3 Ekim 2018 Çarşamba

ATATÜRK, ATATÜRKÇÜLÜK VE CUMHURİYET


Bir dostum bir yerde aynen;
“O Atatürk ki bu milletin şahsî manevisidir. Ebediyen de öyle kalacaktır. Bu millet ona minnettardır.
Bazı gafiller sevmeyebilir. Onun kurduğu cumhuriyetin okullarında okuyarak. Toplumda belli bir yere, mevkilere gelebilir. Onun kurduğu bu kul olmaktan kurtulup birey olma özgürlüğünü sağlayan cumhuriyeti yıkma çabaları olacaktır. Ama başaramıyacaklar, bu topraklara bu millete verdikleri zararın ağırlığı ile boyunlarını büküp gideceklerdir. Ama biliniz bu millet ve tarih onları af etmeyecek. Atatürkçülük bir din ve mezhep mensubu olmak anlayışı değil. Medeniyete insanlığa barışa tüm dünya ile beraber yürümenin adıdır...”
Diyor. Yıllardır Atatürk ile ilgili değişik zamanlarda değişik nedenlerle birkaç kelam ettim. Bu vesile ile de birkaç kelam edeceğim.
Bizim her nedense illa uçlarda olmak ve kayıtsız şartsız bağlı ya da kayıtsız şartsız karşı ve düşman olmak gibi bir hastalığımız var. Bu hastalık Atatürk konusunda da geçerli. Biz bu hastalıktan kurtulduğumuzda gerçekten  kurtulmuş olacağız.
Atatürk bu milletin şahsı maneviyesi değildir. Türk Milletinin şahsı maneviyesi Oğuz Han’dan Kürşat’tan Bilge Kağan’dan Dede Korkut’tan itibaren oluşmaya başlamış ciltlere sığmayacak binlerce yıllık bir tarih yazıldıktan sonra  son yüzyılın son birkaç sayfasından birisidir Atatürk. Yakın tarihimizin ve geçmişimizin köşe taşlarından sadece birisidir. Dolayısı ile bu millet geçmişte kendisi için kan veren can veren bütün büyüklerine ve şehidlerine minnettardır.
Birşeyleri tek bir yere bağlayarak, tek bir kişiye bağlayarak sonuca varmak mümkün değildir. Onun kurduğu cumhuriyette onun okullarında okuyarak, onu sevmemek suçlaması ne kadar doğrudur? Eğer bir kişi Osman Gazi’nin kurduğu bir devlette doğup büyüyüp ve okuyup Osmanoğullarının kurduğu bu devleti, saltanatı ve hilafeti tasfiye edip batı standartlarında bir devletçik kuruyor ve okulunda okuduğu Osmanlı’ya söve söve Osmanoğulları ailesini altı yüz yıl savaştığı batıya sığıntı gibi teslim edebiliyorsa yetiştirdiği neslin de benzerini kendisine yapabileceğinden kuşku duymamalıdır.
Cumhuriyeti yıkma kavramı üstünde de durmamız lazım. Cumhuriyet bir devletin adı değil bir sistemin adıdır ve değişebilir bir kavramdır. Çünkü sistemler zaman içinde değişebilir ve değişmelidir de. Cumhuriyetin bir değişime uğraması devletin yıkılması anlamını taşımaz. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu yıkılmamış sadece bir değişime uğramıştır. Bu değişimin sonucunda cumhuriyet dönemi başlamıştır. Cumhuriyet ile biz Osmanlı’nın borçlarını neden üstlendik madem ki devamı değildik diye sormazlar mı adama?... Osmanlı’nın devamı olan Cumhuriyet te yeni bir dönemin başlamasına mani değildir ve olmamalıdır.
Şimdi “kul olmaktan çıkıp birey olma özgürlüğünü sağlayan cumhuriyet” konusuna gelelim. Kul olmak dini bir kavram, birey olmak ise sosyal bir gerçekliktir. Kul olmak iki türlü algılanabilir. Kula kul olmak ve bir ilaha veya Allah’a kul olmak. Kula kulluk İslamda asla yoktur. Müslüman sadece Allah’a kuldur. Fakat dejenere edilen bazı kavramlar kullanılarak insanlarımız dini anlamda şeyhlere veya mürşitlere, sosyal anlamda da siyasi liderlere kul edilmek istenmiştir ve edilmiştir de. İdeolojik çalışmalar nedeniyle insanlar bazı sistemler içinde de kul haline getirilmiştir. Bir başka ifade ile köleleştirilmiştir.  Diktatörlüklerde ve komünist sistemlerde de insanlar adeta köleleştirilmiştir. Ve siyasi liderler tanrılaştırılmıştır. Lenin, Mao, stalin gibi liderler tanrısal bir konuma getirilmiştir. Halen yaşayan ve bir başka tanrısal güç atfedilen makam İngiltere’de kraliçelik makamıdır. İnsanoğlu Birleşik Krallıktaki Kraliçe ve ailesinin bu saltanatlı hayatını hiç sorgulamaz. Seçilmiş başbakanın Kraliçenin önünde saygı ile eğilip eteğini öpmesinin açıklaması nasıl yapılabilir? Sanal bir algı ile padişaha kul olmaktan kurtardık söylemi ile Anadolu insanı cumhuriyet döneminde önce Atatürk’e sonra İnönü’ye kul edilmiştir. Ve sadece Allah’a kul olan bu millet Allah’a kul olmaktan çıkarılıp yanlış merkezlere kul edilmek istenmiş ve edilmiştir de. Şimdi ise; sahte tanrılara ve güç merkezlerine kul olmaktan kurtulup sadece Allah’a kul olmanın mücadelesidir verilen mücadele. Cumhuriyet dönemindeki kulluk belgelerinden birkaçı aşağıdadır:
(Behçet kemal Çağlar’ın mevlit’inden)
Ger dilersiz bulasız oddan necat 
Mustafa-ı ba-Kemal'e esselat 
Ol Zübeyde Mustafa'nın anesi 
Ol sedeften doğdu ol dür-danesi 
Gün gelip oldu Rıza'dan hamile 
Vakt erişti hafta-ü eyyam ile 
Mustafa'nın gelmesi oldu yakin 
Çok alametler belirdi gelmedin 
Zulmet içre kaynayıp gitmişti Türk 
Sanasın ol nuru kaybetmişti Türk 
Dedi gördüm ol habibin anesi 
Bir acep nur ki güneş pervanesi 
Meclis'e nazırdı ruh-u Mustafa 
Bi-huruf-ü lafz-ü savt etti nida: 
"Türk'te cevher işledim yıllarca ben 
Biliniz; her biriniz bir parça ben 
Kalbolundum hep size hiç kalmadım 
Ölmedim ben ölmedim ben ölmedim" 
Her birinin ruhu güş eyledi 
Şevk-ü şadiye erip cüş eyledi 
Başka fanilerle farkı gördüler 
İnönü'de Atatürk'ü gördüler... 
Ger dilersiz bulasız şevk-ü necat 
Atatürk'e Atatürk'e esselat. 
Yine Behçet Kemal Çağlar’dan Atatürk’e ezan:
Atatürk ekber!
Atatürk ekber!
Ancak O var Atatürk!
Evliya odur,
peygamber odur,
sanatkâr Atatürk.
Talihe hâkim,
zekâya önder,
doğma serdar Atatürk.
Bunları geçti insan büyüğü:
Kendi kadar Atatürk!
Atatürk ekber!
Atatürk ekber.
Bizde O var. Atatürk!
Ne evliya, ne de peygamber..
Halkına yar Atatürk!”

Aka Gündüz ise aynen:
“Atatürk’ün tapkınıyız! Her şeyde Atatürk, Yerde O! Gökte O! Denizde O! var da O! yok da O! her şeyde O! Atatürk! Yerdedir, göktedir, sudadır, alandadır, diktedir, pusudadır. Görünmezi görür! Bilinmezi bilir! duyulmazı duyar! Sezilmezi sezer, ezilmezi ezer! Her şeyde Atatürk! Elimizi yüzümüze, gönlümüzü özümüze kapıyoruz. Biz sana tapıyoruz! Biz sana tapıyoruz! Varsın, Teksin, Yaratansın! Sana bağlanmayanlar utansın!”
Diyordu.
Halil Bedii Yönetken ise diyor ki;
“Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda, denizlerde, göklerde;
Gönül tapar, kendisinden geçer de
Hangi yana göz bakarsa: Atatürk.
Babasından önce onun adını
Öğretiyor oğluna Türk kadını
Ondan aldık yaşamanın tadını
Bahtiyarız, bahtiyarsa Atatürk.”
Ali Hadi imzalı “Gazi” başlıklı şiirin son iki mısrası şöyleydi:
Her yaptığın iş harikadır, her sözün ayet,
Kavmin olalım, sen bize, din eyle inayet!
Din istemeyiz öyle Arap felsefesinden,
Gazi ! Bize bir din de yarat Türk nefesinden!..
Edip Ayel ise;
“Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,
Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.
Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,
Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.”
“Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi,
Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî…
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!”
Diyor.
Aşağıdaki de Kemalettin Kamu’dan:
Burada erdi Mûsâ/ Burada uçtu İsa,
Bülbül burada varsa, Hürriyet için öter…
Ne örümcek, ne yosun/ Ne mûcize, ne füsun,
Kâbe Arab’ın olsun/ Çankaya bize yeter…”
İlhami Bekir isminde birisi ise aynen;
“İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa,
Toprağın haritasını çizdi bayrağa;
Allah değil, o yazdı alın yazımızı.”
Diyordu.
Kulluk kula değil sadece Allah’a olur ise birey gerçek özgürlüğe ve kişiliğe kavuşur.
Son cümlede dostum diyor ki; “Atatürkçülük bir din ve mezhep mensubu olmak anlayışı değil. Medeniyete insanlığa barışa tüm dünya ile beraber yürümenin adıdır...”
Medeniyete, insanlığa barışa tüm dünya ile beraber yürümenin adı imiş Atatürkçülük. Atatürk hiç kimseden çekmemiştir Atatürkçülerden çektiği kadar. Medeniyete, insanlığa ve barışa yürümek!....... medeniyeti anladık ta insanlığa nereden yürünür ki?   Hayvanlıktan mı acep?.... barışa yürümek…. Hadi hepsini aldık kabul ettik te tüm dünya benimle birlikte yürümek istiyor mu? Öyle bir dünya var mı? Kaldı ki medeni olmadığı apaçık belli olan dünyanın hakim egemen güçleri ile yürümek sadece ve sadece yok oluşa doğru yürümektir, yeniden kula kul olmaya doğru yürümektir. Eğer dünyanın egemen güçleri barışa doğru yürüyor olsaydı zaten barış dünyaya hakim olurdu. Dünyanın barış diye bir kaygısı yok, insanlık diye bir kaygısı da yok. Medeniyet diye bir kaygısı da yok. Medeni sandığımız dünya en az iki yüz yıl evvel çocuklarını devşirdiği Afrika’ya hala medeniyet getirmedi ve hala insanlarını ve doğal zenginliklerini sömürmeye devam ediyor. Batı medeniyetinin medeniyet getirdiği bir yer gösterin bana getirmiş ise. Batının medeniyeti kendinedir. Herşey kendisi içindir. Ve batı dışındaki ülkeler ve insanlar batının tapulu malı gibidir.  Bunu anlamak için arif olmaya gerek yoktur. Görmek ve gözlemlemek yeter.
Belki bu yazıyı okumaya başlayan ne zaman neresinde Atatürk’e hakaret edeceğim diye bekleyip durmakta idi, ancak böyle bir şeye gerek yoktur ki…. Neden hakaret edelim. Tarihimizin bir gerçeğidir eğrisiyle doğrusuyla. Bütün zaafları ve hataları ve sevapları ile Atatürk’ün şahsı ile ilgili yaşadığı dönemi ve icraatlarını ve devrimlerini tarihçiler ve bu konuda görüş beyan etmek isteyenler görüşlerini beyan ederler ancak Atatürkçülük Atatürk’ün ortaya atmadığı sonradan kulluk hastalığından kurtulamamış bireylerin oluşturmak istediği sakat bir din ya da tarikat veya akımdır. Olay bundan ibarettir.




Hiç yorum yok: