Asırlardır insanoğlu zalimlerin elinde baskı, zulüm ve katliamlar altındadır. Yazılı tarih
öncesi dönemleri bir yana bırakırsak Roma İmparatorluğu, Hun İmparatorluğu,
Bizans dönemlerinde doğudan batıya iki akın vardır, birisi Atilla’nın İtalya’ya
kadar uzanan seferi diğeri ise batı Anadolu’ya kadar uzanan Moğol akınlarıdır. Ancak
bu askeri harekatlarda yağma ve askeri katliamlar olmuş ise de asıl katliamlar
Haçlı seferlerinden itibaren başlamıştır. 1096 da başlayan Haçlı seferleri
7.Haçlı seferinin yapıldığı 1254 e kadar sürmüştür. Haçlı seferleri ile
umduğunu bulamayan ve devamında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Viyana’ya ve
Polonya içlerine, güneyde ise İtalya’ya kadar sürülen Avrupa’nın Haçlı gücü
Osmanlı karşısında tutunamadığından gözünü daha uzaklara uzakdoğuya ve Afrika’ya
dikmiştir.
Silah ve
teknolojik gelişme ile birlikte uzak doğu ve Afrika’ya el atan Avrupa’lı
Avustralya’yı ve o bölgedeki diğer adaları sömürgeleri arasına katmış, yerliler
üzerinde acımasız bir soykırım uygulamıştır. Bu arada Kuzey ve Güney Amerika’ya
el atmış Kuzey Amerika’da Kızılderililer üzerinde acımasız bir katliam ve
soykırım gerçekleştirmiştir. Anı zamanda Güne Amerika’daki Aztek ve İnkalar da
haçlıların soykırıma varan katliamlarından kurtulamamıştır. Afrika’yı da
sömürgeleri arasına katan Avrupa gemilere doldurduğu Afrika’nın kara derili
insanlarının milyonlarcasını Ameriika’ya taşımış ve yüzlerce yıl hayvan ve köle
statüsünde kullanmıştır. Batı medeniyeti bu soykırım ve katliamlarını göstere
göstere yapmış Tom Miks, Teksas, Tom Braks gibi çizgi roman ve filmlere dahi
taşımış ise de asla ve asla bu katliamların hesabı hiçbir devlet ya da
topluluktan sorulmamıştır.
Bu, batının son katliam fasıllarından sonra 20.yüzyıldan itibaren bu işgal soykırım
ve katliamlar şekil değiştirmiştir. Artık modern silahlar ve daha küresel
güçler ve ittifaklar ortaya çıkmaktadır. İnsanoğlunun ihtiyaçları arttıkça
ihtirasları da artmakta zalim kapitalist sistem ve küreselleşen kapitalist
şirketler ve holdingler paraya ve kara doymamaktadır. Sermayenin bekçiliğini yapan
devletler ve her türlü askeri güçler sermayenin kontrolünde dünya milletlerini
ezmeye ve sömürmeye devam etmektedir.
Birinci Dünya
Harbinde milyonlarca insanı katleden
küresel güçler dünya siyasetinin batı sermayesinin kontrolüne girmeyen ve
batının sömürü anlayışı karşısındaki yegane güç olan Osmanlı İmparatorluğunu
yıkmış tasfiye etmiş, Osmanlı saltanatını ve Osmanlının temsil ettiği İslam
birliğinin en üst noktadaki manevi ve siyasi gücü olan Hilafeti ortadan
kaldırmış Türkiye Cumhuriyeti gibi Osmanlı coğrafyasındaki diğer kukla
cumhuriyetlere benzer bir cumhuriyetçik kurdurmuştur. Bunun bir nevi çağdaşlık
ve modernlik olduğu dikte edilmiş, atalarımızın ve dedelerimizin yaşadığı geniş
Osmanlı coğrafyası dilim dilim palaşıldığı ve sömürgeleştirildiği halde bunu gerçekleştiren batıya karşı olmak
yerine, batılı değerleri kabul eden,
batıya bağlı, batı kafalı, batılı değerlerle zihinleri şekillenmiş nesiller
yetiştirilmeye devam olunmuştur.
Birinci Dünya
Harbinin dumanı henüz tüterken çıkarılan İkinci Dünya Harbi ile dünya doğu ve
batı bloğu olarak ikiye bölünmüş ve bu iki blok arasında paylaşılmıştır. Tabii bunun
bedeli de milyonlarca insanın genç
yaşlı, kadın-erkek denmeden yok edilmesidir. Birinci dünya Harbinde toplam 17
milyon gibi olan asker ve sivil ölümü ikinci Dünya Harbinde ise altmış milyondan fazla kişi hayatını kaybetti.
Kızılderili katliamında se en az onbeş milyon Kızılderili yok edildi. Aztek,
İnka ve Mayalardan soykırıma uğrayan nüfus ta tahmini yirmi milyondur.
İkinci Dünya
Savaşından sonra dünya büyük savaşlar aşamamış ise de süper güçler
palazlanmakta olan küçük devletleri sürekli savaşa sokarak, bölerek, parçalayarak
dünya siyaseti üzerinde hakimiyetlerini sürdürmeye çalıştılar. Bu nedenlerle
dünya haritası asla sabit kalmadı, sürekli bazı güçler lehine değişti. Devletlerin
sınırlarının değişmesini takip bakımından onar yıllık dünya haritalarına
bakılırsa bu çok net anlaşılır. Bu süreçte
“yurtta sulh cihanda sulh” aldatmacası ile yerinde sayan Türkiye ekonomik,
siyasi ve teknolojik olarak hiçbir gelişme gösteremedi. Batının kontrolünde ve
kucağında onlarca yıl yoksulluk, çaresizlik ve çeşitli mahrumiyetlerle yaşadı.
Milli iradenin devreye girdiği ve devletin batının kontrolünden çıkmak üzere olduğu zamanlarda ise, ordu, yargı, bürokrasi,
sermaye ve basın olmak üzere beş güç emperyalist batının kontrolünde olmakla “devlet
elden gidiyor, cumhuriyet elden gidiyor” gerekçesi ile basının yaptığı yaygara,
batının mutemeti CHP nin teknik
direktörlüğü, bürokrasi, yargı ve sermayenin desteğindeki ordunun operasyonları
ile Türkiye’deki milli iradeye haddi bildirildi, devrimler, ihtilaller yapıldı
ve Türkiye sürekli baskılandı.
Sadece Türkiye
değil bu edilgen Osmanlı coğrafyasında ve tüm dünyada emperyalist küresel
güçler kuzey ve güney Amerika’da, Afrika, Asya, Avrupa ve Avustralya’da
dünyanın her yerinde dünyaya göstere göstere işgallerine, sömürülerine ve
baskılarına devam etmektedir. Amerika ve Sovyetlerin Vietnam ve Kamboçya’daki,
Laos’taki, Kore’deki, Afrikada’ki, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Bengaldeş,
Endonezya, Filipinler, Myanmar, Arabistan
coğrafyasındaki, Kuzey ve Güney Amerika’daki, Küba’daki operasyonları nedeniyle
milyonlarca mazlum insan katledilmiştir
ve bu katliam sistemli olarak devam etmektedir. Balkanlarda birinci dünya harbi ile yoğunlaşan kitlesek müslüman soykırımı ve tehcirin en son perdesi Bulgaristan'daki zulüm ve baskı döneminden sonra Bosna'da, Kosova'da, Sancak ve Karadağ bölgesinde yaşanmıştır. Bu artık lokal ve bölgesel
değil “KÜRESEL BİR SOYKIRIM” dır. Bir yandan Birleşmiş Milletlerin daimi veto
hakkı sahibi beş üyesinin silah fabrikaları tam mesai çalışırken ezilen
sömürülen halkların zihinleri de ipotek altına alınmış olmakla mayın ve silah
tarlalarına dönen mazlum coğrafyada tavşan tazı misali veya iti ite kırdırmak
gibi uzaktan kumandalı savaşlarla küresel emperyalizm sömürü düzenini
sürdürmektedir. Dünyanın mazlum halkları, henüz denenmemiş nükleer, kimyasal ve
biyolojik silahların tehdidi altındadır.
Hal böyle
iken;
Birleşmiş
Milletler tamamen etkisiz ve kifayetsizdir. Güvenlik Konseyinin beş daimi
üyesinin kontrolünde olup adeta oyuncağıdır.
Uluslararası hukuk
ve Adalet Divanı hiçbir işe yaramayan içi boş kavram ve kurumlardır.
Uluslararası kamuoyu
ve kamu vicdanı da zalimlerin ipoteği altındadır.
Dünya
bütünüyle; ilaç sektörü, silah sektörü, fuhuş sektörü, uyuşturucu sektörü ve
gıda sektörü gibi beş büyük sektörün yanında süper güçlerin idarecilerini de kontrolü
altında tutan küresel sermayenin elinde esir durumdadır.
Mazlum ve
mağdur coğrafyada kimyasal ve biyolojik silahların kurbanı anneler her gün
sayısız sakat ve hastalıklı çocuk doğurmakta, çoluk çocuk mayın ve patlayıcı
kurbanı olmakta, ne yaptığının farkında olmayan kirletilmiş, hipnoz edilmiş beyinlere
sahip zavallılar canlı bomba yapılıp patlatılmaktadır.
Bu küresel soykırım
ise dünya kamuoyu tarafından modern iletişim araçları vasıtasıyla naklen canlı
yayın izler gibi tepkisizce izlenmektedir. Batı medeniyetinin vicdanı,
balinalar için bir kısım hayvanlar için gösterdiği şov kokan duyarlılığını
sınırları dışındaki insanlar için asla ve asla göstermemektedir.
Bu tablo
karşısında;
İnsanların kalplerindeki
insaf ve vicdanı uyandırmak, dünya kamuoyunun olabilecek her yolla dikkatini
çekmek için elden gelen her çabayı göstermek, dünya üzerindeki bu tehlikeli
gidişi ve “KÜRESEL SOYKIRIM” ı durdurabilmek için azami gayret göstermek, her
Türk’ün, her Müslümanın ve dini, ırkı ve fikri ne olursa olsun her insanın en
kutsal görevi olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder