21 Nisan 2017 Cuma

ÜLKÜCÜ HAREKETTEKİ DEĞİŞİM VE YOZLAŞMA VE GELECEĞİMİZ


            1970 lerden bugünlere destansı bir mücadelenin kahramanları olan ülkücüler gün be gün özünden uzaklaşmış ve çok farklı bir rotada ilerlemeye başlamıştır. Ülkücü hareketin geçmişi  1944 lü yıllara kadar gider. Bir başka ifade ile Alparslan Türkeş ile başlar. Ancak hareketin ilk ortaya çıkışında belirsiz kalan ya da bırakılan noktalar vardır. Bunlar sırası ile:
1-Atatürkçülüğü,
2-Türkçülüğü
3-İslamcılığı
Ülkücü hareket maalesef bu üç konuda net ve açık olamamıştır. Olamadığı için Atatürkü kurucu olarak sevmek sevmemek bir yana Atatürkçü olmak ya da olmamak gibi, Türkçü olmak ya da olmamak gibi, İslamcı olmak ya da olmamak ve hatta şaman değerler barındırmak gibi çok geniş alanda farklı eğilimler ortaya çıkmıştır.
Ülkücü hareket Ziya Gökalp ve Nihal Atsız’ı bile layıkı ile değerlendirmemiştir. Ne Nihal Atsız’ın İslamsız Türkçülüğü, ne de Ziya Gökalp’in “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, batı  medeniyetindenim”  sözü irdelenmemiş, sorgulanmamıştır. Nihal Atsız’ın  “davetiye” şiirinde;
Ey Benito Musolini! Ey gayet yüce,
italyanlar başvekili muhterem Düce!
Duydum ki, yelkenleri edip de fora
Gelecekmiş orduların yeşil Bosfora.
Buyursunlar... Bizim için şavaş düğündür;
Din Arab'ın, hukuk sizin, harp Türk'lüğündür.
Diye seslenişi görmezden gelinmiş, keza yukarıda da söz ettiğimiz gibi Ziya Gökalp’in Türk Milletinden İslam ümmetinden olma fakat batı medeniyetinden olma söylemi için de bir itiraz yükselmemiştir.
1980 öncesi “savaşımız vurguncu düzenedir” sloganı zenginliğe sahip oldukça unutulmuş, bu slogan dilinden düşürmeyen, “kanımız aksa da zafer islamın” diye  kanını canını veren şehidler unutulmuştur.
Yine 12 eylül 1980 öncesi mücadelede ideolojik eğitim ihmal edilmiş, ülkücü gençlik egemen güçle3rin vurucu gücü gibi kullanılmış, 12 eylül sonrasında da bir kenara atılmıştır. O süreçte Mehmet Eröz, Necmettin Hacıeminoğlu, Erol Güngör ve S.Ahmet Arvasi gibi isimler davet ve teşvik edilerek ideolojinin teorisinin yazılması yönünde çalışmalar olmamış, sıradan isimlerin ticari ve hamasi kitapları ile ülkücü gençlik farklı kimyalarda bir topluluk haline gelmiştir. Ne Kurt Karaca’nin “milliyetçi Türkiye” si, ne Ayhan Tuğcugil’in “TMFS” si teorik temel konusunda yeterli olamamıştır. O yıllarda yayınlanmış en mükemmel teori ve pratik kitabı Mürşit Altaylı’nın “D.A.S” tır. Fakat her ne hikmetse bu kitapta MHP tarafından yasaklanmıştır. Bir başka ilginç husus şudur ki  yukarıdaki bahsi geçen üç eserin sahipleri  Kurt Karaca, Ayhan Tuğcugil ve Mürşit Altaylı isimleri her üçü de müstear(takma) isimdir.
            Ülkücü hareketin çerçevesi konusunda en kapsamlı eserleri S.Ahmet Arvasi  kaleme almıştır. Ancak üç ciltlik Türk-İslam Ülküsü, Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsan Ötesi, Diyalektiğimiz Estetiğimiz ve Doğu Anadolu Gerçeği olmak üzere ne eserlerinden biri ya da bir kaçı ne de ismi ülkücü hareket içinde halen bilinmeyenler arasındadır.
            Yukarıda kısa hülasadan anlaşılacağı üzere milliyetçilik ve İslamcılığı doğru bir çerçevede buluşturamayan ülkücü hareket millet ile de arasına konan mesafeyi aşamamıştır.
            Bu arada Türkiye’nin ve Müslüman Türk’ün geleceğinin mutlaka ve mutlaka İslamcı ancak milliyetçi ve milli bir kadro elinde şekilleneceğinin farkında ve bilincinde olan emperyalist şer güçler bu iki gücü birbirinden ayrıştırarak arasına fitne tohumları ekmiş, karşılıklı ajite ve provake ederek ayrıştırma yönünde büyük mesafe almıştır.  Geçmişte mesela bir METİN YÜKSEL olayı bunun en somut örneğidir. Metin Yüksel yüzünden adeta bir kan davası güden Akıncı Gençliğin devamı gibi duran ANADOLU GENÇLİK DERNEĞİ (AGD) Saadet Partisi çizgisinde olmakla dünün Metin Yüksel katili diye tavır koydukları eski muhalif ülkücüler ile bir ve birlikte referandum cephesinde ANTİTAYYİPÇİ çizgide buluşabilmişlerdir. Egemen güçler Türkiye’nin, milletin ve ümmetin geleceğinin milli ve İslami bir harekete bağlı olduğunu fark ettiklerinden milli görüş ile ülkücü hareket gençliğini birbirinden uzak tutmuşlar ve aralarında fitne çıkarmışlardır. Ancak bu fitneye rağmen Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısının gerisinde yatan en önemli faktör ülkücü çizgi ile milli görüş çizgisini şahsında buluşturmasıdır. Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlığı döneminden başlamak üzere bir ülkücünün isteyebileceği pek çok  müsbet faaliyeti dünya coğrafyasında gerçekleştirmiştir. TİKA bu konuda öncü kuvvet olmuş, Balkanlardan orta Asyaya, güney Amerikaya Afrika’ya kadar bayrağımızı dalgalandırmış, Orhun Anıtlarına giden 40 km lik BİLGE KAĞAN karayolunu özenle asfaltlamış, TONYUKUK kazılarını başlatmış, yine TONYUKUK anıtına giden yolu da aynı şekilde asfaltlamıştır. Kısaca Ergenekon’dan Amerika’ya kadar Türk dünyası ile ilgili projelerini gerçekleştirmeye devam ettiği gibi İslam coğrafyasında da başta Filistin olmak üzere pek çok İslam ülkesinde Müslüman halkların yanında olmuştur. Son referandumda da MHP ve Devlet Bahçeli ile bir ve birlikte hareket ederek milli görüş ve ülkücü hareketi bir yerde buluşturma yolunda büyük bir adım daha atmıştır.
            Ülkücü hareket yukarıda açıkladığımız doğru çizgiyi bir türlü yakalayamamıştır. 1980 sonrasında bir kısmı mahpushanelerde çile dolduran ülkücülerin bir kısmı mafya eline düşmüş, bir kısmı radikal İslamcılılık gibi uçlara doğru kaymış, Türkçü ve İslamcı kimliğini net olarak ortaya koyamayan harekette ilk kırılma Muhsin Yazıcıoğlu  ile başlamıştır. Muhtemeldir Alparslan Türkeş 1980 sonrasında da derin devletin direktifleri doğrultusunda partiyi ve hareketi farklı bir çizgide ve hatta bir dönem meclis dışında bile tutmayı başarmıştır.
            Alparslan Türkeş’in vefatı sonrasında ise yaşanan süreç sonunda Devlet Bahçeli oturduğu lider koltuğunda halen liderliğini sürdürmektedir. Ancak yaptığı en büyük hata Bülent Ecevit ile yaptığı koalisyondur. Bu koalisyon sonrasında ülkücü hareket içindeki dejenerasyon büyümüş, hastalık bütün hareketi sarmıştır. Esasen ideolojik doğru eğitimi sürdüremeyen doktriner hareketler dejenere olmaya ve yok olmaya mahkumdur. Ülkücü hareket te yıllardır bu doğru eğitimden mahrumdur. Teşkilat disiplininden kopan bu eğitimsiz ve disiplinsiz topluluk artık ortalıkta elden ele dolaşmaya başlamıştır. Ülkücü hareketin;
Bir kısmı Kemalistleşmiş, ulusalcı olmayı tercih etmiş, Doğu Perinçek’e biat etmiş, Vatan Partisine katılmıştır.
Bir kısmı özellikle Bülent Ecevit zamanından başlamak üzere Demokratik Sol Parti içinde yer almıştır.
Bir kısmı lidere isyan ile klikleşen camia içinde Koray Aydın, Meral Akşener, Ümit Özdağ, Sinan Ogan gibi liderlik kaygısı taşıyan kişilerin ardına düşmüştür. 1944  tek parti döneminde Alparslan Türkeş başta olmak üzere Türk milliyetçilerini tabutluklara kapatan ve işkenceler eden  CHP ile aradaki mesafe o kadar kapanmıştır ki Ankara Kızılcahamam’da MHP den belediye başkanı olan Mansur Yavaş’ın MHP genel başkanlığı dahi konuşulur iken bir anda CHP den Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı sözkonusu olabilmiştir.
Etrafımıza baktığımızda gördüğümüz artık şudur ki; Halk tv de fikir ve düşüncelerini paylaşan ülkücü iddiasında bazı lider adayları ve fikir adamı, yazar çizer iddiasında kişiler var bol miktarda.
Sosyal medyada ulusalcı profilde koyu Kemalist veya Atatürkçü kimlikli keskin ülkücüler var.
Paylaşımları arasında Uğur Dündar, Müjdat Gezen, Aziz Nesin veya Nazım Hikmet veya Yılmaz Özdil gibi geçmiş ideolojik ölçülerine uymayan kişilerin islamafobi içeren paylaşımları, FETÖ merkezli paylaşımlar var.
Bütün kin ve nefretleri Recep Tayyip Erdoğan’a ve AK partiye yoğunlaşmış durumda bir kısım ülkücülerin. Kısaca ve tek kelime ile AK partiyi de bir yana bırakır isek ANTİTAYYİPÇİLİK gibi bir takıntıları var. Sırf bu yüzden siyasi duruş olarak CHP ile hatta HDP ile bir ve paralel durmayı bile hazmedebiliyorlar. Geçtiğimiz her  iki genel seçim öncesinde hacca da gitmiş sakallı bir ülkücü kardeşimin sandıktan AK partiye karşı CHP MHP koalisyonu çıkacağı yönünde inancı ve güçlü tahminleri vardı. Geçmişte DSP ile ortaklık yaptırdıkları MHP ye olur ya bir de CHP ile koalisyon yaptırabilirler ise MHP yi tamamen bitirmiş olacaklardır. Birilerinin hesabı budur. Görüleceği gibi DSP ile koalisyon kurup hükümet ortağı olan MHP bir daha asla o oranda bir oy alamamıştır. Meclis dışı kaldığı bile olmuştur ama asla o oranda oy alamamıştır. Bu ANTİTAYYİPÇİLİK ve ülkücü milli görüş karşıtlığına ilişkin yukarıda da neden ve niçinler konusuna değinmiş idik.
Geldiğimiz noktada tam bir fikri boşluk ve çözülme yaşayan ülkücü hareket;
A-Cami ve cemaat ile bir arada olamamıştır.
B-Milliyetçilik konusunda net çizgisi belli olmadığından milliyetçilik konusunda Atatürk milliyetçiliğinden Nihal Atsız milliyetçiliğine, Nurettin Topçu’nun Anadolu milliyetçiliğinden, şamanizmi de içine alan “tengrici” eğilimlere kadar meydana çıkan farklılaşma ve yabancılaşma yüzünden hareket içinde bir homojenlik oluşmadığı gibi teorik eksiklik ve yetersizlikle birlikte ortaya çıkan fikir bunalımı hareketteki dejenerasyonun zirve yapmasına neden olmuştur.
Tabii bunda kusur ya da kabahat tek başına ülkücü harekette değildir. Son derece donanımlı, birikimli ve profesyonel yetişmiş, arkasında uluslar arası emperyalist güçler olan merkezler oluşturdukları birimlerde Türk Milletinin nasıl dejenere edilebileceği, entelektüel, aydın kesimin nasıl kontrol edilebileceği, öte yandan dini hayatın ve cemaatlerin nasıl fitne ve düşmanlık içinde milletin enerjisinin hortumlanabileceği, milletin maddi ve manevi olarak nasıl yönlendirilebileceği konularında çok ince hesap ve projeler çizmiş ve sahneye koymaya devam etmektedir. Hal böyle olunca millet içine salınmış kadrolu ajanlar gelen direktifler doğrultusunda, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve dini cemaatleri ve bunların içinden oluşturulan sermayedar guruplarını ve basın organlarını öyle ustaca  ajitasyonlar yapmaktadır ki bu teşebbüsleri etkisiz hale getirmekte devlet kurumları ve bizim gibi bazı kişilerin kişisel çabaları yeterli olamamaktadır. Algı yönetimi konusunda egemen güçler çok profesyonel ve güçlü, milli ve İslami güçler ise fevkalade yetersiz ve etkisizdir.
Bu durumda sözüm sadece ülkücü harekete ve ülkücülere değildir. Türkiye’deki bütün milli ve İslami güçler öncelikle Türkiye içinde teori konusunda gerekli çalışmaları yapmalıdır. Devamında Türk İslam coğrafyasında çizilecek rotada ve çizgide    hareket ve mücadele edecek kadrolar ve kitleler ve yönetimler oluşturulmalıdır. Tabii bu hareketin Türk ve İslam olmayan mazlum halklara bakış ve duruşu da ayrıca tesbit ve ilan edilmelidir. Bütün etnik toplulukların, dinlerin ve her türlü siyasi ve idari yapıların temin edilmiş Türk Birliği ve İslam Birliğinin kontrolünde ve garantisinde dostça ve kardeşçe yaşayabileceği, sömürüsüz ve zulümsüz bir düzendir özlediğimiz ve beklediğimiz. Osmanlı’nın da gayesi bu idi. Bizim de nihai gayemiz bu olmalıdır. Bir başka ifade ile Türkiye’deki bütün Müslüman Türklerin hedefi sırası ile ;
Türkiye’de tam bağımsız, adil ve güçlü bir Türk Devleti olmak,
Bütün Türk Devletleri ile bir federasyon veya başka bir örgütlenme adı altında bir ve birlikte olmak.
Dünya İslam Devletleri arasında tam bir birlik ve dayanışma içinde bir siyasi birlik sağlamak.
Dünyanın İslam ve Türk olmayan bütün halklarını ve devletlerini de Allahın adaleti ve merhameti çerçevesinde barış, özgürlük ve adalet içinde yaşatmak olmalıdır.
Ne mutlu böyle bir dava için yaşayan, kanını ve canını vermeyi göze alan gerçek alperenlere ve mücahitlere.
Nu mutlu Türkün “KIZIL ELMA”sının ve TURAN’ın “DÜNYA TÜRK İSLAM DEVLETİ” olduğuna inanan gerçek ÜLKÜCÜLERE.


Hiç yorum yok: