3 Nisan 2019 Çarşamba

“OSMANLI VE TÜRKLER BAŞLIKLI YAZI VE DEVAMINDA CEVAPLARIMIZ”

OSMANLI VE TÜRKLER
5 yıl önce yazmıştık,onbinler paylaşmış, milyonlar okumuştu;
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı.
Halifeliğe kadar olan Osmanlı, namı-ı diğer Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluğumuz…
Ve Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz…
Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler, bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir.
(1517) Ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler.
 İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlayarak imparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.
 Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir.
 (Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!” “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.)
Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur, 1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur.
 Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir, 1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…)
 Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir…
 Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, kırdırılır, ganimeti bile toplatmazlar…
 Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar…
 Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler.
 Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır…
 Buna tarihimizde “Ekrad Türkmanlar” denir…
 Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)
 Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve Alevilik bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.
 Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir.
 Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmıştır, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
 Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler… Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar… (Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563’te ise Rumların matbaası vardır. Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz ama bilgiye sahip olmak için çok geçtir artık…)
 11 Eylül 1683
 Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır; 1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir ‘’Türk imparatorluğu’’ Osmanlı varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?!… (Osmanlı bu dönem; 1683 Viyana Bozgunu’ndan, 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşı’na kadar tüm savaşları kaybetmiştir.)
 Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi-mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk batar mıydı?
 Ve yine; Mevlanaların, Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin… İslam’ı, İslam değil miydi?
 Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu…!
 Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.
 Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki: “Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
 İşte bu yüzden ‘’Arap sevici mezhepçi” değil “Cumhuriyetçiyiz!”


YUKARIDAKİ YAZIYA CEVAP OLARAK YAZILMIŞTIR AŞAĞIDAKİ YAZI


Beş yıl önce yazmış milyonlar okumuş ise ya kimse anlamamış ya da onaylamamış demektir. İki farklı Osmanlı yoktur asla, Osmanlı ruhunu anlamayan anlayamayan böyle bir kanaate kapılabilir. Osmanlı Türkün nizamı alem  davasının kadrolaşmış yapısıdır hatası ve sevabı ile.
Halifelik sevdasına düşmeyi hilafete sahip çıkmayı engellemeye yönelik söylemler bunlar.
Fatih sultan Mehmet bizansı fethetti hilafetten sonra ve doğu Roma imparatoru ünvanını aldı ve ortadoksların da padişahı oldu. Eğer batı Romayı da fethetmeye gücü yetseydi batı roma imparatoru ünvanını da alacaktı. Vatikanı da alsa idi tıpkı Fener patrikhanesi gibi vatikan da Osmanlı himayesine girecek ve Osmanlı katolik dünyasının da başı ve hamisi olacaktı. Dolayısı ile nizamı alemin kapıları açılacaktı. Osmanlı bir dünya devleti haline gelecekti. Ancak bunu et kafalar, ot kafalar ve tabii b..k kafalar asla anlayamaz.
Türk Arabı da Arap olmayanı da kısaca islam olanı da insan olanı da sevmiş, değer vermiş ve bağrına basmıştır. Bundan doğal bir şey olamaz. İslamın düsturu ve ölçüsü de budur. Küfür ehli yani batı ajanı güçler islam dünyasında ve Türkiye’de iki düşmanlığa alt yapı hazırlamaya çalışmıştır: Türkiyede arap düşmanlığı ve Arap dünyasında Türk düşmanlığı, hıristiyan dünyasında ise terör öne sürülerek islam ve Müslüman düşmanlığı da bunun  devamında gelmiştir.
Halifelik sevdası diye bir şey olmaz halifelik davası ve gücü  vardır ve böyle bir güç varsa bu elbette Türkün olmalıdır.
Hilafetin alınmasından sonra anlatılanlar tamamen şehir efsanesi gibidir. Ancak din ile ilgili islamın ilk yıllarından itibaren farklı görüşler elbette olmuştur, hilafet bize geçtikten sonra da bu devam etmiştir. Arap Müslümanlığı ya da Türk müslümanlığı söylemleri tek kelime ile şeytanca söylemlerdir.
Bir devletin çok dinli ve uluslu imparatorluk haline gelmesinin yolu ırkçı söylemlerden uzak durmaktır. O bakımdan Osmanlı hiç bir ırkı yüceltmemiş, Türk kelimesini de yasaklamamış ancak bugünkü zındıklar ve salaklar veya hainler gibi Türkçü ve İslamcı bir profil de ortaya özellikle koymamıştır. Osmanlıyı tasfiye eden sürecin kaynağında da iki akım etkili olmuştur: TÜRKÇÜLÜK VE İSLAMCILIK
Örneğin Amerika’da Amerikalı olmak mefhumu yerine İngiliz milliyetçiliğini dayatırsanız bu süper güç üç günde dağılır gider. Rusya Federasyonu elli milyona yakın müslümanı sınırları içinde barındırmakta ve İslam Konferansı örgütüne üyelik talebinde bulunmuş bir devlettir. Sadece Rus ortadoksluğu ve milliyetçiliği üzerine kurarsa sistemini o da üç günde çöker gider.  Osmanlı bütün din ve milletleri Osmanlılık adı altında toplamıştır. Doğru da yapmıştır. 600 yıl yaşayan Osmanlıyı bugün yüz yaşına bile girmeden nezle grip ötesinde türlü kanserlerle savaşmak zorunda kalan Türkiye’nin cüce penceresinden bakarak değerlendirmek ve aşağılamak  salaklık ve kifayetsizlik değilse hainliktir. Kızılbaşların aşağılanması diye bir şey asla yoktur. Ancak Pir sultan da dahil olmak üzere bir kısım alevi insanlarımız Şah İsmail sonrasında tutturmuşlar bir ŞAH türküsü, devlete ihanet kayığına binmişler, bugün Kürtlerin ajite edildiği gibi o gün de dış güçler alevileri bugün  olduğu gibi ajite etmiş ve ihanete yöneltmiştir. Hainin dini ve ırkı olmaz. Devlet eğer varsa her türlü hainin başını alır. Bugün PKK ya karşı yaptığı gibi. Osmanlı hainin başını almıştır. Türkmenim diyenin değil.
Ehlibeyt Türk tekke diye bir kavram ilk defa burada duyuyorum ben. Bu yazıyı kaleme alan geri zekalı bugünkü THKPC nin cem evlerindeki yapılanmasını görmüyor mu? İhanet camide de olsa cem evinde de olsa ihanettir. Devlet tedbirini alacaktır ve almıştır da. Bugün de almalıdır. Terör yuvası haline gelen cem evi varsa elbette kapatılmalıdır. Ehli beytin yasını tutan da değerini bilen de Osmanlıdır. Bu saçma satırların yazarı değil.
Yeniçeriler devşirme sipahi ocakları Türk’tür. Ancak bunlar arasında böyle bir ayırımı sadece hainler yapar.
Osmanlının hiçbir topluluğa bu arada Türklere zulmü iddiası alçakça bir iftiradır.  Bu mantıkla bakarsak cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapılan baskı zulüm ve kıyımları devlete mi fatura etmeliyiz? Bu değişik dönemlerde başa gelen basiretsiz, çapsız ve  hain ve zalim idarecilerin zulümleridir.
Osmanlının matbaaya geç kavuştuğu rönesansı ıskaladığı gibi tesbitler de doğru değildir. Osmanlının ekonomik zafiyete düşmesinin gerisinde teknolojinin gerisinde kalması değil;
Batının sömürgeci olması Osmanlının emperyalist olmaması,
Afrika’daki emek gücünün esir ticareti yoluyla Avrupa ve Amerika’ya taşınması, emperyalist batının kolonyalist sömürgeci politikası ile Afrika ve Asya’daki ve hatta devamında Amerika’daki pek çok devleti sömürgeleştirmesi,
Afrika Asya ve Amerika’daki kıymetli madenlerin yüzlerce yıldır –bugün bile- sömürülmeye devam edilmesi gibi nedenlerdir.
Osmanlı asla sömürgeci ve emperyalist olmadığı için batının gerisinde kalmıştır. Bir de savaşı ve mücadeleyi emperyalist batı gibi alçakça ve kalleşçe yürütmeyi inancı ve yapısı icabı başaramadığı için geride kalmıştır.
Bu alçak adam son sözünde gerçek niyet ve düşüncesini ortaya koymuştur.:
CUMHURİYETÇİ OLMAK.
Türkçü değilsin, İslamcı değilsin, Turancı değilsin, kızıl elman yok, sadece cumhuriyetçisin. Cumhuriyetin dünya üzerinde islam cumhuriyetinden sosyalist cumhuriyete despotik cumhuriyetten federal cumhuriyete çok farklı versiyonları varken sözleri yuvarlayıp yuvarlayıp  cumhuriyetçilik ile noktayı koyması çapsızlığının ufuksuzluğunun geldiği noktayı göstermektedir. Bugün dünyanın en güçlü devletlerinin  federal devletler veya krallık ve imparatorluklar olduğunu göremeyen gözler kördür.(Rusya federasyonu, Federal almanya, Britanya imparatorluğu, Amerika, İsveç, Japonya vs.)
Bu çerçevede;
“Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki: “Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
İşte bu yüzden ‘’Arap sevici mezhepçi” değil “Cumhuriyetçiyiz!””
Demek ve böyle bir hükümle:
“Arap sevici mezhepçi” değil “Cumhuriyetçiyiz!”
Demek aptalca bir söylemdir. Ya da ihanettir. Arap sevici olmadan mezhepçi olmadan İslam ve müslüman olunabilir ve bunun karşılığı cumhuriyetçilik değildir. Ve cumhuriyetçilik dini bir tercih olmadığı gibi burada dini bir tercih ve seçim gibi sunulmaktadır. Ve bu yaklaşımın zerrece bilimsel ya da akli veya milli veya dini bir değeri yoktur ve olamaz.

Hiç yorum yok: