20 Kasım 2019 Çarşamba

DİN, MiLLİYET, İSLAMCILIK VE MİLLİYETÇİLİK




İnsanlığın var oluşundan itibaren toplumların sosyal hayatlarında birinci derecede önemli olan din bu gün de aynı ağırlığını ve önemini muhafaza etmektedir. Dünya siyaseti büyük ölçüde din ve onun hemen yanında milliyetçilik düşüncesiyle şekil almaktadır.
Günümüzde adeta birbirinin devamı gibi görünen Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık kitabı ve şeriatı olan dinler olarak mevcudiyetini korusa da özellikle Hindu dini ve  Budizm uzak doğuda bağlıları bakımından  Museviliği kat kat aşmış ve daha büyük bir nüfusa hakim olmuş durumdadır. Bu durumda Museviliğin üç büyük dinden birisi gibi gösterilmesi siyonist algı oluşturma çabasının bir sonucudur. Musevi dini mensuplarının onbeş milyonu geçmediği gözönüne alınırsa bu fevkalade az sayıdaki bağlılarına rağmen Yahudilerin dünya siyaseti ve ekonomisindeki etkinliği dikkati çekicidir. Dünyada 2,2 milyar Hristiyan (yüzde 32), 1,6 milyar Müslüman (yüzde 23), 1 milyar Hindu (yüzde 15), 500 milyon Budist (yüzde 7) ve 14 milyon Yahudi (yüzde 0,2) yaşıyor. Bunlara ek olarak Afrika, Amerika, Asya ve Avustralya'da geleneksel dinlere inanan 400 milyon kişi (yüzde 6) var. Zerdüştlük yüzde 1'in içinde. 58 milyon kişi (yüzde 1) ise Şintoizm, Taoizm, Tenrikyo ve Zerdüştlük gibi diğer dünya dinlerine inanıyor. 1.1. milyar nüfus ise hiçbir dine mensup olmayanlardan oluşuyor.
1900 lü yıllara kadar öncelikle Hıristiyanlık ve Musevilik arasında devam eden savaşlar yerini Hıristiyanlık ve Müslümanlık arasındaki savaşa bırakmış, bu arada ideolojik yapılar ortaya çıkmıştır. Bu durumda dünyaya hakim olmak için hem dini hem de ideolojik yapıları ve hareketleri kontrol altında tutmak dünyaya hakim olmak isteyen egemen güçlerin birinci hedefi olmuştur. Ortaçağda krallık ve imparatorlukların yönettiği dünya, savaşlar ve çalkantılar sonunda yirminci yüzyılda önce ideolojik olarak ayrışmış, doğu ve batı bloku diye iki bloklu bir dünya olmuş ise de sermaye ve basına sahip olmayı başaran Siyonizm her iki bloğu kontrolü altına almayı başarmıştır. Siyonizm hem dini hem de milli değerler ile örülmüş, sermaye, bürokrasi ve teknoloji ile desteklenmiş yapısı ile yirminci yüzyıl başlarından bugüne dünyanın yegane egemen gücü haline gelmiştir.  Tabii ki dünyanın bu noktaya gelmesinde siyonizmin örgütlenme gücü ile birlikte kendisi dışındaki her türlü dini ve milli hareketlere hükmetme ve onları dejenere etme gücünü gözardı edemeyiz.
Roma İmparatorluğundan günümüze sürekli aşağılanan ve dışlanan ve zaman zaman zulüm gören Beni İsrail dediğimiz Yahudi topluluğunun günümüzdeki son rakamlara göre onbeş milyonu geçmeyen bir nüfusu vardır. Bu nüfusun yarısı gibi bir kısmı 1948 de kurulan İsrail’de yaşamakta kalan kısmı ise dünyanın değişik ülkelerinde yaşamaktadır. İsrail devletinin kuruluşu öncesinde yüzlerce yıl değişik ülkelerde sürgün gibi yaşayan Yahudi topluluğu dini olarak muharref Tevrata sıkı sıkıya bağlanmış, etnik yönden ise katı milliyetçi hatta ırkçı bir yapı oluşturarak bu iki motivasyon ile eğitim ve kültürde zirve yaptığı gibi basın ve sermaye gücünü de eline almayı başarmıştır. Bu mücadelelerinin bir yönüdür. Bir yönü ile dini ve etnik olarak çok güçlü bir örgütlenmeye giden Yahudiler diğer yönden ilk olarak 1725 ve 1736 yıllarında irlanda ve İskoçya’da kurdukları Mason localarını tüm dünyaya yayarak  Mason locaları ve bunların daha soft yapıları olan Rotary ve Lions kulüpleri ile tüm dünyanın entelektüel kesimini kendi kontrolleri altına almışlardır. Mason locaları, Rotary ve Lions kulüpleri bulundukları ülkelerde bütün sivil toplum örgütlerine ve yönetim kademelerine sızmış, Siyonist Yahudiler İsrail devletinin kuruluşundan evvel, devlet olmadan devlet, ordu, sermaye, yönetici sınıf-bürokrat, banka, fabrika, sermaye ve hatta ordu sahibi olmuştur. Görüldüğü gibi örgütlü olmak en büyük güce sahip olmaktır. Örgütlü azınlıklar örgütlü olmayan çoğunluklara hükmedebilmektedir. Sermayenin, basının ve propagandanın gücü zalimi mazlum mazlumu zalim gösterebilmektedir. Bütün dünyanın gözü önünde, ortadoğuda, Filistin’de, en az bin yıllık İslam toprağında, gasp ve işgal ile “dinci”, “şeriatçı”, “ırkçı-milliyetçi” ve işgalci bir devlet kuran Yahudiler, 1948 de kuruluşundan bugüne işgal alanlarını genişlete genişlete varlıklarını sürdürdükleri gibi kendi coğrafyaları içinde Arap ve Türk ırklarına münhasır olmak kaydı le İslamcılığın, Türkçülüğün ve Arapçılığın yerine göre ne kadar iyi veya kötü olduğu yolunda hazırlamış olduğu projelere göre istediği gibi oynamaktadır. Siyonizm hem Avrupa’da, hem Amerika’da hem de Ortadoğuda Türk-İslam ve Arap coğrafyasında hazırladığı projelerine göre, halklarını birbirine düşürmekte ve komik denecek derecede az nüfusu ile hem Ortadoğu hem de dünya coğrafyasına hükmedebilmektedir.
Bu kısa girişten sonra ana başlıklar ve cümleler halinde olayı hülasa etmek gerekir ise;
Türk Birliğini temin için, Müslüman olsun olmasın diğer milletleri aşağılamayan, küçük ve düşük görmeyen  Türk Milliyetçiliği gerekli olmanın ötesinde şart olup her Türkün Türk Milliyetçisi olması  lazım gelir.
İslam birliğini temin için, Osmanlı İmparatorluğunda olduğu gibi diğer din mensuplarının varlığını ve hayat hakkını inkar etmeden her Müslümanın “İslamcı” olması lazım gelir. Bütün inananlar ve Müslümanlar kardeştir. İslam olsun olmasın insan Allah’ın insana emanetidir.
Müslüman olmayan bütün milletler ve devletler ise bütün güçleri ile siyonizmin kontrolünden çıkmayı hedeflemeli kendi özgür iradeleri ile ülkelerine ve devletlerine sahip olmalıdır. Ancak görünen odur ki küresel sermaye ve buna paralel küresel güçler halen siyonizmin kontrolü altındadır. Ve Siyonizm dünya devletlerinin ve halklarının arasına soktuğu fitne ve yerleştirdiği kadrolu-bordrolu ve fahri ajanları ile telkin ettiği doğrultuda kitleleri yönlendirebilmektedir. Örneğin Türkiye’de az sayıda dini lider kadrosunda kadrolu ajanı vardır ve bunlara kayıtsız şartsız itaat eden mankurtçasına bağlı binlerce fahri ajan kadroları oluşturulmuştur. Siyonizm eğer isterse geçmişte Menemen vakasına benzer vakaları Türkiye’de istediği an tezgahlayabilir. Yine Avrupa ve Amerika’da Siyonizm tarafından özel olarak burslarla ve eğitimlerle yetiştirilmiş az sayıda akademisyen, sermayedar ve bürokrat ve siyasetçi ve bunlara kayıtsız şartsız itaat edecek binlerce fahri ajan vardır. Ve Siyonizm bunlar sayesinde istediği zaman Türkiye’de sokak olayları, yeni Taksim-Gezi tipi olaylar organize edebilir. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde siyonizmin kitleleri kadrolu ajanları vasıtası ile kendi kontrolü altında tutmaktadır. Dini veya sosyal veya siyasi örgütlere ve liderlere kayıtsız şartsız bağlılık ve itaat, sorgulamadan teslimiyet siyonizmin işine gelmektedir. Oysa ki insanoğlu mantık ve muhakeme yürütse  neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamakta ve idrak etmekte zorlanmayacaktır. Bu idraksizlik ve cehalet ve fanatizm yüzünden gördüğünüz gibi dünyanın pek çok yerinde  kitleler siyonizmin isteği doğrultusunda yönlendirilmektedir. Bunun yetmediği, yetersiz kaldığı yerlerde ise Siyonizm pes etmemekte, askeri darbelerle, sermaye operasyonları ile, basın, sosyal medya ve propaganda ile mücadeleyi sürdürmektedir.
Siyonizmin derin operasyonları nedeniyle Türkiye’yi ele alırsak eğer;
1-İslamcılar ve Milliyetçiler ayrışması sağlanmaya çalışılmış ve büyük ölçüde sağlanmıştır.
2-İslamcılar kendi içlerinde binbir parçaya ayrılmıştır. Hala hadis-ayet kavgası, hala mezhep-tarikat cemaat davası, hala şeyh mürşit, gavs meselesi almış başını gitmektedir. Şöyle bir bakınız; AK parti de İslamcıdır, SP de, Yeni Refah partisi de, HÜDA-PAR da.
3-Milliyetçiler bölünmüş, Ülkücüler içinde derin çatlaklar oluşturulmuştur. BBP de milliyetçidir, MHP de, Vatan Partisi de. Bu yapıların bir kısmı az Atatürkçü, kimisi çok Atatürkçüdür. Hatta Mustafa Kemalin askerleridir. Mustafa Kemalin askerleri ise bir kısmı  CHP içinde görünmekte bir kısmı APO nun askerleri ile kucak kucağa halvettedir. Bu siyonizmin bir operasyonudur.  
Kısaca Türkiye büyük bir fikri ve siyasi kaos içinde görünmektedir. Siyonizm Türkiye’de yeni bir sokak kalkışması ile başarılı olabileceğine inansa bir an tereddüt etmeyecektir ancak bunun şimdilik olamayacağının farkında olduğundan Türkiye’de değil de Türkiye ile paralel düşünebilecek ve cephe oluşturabilecek devletler içinde bu operasyona devam etmektedir.   Afganistan, İran, Irak, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan, Libya, Tunus, Cezayir ve devamında başkaca Afrika ülkeleri ki Türkiye Afrika’ya yerleşmeye kararlı olduğundan bu yönde de direnç noktaları oluşturulmak istenmektedir. Küresel emperyalizm ve Siyonizm, değişik coğrafyalarda hız kesmeden kaos senaryolarını devreye sokmakta ve açıktan destek vermektedir. Son günlerde İran’da da sokak hareketleri başlatılmış ve Amerika bu sokak hareketlerini desteklediğini açıkça ilan etmiştir.  Yakın komşumuz İran’daki karışıklık devamında kırk milyon gibi bir sayı ile nüfusun yarısına sahip Azeriler ve Farslar arasında bir Türk-Fars çatışmasına dönüştürülür ise on yılı aşkın İran-Irak arasında sürdürülen savaş bu defa İran Azerbaycan arasında başlatılacak ve Türkiye yine ateş çemberi içinde tutulmuş olacaktır. Öte yandan Rusya, İran Türkiye ittifakı da büyük yara alacaktır. Ortadoğu merkezli bu kaos senaryoları devreye sokularak, Venezuela ve Bolivya’ya, Meksika’ya, Brezilya’ya Şili’ye, Arjantin’e, öte yandan Hindistan, Pakistan, Honkong’a kadar dünyanın dört bir yanında planlarını devreye sokan Siyonizm nüfuz alanında başka bir gücün varlığını asla kabullenmemektedir. Yoksa kısa zamanda sonunun geleceğinin farkındadır.
Bu kısa hülasa sonunda tüm dünya devletlerine ve milletlerine ve tüm ezilen halklara aşağıdaki hususların bir manifesto gibi duyurulması dünyanın ve insanlığın geleceği açısından çok çok önemlidir:
1-Dünyanın neresinde olursa olsun toplum asla tahriklere kapılarak devletine karşı asi olmamalı ve kardeş kavgasına düşmemelidir.
2-Demokrasi yani çoğunluğun iradesinin tecellisi için bütün akıl, iman ve güç sahipleri objektif bir vicdan ile elinden gelen tüm gayreti göstermelidir. Dünyanın her yerinde yerli ve milli aklı selim sahibi yöneticiler işbaşına getirilmeli, dış merkezli güdümlü kadro ve liderler devre dışı bırakılmalıdır. Farklı dünya görüşü sahipleri ve topluluklar ise yerli ve milli olmak noktasında birleşmeli ve işbirliğini de geliştirmelidir.
3-Hukuk, adalet, meşruiyet ve özgürlük içinde yaşamak dini, ırkı, kökeni ne olursa olsun tüm insanların en doğal hakkıdır. Bunun temini yönünde her din, ırk veya inanç sahibi müşterek hareket etmek zorundadır. Siyonist olmayan Yahudiler de bu çağrının muhatabıdır.
4-Küreselleşen dünyada gri ve kirli propaganda ve kaos oluşturma senaryolarına karşı uyanık ve diri olmak ve bu oyun ve ihanetlerin ögesi olmamak için kendimizden başlamak üzere ulaşabildiğimiz herkesi bilinçlendirmek milli, dini ve insani en birinci vazifemizdir.
5-Bu çerçevede tüm peygamberler ölmüş olmakla, yaşayan hiçbir ilahi güç mevcut olmadığından hiçbir dini veya siyasi lidere kayıtsız ve şartsız tabi olmamak, teslim olmamak, adeta boynumuza bir ip bağlayıp mankurtça ipin ucunu o merkeze teslim etmemek özgür birey ve insan olmamızın ön şartı ve gereğidir. Dolayısı ile telkin edilen düşmanlıklara ve bağlılıklara sorgulama yapmadan teslim olmamak suretiyle dünya insanlığı için hazırlanan ve Muharref Tevratta Yahudilere vaad edildiği yazılı olan “bütün dünyanın yahudinin mülkü, yahudi olmayanların ise kölesi olduğu”  şeklindeki tek dünya devletine hayır diyelim.
Böylece siyonizmin tüm dünya halklarını ve devletlerini;
1-Ordu
2-Bürokrasi,
3-Yargı
4-Sermaye,
5-Basın
Olmak üzere beş güç ile yönetme oyununu bozalım ve tüm dünya halkları ve devletleri, toplam nüfusu “SEKİZ MİLYAR”ı bulan insanlık, toplam nüfusu “ONBEŞ MİLYON”u geçmeyen Yahudilerin kontrolündeki  Siyonizm denen bu beladan ve musibetten tamamen kurtulabilsin.

Hiç yorum yok: