Velican benden tam 7 yaş küçükmüş. Aynı yıllarda İstanbulda yaşadık yıllarla. Görmedim kendisini yakından ama duydum adını. Ali Bilir gibi o da çilesini yıllarla mahpuslukta doldurdu. Bu ikisinden ayrı sene 1975 ten itibaren sanırım 1975 kasımında idi ki Yaşar Özcivlez ile başlayan şehid uğurlama konvoylarındaki şehid taşıma merasimlerimiz sabah namazında başlar ve akşam karanlığına kadar sürdüğü de olurdu. İsmail Tığlı, Zeki Bük, Murat Şahbaz ve ismini bile unuttuğumuz onlar, yüzler omuzlarımızdan ahrete doğru uçup gittiler. Onların hepsi şehidler kervanına katılanlar, kardeşlerimiz, adları bile çok önemli olmayan ama ciğerparelerimiz……. Ve yıllarca sağ kalmanın utancıyla ve mahcubiyeti ile yaşadık. Ölmemenin utancı ile. Biz de koşturduk, kaçtık, kovaladık, düştük yuvarlandık, tırmalandık, kanımız da aktı zaman zaman, önümüzden arkamızdan düşenler oldu, kaldırdık, kucakladık. Ama ölmedik ölemedik. Bu gün ise onca şehidimizin adını bile unutup ta hatta aşağıdaki yazıdaki gibi aynı hücreyi ya da koğuşu paylaştığı şehidlerin davasını, rezil ve pespaye kasetlerle ve yaşamlarla sürdürenlere mi yanmalı, yoksa onca adı unutulmuş şehidimizi bırakıp ta her nasıl bir moda ise “darağacında üç fidan-Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan” üçlüsüne neredeyse üç ihlas bir Fatiha okuyacak ya da hatim indirecek derecede mahzun türküler yakan eski ülkücülere mi yanmalı bilmem?... İmamın dini telkinleri ardından kuş gibi uçan giden Halil Esendağ ve Selçuk Duracık ta idam edildi, Mustafa Pehlivanoğlu da. Ama ülkücünün aklını, imam ve dini telkin bile istemeyen Deniz Gezmiş sevgisi ile karıştıranlara helal olsun. Ve o gaza gelenlere ise yuh olsun.
Yeni Akit Ankara Temsilcisi Yener Dönmez, bugünkü yazısında MHP’de deprem etkisi yapan kaset skandalıyla ilgili ülkücü camiayı yakından ilgilendiren henüz gün yüzüne çıkmış yepyeni bir anekdot aktardı.
Güneşli Mezarlığı’nda sızlayan kemikler!
Velican 1963’te İstanbul’da doğdu.
Ailesi Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da zulme maruz kalmış ve Türkiye’ye göçmüştü.
1970’lerin Türkiyesi’nde daha 13 yaşındayken Türk İslam Ülküsü’ne gönül vermiş Velican, siyasi faaliyetlerin içindeydi.
Sosyalist görüşlü Polislerin (Pol-Der) ağır işkencelerinden geçti, o yaşta ön dişleri bu nedenle paramparçaydı.
Yapmadığı pek çok suçu işkence ile imzalatılan ifade tutanaklarıyla üstlendi.
15 yaşında 78’de Sağmalcılar Cezaevi’ne kondu.
Cezaevi arkadaşlarından biri de İhsan Barutçu’ydu.
Hapishaneye düşmesinden 10 yıl sonra 26 Mart 1988 gecesi Gaziantep Cezaevi’nde uykudayken, 2 sosyalist tutuklu tarafından yatağında şişlenerek öldürüldü.
İstanbul Bakırköy Güneşli Mezarlığı’na defnetti ailesi...
Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal; “1987 yılında Velican Oduncu’ya hapisten kaçırılarak Turgut Özal’a suikast düzenlemesinin.” teklif edildiğini; Velican’ın, “Ben alnı secdeye değen adama kurşun sıkmam.” diyerek bu teklifi reddettiğini söylemişti.
Savcılık ifadelerine de geçen bu sözler, Velican için bir kere daha tarih önünde şahitlik eder inşallah.
Alnı secdeye değene kötülük yapmadığı gibi, işkence altında imzalatılan ifadelerdeki kötülükleri de yapmamıştı Velican.
15 yaşında girdiği cezaevinde, 25 yaşında bir delikanlı ay yüzlü, çekik gözlü, yakışıklı bir delikanlı olarak hayata veda etti Velican...
Eline kadın eli değmedi Velican’ın...
Tıpkı Mustafa Pehlivanoğlu gibi...
“Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.” ifadesiyle veda mektubunu bitirmişti Mustafa Pehlivanoğlu, 22 yaşında ülkücülükten asılmadan bir saat önce...
Mustafa, idama yürürken bile nişanlısı için namusuyla yaşayacağı bir yuva diliyordu rabbinden...
Velican, 15 yaşında girdiği hapisten kurtarılmayı “alnı secdeye değen birine” kötülük yapmaya tercih etmedi...
Velicanlar, Mustafalar namuslarıyla yaşadılar.
Bir dava ancak böyle insanların omuzlarında yükselir...
Ve bir dava, uçkuru peşinde koşanlarla batar.
Bugün tarihte ilk defa ülkücüler namus meselesiyle anılıyorsa, bu suç Velican’ın hapis arkadaşı İhsan Barutçu gibilerin yüzündendir.
Suç onlarda olduğu kadar, bu isimlere MHP’nin en kilit konumlarını veren Devlet Bahçeli’nindir de elbette.
Has dairesine aldığı adamların elinden, dilinden, belinden haberdar olmayan bir lidere bir memleket nasıl emanet edilir?
Bir ülkü nasıl teslim edilir?
Kadın nedir tanımamış, eli kadın eline değmemiş Velican ve Mustafa; Ülkücülüğü temsil eden 3 Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul İl Başkanı, elalemin karısıyla kızıyla düşüp kalksınlar diye düşmediler toprağa.
Durumun vahametinin, toplumda oluşan tepkinin farkında değil MHP yönetimi. Bir dava tarihe gömülmek üzere...
Ülkücü gençlerin başı öne eğik...
Üniversitelerde, liselerde ülkücü gençler solcuların alay konusu oldu.
El def çalıp oynarken, beklenecek zaman çoktan geçti.
Muhafazakar ülkücüler bir bir tasfiye edilirken yeterli tepkiyi göstermeyenler, şimdi MHP yönetiminin topyekün istifasını sağlamazlarsa, bu seçim bir davanın uğurlama törenine dönüşecek...
Yazık çok yazık!