SEVAN NİŞANYAN’ın 28 HAZİRAN 2018 Perşembe günlü yazısı
ONLAR KAZANDI
Sevan Nişanyan
Mızık denemelerini bir
yana bırakıp teslim edelim ki bileklerinin hakkıyla zafer kazandılar. Hile
yapıldığına dair – bir iki marjinal vaka dışında – inandırıcı en ufak delil
yok. AA’nın 180.000 sandık sonucunu iki saat içinde derleyip doğru olarak ilan
etmesi ise, kim ne isterse desin, büyük başarıdır; organizasyon gösterisidir.
Kolay mı yüz bin küsur farklı yerden gelen üç dört milyon datayı iki saatte
hatasız sisteme girmek?
İlk 2014 cb
seçimlerinde fark ettik, AA önce yanıltıcı örneklem sonuçları gösterip sonra
peyderpey reel sayıya yaklaşmayı seviyor. Şüphesiz bilinçli bir tercih bu, ama
gerekçesi meçhul – çocukça bir avuntu mudur, kamu güvenliğiyle ilgili kaygılar
mı vardır, başka bir şey mi? Kamuoyunun bir kısmında “manipülasyon” kuşkusu
uyandıran en önemli veri bu. Oysa her sandık tutanağının cep telefonuyla
görüntülenip sayısız defa paylaşıldığı bir sistemde bu yöntemle hile
yapılamayacağı açık. En çok iki saat kandırırlar, o kadar. Niye iki saat
kandırmayı seçiyorlar? Bilen varsa anlatsın lütfen.
“Torbalar ilçe seçim
kurullarına ulaşmadan sonucu ilan ettiler” tezi cahilanedir: oylar seçim
kurulunda değil sandık başında sayılır ve tutanağa bağlanır. Torbalar merkeze
belgeleme ve arşiv için gider. “Filan kuruluş oyların dörtte birini girmeden AA
sonucu açıklayıverdi” tezi ise, sadece filan kuruluşun yavaş olduğunu gösterir.
Gene kazandılar. Açık
ve net kazandılar. Okumuş kesimin tüylerini diken diken eden bunca kepazeliğe
rağmen, ülkenin uluslararası itibarını yerle bir eden yönetim üslubuna rağmen,
oyları 2007’den beri milim düşmedi. Bu sefer vatan-millet-kan-şehit edebiyatına
ağırlık verince MHP doğal olarak biraz güçlendi, ama onu da çatılarının altına
alıp daha bir iki puan öne geçtiler. Buyur: 2007: 46,6. 2011: 49,8. 2014: 51,8.
2015: 49,5. 2017: 50,0. 2018: 52,5. İstikrar müthiş.
Muhalefet açısından
sonuç rezalettir. Bunca uğraşmaya rağmen karşı tarafın duvarından bir tane
tuğla koparmayı başaramadılar. Demek ki bu partilerle, bu kadrolarla, bu
söylemlerle bu iş olmuyormuş. Olmayacağını anlamak için daha kaç defa denemek
lazım? Kılıçdaroğlu dokuz defa denedi olmadı, bir dokuz defa da bunu deneyelim
mi diyeceğiz?
Okumuş kesimin tüyleri
ve ülkenin dış itibarı dedik. Demek ki ahalinin en az yarısı, tahminen epey
daha fazlası, bunları umursamıyor, başka şeylere öncelik veriyor. Bundan
ahalinin “aptal” olduğu sonucu çıkmaz. Gavuru sevmediği, kendini gavurun değer
yargılarıyla bağlı hissetmediği, içte gavurun acentesi olan ya da öyle
görünenden de katiyen hazzetmediği sonucu çıkar. Erdoğan bunu anlıyor, öbürü
anlamıyor. “Aptal” olan kim? Hele o öbürü, eli sopalı başöğretmen paşa
marifetiyle kendi değerlerini empoze edebileceğine hala inanıyor ve bunca
hezimete rağmen inanmaya devam ediyorsa?*Ben şahsen gavurum. Bizimkileri geç,
daha batıdaki beter gavurların değerler sistemine gönülden bağlıyım. Bu saatten
sonra değişmeye de niyetim yok. Geldiğimiz noktada Türkiye’de bana ve benim
gibilere hayat alanı kaldığını sanmıyorum.
Türkiye halkı gavuru hiçbir zaman sevmedi, onunla ortak değerlere ve ortak bir
insanlığa sahip olduğuna asla inanmadı. Gavuru düşman, hain, pis, ırz yoksunu,
haçlı, misyoner olarak gördü. Bir dönem, belki mecburiyetten, ya da
çaresizlikten, ya da sopa korkusundan, gavura ve temsilcilerine toplumsal
hayatın belli alanlarında ayrıcalık tanımayı kabul etti. Şimdi özgüveni
geldiğinden, artık etmiyor. Küba’yı da zaten Müslüman ecdadımız keşfetti. Gavur
tersini söylese inanma, yalandır.
Bu felaketin
sorumlusunu arıyorsan uzağa bakmana gerek yok, Laik Cumhuriyetimizin “Milli”
Eğitim sistemine bak yeter. Yüz sene boyunca memleketi vatan millet sakarya, al
bayrak, denize dökülen düşman, Ulubatlı Hasan, Viyana kapıları, Haçlılar,
misyonerler, kahrolsun emperyalizm bokuyla beslesen sonucun başka nasıl
olmasını bekliyordun ki?*
O halde “Go West young man” mi?Vallahi kafanızı karıştırmak gibi olmasın ama,
itiraf edeyim, artık onu da gönül rahatlığıyla söyleyemiyorum. Batı, geleceğe
ilişkin bana güven vermiyor. Batı Avrupa dehşet verici bir dejenerasyon
sürecinde, iyileşeceğine dair belirti yok. Amerika’nın hali de iç açıcı
görünmüyor. “Müsterih olun, Türkiye bu manyakların elinde elbette kayaya
toslayacaktır” diye ümit beslemenin bu koşullarda anlamı var mı? Toslayacaksa
Çin, Rusya, Hindistan, Macaristan, Endonezya, Myanmar ve diğer yüz tane ile
birlikte toslayacaktır, öyle tosa kaya mı dayanır?
Vallahi
bilmiyorum. En iyisi gene Ege adaları galiba. Ne Şarkın nefret dolu bağnazlığı,
ne Garbın ideolojik saplantıları: binlerce yıllık bir görgüyle hayatı güzel
yaşamaya çalışan mütevazı insanların diyarı. Hava da güzel. Daha ne?
SEVAN
NİŞANYAN’ın yazısının tamı tamına tamamı
budur.
CEVAPLARIMIZ
“Ben şahsen gavurum.
Bizimkileri geç, daha batıdaki beter gavurların değerler sistemine gönülden
bağlıyım”
Diyebilecek kadar
samimi bir vatandaşımızın düşüncelerini okumak anlamak boynumuzun borcudur
ancak cevap hakkımız da vardır.
Ayrıntılara girmeden kısaca
cevap vermek istiyorum:
Muhalefetin kaybettiği
için üzüldüğünü anlıyorum.
“Gene kazandılar. Açık
ve net kazandılar. Okumuş kesimin tüylerini diken diken eden bunca kepazeliğe
rağmen, ülkenin uluslararası itibarını yerle bir eden yönetim üslubuna rağmen,
oyları 2007’den beri milim düşmedi. Bu sefer vatan-millet-kan-şehit edebiyatına
ağırlık verince MHP doğal olarak biraz güçlendi, ama onu da çatılarının altına
alıp daha bir iki puan öne geçtiler. Buyur: 2007: 46,6. 2011: 49,8. 2014: 51,8.
2015: 49,5. 2017: 50,0. 2018: 52,5. İstikrar müthiş”
Sözlerinden de
anlaşılacağı üzere iktidarın bunca kepazeliğin mimarı olduğunu, ülkenin
uluslararası itibarını yerle bir eden bir yönetim üslubuna sahip olduğu gibi
haksız ve yanlış ithamları var. Bunlar külliyen yanlıştır. Beyefendi doğru
tesbitlerin arasına kinini nefretini ve komplekslerini kusmuştur. Uluslararası politikada o çok hayran olduğu
Avrupa ve Amerika’da zerrece bir itibar kaygısı, çağdaşlık ve uygarlık
belirtisi, adalet ve objektiflik ölçüsü var mıdır ki bunları referans gösterir.
Türkiye Ortadoğu ateşinin içinde kepazeliğin değil direnişin ve onurlu dik
duruşun destanını yazmıştır. Gavur olduğunu iftiharla itiraf eden yazarımız
bunu görmezden geliyor.
Ayrıca eğer vicdanı
varsa sayın yazarımızın yakın tarihimize bir bakmasını öneririm. 1950 lere
kadar faşist ve tek partili despotik yönetimle idare edilen ülkenin
antidemokratik ve faşist yöntemlerini, türlü baskı ve vergiler altında ülke
vatandaşlarının ezildiğini ve özellikle gavur olarak nitelendirilen kesiminin
varlık vergisi adı altında nasıl bir haksız ve vicdansız uygulamaya tabi
tutulduğunu, ellerindeki mal varlıklarına el konularak önce sürgüne sonra da
ülkeden göç etmeye zorlandıklarını görmezden gelir?
1950 sonrasında ise
milli iradeyi temsil eden millet çoğunluğu iktidar ve diğer sivil toplum
örgütlerinin yazarın bağlı olduğu batılı emperyalist güçler ve yerli
işbirlikçileri tarafından onlarca yıl manipüle ve provake edildiklerini de
görmez. İhtilaller ve kaos ve karışıklık senaryolarını sanki ülkenin milli
iradesi yazmıştır!
Bu süreç son onbeş
yılda sonlandırılmış, sömürgeci batı emperyalizminin Osmanlıyı tasfiye ettikten
sırtlanlar gibi parçaladıktan yağmaladıktan sonra T.C nin kuruluşu ile birlikte
oluşturdukları ordu, yargı, sermaye, bürokrasi ve basından oluşan beşli güç
merkezi son on beş yılda yıkılmış tasfiye edilmiş ve geriye sadece işbirlikçi
muhalefet ile sureti haktan görünen sayın yazar gibi kalıntılar kalmıştır.
Türkiye etnisite ve çatışma üzerine kurulmuş olan ilkel cumhuriyeti vatandaşlık
bilinci içinde tıpkı Osmanlıda olduğu gibi tüm dini ve etnik kimlikleri gerçek
manada tanıyıp kabul ederek ve kucaklayarak, batının istediği ve planladığı
küçülme yerine büyümeyi tercih ettiği için, gerçek demokrasi ve insan haklarını
oturtma gayretinde olduğu için batının sözüm ona sahip çıktığını söylediği tüm
medeni ve insani değerleri topluma gelişme kalkınma ve büyüme ile birlikte kurumsallaştırmak
istediği için batının hedef tahtasına konmuştur. Batılı emperyalistler ise her
türlü demokratlığı, uygarlık ve medeniyet ölçülerini bir yana bırakarak gerçek
yüzünü göstermiş önünden alınan pasta tabağını kaybetme korkusu ve endişesi
içinde artık hükmedemediği Türkiye’yi uluslararası alanda ekonomik ve siyasi
olarak kuşatmak ve yalnızlaştırmak için her türlü saldırıyı yapmaya
başlamıştır.
Emperyalist batı Osmanlı
coğrafyasını yüz yıldır işgali altında tutmakta, kendi tayin ettiği diktatörler
ve krallar ve şeyhler aracılığı ile sömürmektedir. Türkiye’de benzer bir
konumda iken, örneğin Mısır, ve Irak gibi vesayet altında iken bu esaret ve
vesayet zincirini kırmış, Osmanlının adil ve etkili misyonuna sahip çıkma
iddiası ile güçlenmeye başlamıştır. Mısır’daki ihtilalci Sisi’yi, Arabistan’daki
kral ailesini emir komutası altındaki
pek çok Ortadoğu ülkesindeki demokratik olmayan yönetimleri görmezden gelen
emperyalist batı kendi kontrolünden çıktığı için Türkiye’yi diktatörlükle
suçlamaya başlamıştır. Trump bile nerede ise savaşa girecek gibi şov yaptığı
Kuzey Kore ile bile hemen uzlaşıvermiştir. Kuzey Kore aynı kuzey Kore’dir.
Trump ile uzlaşmadan önce de aynıydı sonra da aynıdır. Emperyalizm için bir ülkede
yönetim biçimi, insan hakları gibi kavramlar hiç önemli değildir, önemli olan
batının kontrolünde midir değil midir? Ölçü budur. Ve Türkiye bunun farkındadır
artık.
Sayın Yazar da bu çağdaşlık ve uygarlık
merkezi olduğu iddiasındaki tilki ve sırtlan görünümlü batılı ülkelerin
tetikçiliğini yapmaktadır. Bunu yapabiliyorsa eğer bu da ülkedeki demokrasinin
nasıl işlemekte olduğunu göstermektedir.
Ve diyorsunuz ki;
“Türkiye halkı gavuru
hiçbir zaman sevmedi, onunla ortak değerlere ve ortak bir insanlığa sahip
olduğuna asla inanmadı. Gavuru düşman, hain, pis, ırz yoksunu, haçlı, misyoner
olarak gördü. Bir dönem, belki mecburiyetten, ya da çaresizlikten, ya da sopa
korkusundan, gavura ve temsilcilerine toplumsal hayatın belli alanlarında
ayrıcalık tanımayı kabul etti. Şimdi özgüveni geldiğinden, artık etmiyor.”
“Ne Şarkın nefret dolu
bağnazlığı, ne Garbın ideolojik saplantıları” diyorsunuz. Garbın ideolojik ve
dini saplantıları elbette var, ancak Müslüman Türkün nefret dolu bağnazlığı
diye bir şey yok ve asla olmadı. Müslüman Türk dünyaya sadece sevgiyle
bakmıştır. Anadoluyu haçlılar yağmaladı. Fakat Osmanlı Avrupayı yağmalamadı. 500
yıl idaresinde kalan Balkan halkları hala kendi dillerini konuşuyorlar. Fakat gidin
kısa süreli işgal altında kalan ve sömürge olan Afrika ülkelerinde bile resmi dil İngilizce, Fransızca,
İtalyanca veya İspanyolcadır.
Allahtan korkun
inandığınız bir tanrı varsa eğer. Biz tarihimizde Anadolu’ya ayak bastığımızdan
bu yana gayrımüslim ile gavuru birbirinden ayırmışızdır. Gayrımüslimi etnik ve
dini kimliği ile bağrımıza bastık. Anadolu’da islam olmayan uygarlıkları, gayrı
Türk kimlikleri bugüne kadar asla yok etmedik ve karşısında durmadık. Koruduk kolladık.
Bir Müslüman Türk için geçmişte de bugün de sınırları içindeki her türlü etnik
ve dini unsurun malı canı ve namusu kendisine emanettir. Bu daima böyle
olmuştur. Ancak büyük harflerle yazayım ki:
BİZ DÜN DE BUGÜN DE DİNİ VE ETNİK KİMLİĞİ NE OLURSA OLSUN GAVURLUK
YAPANI DÜN DE SEVMEDİK, BUGÜN DE SEVMEYİZ. GAYRIMÜSLİMİ GAVUR YAPAN ÖZELLİK İSE
YAŞADIĞI VE KİMLİĞİNİ TAŞIDIĞI ÜLKEYE VE DEVLETE İHANET ETMEKTİR. VE İHANETİN
ETNİK YA DA DİNİ KİMLİĞİ YOKTUR. İÇİMİZDE NİCE TÜRK VE MÜSLÜMAN GÖRÜNÜMLÜ GAVUR
YAZINIZA KONU SEÇİMDE GAVURLUK YAPMIŞ VE HİÇ BİR ETNİK YA DA SİYASİ BAĞI
OLMADIĞI HALDE TERÖR VE İHANETİN VE GAVURLUĞUN PARTİSİ HDP YE OY VEREREK
GAVURLUIK YAPMIŞTIR.
İşte görüyorsunuz ki
artık Türkiye farklı bir ülkedir, geçmişte olduğu gibi ordu, yargı, bürokrasi,
sermaye ve basın ile ipotek ve baskı altına aldığınız Türkiye Cumhuriyeti
Devleti kapsama alanınızdan çıkmıştır. Elinizde olan tüm zinde güçleri
kaybettiniz. Sadece elinizde işbirlikçi bir muhalefet ve yine işbirlikçi sizin
gibi soyu kırık veya değil bir yazar çizer sanatçı takımı kaldı. Korkmayın, Ege
adalarına kaçmanıza gerek yok. Biz sizi bu ülkede keli körü kucakladığımız gibi
kucaklamaya devam ederiz. Ancak bizlerle bir arada yaşamak size rahatsızlık
veriyorsa eğer sınırlarımız içine girene kadar Ege adalarında kalmanızda da hiçbir
mahzur yoktur. Allah’a emanet olunuz efendim.