LUMPEN; Bu tabir marksist
literatürde kullanılan bir tabir. Özellikle "lumpen
proleterya" şeklinde kullanılmakta. Yani sözlük anlamı
ötesinde ifade edilmek istenen şudur ki aslında işçi sınıfından
olup ta sınıf bilinci kazanamamış, işçi sınıfı olduğunun
bilincinde olmayan işçi sınıfı topluluğu manasında kullanılmış. Ve bu tabiri
ilk olarak alenen kullanan kişi Bülent Ecevit'tir. Bülent Ecevit
1980 öncesinde ülkücüler için "lumpen proleterya"
yakıştırmasını yapmıştır. Meraklısı açar arşivlere bakar.
Bülent Ecevit o zaman bu tanımlaması ile aslında ülkücülerin
sınıf bilinci gelişmemiş işçi çocukları olduğunu ifade etmek
istemişti bana kalırsa. Ben ise bu tabiri ülkücüler için, ayağı
yere basan hiç bir bilinç geliştirememiş bir topluluk haline
geldiği için kullanıyorum. Evet bugün ülkücü topluluk siyasi
partisi, çatısı, lideri, fikri, ideolojisi, hedefleri, adresi
belli olmayan bir topluluk değil midir? Ben demiştim ki bir yerde
yuvasız kuşlar gibiyiz. Kimse kabul etmek zorunda değil ancak eğer
Bülent Ecevit'in dediği gibi lumpen ya da lumpenleşmiş bir
topluluk olmasa idik Rahşan Hanım'ın onca aşağılamalarına
rağmen yine o tabirin sahibi Bülent Ecevit ile koalisyon yapmazdık.
Eğer lumpenleşmiş olmasa idik millet, ümmet ve medeniyet
gerçekleri arasında kimliksizleşemezdik. Biz hala Ziya Gökalp'in
"türk milletindenim, islam ümmetindenim, batı
medeniyetindenim" söylemini bile sorgulamayan irdelemeyen bir
topluluğuz. Ben kendi adıma Ziya Gökalp değil kim ne şekilde
ifade etmiş olursa olsun Türk Milletinden ve islam ümmetinden
olmaya şeksiz şüphesiz evet derken "batı medeniyetindenim"
söylemini ise kesinlikle reddediyorum. Batı medeniyetinden olmayı
kabul etmek zaten başımıza bu dertleri açtı, Latin alfabesini,
kabul, eski Yunan mitolojisini tercüme etmeler, Roma Hukukunu esas
almalar falanlar filanlar. Ben bir hukukçuya sorarım ve makul
mantıklı cevap beklerim. Neden Roma Hukuku dersini temel ders
olarak gördük te yıllardır, İslam Hukuku ya da Mecelle'yi
seçmeli ders olarak dahi neden görmedik. Hukukun kaynaklarından
birisi de örf adet ve gelenekler bile olsa 600 yıllık bir devlet
geleneğinin hukuksuz yaşayabilmesi mümkün müydü? Bu medeniyet
tercihini neden sorgulamadık?..... Keza yine Ziya Gökalp'in
Turancılık düşüncesini neden aşama aşama sorgulamadan
bugünlere geldik.
Bugüne kadar ülkücü
bir üslup ya da bir bakış, ya da anlayış dahi oluşamamıştır.
Ülkücülük nedir diye sorsam her kafadan bir ses çıkacak
biliyorum. Ben sordum ben cevap vereyim: Ülkücülük tıpkı
Nasrettin Hoca'nın deve kuşunun başını ve ayaklarını kesip
"işte şimdi kuşa benzedin" dediği deve kuşu gibidir.
Ne devedir, ne kuş.... Yine aynı noktaya geleceğim Ülkücülük
lumpen bir düşünceye dönüşmüştür. Bir gün penceremden
baktığımda ülkücüler geçiyordu caddeden. Attıkları
sloganlardan biri de şuydu "mustafa-kemalin-askerleriyiz"
işte ülkücülük, ne milliyetçi, ne ümmetçi, ne batılı ne
doğulu, ne şeriatçı, ne de Osmanlıcı, biraz laik, biraz
kemalist falan filan işte.....
Arap alfabesi, latin
alfabesi polemiğine girmek doğru değil bugün için. Zaten bugün
bu konuyu neden gündeme taşıdığımızı da anlamak mümkün
değil. Çünkü devletin getirmek istediği uygulama osmanlıca'nın
ders olarak müfredata alınması konusudur ki alfabe değiştirmek
gibi bir şey sözkonusu değildir. Yeniden eski alfabeye dönülmesi
gibi bir tezden yana da değilim ancak Osmanlıca dersi nedeni ile bu
konunun gündeme taşınması Osmanlı düşmanlığı ve Osmanlıca
karşıtlığından kaynaklanmakta değil midir?...
Ancak halkların
kardeşliği ve dinlerin eşitliği konusundaki düşünceyi evrensel bir söylem olarak savunmak gerekir. Bu söylemin diyalogçu söylemle bir ilgisi yoktur. Allah indinde tek din
islamdır. Ancak Halkların kardeşliği ve dinlerin eşitliğinden
anlamamız gereken odur ki Osmanlı İmparatorluğu zamanında nasıl
ki Doğu Roma İmparatoru ünvanını İstanbul'u ve Bizansı
fethetmekle alan Fatih Sultan Mehmet hem ortadoks dünyasının, hem
ortadoks ermeni dünyasının, hem sinagog ve hahambaşılık
merkezinin de İstanbul'da mevcut tutulması ile Yahudilerin
padişahı sıfatını kazanmamış mıdır? Ve islam dininde cihat
ile ilgili ayetlerde Allah müslümana saldırana ve müslümana
hayat hakkı tanımayana savaş açmayı emrediyor. Elde kılıç
önüne gelene saldırmak cihat değildir. Islam ve müslüman
olmayanların malı, canı ve namusunu kendi malı canı ve namusu
bilen Osman Gazi o düşünce ile bu muhteşem imparatorluğun
temellerini atmıştı. Allah kur'anda buyurmuş, "senin dinin
sana, benim dinim bana"dır ve dinde zorlama yoktur. Sanırım
bu konuda bir sıkıntı yoktur ve olmamalıdır.
CHP ve onun ilkeleri ile
paralel bir ülkücü hareket tasavvur bile edemem. Ancak bugün bu
fantezi gerçek olmuştur. Siyaseten subjektif çıkar endeksili bir
politika izleyen MHP pek çok yerde ve noktada CHP ile ve diğer
paralel tabir edilen güçle paralel olabilmiştir ve bu tavrında
ısrarcıdır da. Hata başka birşeydir, cehalette ve hatada israr
başka. Ben kendi adıma CHP ve kadrolarında ya da o çatının
altında doğru da aramam, tesadüfen görürsem de şüphe ile
bakarım.
Türkiye Cumhuriyeti
Devletine gelince; adı ne olursa olsun bu devlet benim devletimdir.
Ben devletime bakarken Osmanlıyı da görürüm, Selçukluyu da
görürüm. Ergenekondan, Altaylardan Tunaya, Adriyatiğe kadar
uzanmış bir devlet geleneğini görürüm. Dolayısı ile devletimi
iki harfe hapsedemem. Ve şuna inanırım ki bizim devlet
geleneğimizde son yoktur, sadece nöbet değişimi vardır. Osmanlı
Selçuklu'ya düşman değildi, T.C de Osmanlı'ya düşman olamaz.
T.C yi kuran Osmanlı'nın gücü ve iradesidir. Yoksa
Cumhurbaşkanlığı forsundaki onaltı yıldızın izahını
yapamayız. Onaylarsınız onaylamazsınız T.C dönemi Osmanlının
yaşadığı ikinci fetretin adıdır. Eli kulağında sonlanması
yakındır diye düşünüyorum kendi adıma. Dolayısı ile T.C
devletini kuruluş döneminin şart ve ilkeleri ile formatlamaya
kalkmak mağlup bir devletin şartlarına yeniden dönmek olur ki bu
oyuna gelmeyelim inşallah. Çünkü bizim devlet geleneğimiz T ve C
ye, yani iki harfe sığmayacak kadar büyüktür.
Ben bugün geldiğimiz
noktada HİLAL-HAÇ kavgasının hala aynı hız ve yoğunlukta ve
şiddette sürdüğüne inanıyorum. Ve ülkemde CHP ve ona paralel
zihniyetin bu kavgada haç yanında yer aldığını ve batı
medeniyetinin bir Truva atı olduğuna inanıyorum. Kimsenin şahsını
hedef almıyorum ancak ülkücü camianın bir fikir kısırlığı
ya da fukaralığı içinde olduğu bugünün gerçeğidir. Ve bu
camianın bunları sorgulamadan dillendirmeden bu kaostan kurtulması
ve çıkabilmesi mümkün değildir. Eğer fikir çilesini çekerek
beyinlerimizi berraklaştıramaz isek onlarca yıldır demeyeyim
belki yüzlerce yıldır milletimizin ordularında nefer olmaktan
kurtulmamız ve komutanlığa terfi etmemiz mümkün değildir. Evet
dün de öyle idi bugünde öyledir, ülkücü milleti ve devleti
uğruna ölmek için vardır ama idare etmek için yaşamak için var
olmayı becerememektedir.
Türkiye'de Arap
Alfabesine dönmek diye bir gündem yok, olacağını da sanmıyorum,
bu saatten sonra böyle bir oldu bitti ihtimaline de karşı çıkarım.
Ancak merak ettiğim şudur; böyle bir ihtimal ya da gündem yok
iken sadece Osmanlıca dersi müfredata alınacağı konuşulduğu
sırada koparılan bu fırtınayı anlamak mümkün değildir.
Ülkenin dört bir yanında ülkücü camiada bir muhalefet rüzgarı
estirilmektedir. Neden Arap Alfabesine karşı Latin Alfabesini
kutsamak yerine Osmanlıca öğreniminin mezartaşlarını okumaktan
öte anlamları olduğunu olabileceğini düşünmüyor ve
konuşmuyoruz acaba?....Bu kadar sığ kalabilmek ve ufuksuz
olabilmek için iyi bir tahsil ve emek lazımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder