Cumhurbaşkanımızın slogan haline
getirdiği bir söz var: “dünya beşten büyüktür”. Bu sözün bilenler bilir ne
demek olduğunu da bilmeyenler için kısaca açıklayalım. Bütün dünya
devletlerinin üye olduğu ve 196 devletin üyeliği ile oluşan Birleşmiş Milletler
örgütünün organlarından biri Güvenlik Konseyidir. Güvenlik Konseyi ile ilgili
kendi sitesinden aldığımız kuruluş ve görev konuları ana hatları ile
aşağıdadır:
Güvenlik Konseyi, Anlaşma kapsamında
uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusunda birincil sorumluluğa
sahiptir.
Konseyin beşi daimi - Amerika Birleşik
Devletleri Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya Federasyonu - 10’u Genel Kurul
tarafından iki yıllık süre için seçilen 15 üyesi vardır.
Her üyenin bir oyu vardır. İdari konulardaki
kararlar 15 üyenin 9’unun evet oyuyla alınır. Diğer konularda karar
alınabilmesi için 5 daimi üyenin tamamının evet oyu dahil olmak üzere toplam 9
evet oyu gerekir.
5 daimi üyenin her biri zaman içinde bir
şekilde veto hakkını kullanmıştır. Daimi üye söz konusu karara tam olarak
katılmadığı ama bu kararı veto etmek istemediği durumlarda çekimser kalabilir.
Böylelikle gerekli 9 olumlu oyun bulunması durumunda karar alınmasına olanak
sağlar.
Antlaşma’nın 25’inci Maddesi gereğince,
Birleşmiş Milletler’in tüm üyeleri Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları kabul
edip uygulamak zorundadır. Birleşmiş Milletler’in diğer organları üye ülkelere
ancak tavsiyede bulunurken, Konsey’in tek başına Antlaşma’da belirtildiği üzere
üye devletlerin uyması gereken kararları alma yetkisi vardır.
Görev ve Yetkileri
Güvenlik Konseyi’nin Antlaşma’da belirlenen
görev ve yetkileri aşağıdaki maddeleri içerir:
- Birleşmiş Milletler ilke ve amaçları çerçevesinde uluslararası barış ve güvenliği korumak;
- Silah üretimini düzenleyici önlemler almak;
- Tarafların sorunlarını barışçıl yollardan çözmeleri için görüşmeye davet etmek;
- Uluslararası uyuşmazlıklara yol açabilecek anlaşmazlıkları ve sorunları araştırmak ve bu sorunların ya da maddelerin çözümü için tavsiyede bulunmak;
- Durumun ağırlaşmasını önlemek için ilgili tarafları söz konusu önlemlere uymaya çağırmak;
- Konsey kararlarının etkinliğini arttırmak amacıyla Birleşmiş Milletler üyelerini yaptırım gibi doğrudan şiddet içermeyen Güvenlik Konseyi kararlarına uymaya çağırmak;
- Uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için güç kullanımına başvurmak ya da onay vermek;
- Yerel anlaşmazlıkların bölgesel düzenlemeler aracılığıyla barışçıl yollarla çözülmesini teşvik etmek ve bu bölgesel düzenlemelerin BM yetkisi dahilinde kullanılmasını sağlamak;
- Genel Kurul’a Genel Sekreter ataması konusunda tavsiyede bulunmak ve Kurul’la birlikte Uluslararası Adalet Divanı yargıçlarını seçmek;
- Uluslararası Adalet Divanından yasal konularda hukuki rapor talep etmek; Birleşmiş Milletler’e yeni üye kabulü konusunda Genel Kurul’a tavsiyede bulunmak.
Kısaca özetleyelim; Güvenlik Konseyinin beş
daimi üyesi ve iki yıl için seçilen on geçici üye olmak üzere toplam onbeş
üyesi var. Dokuz üye ile karar alabiliyor ancak idari olmayan konularda beş
üyenin mutlaka bu dokuz evet diyecek üyenin içinde olması gerekiyor. Ve beş
daimi üyenin alınacak her kararı veto yetkisi var. Bu beş veto yetkisine sahip
üyeye veto etmeleri halinde kimsenin neden niçin veto ettiğini sorma yetkisi ve
hakkı da yok. Bu da demek oluyor ki dünya devletleri sayısı, iradesi, ne olursa
olsun Birleşmiş Milletler yapısı içinde veto yetkisine sahip beş daimi üyenin
elinde adeta bir oyuncak gibidir. Bunun neresi adalettir, bunun neresinde
hakkaniyet vardır?..... ve dünya tarihinde şimdiye hiçbir siyasi lider bu beş
süper gücün yüzüne karşı beş parmağını onların gözüne sokarcasına uzatarak
“dünya beşten büyüktür” diyememiştir. Ve işin ilginç tarafı bu beş daimi üyenin
içinde bir tane bile Müslüman devlet yoktur. İşte yukarıda açıklandığı ve
Cumhurbaşkanımız da açıkladığı üzere dünyanın beşten büyük olduğunu bu beş
harami devlete kabul ettirdiğimiz gün, dünya üzerinde zulmün sona erdiği ve
mazlumların kurtulduğu, gerçek adaletin yaşandığı günlere yeniden dönülecektir.
Şimdi
gelelim kendi ülkemize ve Türkiye’deki beşli çete realitesine.
Osmanlı
İmparatorluğunun tasfiyesinden sonra emperyalist batının dikte ve dayatmaları
ile içimizdeki jöntürklerle başlayan ve ittihat ve terakki ile devam eden
batının devşirdiği kadrolara bir küçük cumhuriyet kurdurulmuş. Bu kukla
cumhuriyete saltanat ve hilafeti kaldırma görevi verilmiştir. Devamında ise
sözde cumhuriyet gerçekte ise tek adam rejiminde pek çok siyasi, sosyal ve
kültürel devrimler yapılarak Türk Milletinin binlerce yıllık büyük devlet olma
ideali budanmış, kendi coğrafyasında ve dünyada egemen olma hedefleri rafa
kaldırılmış, kurulan bu devletin Türk dünyası ve İslam dünyası ile bağları
koparılmış, batılı sosyal ve kültürel değerler etkisinde ve nüfuzunda yaşamaya mecbur ve mahkum
edilmiştir.
Nasıl
ki güvenlik konseyinin veto yetkisine sahip beş daimi üyesi ile bütün dünya
devletleri birleşmiş milletlerde bu beş devletin avucunun içine alınmıştır
Türkiye’de de cumhuriyetin kurulmasından sonra milli irade oluşturulan beş
gücün avucu içine bırakılmıştır. Bu beş güç; ordu, yüksek yargı, bürokrasi,
basın ve sermayedir. Türk Milletinin ruhunun derinliklerinde yaşayan büyük
millet, büyük devlet olma, Türk ve İslam dünyasında ve dünyada hakim ve egemen
olma istek ve iradesinin yeniden dirilmesinin önüne geçmek ve o iradeyi
sindirmek için yerine göre bu beş gücün birisi ikisi veya hepsi devreye
sokularak askeri, ekonomik veya yargısal veya siyasi ya da psikolojik
operasyonlarla bu yüce milletin geleceği ve kaderi ile oynanmıştır. Bu
operasyonların başındaki demirbaş koordinatör yapı ise CHP dir. Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren bir kez bile millet çoğunluğunun iradesine sahip olamayan
ve hükmedemeyen CHP, Serbest Fırka, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, muhtelif
isyan hareketleri, 1946 da açık oy kapalı sayım rezaleti ile tek parti
diktatörlüğünü dört yıl daha sürdürebilmesi, on yıllık Demokrat Parti
iktidarının askeri darbe ile ve idamlar ile sonlandırılması, kurulan geçici
hükümetler,1971 Muhtırası gibi olaylarda bu beşli çetenin desteği ile hep birinci
derecede etkili olmuştur.
12 Eylül 1980 den sonraki dönemde Anaatan Partisi ve Turgut Özal liderliğinde ordu
ile birlikte, basın, sermaye ve bürokrasinin ve hatta yüksek yargının açık ve
sert muhalefetine rağmen önemli ölçüde bir değişim başlatılmıştır. Turgut Özal bu
kontrol dışı yaptıklarının bedelini ise hayatı ile ödemiştir. Türkiye’de milli
uyanışın farkına varan emperyalist batı dini cemaatler üzerindeki çalışmalara
ağırlık vermiş, bir yandan da ulusalcılık adı altında Osmanlı düşmanlığı ve
Kemalizmi farklı versiyonları ile kitlelere enjekte ederek milletin birlik ve
bütünlüğünü bozma faaliyetlerine devam etmiştir.
Düşman
o kadar ustaca propaganda yapmaktadır ki hedefe koyduğu isimleri çok kısa
zamanda yıpratmakta, etrafını boşaltmakta, devreye soktuğu yeni plan ve
projeler ve zaman zaman açığa çıkarmak zorunda kaldığı kripto ajanları ile yeni krizlerin ve yeni kaosların zeminini
hazırlamakta zorlanmamaktadır. Turgut Özal’ın ölümünden sonra yaşanan süreçte
bu millet türlü ekonomik ve siyasi saldırılarla karşılaşmış, içte beşli çete
dediğimiz dinamik güçler var güçleri ile milli iradeye saldırmaya devam
etmiştir. Ancak tüm bu taktik ve stratejik çalışmalara rağmen Recep Tayyip
Erdoğan devletin zirvesini ele geçirmiş ve bu beşli çeteye karşı mücadelesini
sürdürmüştür. Bu mücadele sonunda içeride ordu, basın, sermaye, yüksek yargı ve
bürokrasinin gücü büyük ölçüde kırılmış sadece kripto unsurlar kalmıştır. Baş
koordinatör olarak yalnızlık yaşayan CHP ye ise takviye kuvvet olarak önce MHP
dahil edilmek istenmiş ise de oyunun farkına varan Devlet Bahçeli, Recep Tayyip
Erdoğan’ın da takviyesi ile partiyi onlara teslim etmemiştir. Fakat parti
içinden yıllar içinde devşirilmiş ve ince ayar verilmiş Kemalist, cumhuriyetçi,
laik, batılı değerler ile formatlanmış bir gurup Meral Akşener’in liderliğinde
koparılmış ve CHP ye teslim edilmiştir.
Öte yandan CHP ve yandaşlarının yıllardır Sivas olaylarının baş faili diye
lanetledikleri Temel Karamollaoğlu adındaki ajan da açığa çıkmış, o da
emrindeki bir avuç mankurt ile bu kervana dahil edilmiştir. Ve devamında PKK
kontrolündeki legal parti görünümündeki faşist ve marksist HDP de bu oluşturulmuş cepheye dahil edilmiş
ve bu dört farklı siyasi yapı CHP koordinatörlüğünde mahalli seçimlere
girmiştir. Durum vahimdir, mutlaka devletin tek adam sultasından kurtulması,
istikrarlı ortamdan çıkması ve kaosa sürüklenmesi gerekmektedir. Çünkü Türkiye
kuruluşundan sonra ilk defa bu kadar dik durmakta, kontrol dışı hareket
etmekte, uzak doğuda, Amerika ve Afrika kıtasında ve tabii öncelikle dünyanın
kalbi ortadoğuda emperyalizmin yazdığı senaryoların figüranı olmayı
reddetmektedir. Siyasi, ekonomik ve askeri olarak dünyanın egemen güçlerine
karşı farklı alternatifler ve dengeler peşindedir. Siyasi, ekonomik ve askeri
bağımsızlığını sağlamak yolunda projeler üretmekte ve uygulamaya koymaktadır.
Artık Taksim Gezi olaylarında, 17-25 aralık sürecinde, 15 Temmuzda, döviz
oyunları ile başarılamayan operasyon mahalli seçimler ile sonuçlandırılmalıdır.
Bunun için CHP nin koordinatörlüğünde sermaye gurubu olarak TUSİAD, yazılı ve
görsel basında FOX tv, HALK tv, gibi birkaç televizyon kanalı, düşük tirajlı
birkaç gazete ve yüksek yargıda açığa çıkmamış kripto hücreler bunların hepsi
kullanılarak bir plan yapılmıştır. Bir yıl evvelinden AK parti içine bir kısım
ajanlar üye olarak sızdırılmış, bunlar sandık kurullarında göre almışlardır.
YSK daki unsurların devreye girmesi ile sandık başkanları yasal olmayan biçimde
belirlenmiştir. Gaye şudur; İstanbul ve Ankara olmak üzere olabildiğince büyük şehirleri almak, muhalefet cephesinin aldığı
oy oranını yüzde elli üzerine çıkarmak. Bu olağan yollardan mümkün olmayacaksa
bile sayım sonuçları tutanağa geçirilirken, bu tutanaklar birleştirilirken ve
birleştirilmiş tutanaklar sisteme girilirken yapılabilecek her suistimali
yapmak ve bu sonucu ne pahasına olursa olsun almak. Bu sonucu aldıktan sonra da
ülkeyi erken seçime ya da kaosa sürüklemek. Tabii yedekte bekleyen dış güçler, var gücü ile mevcut iktidara karşı tüm varlığı ile sekiz koldan beslediği
muhalefetin başarısı için elinden gelen her türlü çabayı göstermektedir. Şimdilerde yaşadığımız süreç işte bu
operasyonun sonucudur. Umarız ve dileriz bu süreç neyle sonuçlanırsa
sonuçlansın kaos ve karışıklık en istemediğimiz şeydir.
Bu
sürecin sonunda çok ilginç bir FETÖ şifreleri ile seçimin 17. Gününde,
saat:17.17 de, ve bazı başkaca 17 ler de yan yana getirilerek İstanbul’da da
mazbata CHP adayına verilmiştir. CHP ve müttefikleri ile birlikte Türkiye’nin
düşmanları sevinmiş dostları ise üzülmüştür. Aslında bu mahalli seçimlerin
sıradan sonuçları olmalıdır. Halkın tercihleri öne çıkmalıdır. Seçimlerde irade
nasıl tecelli ediyorsa buna şapka çıkarmak lazımdır. Ancak baştan beri de
işaret ettiğimiz gibi Türkiye’de seçimler Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi
sıradan seçimler olmamaktadır. Türkiye batı nazarında edilgen bir güç olarak
görülmektedir. Emperyalist batı seçim sonuçlarını etkileyerek hakimiyetini
sürdürmek istemektedir. Seçimler kurguladığı ve beklediği gibi
sonuçlanmadığında ise askeri darbeler veya sivil karışıklıklar ve sonrasında da
askeri müdahale ve işgal sırada beklemektedir. Nitekim Irak, Libya, Suriye,
Mısır, Sudan, Cezayir, Somali, bunun en son örnekleridir. Ancak bu büyük resmi
görmeyen ya da göremeyen, sureti haktan görünüp te bu algı operasyonlarına
kapılarak CHP liderliğindeki ihanet operasyonuna alet olan saf, salak, gafil ve
densizlere yazıklar olsun. Dirayetsiz, basiretsiz ve kifayetsizlere yazıklar
olsun. Fikir fukaralarına yazıklar olsun. Ve bu büyük resme göre krizi
yönetemeyen, bunu bir türlü beceremeyen ve yanı başlarındaki yoldaş sandıkları
hainlerin oyun ve tuzaklarına kapılan iradeye de bu büyük bir ders olsun. Ancak
savaş bitmedi, kavga bitmedi, mücadele bitmedi bitmeyecek. Bizi Ergenekon’dan
Anadolu’ya, devamında Avrupa’ya ya, Romaya, Viyana’ya yönelten kızıl elma,
NİZAM-I ALEM davamıza sahip çıktığımız sürece düşman topuyla tüfeğiyle, her
türlü hain ve işbirlikçilerini de yedeğine alarak bize saldırmaya devam
edecektir. Pes edecek miyiz? Elbette pes etmeyeceğiz. Bu mahalli seçimler
sıradan seçimler ve sonuçlar olarak kalmayacak, üç büyük şehrin yanında
Antalya, Adana, Mersin gibi büyükşehirlerin de kaybı sonrasında şer ittifakı
oluşturacağı kaos sonrasında erken genel seçim isteyecek. Dolayısı ile genel seçimlerin
öncesi ve sonrası kaos plan ve senaryoları ile geçecektir. Ülkemizi, devletimizi
ve milletimizi zor günler bekliyor, görüyor ve biliyoruz. Ancak şunu da
biliyoruz ki bu aziz milletin kolay bir zamanı ve hayatı olmadı ki. Kolayı tercih
eden unsurlarımız Bulgar oldular, Macar oldular, rahatı buldular. Fakat biz
aslımızdan, Türklüğümüzden, İslamlığımızdan asla kopmadan ve uzaklaşmadan son
nefesimize kadar, kanımızın son damlasına kadar Allah’ın askerleri olmaya bu
yolda kan vermeye, can vermeye devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder