Popüler Yayınlar
27 Kasım 2019 Çarşamba
20 Kasım 2019 Çarşamba
SAVAŞLAR, ZALİMLER, MAZLUMLAR, KÜRESEL SOYKIRIM
Asırlardır insanoğlu zalimlerin elinde baskı, zulüm ve katliamlar altındadır. Yazılı tarih
öncesi dönemleri bir yana bırakırsak Roma İmparatorluğu, Hun İmparatorluğu,
Bizans dönemlerinde doğudan batıya iki akın vardır, birisi Atilla’nın İtalya’ya
kadar uzanan seferi diğeri ise batı Anadolu’ya kadar uzanan Moğol akınlarıdır. Ancak
bu askeri harekatlarda yağma ve askeri katliamlar olmuş ise de asıl katliamlar
Haçlı seferlerinden itibaren başlamıştır. 1096 da başlayan Haçlı seferleri
7.Haçlı seferinin yapıldığı 1254 e kadar sürmüştür. Haçlı seferleri ile
umduğunu bulamayan ve devamında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Viyana’ya ve
Polonya içlerine, güneyde ise İtalya’ya kadar sürülen Avrupa’nın Haçlı gücü
Osmanlı karşısında tutunamadığından gözünü daha uzaklara uzakdoğuya ve Afrika’ya
dikmiştir.
Silah ve
teknolojik gelişme ile birlikte uzak doğu ve Afrika’ya el atan Avrupa’lı
Avustralya’yı ve o bölgedeki diğer adaları sömürgeleri arasına katmış, yerliler
üzerinde acımasız bir soykırım uygulamıştır. Bu arada Kuzey ve Güney Amerika’ya
el atmış Kuzey Amerika’da Kızılderililer üzerinde acımasız bir katliam ve
soykırım gerçekleştirmiştir. Anı zamanda Güne Amerika’daki Aztek ve İnkalar da
haçlıların soykırıma varan katliamlarından kurtulamamıştır. Afrika’yı da
sömürgeleri arasına katan Avrupa gemilere doldurduğu Afrika’nın kara derili
insanlarının milyonlarcasını Ameriika’ya taşımış ve yüzlerce yıl hayvan ve köle
statüsünde kullanmıştır. Batı medeniyeti bu soykırım ve katliamlarını göstere
göstere yapmış Tom Miks, Teksas, Tom Braks gibi çizgi roman ve filmlere dahi
taşımış ise de asla ve asla bu katliamların hesabı hiçbir devlet ya da
topluluktan sorulmamıştır.
Bu, batının son katliam fasıllarından sonra 20.yüzyıldan itibaren bu işgal soykırım
ve katliamlar şekil değiştirmiştir. Artık modern silahlar ve daha küresel
güçler ve ittifaklar ortaya çıkmaktadır. İnsanoğlunun ihtiyaçları arttıkça
ihtirasları da artmakta zalim kapitalist sistem ve küreselleşen kapitalist
şirketler ve holdingler paraya ve kara doymamaktadır. Sermayenin bekçiliğini yapan
devletler ve her türlü askeri güçler sermayenin kontrolünde dünya milletlerini
ezmeye ve sömürmeye devam etmektedir.
Birinci Dünya
Harbinde milyonlarca insanı katleden
küresel güçler dünya siyasetinin batı sermayesinin kontrolüne girmeyen ve
batının sömürü anlayışı karşısındaki yegane güç olan Osmanlı İmparatorluğunu
yıkmış tasfiye etmiş, Osmanlı saltanatını ve Osmanlının temsil ettiği İslam
birliğinin en üst noktadaki manevi ve siyasi gücü olan Hilafeti ortadan
kaldırmış Türkiye Cumhuriyeti gibi Osmanlı coğrafyasındaki diğer kukla
cumhuriyetlere benzer bir cumhuriyetçik kurdurmuştur. Bunun bir nevi çağdaşlık
ve modernlik olduğu dikte edilmiş, atalarımızın ve dedelerimizin yaşadığı geniş
Osmanlı coğrafyası dilim dilim palaşıldığı ve sömürgeleştirildiği halde bunu gerçekleştiren batıya karşı olmak
yerine, batılı değerleri kabul eden,
batıya bağlı, batı kafalı, batılı değerlerle zihinleri şekillenmiş nesiller
yetiştirilmeye devam olunmuştur.
Birinci Dünya
Harbinin dumanı henüz tüterken çıkarılan İkinci Dünya Harbi ile dünya doğu ve
batı bloğu olarak ikiye bölünmüş ve bu iki blok arasında paylaşılmıştır. Tabii bunun
bedeli de milyonlarca insanın genç
yaşlı, kadın-erkek denmeden yok edilmesidir. Birinci dünya Harbinde toplam 17
milyon gibi olan asker ve sivil ölümü ikinci Dünya Harbinde ise altmış milyondan fazla kişi hayatını kaybetti.
Kızılderili katliamında se en az onbeş milyon Kızılderili yok edildi. Aztek,
İnka ve Mayalardan soykırıma uğrayan nüfus ta tahmini yirmi milyondur.
İkinci Dünya
Savaşından sonra dünya büyük savaşlar aşamamış ise de süper güçler
palazlanmakta olan küçük devletleri sürekli savaşa sokarak, bölerek, parçalayarak
dünya siyaseti üzerinde hakimiyetlerini sürdürmeye çalıştılar. Bu nedenlerle
dünya haritası asla sabit kalmadı, sürekli bazı güçler lehine değişti. Devletlerin
sınırlarının değişmesini takip bakımından onar yıllık dünya haritalarına
bakılırsa bu çok net anlaşılır. Bu süreçte
“yurtta sulh cihanda sulh” aldatmacası ile yerinde sayan Türkiye ekonomik,
siyasi ve teknolojik olarak hiçbir gelişme gösteremedi. Batının kontrolünde ve
kucağında onlarca yıl yoksulluk, çaresizlik ve çeşitli mahrumiyetlerle yaşadı.
Milli iradenin devreye girdiği ve devletin batının kontrolünden çıkmak üzere olduğu zamanlarda ise, ordu, yargı, bürokrasi,
sermaye ve basın olmak üzere beş güç emperyalist batının kontrolünde olmakla “devlet
elden gidiyor, cumhuriyet elden gidiyor” gerekçesi ile basının yaptığı yaygara,
batının mutemeti CHP nin teknik
direktörlüğü, bürokrasi, yargı ve sermayenin desteğindeki ordunun operasyonları
ile Türkiye’deki milli iradeye haddi bildirildi, devrimler, ihtilaller yapıldı
ve Türkiye sürekli baskılandı.
Sadece Türkiye
değil bu edilgen Osmanlı coğrafyasında ve tüm dünyada emperyalist küresel
güçler kuzey ve güney Amerika’da, Afrika, Asya, Avrupa ve Avustralya’da
dünyanın her yerinde dünyaya göstere göstere işgallerine, sömürülerine ve
baskılarına devam etmektedir. Amerika ve Sovyetlerin Vietnam ve Kamboçya’daki,
Laos’taki, Kore’deki, Afrikada’ki, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Bengaldeş,
Endonezya, Filipinler, Myanmar, Arabistan
coğrafyasındaki, Kuzey ve Güney Amerika’daki, Küba’daki operasyonları nedeniyle
milyonlarca mazlum insan katledilmiştir
ve bu katliam sistemli olarak devam etmektedir. Balkanlarda birinci dünya harbi ile yoğunlaşan kitlesek müslüman soykırımı ve tehcirin en son perdesi Bulgaristan'daki zulüm ve baskı döneminden sonra Bosna'da, Kosova'da, Sancak ve Karadağ bölgesinde yaşanmıştır. Bu artık lokal ve bölgesel
değil “KÜRESEL BİR SOYKIRIM” dır. Bir yandan Birleşmiş Milletlerin daimi veto
hakkı sahibi beş üyesinin silah fabrikaları tam mesai çalışırken ezilen
sömürülen halkların zihinleri de ipotek altına alınmış olmakla mayın ve silah
tarlalarına dönen mazlum coğrafyada tavşan tazı misali veya iti ite kırdırmak
gibi uzaktan kumandalı savaşlarla küresel emperyalizm sömürü düzenini
sürdürmektedir. Dünyanın mazlum halkları, henüz denenmemiş nükleer, kimyasal ve
biyolojik silahların tehdidi altındadır.
Hal böyle
iken;
Birleşmiş
Milletler tamamen etkisiz ve kifayetsizdir. Güvenlik Konseyinin beş daimi
üyesinin kontrolünde olup adeta oyuncağıdır.
Uluslararası hukuk
ve Adalet Divanı hiçbir işe yaramayan içi boş kavram ve kurumlardır.
Uluslararası kamuoyu
ve kamu vicdanı da zalimlerin ipoteği altındadır.
Dünya
bütünüyle; ilaç sektörü, silah sektörü, fuhuş sektörü, uyuşturucu sektörü ve
gıda sektörü gibi beş büyük sektörün yanında süper güçlerin idarecilerini de kontrolü
altında tutan küresel sermayenin elinde esir durumdadır.
Mazlum ve
mağdur coğrafyada kimyasal ve biyolojik silahların kurbanı anneler her gün
sayısız sakat ve hastalıklı çocuk doğurmakta, çoluk çocuk mayın ve patlayıcı
kurbanı olmakta, ne yaptığının farkında olmayan kirletilmiş, hipnoz edilmiş beyinlere
sahip zavallılar canlı bomba yapılıp patlatılmaktadır.
Bu küresel soykırım
ise dünya kamuoyu tarafından modern iletişim araçları vasıtasıyla naklen canlı
yayın izler gibi tepkisizce izlenmektedir. Batı medeniyetinin vicdanı,
balinalar için bir kısım hayvanlar için gösterdiği şov kokan duyarlılığını
sınırları dışındaki insanlar için asla ve asla göstermemektedir.
Bu tablo
karşısında;
İnsanların kalplerindeki
insaf ve vicdanı uyandırmak, dünya kamuoyunun olabilecek her yolla dikkatini
çekmek için elden gelen her çabayı göstermek, dünya üzerindeki bu tehlikeli
gidişi ve “KÜRESEL SOYKIRIM” ı durdurabilmek için azami gayret göstermek, her
Türk’ün, her Müslümanın ve dini, ırkı ve fikri ne olursa olsun her insanın en
kutsal görevi olmalıdır.
DİN, MiLLİYET, İSLAMCILIK VE MİLLİYETÇİLİK
İnsanlığın var oluşundan itibaren toplumların sosyal hayatlarında birinci derecede önemli olan din bu gün
de aynı ağırlığını ve önemini muhafaza etmektedir. Dünya siyaseti büyük ölçüde
din ve onun hemen yanında milliyetçilik düşüncesiyle şekil almaktadır.
Günümüzde
adeta birbirinin devamı gibi görünen Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık
kitabı ve şeriatı olan dinler olarak mevcudiyetini korusa da özellikle Hindu
dini ve Budizm uzak doğuda bağlıları
bakımından Museviliği kat kat aşmış ve
daha büyük bir nüfusa hakim olmuş durumdadır. Bu durumda Museviliğin üç büyük dinden birisi gibi gösterilmesi siyonist algı oluşturma çabasının bir sonucudur. Musevi dini mensuplarının onbeş
milyonu geçmediği gözönüne alınırsa bu fevkalade az sayıdaki bağlılarına rağmen
Yahudilerin dünya siyaseti ve ekonomisindeki etkinliği dikkati çekicidir. Dünyada 2,2 milyar Hristiyan (yüzde 32), 1,6 milyar
Müslüman (yüzde 23), 1 milyar Hindu (yüzde 15), 500 milyon Budist (yüzde 7) ve
14 milyon Yahudi (yüzde 0,2) yaşıyor. Bunlara ek olarak Afrika, Amerika, Asya
ve Avustralya'da geleneksel dinlere inanan 400 milyon kişi (yüzde 6) var.
Zerdüştlük yüzde 1'in içinde. 58 milyon kişi (yüzde 1) ise Şintoizm, Taoizm, Tenrikyo ve Zerdüştlük gibi diğer dünya dinlerine inanıyor.
1.1. milyar nüfus ise hiçbir dine mensup olmayanlardan oluşuyor.
1900
lü yıllara kadar öncelikle Hıristiyanlık ve Musevilik arasında devam eden
savaşlar yerini Hıristiyanlık ve Müslümanlık arasındaki savaşa bırakmış, bu
arada ideolojik yapılar ortaya çıkmıştır. Bu durumda dünyaya hakim olmak için
hem dini hem de ideolojik yapıları ve hareketleri kontrol altında tutmak
dünyaya hakim olmak isteyen egemen güçlerin birinci hedefi olmuştur. Ortaçağda
krallık ve imparatorlukların yönettiği dünya, savaşlar ve çalkantılar sonunda
yirminci yüzyılda önce ideolojik olarak ayrışmış, doğu ve batı bloku diye iki
bloklu bir dünya olmuş ise de sermaye ve basına sahip olmayı başaran Siyonizm
her iki bloğu kontrolü altına almayı başarmıştır. Siyonizm hem dini hem de
milli değerler ile örülmüş, sermaye, bürokrasi ve teknoloji ile desteklenmiş
yapısı ile yirminci yüzyıl başlarından bugüne dünyanın yegane egemen gücü
haline gelmiştir. Tabii ki dünyanın bu
noktaya gelmesinde siyonizmin örgütlenme gücü ile birlikte kendisi dışındaki
her türlü dini ve milli hareketlere hükmetme ve onları dejenere etme gücünü
gözardı edemeyiz.
Roma
İmparatorluğundan günümüze sürekli aşağılanan ve dışlanan ve zaman zaman zulüm
gören Beni İsrail dediğimiz Yahudi topluluğunun günümüzdeki son rakamlara göre
onbeş milyonu geçmeyen bir nüfusu vardır. Bu nüfusun yarısı gibi bir kısmı 1948
de kurulan İsrail’de yaşamakta kalan kısmı ise dünyanın değişik ülkelerinde
yaşamaktadır. İsrail devletinin kuruluşu öncesinde yüzlerce yıl değişik
ülkelerde sürgün gibi yaşayan Yahudi topluluğu dini olarak muharref Tevrata
sıkı sıkıya bağlanmış, etnik yönden ise katı milliyetçi hatta ırkçı bir yapı
oluşturarak bu iki motivasyon ile eğitim ve kültürde zirve yaptığı gibi
basın ve sermaye gücünü de eline almayı başarmıştır. Bu mücadelelerinin bir
yönüdür. Bir yönü ile dini ve etnik olarak çok güçlü bir örgütlenmeye giden
Yahudiler diğer yönden ilk olarak 1725 ve 1736 yıllarında irlanda ve İskoçya’da
kurdukları Mason localarını tüm dünyaya yayarak Mason locaları ve bunların daha soft yapıları olan Rotary ve Lions
kulüpleri ile tüm dünyanın entelektüel kesimini kendi kontrolleri altına
almışlardır. Mason locaları, Rotary ve Lions kulüpleri bulundukları ülkelerde
bütün sivil toplum örgütlerine ve yönetim kademelerine sızmış, Siyonist
Yahudiler İsrail devletinin kuruluşundan evvel, devlet olmadan devlet, ordu,
sermaye, yönetici sınıf-bürokrat, banka, fabrika, sermaye ve hatta ordu sahibi
olmuştur. Görüldüğü gibi örgütlü olmak en büyük güce sahip olmaktır. Örgütlü
azınlıklar örgütlü olmayan çoğunluklara hükmedebilmektedir. Sermayenin, basının
ve propagandanın gücü zalimi mazlum mazlumu zalim gösterebilmektedir. Bütün
dünyanın gözü önünde, ortadoğuda, Filistin’de, en az bin yıllık İslam
toprağında, gasp ve işgal ile “dinci”, “şeriatçı”, “ırkçı-milliyetçi” ve
işgalci bir devlet kuran Yahudiler, 1948 de kuruluşundan bugüne işgal
alanlarını genişlete genişlete varlıklarını sürdürdükleri gibi kendi
coğrafyaları içinde Arap ve Türk ırklarına münhasır olmak kaydı le
İslamcılığın, Türkçülüğün ve Arapçılığın yerine göre ne kadar iyi veya kötü
olduğu yolunda hazırlamış olduğu projelere göre istediği gibi oynamaktadır.
Siyonizm hem Avrupa’da, hem Amerika’da hem de Ortadoğuda Türk-İslam ve Arap
coğrafyasında hazırladığı projelerine göre, halklarını birbirine düşürmekte ve
komik denecek derecede az nüfusu ile hem Ortadoğu hem de dünya coğrafyasına
hükmedebilmektedir.
Bu
kısa girişten sonra ana başlıklar ve cümleler halinde olayı hülasa etmek
gerekir ise;
Türk
Birliğini temin için, Müslüman olsun olmasın diğer milletleri aşağılamayan,
küçük ve düşük görmeyen Türk
Milliyetçiliği gerekli olmanın ötesinde şart olup her Türkün Türk Milliyetçisi
olması lazım gelir.
İslam
birliğini temin için, Osmanlı İmparatorluğunda olduğu gibi diğer din mensuplarının
varlığını ve hayat hakkını inkar etmeden her Müslümanın “İslamcı” olması lazım
gelir. Bütün inananlar ve Müslümanlar kardeştir. İslam olsun olmasın insan
Allah’ın insana emanetidir.
Müslüman
olmayan bütün milletler ve devletler ise bütün güçleri ile siyonizmin
kontrolünden çıkmayı hedeflemeli kendi özgür iradeleri ile ülkelerine ve
devletlerine sahip olmalıdır. Ancak görünen odur ki küresel sermaye ve buna
paralel küresel güçler halen siyonizmin kontrolü altındadır. Ve Siyonizm dünya
devletlerinin ve halklarının arasına soktuğu fitne ve yerleştirdiği kadrolu-bordrolu
ve fahri ajanları ile telkin ettiği doğrultuda kitleleri yönlendirebilmektedir.
Örneğin Türkiye’de az sayıda dini lider kadrosunda kadrolu ajanı vardır ve
bunlara kayıtsız şartsız itaat eden mankurtçasına bağlı binlerce fahri ajan
kadroları oluşturulmuştur. Siyonizm eğer isterse geçmişte Menemen vakasına
benzer vakaları Türkiye’de istediği an tezgahlayabilir. Yine Avrupa ve
Amerika’da Siyonizm tarafından özel olarak burslarla ve eğitimlerle
yetiştirilmiş az sayıda akademisyen, sermayedar ve bürokrat ve siyasetçi ve
bunlara kayıtsız şartsız itaat edecek binlerce fahri ajan vardır. Ve Siyonizm
bunlar sayesinde istediği zaman Türkiye’de sokak olayları, yeni Taksim-Gezi
tipi olaylar organize edebilir. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde
siyonizmin kitleleri kadrolu ajanları vasıtası ile kendi kontrolü altında
tutmaktadır. Dini veya sosyal veya siyasi örgütlere ve liderlere kayıtsız
şartsız bağlılık ve itaat, sorgulamadan teslimiyet siyonizmin işine
gelmektedir. Oysa ki insanoğlu mantık ve muhakeme yürütse neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamakta
ve idrak etmekte zorlanmayacaktır. Bu idraksizlik ve cehalet ve fanatizm
yüzünden gördüğünüz gibi dünyanın pek çok yerinde kitleler siyonizmin isteği doğrultusunda
yönlendirilmektedir. Bunun yetmediği, yetersiz kaldığı yerlerde ise Siyonizm
pes etmemekte, askeri darbelerle, sermaye operasyonları ile, basın, sosyal
medya ve propaganda ile mücadeleyi sürdürmektedir.
Siyonizmin
derin operasyonları nedeniyle Türkiye’yi ele alırsak eğer;
1-İslamcılar
ve Milliyetçiler ayrışması sağlanmaya çalışılmış ve büyük ölçüde sağlanmıştır.
2-İslamcılar
kendi içlerinde binbir parçaya ayrılmıştır. Hala hadis-ayet kavgası, hala
mezhep-tarikat cemaat davası, hala şeyh mürşit, gavs meselesi almış başını
gitmektedir. Şöyle bir bakınız; AK parti de İslamcıdır, SP de, Yeni Refah
partisi de, HÜDA-PAR da.
3-Milliyetçiler
bölünmüş, Ülkücüler içinde derin çatlaklar oluşturulmuştur. BBP de
milliyetçidir, MHP de, Vatan Partisi de. Bu yapıların bir kısmı az Atatürkçü,
kimisi çok Atatürkçüdür. Hatta Mustafa Kemalin askerleridir. Mustafa Kemalin
askerleri ise bir kısmı CHP içinde
görünmekte bir kısmı APO nun askerleri ile kucak kucağa halvettedir. Bu
siyonizmin bir operasyonudur.
Kısaca
Türkiye büyük bir fikri ve siyasi kaos içinde görünmektedir. Siyonizm
Türkiye’de yeni bir sokak kalkışması ile başarılı olabileceğine inansa bir an
tereddüt etmeyecektir ancak bunun şimdilik olamayacağının farkında olduğundan
Türkiye’de değil de Türkiye ile paralel düşünebilecek ve cephe oluşturabilecek devletler içinde bu operasyona devam etmektedir. Afganistan, İran, Irak, Suriye, Mısır, Suudi
Arabistan, Libya, Tunus, Cezayir ve devamında başkaca Afrika ülkeleri ki
Türkiye Afrika’ya yerleşmeye kararlı olduğundan bu yönde de direnç noktaları
oluşturulmak istenmektedir. Küresel emperyalizm ve Siyonizm, değişik
coğrafyalarda hız kesmeden kaos senaryolarını devreye sokmakta ve açıktan
destek vermektedir. Son günlerde İran’da da sokak hareketleri başlatılmış ve
Amerika bu sokak hareketlerini desteklediğini açıkça ilan etmiştir. Yakın komşumuz İran’daki karışıklık devamında kırk milyon gibi bir sayı ile nüfusun yarısına sahip Azeriler ve Farslar arasında bir Türk-Fars çatışmasına dönüştürülür ise on yılı aşkın İran-Irak arasında
sürdürülen savaş bu defa İran Azerbaycan arasında başlatılacak ve Türkiye yine
ateş çemberi içinde tutulmuş olacaktır. Öte yandan Rusya, İran Türkiye ittifakı
da büyük yara alacaktır. Ortadoğu merkezli bu kaos senaryoları devreye
sokularak, Venezuela ve Bolivya’ya, Meksika’ya, Brezilya’ya Şili’ye, Arjantin’e,
öte yandan Hindistan, Pakistan, Honkong’a kadar dünyanın dört bir yanında
planlarını devreye sokan Siyonizm nüfuz alanında başka bir gücün varlığını asla
kabullenmemektedir. Yoksa kısa zamanda sonunun geleceğinin farkındadır.
Bu
kısa hülasa sonunda tüm dünya devletlerine ve milletlerine ve tüm ezilen
halklara aşağıdaki hususların bir manifesto gibi duyurulması dünyanın ve
insanlığın geleceği açısından çok çok önemlidir:
1-Dünyanın neresinde olursa olsun
toplum asla tahriklere kapılarak devletine karşı asi olmamalı ve kardeş
kavgasına düşmemelidir.
2-Demokrasi yani çoğunluğun
iradesinin tecellisi için bütün akıl, iman ve güç sahipleri objektif bir vicdan
ile elinden gelen tüm gayreti göstermelidir. Dünyanın her yerinde yerli ve
milli aklı selim sahibi yöneticiler işbaşına getirilmeli, dış merkezli güdümlü
kadro ve liderler devre dışı bırakılmalıdır. Farklı dünya görüşü sahipleri ve
topluluklar ise yerli ve milli olmak noktasında birleşmeli ve işbirliğini de
geliştirmelidir.
3-Hukuk, adalet, meşruiyet ve
özgürlük içinde yaşamak dini, ırkı, kökeni ne olursa olsun tüm insanların en
doğal hakkıdır. Bunun temini yönünde her din, ırk veya inanç sahibi müşterek
hareket etmek zorundadır. Siyonist olmayan Yahudiler de bu çağrının
muhatabıdır.
4-Küreselleşen dünyada gri ve kirli
propaganda ve kaos oluşturma senaryolarına karşı uyanık ve diri olmak ve bu
oyun ve ihanetlerin ögesi olmamak için kendimizden başlamak üzere
ulaşabildiğimiz herkesi bilinçlendirmek milli, dini ve insani en birinci vazifemizdir.
5-Bu çerçevede tüm peygamberler
ölmüş olmakla, yaşayan hiçbir ilahi güç mevcut olmadığından hiçbir dini veya
siyasi lidere kayıtsız ve şartsız tabi olmamak, teslim olmamak, adeta boynumuza
bir ip bağlayıp mankurtça ipin ucunu o merkeze teslim etmemek özgür birey ve
insan olmamızın ön şartı ve gereğidir. Dolayısı ile telkin edilen düşmanlıklara
ve bağlılıklara sorgulama yapmadan teslim olmamak suretiyle dünya insanlığı
için hazırlanan ve Muharref Tevratta Yahudilere vaad edildiği yazılı olan
“bütün dünyanın yahudinin mülkü, yahudi olmayanların ise kölesi olduğu” şeklindeki tek dünya devletine hayır diyelim.
Böylece
siyonizmin tüm dünya halklarını ve devletlerini;
1-Ordu
2-Bürokrasi,
3-Yargı
4-Sermaye,
5-Basın
Olmak
üzere beş güç ile yönetme oyununu bozalım ve tüm dünya halkları ve devletleri,
toplam nüfusu “SEKİZ MİLYAR”ı bulan insanlık, toplam nüfusu “ONBEŞ MİLYON”u
geçmeyen Yahudilerin kontrolündeki Siyonizm denen bu beladan ve musibetten tamamen
kurtulabilsin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)