok iken batının az gelişmiş ülkeler için icat ettiği kişilere dayalı “izm”ler bölücülüğün en ana unsuru haline gelmiştir. Marksizm, Leninizm, Maoiizm, Stalinizm ile önce Marksist hareket içinde başlayan bu “izm”cilik daha sonra az gelişmiş ülkelerde   sevk ve idare edilen daha çok askeri diktatörler yolu ile öne çıkarılarak milletler arasındaki etnik ve dini akrabalık bağlarının önüne çıkarılmış, birbirine düşman devletler ve topluluklar oluşturulmuştur. Yüzlerce yıldır Arap dünyasında kabileciliğin ötesinde devletler yok iken bu kukla devletler yolu ile sanki farklı milletlermiş gibi, onlarca farklı devlet ve topluluk düşmanlık politikası ile kendi sınırları içine hapsedilmiştir. Krallar, ve devamında Saddam, Kaddafi, Nasır, Hüsnü Mübarek, Sisi, Esat ailesi, gibi liderler etrafında oluşturulan küçük devletler emperyal güçlerin elinde oyuncak olmuştur. Bu akımın ve gücün karşısında durabilecek olan yegane devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti olup yegane millet ise Türk Milletidir.  Türk Milleti ise bu misyonunu ancak Osmanlı İmparatorluğundaki daha kucaklayıcı ve toplayıcı zihniyeti geri getirerek gerçekleştirebilir. Yoksa Atatürkçü, laik cumhuriyetçi, Anadolu ulusalcılığı ve tamamen batılı değer ve ölçülerle ve Ziya Gökalp’in “batı medeniyetindenim” söylemi ile  bu misyonunu sürdürmesi imkansızdır. O bakımdan hilafet ve saltanat elinden alınarak adeta bir muz cumhuriyeti gibi Anadolu coğrafyasına hapsedilen büyük milletimiz 1923 ten itibaren her demokratik silkinişte statükonun sigortası gibi kurumlaşmış olan ordu, yüksek yargı, bürokrasi, sermaye ve basın gücünü kullanarak bu beş gücün başında adeta  orkestra şefi konumundaki CHP  ile birlikte askeri ve sivil darbeler, postmodern darbeler ve baskı merkezleri ile devleti kuruluşundaki formatına dönüştürmeyi başarmışlardır. Son onbeş yılda ise devlet bu güçlerin kontrolünden çıkmış, devlet daha dışa dönük, daha bağımsız, edilgen olmaktan kurtulmaya ve daha etken bir güç haline gelmeye başlamıştır.
1980 öncesine kadar sağ ve sol akımları besleyen düşman güçler bugünkü tabloda milletin iki ana lider kadrosu olması gereken Türkçü kadronun merkezi MHP ile İslamcı kadronun merkezi Refah partisi bakiyesi gibi görünen SP yi kontrolü altına almak için yaptığı operasyonlar sonunda MHP yi ele geçiremediğinden İP Meral Akşener ve bir gurup kadrosu ile MHP yi bölme ve dönüştürme operasyonuna girişmiş, öte yandan SP yi ise tamamen ele geçirmiş SP elindeki AGD(Anadolu Gençlik Derneği) tamamen kontrol altına alınmıştır. Böylece İslamcı kanattan SP ve AGD, Türkçü ve milliyetçi kanattan ise İP ve Merak Akşener ve o çizgide yürüyen bazı Ülkü ocakları ve Türk Ocakları yönetici kadrosu ve tabanı ile milletin etkisiz hale getirdiği ordu, yargı, bürokrasi, sermaye ve basının başındaki şef CHP nin eli güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bugün siyasi tabloya baktığımızda görüyoruz ki SP, muhalif olma ve ülkenin bir gerçeğidir tezi ile kabullenme adına CHP ile bir ve birlikte olduğu gibi, geçen seçimlerde millet ittifakı içinde açıkça CHP ile işbirliğine giden MHP den ayrılmış İP ve tayfası da laik, Atatürkçü ve milliyetçi ve Türkçü olmak adına CHP ile ittifak içine girebilmiştir. Öte yandan HDP de bir kanadı illegal terör örgütü PKK ile ile bağlantılı iken CHP ile işbirliği içinde olduğu da açık bir gerçektir. Dolayısı ile ülkeyi kontrol altına almak isteyen emperyalist güçler İslamcı, Türkçü ve Kürtçü Bölücü PKK+HDP ile sözüm ona Atatürkçü ve ulusalcı CHP yi bir ittifak altında tutabilmektedir. Demek ki emperyalizm açısından durum vahimdir ki böyle kompleks bir operasyonu yapmak zorunda kalmış, bu bağlamda pek çok kanaat önderi ve siyasiler arasındaki kripto ajanlar dahi açığa çıkmak zorunda kalmıştır. Devletimiz böylesi yoğun bir kuşatma ve savaş içinde iken yargı, ordu, bürokrasi basın ve sermaye içindeki eski sistemin ajanları derin operasyonlar ile devleti zaafa uğratma peşindedir. Bunca yıl sonra ortaya çıkan “andımız” ile ilgili yargı kararı da bunun bir parçasıdır. “Bu andımız neresi kötü” sorusu ile bu operasyonu görmezden gelmek mümkün değildir. Mesele tek cümle ile şudur ki andımız; devleti ve sistemi tek partili dönemdeki baskıcı, laik, salt ulusalcı, katı devletçi ve batı medeniyetine mensup olmak bilincine döndürme yolunda yapılan bir operasyondur. 7-11 yaş arasındaki çocuklara adeta askeri bir disiplin içinde okul formaları içinde böyle tekerlemeler okutarak kimlik veremezsiniz. Bu çağdışı ve az gelişmiş devletlerin yaptığı ve yapacağı bir şeydir. Hiçbir çağdaş gelişmiş ülkede böylesi bir ritüel sözkonusu değildir. Ve hiçbir güç kitlelere hiçbir “izm”i çocukların beynine dayatamaz. Bu “kemalizm” ve “Atatürkçülük” olsa bile. Bu milletin iki bin yıllık tarihinde bilinen geçmişi Atatürk’ten çok gerilere gider. Mete Han, Oğuz, Kürşat, Atilla, Timur, Alparslan, Ertuğrul, Osman Gazi, Yıldırım,  Yavuz, Fatih, Kanuni hiç birinin adı veya misyonu ile tek başına var olmamıştır bu millet. Bugün dayatılmak istenen Kemalizm ise 1923 öncesini yok saydırmanın bir tezahürüdür. Bunu bütün akıl, mantık, şuur ve iman sahibi insanlarımız görmeli, anlamalı, kavramalı ve bu kör muhalefetten vazgeçmelidir.

Hiç yorum yok: