6 Ağustos 2012 Pazartesi

LAZIMLIK -PARFÜM-ŞEMSİYE-TOPUKLU AYAKKABI


       LE MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier bir yazısında Türkiye'yi iki ayrı kategoriye ayırıyor ve birinci gurubu eğitimsiz, ayakkabısını kapı önüne çıkaran, tiyatroya gitmemiş, hiç dansetmemiş, kızları baskı altında olan bir gurup, ikinci gurubu ise "en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan,müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabin kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı standartlarına yakın bir grup" olarak tanımlıyordu. Bu yazıdan çok malzeme çıkacağa benziyor.

            Neresinden başlamalı bilemiyorum ki.... Yüzlerce yıl Anadoluda Haçlı ordularına karşı göğsünü siper etmiş bir milletin torunları şimdi daha düne kadar önünde eğilen batılı batıl kafalı toplumların değerlerine teslim olmuş, dejenere ve "batı standartlarına yakın bir gurup" olarak tanımlanabiliyorsa ve bundan rahatsızlık duymuyorsa yazıklar olsun. Bu düşmanın savaşı bir yönü ile kazandığının ve içimizde batı kafalı devşirmelerini yetiştirebildiğinin bir işareti ve belirtisi değil midir?

           Dans, ilk defa Kanuni zamanında Fransa'da yapılmaya başlanmıştı. O zaman Osmanlı İmparatorluğunun sınırları Avrupa’nın ortalarında idi ve Fransa'ya dayanıyordu. Bu dans denen “melanetin” ilk yapılmaya başlandığını duyan Kanuni, zamanın Fransa Kralına bir mektup yazdı. Kanuni'nin Fransa Kralına yazdığı tarihi mektup aynen şöyledir:

        “Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han'ım. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım. Hem hudut olmaklığımız dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip men'e muktedirim!..” Rivayete göre, Kanuni'nin bu mektubundan sonra Fransa'da yüz sene dans yapılmamıştır.

           Şimdi ise yine Fransız bir gazeteci hakkımızda neler neler yazabiliyor ve düşünebiliyor. Elbette ona düşen böyle düşünmektir de bize düşen nedir. Ben yazı başlığı olaral "lazımlık ve parfüm" dedim. Lazımlık ile parfümün ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Ya da "lazımlık" kelimesinin ne anlama geldiğini pek çoğumuz bilmeyebilir. Önce lazımlık kelimesini tanımlayalım. Lazımlık yakın tarihe kadar pek çok evde var olan genelde yaşlıların ya da çocukların tuvalete gitmek yerine ihtiyaçlarını giderdikleri leğen biçiminde bir kaptır ki bazı ailelerde tuvalet ihtiyacı için değilde ev içinde lavabo gibi ibrikle su dökülerek el ağız yıkandığı ve hatta içine yaşlıların abdest aldıkları bir kap olarak kullanılmış ve artık tarih olmuş bir kaptır. Ancak lazımlık aslen avrupadan gelmiş bir kaptır ki özellikle Fransada ve diğer avrupa ülkelerinde halk tuvalet ihtiyacını lazımlığa gidermekte ve lazımlıklardaki pislik sokaklara dökülmekte idi. Ortaçağda Avrupanın hali bu idi. Hatta Fransa sarayından bile lazımlıklarla sarayın lağımı pencerelerden lazımlıklarla sokağa döküldüğünden Paris sokakları pislik ve kokudan geçilmez ve çekilmez halde idi. Fransa bu yoğun pislik ve koku üzerine, zaten vaftiz suyu ile mezara girmek başlıbaşına bir fazilet te sayıldığından yıkanmayan Fransızların kendi kokuları ile sokak ve caddelerin kokusunu bir nebze olsun hafifletmek için parfüm denen kuvvetli kokular icat edilmiş ve Fransızlardan diğer Avrupa ülkelerine ve dünyaya yayılmıştır. "tr.wikipedia.org" ta Versay sarayı ile ilgili olarak aynen şöyle denmekte: Sarayın ilginç bir özelliği olarak yapımında tuvalet veya banyo düşünülmemiştir. Bunun sebebi o zamanki asillik anlayışında, asillerin istediği yerde ihtiyaçlarını giderebileceğidir. Bu sebeple Avrupa'da yaygın olarak Versailles sarayının kokusunun "Avrupa'daki tüm saraylardan eşsiz" (Memoirs: Duc de Saint-Simon )olduğu söylenirdi. 1768 yılına kadar da sarayda işleyen tuvalet yoktu. 1789 yılında Fransız Devrimi'nden sonra bütün sarayda sadece 9 tane tuvalet vardı ve bunlar sadece kral ve yakın aile üyelerine aitti. Sarayın geri kalan çalışanları lazımlık kullanırdı ve bu kokular daire ve genel atmosfer ile çalışanların giysilerini tamamen sarardı. Yasaklanmış olmasına rağmen lazımlıklar genellikle çalışanlar tarafından oda pencerelerinden dışarı boşaltılırdı.

           O yıllarda ise osmanlıda nasıl bir temizlik kültürü olduğunu Topkapı Sarayına gidip Harem dairesindeki süt beyaz mermerlerden inşa edilmiş hamam ve tuvaletler ve kurnalara bakarak anlamak mümkündür.

         İnternette bir siteden aldığım yazıyı yorumsuz olarak ekleyip bitirmek istiyorum.
“Şemsiye – Parfüm – Topuklu Ayakkabı” üçlüsü…"
Öyle, üstünden çok zaman geçmedi ha; yanlış anlaşılmasın ilk çağlardan bahsetmiyorum, 18. yy’dan bahsediyorum. “Niye şemsiye icat edilmiş? Niye parfüm ortaya çıkmış? Neden topuklu ayakkabı var?” sorularını sorduğumda cevap verebilecek insan sayısı pek nâdirdir. Çünkü, kimse bu üç unsurun neden ve nerede icat edildiğini bilmemektedir. Biz aydınlatalım…Çağdaş, modern Fransa’nın daha 1700′lü yılların sonlarında; yani 1790′lı yıllarda, evlerinde tuvalet ve banyo yoktu. Evet; şaka, espri, abartı, iftirâ falan değil. Bugün modern denilen Fransızlar daha 200 yıl önce tuvaletlerini evlerinde, sözgelimi oturma odalarında, çoluğun çocuğun, hanımın, büyüklerin gözü önünde yaparlardı. Anlatırken, “Çok afedersiniz” diyerek anlatmak isterdim; ama bu benim suçum ya da utanç kaynağım değil, bunu yapan modern denilen ülkenin suçu-utanç kaynağı. Kendi tuvalet ihtiyaçlarını ortalığa yapmakla kalmayıp, kürek ya da başka aletlerle camdan dışarı fırlatırlardı. Banyo kültürü ise hiç yoktu. Kendi vücutlarına yapışan idrar veya dışkıları temizlemezlerdi; o vaziyette gezerlerdi. Bu da, o dönemde Fransızların çok pis-inde ötesinde pis kokmalarına sebep olurdu. İşte Fransızlar, bu kokuyu bastırmak üzere “PARFÜM”ü icat etmişlerdir. Herkes parfüm kullanacak ve bu ağır koku bir nebze engellenecekti. O dönemde yüksek katlı binalarda oturanlar ise (en fazla 3-4 katlı evler); dışkılarını camdan aşağı fırlatırlar ve dışkılarının aşağıdan geçenlerin üstlerine düşmesinden rahatsız olmazlardı. İşte modern, çağdaş, ileri görüşlü Fransızlar buna da çözüm buldu ve şemsiyeyi icat ettiler. Şemsiye sayesinde, yukarıdan aşağı düşen dışkı, insanların üzerine düşmeyecek, şemsiye insanları koruyacaktı. Tabii, o zamanki şemsiye ile bu zamanki şemsiye aynı değil. Günümüzde, aç kapat şemsiyelerine bakarak aldanmayın. Bir değnek/sopa üzerine dik çakılmış bir tahta ya da kartonla yapılan şemsiyelerden bahsediyorum. Topuklu ayakkabıyı ise neden icat ettiklerini anlamış olmalısınız. Ben yine de söyleyeyim. Fransa sokaklarını dışkı götürmesi, insanların yolda yürürken sürekli dışkılara basmaları, onları topuklu ayakkabı üretmeye itti. Topuklu ayakkabılar sayesinde Fransızlar, dışkılar üzerinde daha rahat yürüyecekti. Ne büyük bir icat değil mi? O dönemin Fransa Kralı, Osmanlı Devleti’nde düzenlenen bir protokole katılır. Osmanlı padişahı, Fransız kralın kokusundan kürsüde konuşamaz. Padişah hemen vezirini çağırır ve Fransız kralın Türk Hamamında yıkanması talimatını verir. Kral, hamamda bir güzel yıkanır ve Fransız kralın verdiği cevap, pek düşündürücüdür: ” Yıkanmak gerçekten insanı rahatlatıyormuş. Yılda BİR (!) defa yapsak hiç fena olmaz…”

            Bu Fransız gazetecinin yazısını okurken burnuma ortaçağ Fransasından bugüne katlanılmaz bir lağım kokusu geldiğini söylemeliyim. Bir Fransızın bu bakışı karşısında "batı standartlarında, şarap içen, kızının flörtüne göz yuman, ayakkabısı ile evine girebilen, çağdaş bir insan olduğunu zanneden öz değerlerinden uzaklaşmış kardeşlerime ziyadesiyle üzülüyor ve tez zamanda kendilerine dönmelerini, asli kimliklerini kazanmalarını temenni ediyorum.




1 yorum:

Adsız dedi ki...

her şey tamam da şu en son yorum cuk oturmuş!