Günümüzde
ve toplumumuzda fevkalade tehlikeli bir gidiş görüyorum. İnsanımızda hoşgörüsüzlük,
inatçılık, bağnazlık, yobazlık ve kesin inançlı olma takıntısı her geçen gün
daha da güçleniyor. Oysa ki insan daima bilmeye, öğrenmeye, almaya açık, teorik
olarak muhatabını ikna etme veya ikna olma noktasında esnek olmalı, ikna olmadığı veya ikna edemediği hallerde de muhatabının
fikrini ve düşüncesini onaylamasa da saygı duyma bilinci içinde davranmayı
bilmelidir.
Fakat
ne yazık ki yaşadığımız her olay, ayrışma ve aradaki mesafeleri açma, toplumdaki
birlik ve dayanışmayı zayıflatma noktasında fevkalade olumsuz bir etki
oluşturmaktadır. Bu adeta düşmanın psikolojik savaşının bir parçasına
dönüşmektedir.
Yaklaşık
iki yüz yıldır düşmanın içimize soktuğu nifak tohumlarının yeşermesi ile
yaşamakta olduğumuz zafiyet sonunda koskoca imparatorluk yıkılmış, hilafet ve
saltanat tarihe gömülmüş, altı yüz yıl dünyanın en muhteşem en medeni çok
uluslu ve dinli devletini kuran aile bunun bedelini sınırdışı edilmek ve
yadellerde sefil ve perişan edilmekle ödemiş, pek çok Osmanlı aile mensubu da
mezartaşı bile olmayan mezarlıklarda yok oluşa terk edilmiştir. İmparatorluğun
son yıllarında Türkçülük ve İslamcılık ve cumhuriyetin o günkü izdüşümü
meşrutiyetçilik ve batıcılık düşünceleri
topluma hakim olmuş, çok uluslu ve çok
dinli imparatorluk Pantürkizm ve Panislamizm gündeme düşünce darmadağın olmuş
ve hızla tasfiye edilmiştir. Fakat Osmanlının çok uluslu ve çok dinli yapısını
örnek alan bugünün Amerikası ve Rusyası ve İngilteresi ve diğer büyük devletler
lokomotif kendi kadroları olduğu halde Hindistan’dan Avustralya’ya kadar
değişik etnik kimlik ve inançtaki insanları kendi sınırları içinde bir arada
tutmayı başarmaktadır. Dünyanın gerçeği bu iken emperyalist güçler kendileri
dışındaki devletleri ve toplulukları aralarına ayrılık tohumları atarak
bölmekte, daha küçük parçalara ayırmakta, mezhep ve aşiret kavgaları ile
birbirine düşürerek kurduğu sömürüye dayalı hegemonyayı sürdürmektedir. Ortadoğuda
ve Türk-İslam coğrafyasında yoğunlaşan bu ayrıştırma ve düşmanlaştırma
politikası yüzünden onlarca yıldır bu coğrafyada savaş, kan ve gözyaşı bitmemiştir.
Son günlerde
andımız konusunda ortaya çıkan polemik ve kutuplaşma bunun en son ve en açık
örneklerinden biridir.
Andımıza
karşı çıkmak adeta Türklüğe karşı çıkmakla eşdeğer görülmekte, andımıza karşı
çıkmak devlet ve Türklük düşmanlığı gibi gösterilmek istenmektedir. Şunu artık görmeliyiz ki bir yüz yıldır hiçbir
topluluk içinde falancılık filancılık diye fikri akımlar yok iken batının az
gelişmiş ülkeler için icat ettiği kişilere dayalı “izm”ler bölücülüğün en ana
unsuru haline gelmiştir. Marksizm, Leninizm, Maoiizm, Stalinizm ile önce Marksist
hareket içinde başlayan bu “izm”cilik daha sonra az gelişmiş ülkelerde sevk ve
idare edilen daha çok askeri diktatörler yolu ile öne çıkarılarak milletler
arasındaki etnik ve dini akrabalık bağlarının önüne çıkarılmış, birbirine
düşman devletler ve topluluklar oluşturulmuştur. Yüzlerce yıldır Arap
dünyasında kabileciliğin ötesinde devletler yok iken bu kukla devletler yolu
ile sanki farklı milletlermiş gibi, onlarca farklı devlet ve topluluk düşmanlık
politikası ile kendi sınırları içine hapsedilmiştir. Krallar, ve devamında
Saddam, Kaddafi, Nasır, Hüsnü Mübarek, Sisi, Esat ailesi, gibi liderler etrafında
oluşturulan küçük devletler emperyal güçlerin elinde oyuncak olmuştur. Bu
akımın ve gücün karşısında durabilecek olan yegane devlet Türkiye Cumhuriyeti
Devleti olup yegane millet ise Türk Milletidir. Türk Milleti ise bu misyonunu ancak Osmanlı
İmparatorluğundaki daha kucaklayıcı ve toplayıcı zihniyeti geri getirerek
gerçekleştirebilir. Yoksa Atatürkçü, laik cumhuriyetçi, Anadolu ulusalcılığı ve
tamamen batılı değer ve ölçülerle ve Ziya Gökalp’in “batı medeniyetindenim”
söylemi ile bu misyonunu sürdürmesi
imkansızdır. O bakımdan hilafet ve saltanat elinden alınarak adeta bir muz
cumhuriyeti gibi Anadolu coğrafyasına hapsedilen büyük milletimiz 1923 ten
itibaren her demokratik silkinişte statükonun sigortası gibi kurumlaşmış olan
ordu, yüksek yargı, bürokrasi, sermaye ve basın gücünü kullanarak bu beş gücün
başında adeta orkestra şefi konumundaki
CHP ile birlikte askeri ve sivil
darbeler, postmodern darbeler ve baskı merkezleri ile devleti kuruluşundaki
formatına dönüştürmeyi başarmışlardır. Son onbeş yılda ise devlet bu güçlerin
kontrolünden çıkmış, devlet daha dışa dönük, daha bağımsız, edilgen olmaktan
kurtulmaya ve daha etken bir güç haline gelmeye başlamıştır.
1980
öncesine kadar sağ ve sol akımları besleyen düşman güçler bugünkü tabloda
milletin iki ana lider kadrosu olması gereken Türkçü kadronun merkezi MHP ile İslamcı
kadronun merkezi Refah partisi bakiyesi gibi görünen SP yi kontrolü altına
almak için yaptığı operasyonlar sonunda MHP yi ele geçiremediğinden İP Meral Akşener ve bir gurup kadrosu ile MHP yi bölme ve dönüştürme operasyonuna
girişmiş, öte yandan SP yi ise tamamen ele geçirmiş SP elindeki AGD(Anadolu Gençlik
Derneği) tamamen kontrol altına alınmıştır. Böylece İslamcı kanattan SP ve AGD,
Türkçü ve milliyetçi kanattan ise İP ve Merak Akşener ve o çizgide yürüyen bazı
Ülkü ocakları ve Türk Ocakları yönetici kadrosu ve tabanı ile milletin etkisiz
hale getirdiği ordu, yargı, bürokrasi, sermaye ve basının başındaki şef CHP nin
eli güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bugün siyasi tabloya baktığımızda görüyoruz
ki SP, muhalif olma ve ülkenin bir gerçeğidir tezi ile kabullenme adına CHP ile
bir ve birlikte olduğu gibi, geçen seçimlerde millet ittifakı içinde açıkça CHP
ile işbirliğine giden MHP den ayrılmış İP ve tayfası da laik, Atatürkçü ve
milliyetçi ve Türkçü olmak adına CHP ile ittifak içine girebilmiştir. Öte
yandan HDP de bir kanadı illegal terör örgütü PKK ile ile bağlantılı iken CHP
ile işbirliği içinde olduğu da açık bir gerçektir. Dolayısı ile ülkeyi kontrol
altına almak isteyen emperyalist güçler İslamcı, Türkçü ve Kürtçü Bölücü PKK+HDP
ile sözüm ona Atatürkçü ve ulusalcı CHP yi bir ittifak altında tutabilmektedir.
Demek ki emperyalizm açısından durum vahimdir ki böyle kompleks bir operasyonu
yapmak zorunda kalmış, bu bağlamda pek çok kanaat önderi ve siyasiler
arasındaki kripto ajanlar dahi açığa çıkmak zorunda kalmıştır. Devletimiz böylesi
yoğun bir kuşatma ve savaş içinde iken yargı, ordu, bürokrasi basın ve sermaye
içindeki eski sistemin ajanları derin operasyonlar ile devleti zaafa uğratma
peşindedir. Bunca yıl sonra ortaya çıkan “andımız” ile ilgili yargı kararı da
bunun bir parçasıdır. “Bu andımız neresi kötü” sorusu ile bu operasyonu görmezden
gelmek mümkün değildir. Mesele tek cümle ile şudur ki andımız; devleti ve
sistemi tek partili dönemdeki baskıcı, laik, salt ulusalcı, katı devletçi ve
batı medeniyetine mensup olmak bilincine döndürme yolunda yapılan bir
operasyondur. 7-11 yaş arasındaki çocuklara adeta askeri bir disiplin içinde
okul formaları içinde böyle tekerlemeler okutarak kimlik veremezsiniz. Bu çağdışı
ve az gelişmiş devletlerin yaptığı ve yapacağı bir şeydir. Hiçbir çağdaş gelişmiş
ülkede böylesi bir ritüel sözkonusu değildir. Ve hiçbir güç kitlelere hiçbir “izm”i
çocukların beynine dayatamaz. Bu “kemalizm” ve “Atatürkçülük” olsa bile. Bu milletin
iki bin yıllık tarihinde bilinen geçmişi Atatürk’ten çok gerilere gider. Mete
Han, Oğuz, Kürşat, Atilla, Timur, Alparslan, Ertuğrul, Osman Gazi, Yıldırım, Yavuz, Fatih, Kanuni hiç birinin adı veya misyonu ile tek başına var
olmamıştır bu millet. Bugün dayatılmak istenen Kemalizm ise 1923 öncesini yok
saydırmanın bir tezahürüdür. Bunu bütün akıl, mantık, şuur ve iman sahibi
insanlarımız görmeli, anlamalı, kavramalı ve bu kör muhalefetten vazgeçmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder