14 Eylül 2020 Pazartesi

TÜRK AİLESİ VE GELECEĞİMİZ

               Aile toplumun temeli diyordu anayasamız. Ancak aile kurumu günden güne çürüyen, zayıflayan ve yok olmaya doğru giden bir kurum haline geldi. Dolayısı ile eğer millet olarak var olmak ve varlığımızı sürdürmek istiyorsak tez zamanda aileyi koruyucu ve aile bağlarını güçlendirici tedbirler almak zorundayız.

                Aileyi korumak ve güçlendirmek anayasa gereği devletin görevidir. Ancak devlet dahi bu konuda aciz kalmış, aciz kalmanın ötesinde İstanbul sözleşmesi ve ona bağlı 6284 sayılı kanunla cinsiyet eşitliği gibi bir kavram getirmiş, aileyi daha da içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklemiştir.

                Nikahsız birliktelikler prim yapmış, tepki görmemiş, zina uzunca bir süredir suç olmaktan çıkarılmış, eşlerin ihaneti meşru hale getirilmiş, sosyal medya ve dizi filmler ve medyada yer alan ünlüler nikahsız birlikteliklerini alenen paylaşmakla nikahsız ve ahlaksız hayatlar meşru hale getirilmiştir.

                Boşanmalar her geçen gün daha da artmakta, nikahsız birliktelikler meşru olarak yaygınlaşmakta, sahipsiz çocuklar, aile terbiyesinden yoksun çocuklar ortada kalmakta, keza sahipsiz kocasız kadınlar ve karısız erkekler çoğalmakta bunun yanında LGBT İ gibi bir sapkınlık her geçen gün daha fazla toplum hayatında yer almakta ve kadın kadına erkek erkeğe luti ve sapkın hayatlar her yanımızı sarmaktadır. Bu çerçevede devletimizin aşağıdaki tedbirleri ve belki daha da fazlasını acilen alması ve Türk ailesini yeniden kutsal ve önemli yerine oturtması milli bir görev haline gelmiştir:

                1-İstanbul sözleşmesinden derhal çıkılmalı ve 6284 sayılı kanun revize edilmelidir.

                2-Eskiden olduğu gibi kanuna “ailenin reisi kocadır, evlenen kadın isterse kendi soyadı ile birlikte mutlaka eşinin soyadını taşımak zorundadır” maddesi eklenmelidir. Düşünün ki toplumda müdürsüz, amirsiz bir daire, sınıf öğretmeni ve sınıf başkanı olmayan bir sınıf, muhtarsız bir mahalle, kaymakamsız veya valisiz bir belde, komutansız bir askeri birlik, başkansız bir devlet asla yokken komutansız bir aile ile bu toplumun bir yere varması mümkün değildir.

                3-Anne ve babanın çocuklarıyla ilgili eski kanunda var olan tedip hakkı elinden alınamaz. Keza özellikle ilk öğretimin ilk aşamasında öğretmenlerin dahi tedip hakları ellerinden alınamaz. Aksi halde çocuklarımız korkusuz, pervasız ve eğitimsiz bir yaban ordusu haline gelecektir.

                4-Sadece aile içinde kadın değil toplumun her kesiminde birbirine kasten şiddet uygulayanlar caydırıcı bir şiddetle cezalandırılmalıdır. Ancak toplumda sadece kadının veya bazı hayvanların şiddet konusunda öne çıkarılması asla doğru değildir.

                5-Toplumda nikahsız birliktelikleri ve her türlü toplumsal olağan hayat ve haber haline getiren her türlü yayın ve haber yasaklanmalıdır. İbadet te kabahat te gizlidir denir ancak her türlü kabahatler tv lerde ana haber bültenlerinin en önemli haberleri arasına girmiştir. Bu tip haberle toplumun psikolojisini ve ahlakını bozmaktadır. TV ler ve sosyal medya ve NETFLİX gibi özel dizi paketi kanalları kontrol altına alınmalıdır.

                6-Evlilik teşvik edilmelidir. Onlarca yıldır devlet “aile planlaması” adı altında çocuk yapmanın önünü almış, bedava danışmanlık ve muhtelif ilaç ve donanım temin etmekle milletimizin çoğalması devlet eliyle engellenmiştir. Şimdi ise devlet tersine bir uygulama ile bütün gücü ile danışmanları ve aile rehberlerini seferber ederek Türk ailesinin daha sağlam bir temele oturtulması ve azalan nüfusun artırılması için her türlü eğitimin önü açılmalıdır. Aksi halde;

                A-Gençlerimiz evlilikten korkmakta ve kaçmaktadır.

           B-Aileler çocuk sahibi olmaktan korkmakta ve kaçmaktadır.

                C->Nikahsız birliktelikler nedeniyle birlikte yaşayan çiftler zaten çocuk yapmamaktadır.

                D-Evliliklerde huzur ve istikrar kalmadığından boşanmalar her geçen gün artmakta ve sahipsiz kadınlar ve çocuklar ve yuvasız kadınlar ve serserileşmiş erkekler her yanımızı sarmaktadır.

Kısaca açıklanan nedenlerle devlet her alanda eğitimi ve ehliyet ve sertifikayı ve diplomayı öne çıkarırken aile gibi çok çok önemli, toplumun ve milletin temel yapı taşını, eğitimsiz, karı koca olmanın aile olmanın ne demek olduğunu bilmeyen cahil ve eğitimsiz kişilerin eline ve insafına bırakmıştır. Aile ve akrabalık bağları zayıflamış, huzuru huzurevlerinde arayan, hısım ve akrabalarından uzak yalnız ve mutsuz yaşlılarımız biçare halde ölümü beklemektedir. Devlet eğitim kurumlarında çok eskiden olduğu gibi yurttaşlık bilgisi dersleri yerine aile ve vatandaşlık dersleri koymalı, evlenmek için müracaat eden karı koca adayları ise birlikte ve ayrı ayrı belki onbeş gün ve 20-30 saat gibi bir süre ile “ailede karı koca sorumluluğu ve hakları ile iyi geçinmenin yolları” konusunda eğitime tabi tutulmalı ve katılma sertifikaları evlenme dosyalarına eklenmelidir. Ancak bu eğitimler konusunda uzman psikolog, din adamları ve hukukçular ve aile danışma uzmanları tarafından verilmelidir.

Acilen yukarıda anlatılan konularda tedbirler alınmaz ise küresel bir saldırı altında bulunan Müslüman Türk Milletinin boynuna eski zincirleri kırma sürecindeyken yeni zincirler geçirilecektir. Devletimizin her alanda milli ve manevi varlığımızı ve değerlerimizi korumak için çok radikal tedbirler alması milletimizin geleceği için hayati bir zarurettir.

13 Temmuz 2020 Pazartesi

YENİ NESLİN DRAMI VE TÜRK MİLLETİNİN GELECEĞİ-KADIN VE AİLE


Bir iş münasebetiyle karşıma gelen yeni üniversite mezunu bir genç kızımız yüzündeki korona maskesini indirince baktım ki alt dudağının altında bir pirsink denen şeyden takmış, parlayıp durmakta. Buradan hareketle derin düşüncelere daldım. Halen Türkiye’deki özellikle 10-25 yaş arasındaki çocuk ve genç nüfustaki bu deformasyon ve dejenerasyon çok tehlikeli bir noktaya doğru gitmektedir. Google’a piercing yazarak bir arama yaptırdım. Öylesine bir sonuç çıktı ki anlatsam inanmazsınız. Ne çok çeşit ve uygulama yöntemi varmış şaştım kaldım.  Ve bu satırları kaleme almaya mecbur hissettim kendimi.
Din anlayışımızda kadına benzeyen erkekler ve erkeğe benzeyen kadınlar lanetlenir. Aslına uygun olmayan ya da görünmeyen canlı veya cansız herşey dejenere veya taklit veya deforme veya aslından uzaklaşmış ve soysuzlaşmış gibi ifadelerle anlatılır. Aslı olmayan ve aslına benzemeyen hiç Bir şey aslı gibi değer ifade edemez. Erkeğe benzemeyen erkek, kadına benzemeyen kadın, insana benzemeyen insan, babaya benzemeyen baba veya anaya benzemeyen ana, karıya kocaya benzemeyen bir sürü dejenere aile.  Maalesef günümüz böyle aslından uzaklaşmış adeta klonlanmış  veya hormonlu veya gdo lu türlü türlü türlerle dolu değil mi? Bir baba olarak aile reisi olarak bakıyorum etrafımdaki gençlere ki ne oğluma layık bir gelin adayı veya kızıma layık bir damat adayı  olabilir mi diye aklımdan, içimden geçirsem bir an için dehşetle irkiliyorum.  Hatta ve hatta çocuklarım bile ne kadar benim olmazsa olmaz kıstaslarıma uygun bundan bile şüphe eder hale gelmiş haldeyim.
Sokaklarda ve caddelerde bakıyoruz, erkek traşı olmuş pantolon giymiş erkeksi davranışlı hanımlar, saçlarını at kuyruğu yapmış ensesinde toplamış soft görünüşlü erkekler, yüzlerinin değişik yerlerinde kaşlarında, dudaklarında, kulaklarında, burunlarında değişik modellerde piercing diye isimlendirilen hızmalarla gencecik kız ve oğlanlar ellerinde veya kucaklarında kedi veya köpekleriyle etrafımızı sarmışlar. Bunlardan anne olur mu, baba olur mu, aile olur mu sorusunu sorduğumda dehşetle irkiliyorum.  Günümüzün artık kabul edilmiş gerçeklerinden birisi de şudur: Gençlerimiz ve hatta insanımız  evlilikten kaçıyor ve korkuyor, daha çok birlikte yaşamayı tercih ediyor. Yasalarımızda buna engel bir hüküm olmadığı gibi tam tersine İstanbul Sözleşmesi ve buna bağlı çıkarılan 6284 Sayılı kanun hükümleri ve genel hükümler insanlarımızın;
Dini kaynaklı hükümlerle, dini nikah gibi bağlarla bağlanmamaları kaydıyla her türlü birlikteliklerine karşı çıkmıyor, karşılıklı rıza çerçevesinde nikahsız birlikte yaşamayı da tanıyor ve himaye altına alıyor. Mesela bir erkek veya kadın bir hanede birden çok kadınla veya erkekle rızayla bir arada karıkoca veya komün hayatı yaşayabiliyorlar, yasal olarak hiçbir engel yok ancak işin içine dini nikah giriyor olması bir anda o birlikteliği suç haline getirebiliyor. Zina ve her türlü birliktelikler, hatta LGBT i türü birliktelikler serbest fakat dini inanca dayalı birliktelikler yasak.
Öte yandan resmi nikahlı evlilikler o kadar büyük sorunlar doğuruyor ki kadın ve erkekler bu sorumluluğun altına girmekten korkar hale gelmiş durumdadır. Aile hukukuna ve evliliğe ilişkin yapılmış son düzenlemeler milletimizin örf, adet, gelenek, görenek ve ahlak yapısına çok ters ve uygulanabilirliği mümkün değil. İşte bu yüzden İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı kanun, kadına şiddet gündeme geldikçe kadına şiddet daha büyük bir hızla artış göstermekte. Ve hiçbir Allah’ın kulu bu acı gerçekteki sırrı ve hikmeti düşünmüyor.
Toplumu saran bir başka tehlike ise kedi köpek sevgisi ve evlerde kedi köpek besleme alışkanlığıdır. Evler ve mahalleler kedi köpek sesleriyle kuşatılmış, sokaklar ve caddeler kedi köpek barınaklarıyla ve kapı önlerinde, kaldırımlarda yemlik ve suluklarla bezenmiş durumda. Evlenmeyen çocuk sahibi olmaktan korkan yeni nesil yaşlılarını huzur evine terk ettikleri gibi kendilerini de kedi köpeklerine adıyorlar. İşin insani boyutunu geçtik bir de ahlaki boyutu var ki kimse “aaaaaaa” demesin, besledikleri köpekleriyle adeta karı-koca hayatı ve hatta daha çarpık ilişkiler yaşayan kişilerin sayısı da günden güne artmaktadır diye düşünüyorum. Tamam bazı şeyler şüyuu vukuundan beterdir de denebilir ama maalesef bu günümüzün acı gerçeğidir. Önce aile dejenere edildi, anne, baba, kardeşlik hukuku bozuldu, toplumda kişisel özgürlükler adına her türlü ahlaksızlık meşru hale getirildi, ardından bahçeye, ağacın altına bağladığımız ve geceleri ipini saldığımız köpeklerimiz yatağımıza girdi, kediler koynumuzda uyumaya başladı, aile yapısı tamamen bozularak aile; kadın veya erkek ve kedi veya köpeklerinden ibaret bir yapı haline geldi.  
Siz hiç başkansız bir sınıf veya belde veya devlet, komutansız bir manga veya bölük veya ordu gördünüz mü, elbette hayır diyeceksiniz ancak yasal mevzuat “reisi olmayan bir aile” icat etti. “Kadın ve aileden sorumlu bakanlık” ihdas etti. Erkeğin reisliği elinden alındı ve bunu tescil ve ilan edercesine “kadın ve aileden sorumlu bakanlık”ın başına birkaç dönemdir hep kadın getirildi. Erkeğin gücü ve iktidarı elinden alındı. Adeta boynuna bir tasma bağlanıp ucu da kadının eline verildi. Öte yandan kadının adı yok diye istismar edilen kadın güya yüceltilmek kaygısıyla tamamen değersizleştirildi. Yıllardır aile reisi olan erkeğin elindeki tüm yetkiler alındı, “erkeğin adı yok” bir hale getirildi. Kadın evlilikle kocasının soyadını bile almaya mecbur değil. Son Yargıtay kararlarından birinde boşanma halinde velayeti anneye verilen çocuk annenin soyadını alabilecek. Bundan çıkan sonuç bence şudur: boşandığından çocuğun velayetini alan kadın yeniden evlendiği erkeğin soyadını da önceki kocasından olan çocuğa verebilecektir. Bu kadar saçma, bu kadar aile değerlerini yok edici uygulama cumhuriyet tarihinde görülmüş değildir. Tabii bu uygulamalar arttıkça kadına şiddet te o oranda artmaktadır. Çünkü bu uygulamaların bizim örfümüz, adetimiz ve kültürümüz ve ahlak yapımızla hiçbir ilgisi yoktur.
Devletin bir an evvel kadın-erkek ilişkileri ve aile konusunda, uygulamadaki yanlışları ortadan kaldırması ve bizim örfümüz, adet ve geleneklerimize, töremize ve ahlak yapımıza, kültürümüze uygun bir aile hukuku mevzuatına kavuşturması belki Ayasofya’nın ibadete açılması kadar, belki de ondan daha da çok önemlidir.

8 Haziran 2020 Pazartesi

SARI BAŞBUĞ SÖYLEMİ ALTINDA TÜRKÇÜLÜK VE İSLAMCILIK, OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ


        Şahsen tanıdığım sevgi ve muhabbet duyduğum bir dost bir yolculuk paylaşımı yapmış sayfasında. Ve söz arasında diyor ki: “tanıdıkça bildikçe daha çok aşık olduğum Sarı Başbuğum ölümsüz Atatürk'e dil uzatanlara kinim bitmeyecek. Türk'e Türklüğü hatırlatmasa bu ...........  ovasında şimdi kimler boru öttürecekti?.. Yolda olmak iyidir, Sarı Başbuğ Atatürk'ün yolunda olmanın tadı doyumsuzdur.”
            Polemiği sevmiyorum, tercih etmiyorum, o bakımdan altına herhangi bir yorum yazmadım ancak bu bakış, duruş ve anlayış karşısında birkaç kelam etmek istedim. Esasen son zamanlarda Atatürk ile ilgili çok iyi hazırlanmış masa başı projeler tedavüle sokuluyor, zihinler iğfal ediliyor, fikirler kirletiliyor ve geniş bir toplum kesimi ustalıkla ajite ve provake ediliyor.  Bu asla ve asla dost bir proje değildir, düşmanın özellikle hazırladığı bir ayrıştırma projesidir.
            Günümüzde Atatürk ile ilgili olarak, Atatürkçü ya da Atatürk düşmanı saflarda olmanın aslında bu projeye hizmetten başka bir işe yaramadığını düşünüyorum. Bu söylemler gerçekten kabak tadı vermeye başlamıştır. Tarihi, geçmişi ve elbette günümüzü tek gözle bakarak veya at gözlüğü takarak değerlendirmek veya kaynağını bilmediğimiz projelere kapılarak hızlı Atatürkçü olmak veya aynı ölçüde hızlı Atatürk düşmanı olmak sadece bizi kin ve nefret sahibi bir paranoyaya dönüştürmekle kalmaz milletimizin birliğini ve beraberliğini de zayıflatır ve bu hal elbette düşmanın işine yarar.
            70 li yıllarda zirve yapan ülkücü harekette hareketin yegane kurucusu ve lideri Alparslan Türkeş “BAŞBUĞ” olarak vasıflandırılmış ve hareket mensuplarınca öyle kabul edilmiştir. Ve bu sıfat Alparslan Türkeş’ten başkası için de asla kullanılmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetin kuruluşundan ölümüne kadar böyle bir iddia da bulunmadığı gibi ne Atatürk’ün sağlığında ne de ölümünden itibaren yaşadığımız son yıllara kadar hiç kimse kendisine bu sıfatı yakıştırmamış ve kullanmamıştır.
            Bu konuda söylenecek çok söz vardır, belki bir kitap yazılsa yeridir ancak biz üç beş kelam ile meramımızı anlatmaya çalışacağız.
            Sağlam kökü olmayan bitkiler ancak mevsimlik yaşarlar ve onlara muhtelif ot cinsleri olarak biliriz. Asırlık ömrü olan ağaçların ise derin kökleri vardır ve asla kuruyup odun haline gelmezler. Mevsim mevsim yaprak dökseler bile belki hiç beklemediğimiz bir anda yemyeşil yaprakları ve onları taşıyan dalları ve hatta meyveleri ile varlıklarını ve ölümsüzlüklerini gösterirler. İnsan toplulukları da böyledir. Bir kısmı otlar çöpler gibidir bahardan bahara çiçek açabilirler ancak bir kısmı ise Türk gibidir, binlerce yıl geçse de özünden ve değerinden hiçbir şey kaybetmez, varlığını ve gücünü tüm dünyaya göstermeye devam eder. İşte binlerce yıl evvel Ergenekon’da başlayan yolculuk o gün bugün devam etmektedir ve Anadolu coğrafyasına gelip vatan yapan bu muhteşem millet Oğuz Kağan-Mete Han  gibi bir başbuğ ile Asya’da yazdığı destanın devamını  Sultan Alparslan gibi bir başbuğun komutasında Malazgirt’te Anadolunun kapısını açarak devam ettirmiş, “Başbuğ” Fatih Sultan Mehmet Han ile de Asya-Avrupa’nın birleştiği İstanbul’a Türk’ün mührünü vurmuştur. Yani Çin seddi kıyısında olan da biziz, Himalayalardan batıya yolculuk yapan da biziz, Rusya coğrafyasını vatan yapan da biziz, Avrupa içlerine köklerini salan da biziz, Afrika’ya Amerika’ya kadar uzanan da biziz. Anadolu’dan Kudüs’e kadar Haçlı seferlerine karşı kahramanca vuruşan ve Haçlıyı geldiği yere defalarca gönderen de biziz. Selçuklu da biziz, Osmanlı da biziz. 
            Diyarı Rum olarak bilinen Anadoluyu ebedi Türk vatanı yapan atalarımız Anadolu merkezli muhteşem bir medeniyet kurmuş ve adına OSMANLI İMPARATORLUĞU denmiştir. Bu muhteşem imparatorluk İslam dünyasının da liderliğini hilafeti de devralmak suretiyle eline almıştır. Devamında Türk İslam dünyasının yegane gücü olan bu devlet dünya üzerindeki tüm mazlum ve ezilen halkların ve devletlerin de hamisi ve koruyucusu olmuş, ezmemiş ve ezdirtmemiş, örnek bir yönetim anlayışı ortaya koymuştur. Osmanlı özbe öz Türk’tür ve Türk düşmanlarının karşısında yüzlerce yıl mücadele etmiştir.  Bu çerçevede önce Anadolu, sonra Arap ve İslam coğrafyası, sonra doğu Roma teslim alınmıştır. Devamında Batı Roma Devletinin ve Vatikan’ın teslim alınmasına sıra gelmiştir. Ancak Avrupa’daki derin güçler önce Fatih Sultan Mehmet Han’ı zehirleterek hayatına son vermişler, Avrupa’daki bir diğer medeniyet olan İspanya’daki Endülüs Emevi İslam Devleti yıkılmış, İspanya, Müslüman halktan tamamen arındırılmıştır. Sonrasında Viyana’da bizi durdurmuşlardır. Bu tarihten sonra Osmanlı duraklama sürecine girmiş, Avrupa ise güç kazanmaya başlamıştır. Bunun sosyal, siyasi ve ekonomik nedenlerini akademisyenler yazıp çizecektir ancak biz de birkaç cümle ile ifade etmek istersek:
            1-Osmanlı İmparatorluğunun karşısındaki hıristiyan güçler asla sömürü yapmayan Osmanlının karşısında uzak doğuda ve Afrika’da ve devamında Amerika’da keşfettikleri ekonomik zenginlikleri sömürmeye başlamışlardır.
            2-Kapitalizmin Avrupa’daki işçi istismarı ile birlikte Amerika’nın Afrika’dan siyahları mal gibi gemilere doldurup götürerek köleleştirmesi ve bedava işgücüne sahip olması üretim güçlerini artırmıştır.
            3-Tarihe gömdükleri Endülüs Medeniyetinin kısmen elde kalan kütüphanelerinden ve orada yetişen batılı öğrencilerinden aldıkları güçle bilim ve teknikte hızla ilerlemeye başlamışlardır.
            4-Osmanlı’nın devşirme sistemini keşfetmiş ve hem Osmanlı’nın devşirme kesimine nüfuz etme çalışmaları ile birlikte Osmanlı içinden Türk ve İslam olanlar Avrupa’da ve Osmanlı içinde açtıkları misyoner okullarında devşirilmeye başlanmıştır. Bu devşirme sistemi bugün emperyalistler tarafından tüm ezilen ve sömürülen dünya halkları ve devletleri içinde kurumsallaşmış bir halde devam etmektedir. Emperyalistler devşirdikleri yerli işbirlikçilerini kral veya emir veya devlet başkanı adı altında sivil veya askeri ajanları vasıtası ile hükmetmeye ve sömürmeye devam etmektedir.
            5-İspanya’dan planlayarak ve tasarlayarak bir devleti olmayan İspanya Yahudileri sürülmüş ve hiçbir Avrupa Devleti kabul etmemiş, her nasılsa İspanya Yahudilerinin Osmanlıya kabulü temin edilmiştir. (Bunun tekrarı Cumhuriyetin kuruluşundan sonra mübadele döneminde yaşanmış, Yunanistan geçmişte Endülüs’te Yahudilerin sürgünü gibi Sabataycı Yahudileri sınırdışı etmek istemiş ve Türkiye Selanik’teki Sabatayist Yahudileri Türkiye’ye kabul etmiştir.)
            6-Osmanlı ve Türk İslam düşmanı güçler, elbirliği ve işbirliği halinde Osmanlı coğrafyasında yukarıda saydığımız avantajlarını da kullanarak basın, sermaye ve bürokraside, mektep ve medreselerde faaliyetlerine hız vermiş ve çok dinli ve çok uluslu imparatorluğu kendi değerlerine saygılı ve bağlı devşirmeleri ve ajanlarını kullanarak, Türkçü ve İslamcı iki akımı icat ederek ve destekleyerek 600 yıllık muhteşem imparatorluğun sonunu hazırlamıştır.
            Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne ayrıntılara girmeden ifade edelim ki üzerinden adeta bir silindir geçen Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulan tasfiye edilmiş saltanatsız, hilafetsiz, batının güdümündeki kukla devletçik içinde yeniden hayat bulmak isteyen cihanşumül idealimiz “kızıl elma” davamız, 1944 te ateşlenen hareketle alevlenmiş, 1960 sonrası siyasi parti haline gelmiş,, Alparslan Türkeş liderliğinde ülkücü hareket siyaset ve gençlik içinde dinamizm kazanmıştır. Düşman ise Osmanlının tasfiyesi sürecinde oynadığı oyunu yeniden sahneye koymuş Türkçülük ve İslamcılığı ayrıştırmak suretiyle Osmanlının bakiyesi olarak kurulan devletin tarihten gelen misyona yeniden sahip olmasını engelleme projelerini  uygulamaya başlamıştır. Bugün ülkemizde milli birliğimizi zayıflatmaya yönelik akımların geçmişinde ve bugününde  düşmanın masa başında yazdığı ve tekrarladığı projeleri görelim ve biz bu filmi görmüştük deyip yeniden tuzağa düşmeyelim:
            -İslamcı hareket pek çok dış kontrolü tarikatlar oluşturularak  etkisiz hale getirilmek istenmiştir. Son FETÖ cülük örneğinde görüldüğü üzere siyasallaşan tarikat hareketleri tarihte olduğu gibi Yesevi hareketine asla benzememekte tamamen dış güçlerin kontrolünde beslenmekte ve yönetilmektedir.
            Arminius Vambery, Leon Cahun, Moiz Tekinalp gibi Yahudi isimlerin icat edip devamında öğrencileri ile sevk ve idare ettikleri “TÜRKÇÜLÜK” 1980 li yıllarda S. Ahmet Arvasi’nin ortaya koyduğu fikir ve söylemlerle “Türk-İslam Ülküsü” ne dönüşmüş ise de planlı bir şekilde “arap uşağı” diye aşağılanan ve dışlanan Ahmet Arvasi unutturulmuş  2000 li yıllardan sonra cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk “Türkün Ebedi Başbuğu” olarak ülkücü gençliğin kucağına bırakılmıştır. Tabii Başbuğ Türkeş ölmüştür, Devlet Bahçeli başbuğluk iddiasında bulunmamıştır. Türk’e bir ebedi ölmeyen başbuğ lazımdır. Bu da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Geçmişten bugüne Atatürk’ün kurduğu parti olarak sözüm ona Atatürk’e sahip çıkan CHP mezhep yönünden alevilere, etnik bakımdan ise Kürt ve Ermenilere sırtını yaslamıştır. Yakın tarihlere kadar “sarı saçlım mavi gözlüm” şarkıları söyleyen CHP lilerin yerini ise “sarı başbuğ” sevdalısı ülkücü kardeşler almaya başlamıştır.
            Öte yanda ise devletimizin ve milletimizin ideallerinin Türkçülük ve İslamcılığın ötesinde bir muhtevada olması gerekir. Libya’da veya Somali’de Türkçülüğün bir anlamı olmayacağı gibi yine İslam olmayan Afrika toplulukları içinde veya Güney Amerika’da veya başkaca İslam olmayan bölge ve topluluklar içinde  İslam Birliği  bir değer ifade etmeyebilir.  
            Hal böyle iken dünyanın değişik coğrafyalarına daha insani söylemlerle hitap edebilme imkanları varken Türk Milletinin ve özellikle Ülkücü hareketin dinamizmini bir “sarı başbuğluk” söylemi içine hapsetmek isteyenlerin oyununa gelenler ne kadar talihsizdir!  

5 Mart 2020 Perşembe

KİTAP OKUMA LİSTESİ


SIRA      KİTABIN ADI                                                     YAZARI
1             MEAL                                                                   DİYANET VEYA ELMALI MEALİ
2             İLMİHAL                                                             S.AHMET ARVASİ
3             KENDİNİ ARAYAN İNSAN                             S.AHMET ARVASİ
4             İNSAN VE İNSAN ÖTESİ                                S.AHMET ARVASİ
5             DİYALEKTİĞİMİZ ESTETİĞİMİZ                   S.AHMET ARVASİ
6             DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ                         S.AHMET ARVASİ
7             LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ                   KADİR MISIROĞLU
8             GÖNLÜMDEKİLER VE ÖTEKİLER                 YAVUZ BÜLENT BAKİLER
9             UNUTAMADIKLARIM                                   YAVUZ BÜLENT BAKİLER
10           KILIÇLAR VE KALEMLER                                YAVUZ BÜLENT BAKİLER
11           ÜSKÜPTEN KOSOVAYA                                YAVUZ BÜLENT BAKİLER
12           KORKUNÇ YILLAR                                           CENGİZ DAĞCI
13           YURDUNU KAYBEDEN ADAM                    CENGİZ DAĞCI
14           ONLAR DA İNSANDI                                      CENGİZ DAĞCI
15           KÜÇÜK AĞA                                                     TARIK BUĞRA
16           FİRAVUN İMANI                                             TARIK BUĞRA
17           GENÇLİĞİM EYVAH                                       TARIK BUĞRA
18           POLİTİKADA ŞİDDET                                      TAHA AKYOL
19           YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN          MUSTAFA MÜFTÜOĞLU
20           BİR NESLİ NASIL MAHVETTİLER                 OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ
21           EL MÜSNET                                                       İMAM'I AZAM
22           EL İHTİYAR                                                         İMAM'I AZAM
23           FIKHI EKBER ŞERHİ                                         İMAM'I AZAM
24           HANGİ SOL                                                        ATİLLA İLHAN
25           HANGİ BATI                                                      ATİLLA İLHAN
26           HANGİ ATATÜRK                                            ATİLLA İLHAN
27           BATILILAŞMA İHANETİ                                 MEHMET DOĞAN
28           DİL KÜLTÜR YABANCILAŞMA                     MEHMET DOĞAN
29           EN GÜZEL DÜNYA                                          JEAN BABY
30           İKİ SOVYET RUSYA                                         NADİR NADİ
31           TEMELLERİN DURUŞMASI                           AHMET KABAKLI
32           KİLİT-KAPI-KONAK SERİSİ                           M.NECATİ SEPETÇİOĞLU

21 Şubat 2020 Cuma

OKUMAK-ADAM OLMAK


Oku emri Kur’an’ın ilk ayetidir. Öğrenmek okumakla başlar. İnsanoğlu çocukluktan çıktıktan sonra kendini, çevreyi, dünyayı okuyarak tanır, öğrenir. İnsanı  bilgi yüceltir. Bilgi ise okumak, öğrenmek ve yaşamakla elde edilir. Ancak belli bir sistem ya da temel üstünde olmayan okumaya dayalı bilgi boşluktadır. Bir nevi bilgi yığını gibidir. Bir kitap yığınından bilgiyi çekip çıkarabilmeniz mümkün olmadığı gibi ondan faydalanmak ta mümkün değildir. Kitabı gerçek manada  okumak demek o kitabı yanlışı ve doğrusu ile anlayabilmek ve kavrayabilmek demektir. Okuduğunu anlamayan ve anladığını yaşamayanlar için Kur’an’da Allah diyor ki: “Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir”

Son günlerde bir haber çok dolaştı ortalıkta. Beş ayda 250 kitap okuyan 10 yaşındaki Atakan’dan bahseder olduk. Tabii ki okumak, çok okumak çok güzel. Fakat ne okuduğumuz nasıl okuduğumuz da çok önemlidir. Size bu çocuğumuzun okuduğu söylenen kitaplar bilmem ilginizi çekti mi?
1-Jean –Jacques Rousseau-Toplum Sözleşmesi
2-Platon-Devlet
3-Benedictus Spinoza-Etika
4-Richard Dawkins-Yeryüzündeki en büyük gösteri
                            Tanrı Yanılgısı
                            Gen bencildir.
Elinde tutuğu iki kitap ise biri kapağında bir domuz resmi olan George Orwel’in “hayvan çiftliği”, diğeri ise Antoine de Saint-Exupéry’in  “küçük prens”
         İşte bu tablo üzerinde biraz düşünmemiz ve konuşmamız lazımdır diye düşünüyorum. Ülkemiz bir çarpıklıklar ülkesi oldu uzunca bir zamandır. Birkaç noktaya işaret edecek ve düşünmeye davet edeceğim herkesi:Türkiye neredeyse elli yıldır öyle bir süreçten geçiyor ki şehidimizin olmadığı gün yok. İçeride ve dışarıda yeni şehidlerimiz düşüyor kucağımıza ancak, şehid haberlerine alıştırılan toplum sokakta zehirlenen veya kötü muameleye maruz kalan hayvan haberleriyle yüreğini kanatmaya başladı. Kadına şiddet ise herşeyin önüne geçti. Türk toplumunun örf, adet, inanç ve geleneklerine uymayan LGBT güdümlü İstanbul Sözleşmesinin kötü sonuçlarını görmeye devam ediyoruz.Geçtiğimiz günlerde “taksim gezi davası” son duruşma gününde üç beş sanığın yargılandığı dava için  onbeş kadar batılı ülke elçisi duruşmayı takibe gelmişler, bu ülke temsilci ya da yetkilileri en az beş yıldır beş milyon civarındaki mülteci Suriye’li için kıllarını kıpırdatmadılar ve Türkiye’yi yalnız bıraktılar. Türkiye’de kaos planlayıcılarının üç beş elebaşısı ise bunların ilgi alanları içinde, tıpkı PKK Avrupa’nın kucağında beslendiği ve himaye gördüğü gibi.
Ve son olarak Cumhurbaşkanımızın 4.5 milyon kitaplık kapasitesi ve 24 saat hizmet verecek yapısı ile Türkiye’nin en büyük kütüphanesi olan “millet kütüphanesi”ni açtığı gün bir başka haber gündeme oturuyor.  10 yaşında yukarıda saydığımız kitaplar olmak üzere sözüm ona beş ayda 250 kitap okuyan bir çocuk ortaya çıkıyor.  Sokak köpekleri, Müge Anlı haberleri, kadın cinayetleri derken harika çocuk konuşmaya başlıyor;Her yer kedi olsun,Herşey parasız bedava olsun.Kapılar olmasın.Her gün tatil olsun.Herkes kölem olsun.3.dünya savaşı olsun.Atatürk yaşasın.Bütün yemekler pizza olsun.Hiç mikrop olmasın.Ben cumhurbaşkanı olayım………Ne kadar iç yakıcı bir tablo bu…… Hayretle izliyoruz, takdirle izliyoruz. Sorgulamıyoruz. Kim, neden, nasıl, ne yapmak istiyor diye hiç düşünmüyoruz. Takdir ediyoruz. Hayranlık duyuyoruz. Kısaca iki yüz yıldır bizi uyutan güçler uyutmaya ninni çekmeye devam ediyor fakat biz farkına varamıyoruz. Hani derler ya “mahalle yanarken mahallenin …….su saçını tararmış. İşte aynen böyle yaşadığımız hal.Bu harika çocuğun okuduğu kitaplar batı klasikleri arasında geçer. Bizim kültürümüz ve bizim değerlerimizle zerrece ilgisi yoktur. Siz hiç DEDE KORKUT kitapları, MANAS destanı, ERGENEKON destanı  okuyarak büyümüş bir İngiliz, Fransız veya Alman veya İspanyol veya İtalyan çocuğu hayal edebilir misiniz? Fakat biz onlarca yıldır eski Yunan, Roma ve Rönesans kaynaklı eserler okutarak yetiştiriyoruz kendi neslimizi. Homeros ve İlyada okutarak büyütüyoruz. Yazıklar olsun. Ben;Dede Korkut okumayan, Boğaç’ı, Tepegöz’ü Bamsı’yı  bilmeyen çocuğa Türk çocuğu demem.Ergenekon, Oğuz, Mete Han, Kürşat Atasını bilmeyen evlada evlat demem. Geldiği yeri ve gideceği yeri bilmeyen insana insan demem. Türk Milletinden ve İslam Ümmetinden ve İSLAM medeniyetinden olduğunun şuurunda olmayana da adam demem.

Aşağıdaki liste de benim hazırladığım öncelikle okunması gereken kitap listesi olsun:

SIRA      KİTABIN ADI                                                     YAZARI
1             MEAL                                                                  DİYANET VEYA ELMALI MEALİ
2             İLMİHAL                                                             S.AHMET ARVASİ
3             KENDİNİ ARAYAN İNSAN                             S.AHMET ARVASİ
4             İNSAN VE İNSAN ÖTESİ                                S.AHMET ARVASİ
5             DİYALEKTİĞİMİZ ESTETİĞİMİZ                   S.AHMET ARVASİ
6             DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ                         S.AHMET ARVASİ
7             LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ                   KADİR MISIROĞLU
8             GÖNLÜMDEKİLER VE ÖTEKİLER                 YAVUZ BÜLENT BAKİLER
9             UNUTAMADIKLARIM                                   YAVUZ BÜLENT BAKİLER
10           KILIÇLAR VE KALEMLER                                YAVUZ BÜLENT BAKİLER
11           ÜSKÜPTEN KOSOVAYA                                YAVUZ BÜLENT BAKİLER
12           KORKUNÇ YILLAR                                           CENGİZ DAĞCI
13           YURDUNU KAYBEDEN ADAM                    CENGİZ DAĞCI
14           ONLAR DA İNSANDI                                      CENGİZ DAĞCI
15           KÜÇÜK AĞA                                                     TARIK BUĞRA
16           FİRAVUN İMANI                                             TARIK BUĞRA
17           GENÇLİĞİM EYVAH                                       TARIK BUĞRA
18           POLİTİKADA ŞİDDET                                      TAHA AKYOL
19           YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN          MUSTAFA MÜFTÜOĞLU
20           BİR NESLİ NASIL MAHVETTİLER               OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ
21           EL MÜSNET                                                       İMAM'I AZAM
22           EL İHTİYAR                                                         İMAM'I AZAM
23           FIKHI EKBER ŞERHİ                                         İMAM'I AZAM
24           HANGİ SOL                                                        ATİLLA İLHAN
25           HANGİ BATI                                                      ATİLLA İLHAN
26           HANGİ ATATÜRK                                            ATİLLA İLHAN
27           BATILILAŞMA İHANETİ                                 MEHMET DOĞAN
28           DİL KÜLTÜR YABANCILAŞMA                     MEHMET DOĞAN
29           EN GÜZEL DÜNYA                                          JEAN BABY
30           İKİ SOVYET RUSYA                                         NADİR NADİ
31           TEMELLERİN DURUŞMASI                           AHMET KABAKLI
32           KİLİT-KAPI-KONAK SERİSİ                           M.NECATİ SEPETÇİOĞLU



20 Şubat 2020 Perşembe

SURİYELİLER KARDEŞİMİZ-DEĞİLDİR


            Son yıllarda etkisi artan sosyal medya sayesinde artık yetkililer veya ehil olanlar veya profesyoneller değil tabiri caiz ise bizim gibi “ağzı olan konuşuyor”. Herkes bildiği bilmediği her konuda ahkam kesiyor, hüküm veriyor.
                Devletimiz 1923 ten yani kuruluşundan bu yana savaşın içindedir. Türk Milleti için savaş hiç bitmemiştir. Muhteşem Osmanlı’nın tasfiyesi savaşla olmuştur, sonrasında kurulan T.C de de kuruluşundan itibaren 1980 lere kadar içeride savaş devam etmiştir. İçeride olan savaş milli iradenin devleti sömürgeci yapıdan geri alma savaşıdır. Bu savaş kesintilere uğraya uğraya, direnişlerle karşılaşa karşılaşa bugünlere gelinmiştir. Milli irade önündeki en büyük engeller; ordu, yüksek yargı, bürokrasi, sermaye ve basın beşlisi demokratik yoldan devre dışı bırakılmış milli irade tamamen özgür ve bağımsız hale gelmeye doğru büyük mesafe almıştır. Ancak hala bazı ipotekler tam olarak kaldırılabilmiş değildir.
                Devletimiz özellikle 90 lı yıllardan itibaren sıcak savaşın içinde kalmış, Körfez Harbi, İran-Irak savaşı, devamında Irak’ın işgali, ve devamında Suriye’nin parçalanması ve iç savaşa sürüklenmesi ve işgali, Filistin meselesi, Mısır’da seçim ve sonrasında darbe, Sudan, Libya, Cezayir’de yaşanan istikrarsızlıklar nedeniyle ekonomik ve siyasi olarak büyük bir belirsizliğin içine düşmüştür. Bağlı olduğumuz Nato, Sovyetlerin dağılmasından sonra tehdit olarak genç ve diri İslam dünyasını seçmiş ve NATO ittifakı içinde olmamıza rağmen NATO ve Avrupa Birliği Türkiye’yi en büyük bir hasım gibi görerek  içimizdeki ve bölgedeki terör örgütlerini açıktan desteklemekten çekinmemişlerdir.  Bu çerçevede müttefiklerini yeniden belirlemek isteyen Türkiye İran’ın iki yüzlülüğü, Rusya’nın Amerika ile ikili oynaması, Türk Cumhuriyetlerinin bir kısmının Rusya nüfuzu altında kalması nedeniyle yalnızlaşmıştır. Türkiye ya mücadeleyi ya da teslimiyeti seçecektir. Batının ve hatta Rusya’nın istediği  odur ki Türkiye orta ölçekte, ayakta durabilmek için  batı ve doğunun kucağı arasında gidip gelen bir yosma misali edilgen ve pasif bir devlet olarak kalsın ve yaşasın. Türkiye, yani Anadolu yarımadası süper güçler arasında paylaşılması imkansız bir bölgedir. Yoksa şimdiye kadar çoktan taksim planlarını devreye sokarlardı. İşte böylesi olumsuz şartlarda Türkiye zoru başarmış, dıştaki ve içteki onca olumsuzluklara rağmen, ekonomik, askeri ve siyasi gücünü artırmış, içerideki direnç noktalarını saf dışı bırakmış, son elli yılın en büyük belası olan FETÖ örgütünü de büyük ölçüde tasfiye etmiş ve dünyanın en kritik coğrafyası olan ortadoğuda siyasi ve askeri ağırlığını koymuştur. Ortadoğu yanında Afrika, Uzakdoğu ve hatta Güney Amerika’da da irtibatlarını diri tutma çabası ile yeni müttefikler ve dünyada yerleşmiş statükoya karşı yeni bir blok oluşturmanın alt yapısını oluşturmuş ve temellerini atmıştır. Ummadığımız ve karşı koyamayacağımız bir direnç ile karşılaşmaz isek dünyadaki dengeleri olumlu yönde değiştirecek ve dünyayı yeniden adil bir barış ve hukuk nizamına götürebilecek yegane güç Türkiye önderliğindeki hareket olacaktır.  Türkiye bu yönde büyük bir mesafe katetmiştir. Moğolistan’dan Şili’ye, Venezuela’ya, Somali’den Senegal’e, Katar’dan Pakistan’a Ukrayna’dan Azerbaycan’a ve diğer Türk dünyasına geniş bir alanda bir savunma ve saldırı hattı oluşturulmaktadır.
                Türkiye böyle büyük hesaplar içinde iken düşman bizi Turgut Özal’lı yıllarda önce Irak ile Saddam Hüseyin ile savaştırmak istemiş ise de Türkiye bu oyuna gelmemiştir. Sonrasında yıllarca PKK yı Irak ve Suriye’de besleyen büyüten Amerika ve Avrupa bizi sınırlarımızın içinde terörle boğmak istemiştir. Son yirmi yılda bu oyunu tamamen fark eden Türkiye sınırlarımızın içinde ve dışında PKK ile mücadeleye ağırlık vermiş ve büyük ölçüde bu meseleyi sonlandırmak üzere iken Suriye meselesi ortaya atılmış, DAEŞ, YPG gibi yeni kukla oluşumlarla yeni terör bölgeleri oluşturulmuştur. Nil’den Fırat’a ideali peşindeki İsrail senaryosunun sahneye konulduğunu fark eden Türkiye Suriye’ye askeri olarak girmiştir. Bu operasyon sırasında Suriye’yi özellikle sünni nüfustan arındırmak isteyen rejim ve İran güçleri beş milyona yakın Suriye vatandaşını Türkiye’ye doğru sürmüşlerdir. Onların gayesi hem Türkiye’ye ekonomik bir yük altına sokmak, Türkiye’de Arap nüfusu çoğaltarak Türk-Kürt fitnesinden sonra Türk-Arap çatışması ile Türkiye’yi yeni kaos planları içinde boğmak hem de Suriye’de Sünnilerden arındırılmış, İran ve İsrail kontrolünde boş alanlar oluşturmaktır. Hal böyle iken bir kısım gafiller “Suriyeliler kardeşimiz değildir”, “Suriyeliler kardeşimizdir diyenler de kardeşimiz değildir” gibi çok tehlikeli sloganlarla milletimizi ajite ve provake etmektedir. Pek çoğu belki de bilmiyor ama bu söylemler düşmanın masa başında icat ettiği ve fitne bombası gibi ortaya attığı söylemlerdir. Tabii ki pek çoğumuz bunun farkında bile değildir.  Sözü fazla uzatmadan kısa cümleler halinde olayı hülasa etmemiz gerekir ise aşağıda sıraladığımız cümleler doğrultusunda düşünmemiz, tefekkür etmemiz ve düştüğümüz yanlıştan dönmemiz icap eder. Binlerce yıldır düşmanın oyun ve fitnelerinden nasibini alan milletimiz artık bu tuzakları bozacak birikim ve basirete sahip olmalıdır. Hülasa ettiğimiz sebeplerle diyoruz ki;
1-Kürtler kardeşimiz değildir, Suriyeliler kardeşimiz değildir veya “Suriyeliler kardeşimizdir diyenler kardeşimiz değildir” tarzı söylemleri külliyen reddederiz. Bu yaklaşımda olanları aklı selime davet ederiz.
2-Tarihin hangi döneminde olursa olsun ülkemize gelmiş, sığınmış veya yerleşmiş hiçbir topluluk etnik ya da dini inancı nedeniyle asla dışlanmamıştır.
3-Bu çerçevede engin hoşgörüsü ve kucaklayıcı tutum ve bakışı ile ANADOLU dünyanın yegane ana kucağıdır.
                Sözü fazla uzatmadan deriz ki;
              Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne  sadakatle bağlı olan dini veya etnik kökü ne olursa olsun her vatandaşımız kardeşlik hukuku içinde bizim kardeşimizdir,
                Savaş, sürgün veya açlık ya da yokluk gibi nedenlerle devletimize sığınan ve sadakatle davranan herkes canları, malları ve namusları ile  Allah’ın bize emanetidir, ve;  
                Bu anlayış içinde, bu kardeşlik hukukunu reddeden her kim varsa asıl onlar bizim kardeşimiz değildir.