4 Ağustos 2012 Cumartesi

O

O, Allah vergisi bir ahlâka sahipti, olgun ve itidal sahibiydi, tevazu ve müsamahasını kimseden esirgemezdi, hep sade ve basit yaşamayı tercih ederdi, kibir ve gururdan daima kaçmıştı, Beytülmalın ve ganimetin en bol olduğu zamanda bile kuru bir hasır üstünde yatmayı tercih edecek kadar engin, mütevazi, kanaatkâr ve diğergamdı, bir defasında sahabelerinin yanına geldiğinde hepsi ayağa kalkınca “Acemlerin birbirlerini tazim ederek ayağa kalktıkları gibi siz de benim için ayağa kalkmayın, çünkü ben, her kulun yediği gibi yiyen, oturduğu gibi oturan bir kulum” demişti, Mekke’nin fethinde şehre girerken devesinin üzerinde öylesine eğilmişti ki tevazuundan sakalının uçları devenin semerine değmekte idi, o haldeyken bile “Allah’ım beni riyadan koru” diye dua ediyordu,elini öpmek isteyenleri de hoş karşılamazdı, bir keresinde de sıcak bir havada başının üstüne gölgelik yapmalarına mani olmuştu, kendisine mescitte ayrı bir gölgelik yer ve çardak yapılmasını isteyenlere de karşı çıkmış, “Allah’ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben sahabilerimin ökçeme basmalarına da hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım” buyurmuştu, muhtaçlara yardım eder, zayıf, fakir ve kimsesizleri korur, tatlı sözlü ve güleryüzlü davranırdı, bir keresinde “Ey Ayşe, yarım ölçek hurma da olsa fakiri boş çevirme, fakirleri sev, onlara yakın ol ki kıyamet gününde Allah ta sana yakın olsun” buyurmuştu, çocukları ise ayrı bir sevgi ve şefkatle sevmiştir, bir çocuk gördüğünde mübarek yüzünü neşe ve sevinç kaplardı, çocuklara şefkatinde bir ayırım gözetmezdi, “merhamet etmeyene merhamet olunmaz, boğazlanacak hayvana bile olsa merhamet edene kıyamet gününde Allah rahmet eder” buyurmuştur, yetim çocukları ise ayrıca çok sever ve şefkat gösterirdi, kölelere de çok şefkat ve merhamet gösterirdi, en son sözü “namaza dikkat edin namaza” ve “elinizin altında bulunan kölelerinize eziyet etme hususunda Allah’tan korkun” olmuştur, kadınlara iyilik yapmanın, onlara şefkatli davranmanın imanın bir alâmeti olduğunu söylemiş, “kim Allah’a ve ahiret gününe iman etmişse komşusuna eziyet etmesin, kadınlara da hayrı tavsiye ediniz” demiştir, aşırılığa asla kaçmadan orta yolu, doğru yolu bulurdu, O her yönüyle mükemmel bir aile reisi, merhametli bir koca, şefkatli bir baba olmuştur,”sizin en hayırlınız kadınlarına karşı hayırlı olandır” buyurmuştur, O nezaketini kimseden esirgemez, herkese eşit muamele eder, hoş ve tatlı davranırdı, kendisine bir şey soranı can kulağıyla dinler, soruyu soran yanından ayrılmadıkça onu terk etmezdi, güler yüzlü güzel huyluydu, kimseyle çekişmez, bağırıp çağırmaz, kimseyi ayıplamazdı, cimri değildi, hoşlanmadığı şeylere de göz yumardı, kendisinden bir şey umanı ümitsizliğe düşürmezdi, son derece vakur ve izzet sahibiydi, ciddiyete zarar verecek hareketlerde bulunmazdı, dedikodu yapmazdı, oturuşu da gayet vakarlı idi, oturduğu zaman cübbesiyle ayaklarını ve dizlerini örter, elleriyle kendine çeki düzen verirdi, başkalarını rahatsız edecek veya iğrendirecek hiçbir hareket yapmazdı, çoğunlukla bağdaş kurarak veya diz üstü otururdu, sağa sola yayılmaz, önünde oturan kimseye katiyen ayaklarını uzatmazdı, yürürken bakışlarını sağa sola çevirmez, karşıya bakarak sert fakat mütevazi adımlarla yürürdü, halinde sükut yani sessizlik hakimdi, sükutu çok severdi, daima susması konuşmasından uzun sürerdi, ihtiyaç dışında konuşmaz, az ve öz konuşurdu, boş ve lüzumsuz söz söylemez, konuşurken ne fazla ne de eksik söz kullanırdı, ferahladığı zaman gözlerini yumardı, sesli gülmez, kahkaha atmazdı, en fazla gülmesi tebessümdü, söylenenlere karşı tahammül ve sabır göstermek için susardı, başkalarının hoşuna giden bir hareketini görürse takdir için ve tefekkür için susardı, bir keresinde “cihat, oruç ve zekâttan sonra en hayırlı ibadet susmak, konuşunca da hayır konuşmaktır” buyurmuştur, bir soru üzerine de “insanları cehenneme yüzüstü düşürecek olan şey dillerinden başkası değildir, kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun, hayır konuşun, faydalanın, kötü konuşmayın ki selamette olasınız” buyurmuştur, karşılaştığı kimseye önce kendisi selam verirdi, ziyarete gelene ikramda bulunur, oturmaları için çok kere hırkasını sererdi, bazan da altındaki minderini verir, kendisi kuru yere otururdu, adalet ve insaftan asla ayrılmaz, adalet hususunda din farkı gözetmezdi, O ticarette de adalet, insaf, hak ve hukuktan asla ayrılmadı, yalan, hile, aldatma gibi çirkinliklerden daima uzak kaldı, bir keresinde alacağını kaba bir biçimde tahsile gelen birine karşı hiddetlenen ashabına “susun, bırakınız, çünkü kişi borcunu ödeyinceye kadar, alacaklının onun üzerinde bir nüfuzu vardır, hak sahibi hakkını isteme selahiyetine sahiptir” diyerek susturmuş, pazardaki malın kötüsünü altına gizleyen bir tüccara da “müslümanlar arasında aldatma olmaz, bizi aldatan bizden değildir” demiştir, bir başka zaman “müslüman müslümanın kardeşidir,/ kusurlu bir malı din kardeşine satan hiçbir müslümana bu satışı helâl olmaz, meğer satarken malın ayıbını ona açıklaya” buyurdu.
Herkese iyilik ve yardımda bulunurdu, fakat akrabalarına daha fazla iyilik ve ihsanda bulunmağa çalışırdı, yakın uzak bütün akrabalarını gözetir, haklarını korurdu, misafiri hiç eksik olmazdı, evde ne var ne yok misafirlere ikram eder, kendileri ve ev halkı pek çok geceyi aç geçirirdi, misafir kabul etmekte de din ayrımı gözetmezdi, Peygamberliğinden evvel de komşuluk hakkını en çok gözetendi, doğru sözlülükte en başta gelirdi, eminlik ve güvenilirlikte en büyük, kötü huylardan en uzak olan bir kişiydi, yumuşak kalpli ve merhametliydi, gününün büyük kısmını ibadet ve zikirle geçirirdi, dava arkadaşlarını gözü gibi korur, onlara daima şefkat ve samimiyet gösterirdi, şahsına yapılan kötülüğü affederdi, kin tutmazdı, bütün düşmanlarını, tövbe etmeleri, imana gelmeleri üzerine affetmiş, bağışlamıştır, amcası Hz.Hamza’yı şehid edenleri bile affetmişti, kendi şahsına ait bir meselede ve dünya işlerinde kimseye kızmaz ve intikam düşünmezdi, kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi, fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle kızardı ki öfke ve gazabını kimse önleyemezdi, iki şeyden birini tercih edeceği zaman kolay olanı tercih ederdi, günah bir şeyden ise kaçardı, faydasız boş şeylerle uğraşmazdı, kimseyi ne yüzüne ne arkasından ayıplamazdı, kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı, kötü söz söylemez, konuşurken sözlerini uzatmaz, sözü ayıra ayıra, tane tane söylerdi, O konuşurken meclisinde bulunanlar O’nu sessiz ve hareketsiz dinlerlerdi, O’nun yanında asla tartışmaz ve çekişmezlerdi, birisi konuşurken öbürleri susar, konuşması bitinceye kadar beklerdi, huzurunda dünya işlerinden bahsolunsa O da dünya işlerinden, ahiret işinden bahsedilirse O da ahiret meselelerinden bahseder, yemeğe dair konuşulsa O da yemeğe dair konuşurdu, meclisinde bulunanlardan birisi bir şeye gülerse O da güler, bir şeye hayret ederse O da hayret ederdi, hakka tecavüz etmedikçe kimsenin sözünü kesmez, hakka tecavüz eden olursa sözünü keser veya meclisten kalkar giderdi,birisi elini musafaha için tutsa o kimse elini bırakmadıkça O da bırakmazdı, bir iş yapılacağı zaman mutlaka bir kısmını da O yapar, asla bir kenarda işin yapılmasını beklemez ve seyretmezdi, zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımcı olur, elbisesini yamar, ayakkabısının yırtığını kendisi dikerdi, kendi hizmetini kendi görür, ev süpürür, deveyi bağlar, yemini verir, koyun sağardı, yiyeceklerini çarşıdan kendisi alırdı, kendi eşyalarını kendi taşırdı, hizmetçisiyle beraber oturup yemek yer, onunla beraber hamur yoğururdu, insanların en halimi ve yumuşak huylusuydu, bir seferinde Hz.Ayşe’ye; “Ey Ayşe, yumuşak davran, zira yumuşaklık bir şeyde bulunursa onu süsler, bir şeyden çıkarsa onu çirkinleştirir” demişti, bir keresinde de “asıl pehlivan öfke anında kendisine hakim olabilen, kendini tutabilendir” buyurmuştu, öyle bir hayâ ve edep sahibiydi ki kimseye hoşlanmadığı biçimde hitap etmezdi, “Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve başın taşıdığı uzuvları, karnı ve içine doldurduğu uzuvları haramdan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi hatırda tutmaktır, ahireti isteyen kişi de dünyanın ziynetini bırakır, işte kim böyle yaparsa Allah’tan gerçek manada hayâ etmiş olur” buyurmuştu, O’nun hayâsı başkalarının kusur ve ayıplarını hatırlatmaya ve söylemeye meydan vermezdi, hoş olmayan bir hali görünce “neden falan kimse böyle diyor, böyle yapıyor” demez, umumi manâda “niçin böyle yapıyorlar” veya “diyorlar” şeklinde konuşurdu, hayâsının fazlalığından dolayı hiç kimsenin yüzüne dik ve sabit bir şekilde bakıp kalmazdı, O’nun kadar merhametli, ince ruhlu ve müşfik bir insan yeryüzüne gelmemiştir, ahdine bağlı kalan, yaptığı anlaşmaya sadakat gösteren en büyük insandır O, bu hususta dost, düşman , müslüman kafir ayırımı da asla gözetmemiş, ne pahasına olursa olsun ahdini bozmamıştır, “ahde vefa imandandır” buyurmuştur, kul hakkından çok korkardı, Veda Hutbesi’nde “kimin hakkı var ise gelsin alsın, kimin sırtına vurmuş isem gelsin vursun” buyurmuştu, O insanların en cesuru, en yüreklisi, en kahraman ve yiğidi idi, ayrıca hem sabır kahramanı, hem de şükür deryasıydı, her çeşit musibete uğradığı halde sabretmiş, tevekkül etmiş, her iyilik ve nimete de şükretmiştir, çok ağır hastalıklara yakalandığında bile şükretti, O Sultanlar Sultanı idi, O şüphesiz yaradılmışların en ulusu, Allah’ın en sevgilisi idi, ancak O, bir kul olduğunu, bir fani olduğunu asla unutmadı, Allah’ın en sevgili kulu olduğunu bildiği halde kendisi için ne Allah’tan ne kuldan hiçbir ayrıcalık ve dünya nimeti istemediği gibi onca cefa ve sıkıntıya karşı sabretti, şükretti, tevekkül etti, O sadece ahiret nimeti istedi ve “bize ahiret nimeti yeter” buyurdu.
Ne mutlu böyle bir peygamberin ümmeti olabildiğimiz için ve yazıklar olsun o peygamberin ahlakına sahip olamayanlara......

Hiç yorum yok: