24 Nisan 2019 Çarşamba

DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR, TÜRKİYE’DE MİLLİ İRADE DE BEŞTEN BÜYÜKTÜR



            Cumhurbaşkanımızın slogan haline getirdiği bir söz var: “dünya beşten büyüktür”. Bu sözün bilenler bilir ne demek olduğunu da bilmeyenler için kısaca açıklayalım. Bütün dünya devletlerinin üye olduğu ve 196 devletin üyeliği ile oluşan Birleşmiş Milletler örgütünün organlarından biri Güvenlik Konseyidir. Güvenlik Konseyi ile ilgili kendi sitesinden aldığımız kuruluş ve görev konuları ana hatları ile aşağıdadır:
Güvenlik Konseyi, Anlaşma kapsamında uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusunda birincil sorumluluğa sahiptir.
Konseyin beşi daimi - Amerika Birleşik Devletleri Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya Federasyonu - 10’u Genel Kurul tarafından iki yıllık süre için seçilen 15 üyesi vardır.
Her üyenin bir oyu vardır. İdari konulardaki kararlar 15 üyenin 9’unun evet oyuyla alınır. Diğer konularda karar alınabilmesi için 5 daimi üyenin tamamının evet oyu dahil olmak üzere toplam 9 evet oyu gerekir.
5 daimi üyenin her biri zaman içinde  bir şekilde veto hakkını kullanmıştır. Daimi üye söz konusu karara tam olarak katılmadığı ama bu kararı veto etmek istemediği durumlarda çekimser kalabilir. Böylelikle gerekli 9 olumlu oyun bulunması durumunda karar alınmasına olanak sağlar.
Antlaşma’nın 25’inci Maddesi gereğince, Birleşmiş Milletler’in tüm üyeleri Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları kabul edip uygulamak zorundadır. Birleşmiş Milletler’in diğer organları üye ülkelere ancak tavsiyede bulunurken, Konsey’in tek başına Antlaşma’da belirtildiği üzere üye devletlerin uyması gereken kararları alma yetkisi vardır.
Görev ve Yetkileri
Güvenlik Konseyi’nin Antlaşma’da belirlenen görev ve yetkileri aşağıdaki maddeleri içerir:
  • Birleşmiş Milletler ilke ve amaçları çerçevesinde uluslararası barış ve güvenliği korumak;
  • Silah üretimini düzenleyici önlemler almak;
  • Tarafların sorunlarını barışçıl yollardan çözmeleri için görüşmeye davet etmek;
  • Uluslararası uyuşmazlıklara yol açabilecek anlaşmazlıkları ve sorunları araştırmak ve bu sorunların ya da maddelerin çözümü için tavsiyede bulunmak;
  • Durumun ağırlaşmasını önlemek için ilgili tarafları söz konusu önlemlere uymaya çağırmak;
  • Konsey kararlarının etkinliğini arttırmak amacıyla Birleşmiş Milletler üyelerini yaptırım gibi doğrudan şiddet içermeyen Güvenlik Konseyi kararlarına uymaya çağırmak;
  • Uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için güç kullanımına başvurmak ya da onay vermek;
  • Yerel anlaşmazlıkların bölgesel düzenlemeler aracılığıyla barışçıl yollarla çözülmesini teşvik etmek ve bu bölgesel düzenlemelerin BM yetkisi dahilinde kullanılmasını sağlamak;
  • Genel Kurul’a Genel Sekreter ataması konusunda tavsiyede bulunmak ve Kurul’la birlikte Uluslararası Adalet Divanı yargıçlarını seçmek;
  • Uluslararası Adalet Divanından yasal konularda hukuki rapor talep etmek; Birleşmiş Milletler’e yeni üye kabulü konusunda Genel Kurul’a tavsiyede bulunmak.

Kısaca özetleyelim; Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi ve iki yıl için seçilen on geçici üye olmak üzere toplam onbeş üyesi var. Dokuz üye ile karar alabiliyor ancak idari olmayan konularda beş üyenin mutlaka bu dokuz evet diyecek üyenin içinde olması gerekiyor. Ve beş daimi üyenin alınacak her kararı veto yetkisi var. Bu beş veto yetkisine sahip üyeye veto etmeleri halinde kimsenin neden niçin veto ettiğini sorma yetkisi ve hakkı da yok. Bu da demek oluyor ki dünya devletleri sayısı, iradesi, ne olursa olsun Birleşmiş Milletler yapısı içinde veto yetkisine sahip beş daimi üyenin elinde adeta bir oyuncak gibidir. Bunun neresi adalettir, bunun neresinde hakkaniyet vardır?..... ve dünya tarihinde şimdiye hiçbir siyasi lider bu beş süper gücün yüzüne karşı beş parmağını onların gözüne sokarcasına uzatarak “dünya beşten büyüktür” diyememiştir. Ve işin ilginç tarafı bu beş daimi üyenin içinde bir tane bile Müslüman devlet yoktur. İşte yukarıda açıklandığı ve Cumhurbaşkanımız da açıkladığı üzere dünyanın beşten büyük olduğunu bu beş harami devlete kabul ettirdiğimiz gün, dünya üzerinde zulmün sona erdiği ve mazlumların kurtulduğu, gerçek adaletin yaşandığı günlere yeniden dönülecektir.
            Şimdi gelelim kendi ülkemize ve Türkiye’deki beşli çete realitesine.
            Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesinden sonra emperyalist batının dikte ve dayatmaları ile içimizdeki jöntürklerle başlayan ve ittihat ve terakki ile devam eden batının devşirdiği kadrolara bir küçük cumhuriyet kurdurulmuş. Bu kukla cumhuriyete saltanat ve hilafeti kaldırma görevi verilmiştir. Devamında ise sözde cumhuriyet gerçekte ise tek adam rejiminde pek çok siyasi, sosyal ve kültürel devrimler yapılarak Türk Milletinin binlerce yıllık büyük devlet olma ideali budanmış, kendi coğrafyasında ve dünyada egemen olma hedefleri rafa kaldırılmış, kurulan bu devletin Türk dünyası ve İslam dünyası ile bağları koparılmış, batılı sosyal ve kültürel değerler etkisinde  ve nüfuzunda yaşamaya mecbur ve mahkum edilmiştir.
            Nasıl ki güvenlik konseyinin veto yetkisine sahip beş daimi üyesi ile bütün dünya devletleri birleşmiş milletlerde bu beş devletin avucunun içine alınmıştır Türkiye’de de cumhuriyetin kurulmasından sonra milli irade oluşturulan beş gücün avucu içine bırakılmıştır. Bu beş güç; ordu, yüksek yargı, bürokrasi, basın ve sermayedir. Türk Milletinin ruhunun derinliklerinde yaşayan büyük millet, büyük devlet olma, Türk ve İslam dünyasında ve dünyada hakim ve egemen olma istek ve iradesinin yeniden dirilmesinin önüne geçmek ve o iradeyi sindirmek için yerine göre bu beş gücün birisi ikisi veya hepsi devreye sokularak askeri, ekonomik veya yargısal veya siyasi ya da psikolojik operasyonlarla bu yüce milletin geleceği ve kaderi ile oynanmıştır. Bu operasyonların başındaki demirbaş koordinatör yapı ise CHP dir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bir kez bile millet çoğunluğunun iradesine sahip olamayan ve hükmedemeyen CHP, Serbest Fırka, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, muhtelif isyan hareketleri, 1946 da açık oy kapalı sayım rezaleti ile tek parti diktatörlüğünü dört yıl daha sürdürebilmesi, on yıllık Demokrat Parti iktidarının askeri darbe ile ve idamlar ile sonlandırılması, kurulan geçici hükümetler,1971 Muhtırası gibi olaylarda bu beşli çetenin desteği ile hep birinci derecede etkili olmuştur.
            12 Eylül 1980 den sonraki dönemde Anaatan Partisi ve Turgut Özal liderliğinde ordu ile birlikte, basın, sermaye ve bürokrasinin ve hatta yüksek yargının açık ve sert muhalefetine rağmen önemli ölçüde bir değişim başlatılmıştır. Turgut Özal bu kontrol dışı yaptıklarının bedelini ise hayatı ile ödemiştir. Türkiye’de milli uyanışın farkına varan emperyalist batı dini cemaatler üzerindeki çalışmalara ağırlık vermiş, bir yandan da ulusalcılık adı altında Osmanlı düşmanlığı ve Kemalizmi farklı versiyonları ile kitlelere enjekte ederek milletin birlik ve bütünlüğünü bozma faaliyetlerine devam etmiştir.
            Düşman o kadar ustaca propaganda yapmaktadır ki hedefe koyduğu isimleri çok kısa zamanda yıpratmakta, etrafını boşaltmakta, devreye soktuğu yeni plan ve projeler ve zaman zaman açığa çıkarmak zorunda kaldığı  kripto ajanları  ile yeni krizlerin ve yeni kaosların zeminini hazırlamakta zorlanmamaktadır. Turgut Özal’ın ölümünden sonra yaşanan süreçte bu millet türlü ekonomik ve siyasi saldırılarla karşılaşmış, içte beşli çete dediğimiz dinamik güçler var güçleri ile milli iradeye saldırmaya devam etmiştir. Ancak tüm bu taktik ve stratejik çalışmalara rağmen Recep Tayyip Erdoğan devletin zirvesini ele geçirmiş ve bu beşli çeteye karşı mücadelesini sürdürmüştür. Bu mücadele sonunda içeride ordu, basın, sermaye, yüksek yargı ve bürokrasinin gücü büyük ölçüde kırılmış sadece kripto unsurlar kalmıştır. Baş koordinatör olarak yalnızlık yaşayan CHP ye ise takviye kuvvet olarak önce MHP dahil edilmek istenmiş ise de oyunun farkına varan Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdoğan’ın da takviyesi ile partiyi onlara teslim etmemiştir. Fakat parti içinden yıllar içinde devşirilmiş ve ince ayar verilmiş Kemalist, cumhuriyetçi, laik, batılı değerler ile formatlanmış bir gurup Meral Akşener’in liderliğinde koparılmış ve CHP  ye teslim edilmiştir. Öte yandan CHP ve yandaşlarının yıllardır Sivas olaylarının baş faili diye lanetledikleri Temel Karamollaoğlu adındaki ajan da açığa çıkmış, o da emrindeki bir avuç mankurt ile bu kervana dahil edilmiştir. Ve devamında PKK kontrolündeki legal parti görünümündeki faşist ve marksist  HDP de bu oluşturulmuş cepheye dahil edilmiş ve bu dört farklı siyasi yapı CHP koordinatörlüğünde mahalli seçimlere girmiştir. Durum vahimdir, mutlaka devletin tek adam sultasından kurtulması, istikrarlı ortamdan çıkması ve kaosa sürüklenmesi gerekmektedir. Çünkü Türkiye kuruluşundan sonra ilk defa bu kadar dik durmakta, kontrol dışı hareket etmekte, uzak doğuda, Amerika ve Afrika kıtasında ve tabii öncelikle dünyanın kalbi ortadoğuda emperyalizmin yazdığı senaryoların figüranı olmayı reddetmektedir. Siyasi, ekonomik ve askeri olarak dünyanın egemen güçlerine karşı farklı alternatifler ve dengeler peşindedir. Siyasi, ekonomik ve askeri bağımsızlığını sağlamak yolunda projeler üretmekte ve uygulamaya koymaktadır. Artık Taksim Gezi olaylarında, 17-25 aralık sürecinde, 15 Temmuzda, döviz oyunları ile başarılamayan operasyon mahalli seçimler ile sonuçlandırılmalıdır. Bunun için CHP nin koordinatörlüğünde sermaye gurubu olarak TUSİAD, yazılı ve görsel basında FOX tv, HALK tv, gibi birkaç televizyon kanalı, düşük tirajlı birkaç gazete ve yüksek yargıda açığa çıkmamış kripto hücreler bunların hepsi kullanılarak bir plan yapılmıştır. Bir yıl evvelinden AK parti içine bir kısım ajanlar üye olarak sızdırılmış, bunlar sandık kurullarında göre almışlardır. YSK daki unsurların devreye girmesi ile sandık başkanları yasal olmayan biçimde belirlenmiştir. Gaye şudur; İstanbul ve Ankara olmak üzere olabildiğince  büyük şehirleri almak, muhalefet cephesinin aldığı oy oranını yüzde elli üzerine çıkarmak. Bu olağan yollardan mümkün olmayacaksa bile sayım sonuçları tutanağa geçirilirken, bu tutanaklar birleştirilirken ve birleştirilmiş tutanaklar sisteme girilirken yapılabilecek her suistimali yapmak ve bu sonucu ne pahasına olursa olsun almak. Bu sonucu aldıktan sonra da ülkeyi erken seçime ya da kaosa sürüklemek. Tabii yedekte bekleyen dış güçler, var gücü ile mevcut iktidara karşı tüm varlığı ile sekiz koldan beslediği muhalefetin başarısı için elinden gelen her türlü çabayı göstermektedir.  Şimdilerde yaşadığımız süreç işte bu operasyonun sonucudur. Umarız ve dileriz bu süreç neyle sonuçlanırsa sonuçlansın kaos ve karışıklık en istemediğimiz şeydir.
            Bu sürecin sonunda çok ilginç bir FETÖ şifreleri ile seçimin 17. Gününde, saat:17.17 de, ve bazı başkaca 17 ler de yan yana getirilerek İstanbul’da da mazbata CHP adayına verilmiştir. CHP ve müttefikleri ile birlikte Türkiye’nin düşmanları sevinmiş dostları ise üzülmüştür. Aslında bu mahalli seçimlerin sıradan sonuçları olmalıdır. Halkın tercihleri öne çıkmalıdır. Seçimlerde irade nasıl tecelli ediyorsa buna şapka çıkarmak lazımdır. Ancak baştan beri de işaret ettiğimiz gibi Türkiye’de seçimler Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi sıradan seçimler olmamaktadır. Türkiye batı nazarında edilgen bir güç olarak görülmektedir. Emperyalist batı seçim sonuçlarını etkileyerek hakimiyetini sürdürmek istemektedir. Seçimler kurguladığı ve beklediği gibi sonuçlanmadığında ise askeri darbeler veya sivil karışıklıklar ve sonrasında da askeri müdahale ve işgal sırada beklemektedir. Nitekim Irak, Libya, Suriye, Mısır, Sudan, Cezayir, Somali, bunun en son örnekleridir. Ancak bu büyük resmi görmeyen ya da göremeyen, sureti haktan görünüp te bu algı operasyonlarına kapılarak CHP liderliğindeki ihanet operasyonuna alet olan saf, salak, gafil ve densizlere yazıklar olsun. Dirayetsiz, basiretsiz ve kifayetsizlere yazıklar olsun. Fikir fukaralarına yazıklar olsun. Ve bu büyük resme göre krizi yönetemeyen, bunu bir türlü beceremeyen ve yanı başlarındaki yoldaş sandıkları hainlerin oyun ve tuzaklarına kapılan iradeye de bu büyük bir ders olsun. Ancak savaş bitmedi, kavga bitmedi, mücadele bitmedi bitmeyecek. Bizi Ergenekon’dan Anadolu’ya, devamında Avrupa’ya ya, Romaya, Viyana’ya yönelten kızıl elma, NİZAM-I ALEM davamıza sahip çıktığımız sürece düşman topuyla tüfeğiyle, her türlü hain ve işbirlikçilerini de yedeğine alarak bize saldırmaya devam edecektir. Pes edecek miyiz? Elbette pes etmeyeceğiz. Bu mahalli seçimler sıradan seçimler ve sonuçlar olarak kalmayacak, üç büyük şehrin yanında Antalya, Adana, Mersin gibi büyükşehirlerin de kaybı sonrasında şer ittifakı oluşturacağı kaos sonrasında erken genel seçim isteyecek. Dolayısı ile genel seçimlerin öncesi ve sonrası kaos plan ve senaryoları ile geçecektir. Ülkemizi, devletimizi ve milletimizi zor günler bekliyor, görüyor ve biliyoruz. Ancak şunu da biliyoruz ki bu aziz milletin kolay bir zamanı ve hayatı olmadı ki. Kolayı tercih eden unsurlarımız Bulgar oldular, Macar oldular, rahatı buldular. Fakat biz aslımızdan, Türklüğümüzden, İslamlığımızdan asla kopmadan ve uzaklaşmadan son nefesimize kadar, kanımızın son damlasına kadar Allah’ın askerleri olmaya bu yolda kan vermeye, can vermeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok: